*

  • bozkurt güvenç'in 90'lı yılların başında kültür bakanlığı yayınlarından çıkan hacimli kitabı. türk ve kimlik kavramlarını her ne kadar layıkıyla ele alamayıp yer yer feci ıskalamalarda bulunsa da bilgi kaynağı olarak iyi bir mehazdır.

    daha antropolojik, tarihî bir şey beklerken okuyucu biraz da gazeteci üslubuya yazılmış ve fazlasıyla eklektik yapısından rahatsız olabilir. ama içinde renkli ayrıntılar vardır. mesela atsız'ın oğluna yazdığı o korkunç vasiyeti ilk bu kitapta görmüştüm. sonradan remzi yayınları galiba tekrar bastı. yazıldığı sene yılın kitabı ödülünü almıştı. ödülü veren fikri sağlar'dı.

    türk kimliği "birlik içinde çeşitlilik, çeşitlilik içinde birlik" sloganıyla bitiyordu. buna lafımız yok lakin yazar bütün bir kitabını kemalist kimlik/tarih/ideoloji üzerine inşa ettiği için yer yer yavan tadlar bırakıyor insanın dilinde. hatta türkçesi itibariyle de kekre diyebileceğimiz sözcükler satırlar sinmiş.

    bir de kitap arkasına değinelim. arkada bozkurt güvençin biyografisi ve karikatürü var. cumhurbaşkanlığı başdanışmanı olduğu için yapılmış bu karikatürde, "bozkurt güvenç güven veriyor" yazıyor...
  • sozkonusu kitapta farklı turk kimliği temsilcileri ve aralarındaki düsünsel farklar anlatılmaktadır.
    kimi ırk temelli bir kimlikten sozeder aydınların, kimiyse dini temelli bir ortak kimlikle tanimlar bizi. bir başkası, ornegin halikarnas balikcisi anadolu medeniyetlerinin bir parcasi oldugumuzu soyler ve anadolulu kimliği atar ortaya. bir kısmı batıılıyız der, bir kısmı doğuya donuktur yüzümüz der. ve sonucta hepimizin tanıdık oldugu şu kavrama ulaşırsınız kitabin sonunda kimliğimiz hakkında. (bkz: kulturel kimlik krizi)
  • daha aldigimin ilk günü sonbahar olmamasina ragmen yapraklarinin birer birer dökülüp tuz buz oldugu bozkurt güvenc kitabi, t.c. kültür bakanligi, milli kütüphane basimevi şaheseri- made in turkey:
    http://tinypic.com/view.php?pic=2dua04z&s=6

    yazim hatalari ile dopdolu bir kitap. anlasilan, koskoca kültür bakanligin’dan bir düzeltmen bulunamamis. vah vah! yazar yillarini vermis „türk kimligi“ne, gel gör ki, dag fare dogurmus, bilimsellik ihmal edilmis, popüler dilli bir calisma ortaya cikmis. güvenc „çağ“ sözünü öyle cok seviyor ki cocuklarindan birinin adini „çağ“ koymus. „önsöz“ yerine “sözbaşı“ demis. cümlenin basi var da sözün basi neresidir bilgim disinda. belki cahilligimdendir, bilemiyorum.

    alinti üstüne alintilarla dolu bir kitap. yan yana, alt alta, üst üste eklemis alintilari. onlardan yararlanip fikir üretmemis, ya da üretememis. yorumlar hep ayni: cagdaslik, atatürk (yanlis anlasilmasin, atatürk’e karsi degilim) uygarlik ve benzerleri... peki, hani bilim nerede? yoksa kültür bakanligi analiz yapmayi yasakladi mi? sanmiyorum. derinlik yok. yorum, kendi düsüncen? daha cok beklersin, sevgili okuyucu.

    hakkini vermek gerek. güzel seyler de var, örnegin bir temel fikrasi (s. 280). buyurun, okuyun ve gülün, gülümseyin.

