• yirmi ucuncu uluslararası istanbul film festivali kapsamında istanbul'da gosterilen angelopoulos'un 20. yuzyıl uclemesinin ilk filmi. bir goc hikayesiyle baslayan film huzunlu bir ask hikayesine burunup devam ediyor. zaman zaman uzun planlardan ve yavas ilerleyen konudan cok hafif baygınlık gelmis olsa da angelopoulos'un sairene gorsel anlatımı karaindrou'nun muhtesem muzikleriyle birlesince ortaya muazzam bir film cıkmıs.
    ozellikle, limanda orgu ipiyle yapılan veda sahnesine hayran kaldım belirtmeden gecemeyecegim.
  • ayrica muhtesem besteci eleni karaindrou'nun sozkonusu filmin muziklerinden olusan albumunun adidir. her albumuyla sadik dinleyicilerine baska bir uzay sunan karaindrou, bu calismasinda yine bati muziginde farkli bir pencere acmis. sanatcinin tum albumlerinin listesine http://www.elenikaraindrou.com/…eni_discography.asp adresinden erişilebilir.
  • eleni karandirou'nun diğer ölümcül film müziği albümleri gibi (örnek olarak, "eternity and a day" ve "ulysses gaze"i verelim) gibi içinizi burkan tınılarla dolu çalışmasıyla süslediği film.
    herhangi bir parçadan sadece otuz saniye dinlemek bile aynı mekanda koşuşturan birçok insanı aynı anda susturabiliyor.
  • (bkz: the weeping meadow)

    theo angelopoulos'un son filmi. 3 saatlik suren goze, kalbe, kulaga hitap eden bir solen. 23. film festivalinde gosterilmistir. film muzikleri gene eleni karaindrou tarafindan yapilmistir.

    1917 devrimi’nin ardindan odessa’dan goc ederek 1919’da selanik yakinlarina yerlesen yunan gocmenlerle baslayan hikaye ikinci dünya savaşı’nın sonuna kadar surmekte ve 30 senelik bir donemi konu almaktadir.
  • istanbul film festivalindeki gösterimine bir çok arkadaşımla beraber gitmiştik. açıkçası ben izlerken bu kadar sıkıldığım bi film göremiyorum hayatımda. yanımdaki arkadaşımla nöbetleşe uyuduk, daha doğrusu bayıldık... film bitmek bilmiyordu çünkü. film süresince önlerden ve arkalardan püflemeler, derin nefes alış sesleri felan duydum ben, sanırım sıkılan sadece biz değildik...
    yönetmenin üslubuna da, oyuncuların kabiliyetine de saygı gösterme kaygım yok, gayet kötü bir film bana kalırsa, üç saatim ve tonla param heba oldu.
  • yalnızca ben uyumamışım meğerse * 21.00 sesansıydı galiba beoğlu sinemasında en önde izlemeye çalışmıştım.ama bir yere kadar izlenebiliyordu.hipnoz kabiliyeti yüksek bir film.bu aralar alkazarda oynuyo.uykunuzu alın gidin.dinç kafayla izlenmesi gereken bir film.
  • bitmesini istemediğim bir üç saat... şiir gibi bir film. olağanüstü görüntüler...
  • dün angelopoulos'un şiir sanatını izledim...sahnelerin herbirinde güzel bir fotoğrafın bulunduğu, renkleri, kostümleri, ışığı ile gerçek bir şiirdi. en çok da bu şiirin çıplak ağaca asılmış koyunlarını sevdim. okunmalı.
  • senaryodan cok gorselligin izleyiciye hitap ettigi, pastel renkli muazzam yapit. konusunun pek de enteresan olmadigi bu yunan filminde sozlerde tamamen bir siirsellik, kulagi oksayan uyak hakimdir. filmin ozu olan muzikler ise insanı zaman zaman costurma duzeyine ulasir. butun bunlarin yaninda, tipik bir konuyu ozel kılabilen basari goruntuye aittir cunku film izlerken goruntuler seyirciyi ayakta tutar, bu 3 saatin sonunda sıkılmadıysanız bu tamamen goruntulerdeki fotografik anlatimdan, zaman zaman bunun yaglıboya tablo tadında sunulmasındandır. her durus, her goruntu gorsellikteki sanata hitab ediyor. "niye boyle, nerden geldi bu buraya" tarzı sorular sormak gerekmiyor cunku olayların gectigi sahneler de ozenle secilmis dekorlar gibi. sahne sanatcılarının, en azından sahne egirimi almıs kisilerin oynadıgı filmde yuruyus bile danseder gibi, dram bile estetize edilmis. kanımca yine her biri sahne sanatcısı olan figuranların da bu filme etkisi, katkısı buyuk. hollywood izleyicisinin asla izlememesi gereken, 3 saat boyunca uyumalarina sebep olabilecek bu film gorsel urunleri sanat olarak kabul etmis, sinemanin ticari degil sanat boyutuna onem vermis kisilere tavsiye olunur.
  • elbette sıkıcı olmayan, ama fotoğraf gibi kareler çıkarma kaygısı sonucu sadece diyalog azlığından değil her şekilde konu anlatımının çok yetersiz kaldığı bu yüzden bir sinema filminden bekleneni vermediğini düşündüğüm, belki de gerçekten 'şiir' kategorisine dahil edilmesi gereken yapıt. pek çok olay (bilmiyorum sadece bana mı) yarım verilmiş gibiydi, çocukların babasının kim olduğunu ve kızla evlenen yaşlı adamın başroldeki çocuğun babası olup olmadığını bir türlü anlayamadım mesela. başroldeki kadının gözüktüğü hemen her sahnede ağlıyor olması dikkatimi çekti.. dikkatimi çeken başka bir şeyse nikko'nun ölümünden önceki sahnedir, şarkının keman, akordeonlar, gitarlarla çalınması, beyaz çarşaflar, en sonunda hepsi sıra halinde dizilmiş bir mutluluk tablosu oluştururken kurşun sesleri... hâlâ gözümün önünde...
hesabın var mı? giriş yap