    temel oturmus eli basinda kara kara düsünüyor. arkadasi sorar, „uy temel, ha ne tüsüneysun, da?“ temel, sitemle bakar arkadasinin yüzüne:

    - arkadasi: ha, pilmeyrum, ha!
    - temel: evlentum
    - arkadasi: hayirli, ugurlu olsun. ne kadar eyittin. pekarliktan kurtuldun. sicak yemek yiyesun. temiz camasir kiyesun, sicak dösekte yateysun... ta ne?
    - temel: ha, o kedar da eyi tehüldur.
    - arkadasi: ya, ne kadardur?
    - temel: pizim kari piraz cirlak cikmustur
    - arkadasi: ah temel, vah temel. ne kader! karilar eyitur, cirlaki cekilmezdur.
    - temel: o kedar da eyi tehüldur.
    - arkadasi: ya, ne kadardur?
    - temel: karinun bir evi vardur.
    - arkadasi: pak pu cok eyidur. yalnuz evlenmedun, pekarluktan kurtulmadun. ev sahipi, mal sahipi uldin da, kiraciluktan kurtuldun.
    - temel: o kedar da eyi tehüldur.
    - arkadasi: ya, ne kadardur?
    - temel: ev yandu, ta
    arkadasi: yok canum. iste bu cok kötü. tam ev sahibi olurken yine acikta kaldun. ha pu ne kötü talihtur?
    - temel: o kedar da eyi tehüldur.
    - arkadasi: ya, ne kadardur?
    - temel: kari da evla peraper yandu.
  • birilerinin ortadan kaldırmak için yollara koyulduğu kimlik.

    kürdün, çerkezin, lazın, türkmen'in, yörüğün vs. bu coğrafyadaki 72 tekmil unsuru birbirine bağlayan kimlik.
    göbek bağı gibi bir şey...
  • modern hali büyük ölçüde ittihat ve terakki hareketinin ürünüdür.

    klasik "fransız devrimiyle milliyetçilik geldi osmanlı'yı yendi" anlatısının artık en sonunda 19.yy'de doğru düzgün ortaya çıkan sünni-türk orta sınıfa sirayet etmesiyle temellenmiştir.

    malum 19.yy'de osmanlı hala zirai geri bir ekonomiyken bu sistem içinde batı standartlarına en çok yaklaşabilenler batı kurumlarını daha iyi absorbe edecek entelektüel birikimi üretebilmiş azınlıklar olmuştur. dolayısıyla ülkenin burjuvazisi ve ilk düzgün orta sınıfları da onlar olmuştur. hatta türklerin orta sınıflaşmasında da azınlıklardan çokça şey öğrenilmiştir. bugün en faşizan osmanlı elitlerini bile okuduğunuzda ne kadar çok rum ve ermeni dostları olduğunu muhakkak görürsünüz ve şaşırırsınız.

    sünni nüfus ise köy-saray ikilemine sıkışmışken zamanla ortaya modern devlet kurumları çıkması ile birlikte bürokrasi-ordu üzerinden orta sınıflaşmıştır. böylece türk-sünni nüfusun devlet tapıcı ideolojisinin de aslında temeli atılmıştır.

    zira anadolu'da asla batı'daki gibi merkezi otoriteden bağımsız, kendi gücü olan liberal bir burjuvazi oluşmamıştır. en iyi ihtimalle sarayla ilişkili büyük sünni toprak ağaları ve devlete kapak atmış memurlar ortaya çıkmıştır. devlete kapağı at da rahatına bak zihniyetinin kökeni o zamanlara kadar gidiyordur heralde diye tahmin ediyorum. bizim kültürümüzde kimse de demez ki git yatırım yap, yenilik yap, büyük iş kur. hayaller memur olmaktır (bugün daha hala siyasetimiz merkezi kurum olarak konumlanan devleti ele geçirmek ve ele geçirilen devlete çeşitli tarikatlar-klikler üzerinden sızıp rant almak, mala çökmek gibi aktiviteler çok yaygın. dediğim gibi, devletin çok güçlü bir kurum olması türk siyasi kimliği-kültüründe temelde - türkiye'de devlet yumuşatılıp şeffaflaştırılmadıkça da ilerlememiz çok zor).

    çok eski bir teorik çerçeve olmasına rağmen barrington moore jr'ın buradaki kurguladığı basit metot aslında bu senaryoya çok güzel oturuyor (https://en.wikipedia.org/wiki/barrington_moore_jr.).

    mesela moore diyor ki, bir ülkede liberal demokratik kurumların oturması için merkezi devletten bağımsız bir burjuvazi gücünün oluşması gerekiyordu. bunun olmadığı ülkelerde ise "geri kalmışlık" ortaya çıktı. geri kalmışlık olan ülkeler ise modernizasyon için ya "komünist devrim" geçirdi ya da "faşizm" ile modernleşti. bu elbette ki büyük bir basite indirgeme, ama her devletin siyasal kimliğin oluşmasında bu sınıf koalisyonları bazlı analiz gerçekten enteresan biçimde tutarlı.

    mesela:
    köylü hareketi + orta sınıf koalisyonu = rus ve çin komünist devrimleri ile modernizasyon (bunu dekolonizasyon döneminde 3.dünyaya da uyarlayabilirsiniz)

    toprak ağaları + bürokrasi koalisyonu = kuomintang hareketi, meiji restorasyonu, italyan ve alman uluslaşması, latin amerika'nın neredeyse alayı vs gibi faşizan refleksler

    modern türkiye'nin kurulması burada sizce nereye düşüyor?

    elbette ki savaşlar sonucunda azınlık mallarını yağmalayarak zenginleşen ufak-tefek anadolu sünni tüccarı ve onların sırtlarını dayamak zorunda olduğu sünni toprak ağaları ile sünni-bürokrat koalisyonu. türk siyasal kimliğinin de temelini bu koalisyon atmıştır. dolayısıyla izleri de çok güçlüdür. biz bu koalisyona bugün aşağı yukarı ittihat ve terakki diyoruz.

    ortada bağımsız özgür bir burjuvazi olmadığı için ve anadolu'daki küçük burjuvazi "yancı" bir hareket olarak devletçi kesime yamanmak zorunda olduğu için türkiye modernizasyonu faşizm tandanslı bir dönüşüm olmuştur. hatta ve hatta, bunun üzerinden yukarıdan dayatma bir türk kimliği bu elit eliyle oluşturulurken, azınlıklar ve burjuvazi iç hainler olarak tanımlandığı için türk siyasal kültürü içinde bu kadar derinlere işlemiş olan yabancı-azınlık-liberal-burjuva nefreti de bu dönüşümde önemli katkı yapmıştır. zaten türk resmi devlet tezi bu süreçte anti-emperyalist anlatıları eğitim sistemine işlerken (ki bu anlatıların çoğu aslında soğuk savaş küresel sol-komünist entelijansiyasının üretimidir) liberalliğe, batı'ya sürekli bir şüphe işlenir çocuklara. - bu anlamda türkiye'de milliyetçi ve sosyalist hareketler arasında zaten enteresan bir iletişim olmuştur batı ve liberalizme karşı.

    kökeni geç osmanlı'da oluşmuş dar bir bürokrat-asker elit ve sonradan geç dönemde ortaya çıkmış olan sünni toprak ağaları olan bir siyasal hareket, osmanlı'yı "türk kimliği" ile dönüştürme görevini kendine vermiştir. işte bu dönem bir çok sıkıntılı faşizan siyasal refleksin oluşmaya başladığı bir dönem olmuştur. bunun sonucunda birçok savaşa girilmiş ve büyük yıkımlar yaşanmıştır. ancak bu hareket bir şekilde anadolu'yu demografik olarak dizayn ederek ve bazı elemanları elimine olsa da öyle ya da böyle modern türkiye'yi kurmuştur. yani elbette atatürk ve çevresinde ittihatçılarla olan çatışmalar hep dile getirilse de aslında atatürk'de bu hareketin bir ürünüdür. bu hareket tam anlamıyla monolitik bir yapı olarak evrilmediyse de cumhuriyeti kuran elit yine bu osmanlı askeri-bürokrat-toprak ağası elitidir ve aynı kökenden-temalardan yola çıkmaktadır. bunlar da doğal olarak faşizan bir modernizasyonu itekleyecek bir koalisyon kurmuş, devleti ise modernizasyon için her şeyin merkezine koyan bir sistem yaratmıştır (ne demiştik: devleti kaldıraç olarak kullanarak halktan maksimum alma ve gelişmiş dünyayı yakalama iddiası- çoğu zaman halka karşı bir güç kullanma (coercion) ile).

    askerin, bürokratın ve toprak ağasının gücünü garantilemesi tamamen dominant bir devlet gücüne bağlıdır. türkiye bugün hala bu merkezi devletin siyaseti özgür bir demokrasiye bırakamaması (bkz: derin devlet) hususunun acısını çekmektedir.

    şimdi burada bazı kilit dönüşümleri ele almak istiyorum.
    şunu izleyince gaza geldim:https://www.youtube.com/watch?v=c_lznuleui8

    - modern türk kimliğini yukarıdan devlet eliyle dayatan elit osmanlı'nın son dönemindeki rezillikleri üst üste yaşamış milliyetçi romantiklerdir. (bkz: romanticism)

    - bu kesim en büyük travmasını çoğunun da doğduğu topraklar olan balkanların çok rezalet bir biçimde kaybedilmesiyle yaşamıştır. bu muazzam ağır humiliation sürecinde bu henüz bebek olan ama modern dönemin ürünü olan siyasal kimlik radikalleşmiştir. balkanlar'dan yarım milyona yakın müslüman türk'ün sürülüp etnik temizliğe maruz kalması bugün bu ülkenin yapı taşlarını koyan elitin ciddi faşizan, agresif, militarist bir psikolojiye bürünmesinde çok büyük rol oynamıştır.
    (aynayı öbür tarafa tutalım, bugün aşırı milliyetçi olan balkan halkları da yine osmanlı'nın iskan politikası ve müslümanlaştırma çabaları ile balkanlarda katliam yapmaları sonucu varoluşsal bir korkudan doğmuşlardır. bölgedeki aşırı müslüman nefreti ve soykırıma yatkınlık da yine bu sürecin bir sonucudur. örneğin sırpların ana vatan kabul ettiği kosova bölgesi osmanlı zamanında müslümanlaştırılmıştır, bu sebeple sırp milliyetçiliği buraları müslümanlardan "temizleme" görevini gayet makul bir davranış olarak algılamışlardır. bu uğurda yapılan her şey bırakın canice görülmeyi, romantize edilmiştir. sırp milliyetçileri kendilerini büyük birer dava için feda eden romantikler olarak görmüşlerdir).

    burada ortaya çıkan net bir tema var: victimhood
    aşırı milliyetçi siyasal kimliklerde sık sık gözlemleyebildiğimiz bir
    olgu; tarihin acımasızlığının kurbanı olmuşuz bu yüzden sert müdahalelerimiz doğaldır, haklıdır inancı... türk siyasi kültüründe bu "kurban edilmişiz" söylemini hala görebilirsiniz. sürekli bize kötülük yapmak isteyen iç ve dış düşman temasının işlenmesinin kökeni işte bu balkanlar yıkımıyla iyice şekillenmiştir. (örneğin nazi hareketi de 1.dünya savaşında komünistler ve yahudiler bizi arkadan vurduğu için mağdur edildik üzerine kurulmuştur. yaşanan büyük rezillikler böylece sağa sola yansıtılmıştır).

    - balkan savaşları çevresinde radikalleşen ittihatçılar daha o zamanlarda anadolu'da yaşayan azınlıkları birer "tümör" olarak yorumlanmaya başlamıştır. böylece aşırı milliyetçi-ırkçı düşünce ve saf türk yurdu kurma fantezisi bu elitin projesi haline gelmiştir. devleti de ele geçiren bu elit, balkanlarda yaşananın anadolu'da da olabileceği korkusu ile çok korkunç projelerin hazırlığına başlamıştır. anadolu'daki her şeyi üstten devlet aygıtı ile türkleştirmek, zorla asimile etmek, devletçi tek ideolojiye tapar biat eden bir ulus yaratmak.
    bunun izlerini yusuf kaplan'ın geçen gün yazdığı saçma sapan arkeoloji bir batı oyunudur, "anadolu'da bizim varlığımızı yok etmek projesidir" diye açıklaması gerzekliğinde bile net bir biçimde alt metin olarak görebilirsiniz. anadolu'yu "türk" yapanlar bu ülkeyi kurarken böyle bir özgüvensizlik ve korkudan geliyorlardı. balkanlar'da olanı burada da yapacaklar, o yüzden anadolu'yu biçip yeniden inşa etmeliyiz (o dönem ki batı bunu yapar mıydı? yapabilirdi yani, oradı ayrı konu).

    - 1.dünya savaşında ittihatçılar ideolojik olarak kendilerine benzeyen devletçi (sonradan "modern devlete dönüşen") bürokrasi-asker merkezli alman ekolüne yanladılar. zafer toprak'da bu dönemi gayet güzel işliyor. osmanlı'nın da aslında ilk düzgün endüstriyelleşme girişimi bu geç 19.yüzyılda bütün avrupa'da yükselen milliyetçi dalga sürecinde ortaya çıkan devletçi ekonomi sürecinde başlamıştır. aslında anadolu'da ilk kez devlet eliyle merkezi bir endüstriyelleşme girişimi bu süreçte olmuştur ilk milli ekonomi - (https://www.kitapyurdu.com/…at-19081918/286936.html). bu 19.yy'nin ilk yarısındaki liberal dalgadan sonra 1870 krizlerinden sonra ortaya çıkan kapalı-ekonomici milliyetçi dalganın bir ürünüydü. osmanlı'da ise tanzimatçı liberal elitin zayıflayıp yerine işte bu bürokrat devletçi kliklerin ortaya çıktığı bir dönem oldu. nasıl ki osmanlı 19.yy ilk yarısında ingiliz-fransız liberal ekole yakınsa, son süreçte de bu yüzden almanya'ya yanlamıştır.

    tabi bunu anlatırken şunu not düşelim: endüstriyel toplumlara dönüşmüş olan batı'da bu süreçler halk hareketlerinin ve kitlesel ideolojilerin ürünü oldu. osmanlı'da ise çok küçük bir elitin entelektüel kavgalarını padişaha dayatma mücadelesi oldu. yoksa anadolu'da ne liberal ne de milliyetçi bir dalga var. millet köylü. bu tip modern toplum hareketlerini anadolu'da sadece azınlıklar yaşıyor. hatta anadolu'nun ilk burjuvazisi de sosyalistleri de ermeniler falan (örneğin taşnak hareketi önce bütün anadolu halklarını kurtaralım diye ortaya çıkıyor, sonra böyle olmaz bu sünnileri eğitemeyiz biz önce ermenileri kurtaralım diyorlar).

    - 1.dünya savaşını osmanlı'ya kendi hayalini kurduğu ideolojik kampa sokan ittihatçiler dayatıyor. bu onlar için çok büyük bir fırsat. ele geçirdikleri devleti tamamen dönüştürecekleri ortamı yakalıyorlar, devlet içindeki güçlerini konsolide ediyorlar, savaş koşullarında ülkeye yeniden format atmaya çalışıyorlar. tabi kısa sürede savaşı fırsat bilen ittihatçı elit anadolu'daki azınlıkların deportasyonu, mallarının mülklerinin ele geçirilip sünni tüccara dağıtılması işine girişiyor (yerli milli burjuvazi kurulması- bugünün koç'u, sabancısı hep bu yağmaların ürünüdür). zamanla bu etnik temizlik ve yağma soykırıma dönüşüyor. bunun sonucu olarak ermeni medeniyeti ve rumlar anadolu'dan siliniyor, kalanlar asimile ediliyor. balkanlar hadisesini bir daha asla yaşamamak üzere anadolu muazzam bir yıkımdan geçiriliyor. vatan haini, bölücü, dışarının ajanı vs gibi söylemler siyasal kültürde merkezi bir yer ediniyor. bunlar hala bugün siyasetimizde sık sık kullanılan işe yaramaz ve kutuplaştırıcı söylemler.

    - ittihatçılar malum çok büyük bir yıkım ve yenilgi yaşıyorlar. bunun sonucunda ise karşı ittifak bütün miğfer devletlerinden hakikaten öç alıyor. avusturya paramparça edilip bir sürü yeni cumhuriyet kuruluyor (ki gayet güzel parçalanıyor). almanya ciddi toprak kayıpları yaşıyor ve genişlemek istediği alanları bırak kendi merkez diyarı olarak gördüğü bazı yerleri de kaybediyor.
    e osmanlı'dan çok daha ağır bir öç alınıyor. çünkü bir köylü toplumu olan osmanlı batı halkları ile aynı seviyede gözükmüyor hakikaten. aksine kolonize edilebilecek kırsal diyarlara benziyor anadolu.

    işte nasıl ki versailes syndrome dediğimiz şey nazi hareketinin önünü açtı, bizde de sevr sendromu ortaya çıkıyor. çünkü batı gerçekten anadolu'yu belirlenen kriterlerden fazla şekilde farklı milletlere dağıtıyor (yani benim gibi ermeni ve rum tezlerine yakın insanlar bile bu süreçte osmanlı'nın yaşattığı korkunç süreçten öç almak maksadıyla da yunanistan ve ermenistan'a çok iddialı topraklar verildiğini kabul edebilir).

    bu bir anlamda ittihatçı elitin self-fulfilling prophecysi. ne demek istiyorum? adamlar yok edileceklerinden o kadar korkan bir ideoloji üzerinden hareket ettiler ki çok büyük yıkım ve katliamlara giriştiler. bunu yaptıkları için ise anadolu'ya batı tarafından çok ağır bir fatura çıkarıldı (bunun benzerini almanlar iki dünya savaşından sonra da yaşadılar. mesela. 2.dünya savaşından sonra nazilere desteğin çok yüksek olduğu doğu illeri iyicene polonya'ya verildi ve yaşanan büyük savaş-dehşetten sonra oradaki almanların sürülmesine de kimse ses çıkarmadı. keza polonya'nın hikayesi aslında anadolu'daki ermenilerin veya kürtlerin yaşayamadığı hikaye. ermeni, rum ve kürtlerin şansına batı kendi kalbindeki etnik sorunların çözümüne ayırdığı enerjiyi anadolu ve ortadoğu'ya ayırmadı haklı olarak. dolayısıyla 1.dünya savaşından sonraki süreçte kurtuluş savaşı döneminde düzgün bir dizayn için pek uğraşmadılar. avrupa'da ise oldukça işlevsel bir sistem kurmaya çalıştılar. 2. dünya savaşından sonra da etnik büyük bir sorun kalmadı orada.)

    avrupa tabi anadolu'da ekstra bir adım daha attı. yenilen devletlerin aksine anadolu'da bir koloni projesine giriştiler. yani rumlara ve ermenilere oldukça iddialı toprak verme iddiasının üzerine bir de anadolu'nun italyan-fransız kolonisi haline gelmesine giriştiler. bu anlamda kurtuluş savaşı aslında gerçekten bir anti-emperyalizm mücadelesidir.
    işin komiği, kurtuluş savaşının "kahramanları" aynı zamanda bir önceki dönemin karanlığını yaşatan elit ile aynıdır. ama yeni tarih yazımında önceki dönemin başarısızlığı "osmanlı'ya" yıkılıp yeni kimlik inşası bu askeri elitin başarısı üzerine kurulmuştur. yine bu durum modern türk siyasal kimliği inşasında temel bir husustur. önceden her şey rezildi, yeni gelenler her şeyin en iyisini yaptı söylemi aslında yeni bir sayfa açma ve yeni kimliği bunun üzerine inşa etme girişiminin bir ürünü.

    şunu da not düşelim, yine işgal döneminde liberal kesim arkası zayıf küçük bir elit olduğu için sırtını ingilizlere dayamıştır. bu da bize mandacılık olarak anlatılan hikaye.

    = bu olayların net sonucu bugün izlerini hala gördüğümüz sevr sendromudur.
    türkiye'deki milliyetçiliğin çok köklü olması ve asla çözülmemiş olması da işte daha modern türk kimliği oluşurken bir alternatif olmamasıdır. benzer sendromlar avrupa'da da vardır, ancak onların etkileri 2.dünya savaşından sonra kurulan düzende özellikle yok edilmiştir. (bkz: de-nazification) bu korkulara sebebiyet veren hususlar ortadan kaldırılmıştır (bkz: avrupa birliği). ve avrupa'nın ortak kimliğine atıf yapan, daha küreselci, çoğulcu farklı siyasal kültürler referans alınmıştır.

    modern türk siyasal kimliğinin alternatifi olmamıştır. çünkü liberal burjuvazi azınlıkların işi olmuştur. onun dışında da şeriat düzenine dayalı köy toplumu vardır. bu sebeple batılı liberal bir toplumu kuracak siyasal geist'i bu ortamda bulamıyoruz. o zaman ki elit tamamen faşizan söyleme de gidemiyor çünkü işin sonu islamcıların da dönünü açar. bizde batılı bir faşistliğin temelini oluşturacak bir toplum yok çünkü söz konusu tarihlerde.
    haliyle batılılaşmaya çalışan faşizan bir devlet ortaya çıkıyor. siyasal tarihimiz işte hep bu arada kalmışlıktan ibaret.

    sevr sendromu etkisinde siyasetimiz bugünlere kadar geliyor. daha hala erdoğan bize dış güçleri anlatıyor, halkımız muhalifi ve iktidarcısı ile hala batı'dan nefret ediyor ve bizi anadolu'dan söküp atacaklar diyor. türkiye 2.dünya savaşına da girmediği için türkiye'de batı'da yaşanan de-nazification benzeri bir şey yaşanmamıştır. devletçi elit daima evrilerek yeni döneme adımını atmıştır. döneme göre tonunu değiştirmiştir sadece.

    1970'lerde kıbrıs olayları sürecinde, sonra asala sürecinde, sonra pkk sürecinde sevr sendromunun siyasete yansıması devam etmiştir. hala ülkemizi yok edip bizi silecekler, bizleri kurban edecekler, bizi mahvedecekler o yüzden bizler faşizan uygulamalar yapmalıyız normaldir mantığı devam etmiştir. otoriterliğe olan yatkınlık güçlü kalmıştır.
    victimization, ya da mağduriyet hala siyasetimizin merkezindedir. çoğulcu yaşama kültürü modern türk kimliğinin oluşumunda yer edinememiştir. ne yabancılarla ne içerideki devletin dışında kalan farklı ideolojilerle. mücadele hala devleti ele geçirip diğer tarafı yok etmek üzerine kuruludur.

    bugün (en azından şimdilik) batı'da kurulu düzen liberalizmken bizde kurulu düzen devletçi-milliyetçiliktir. bizde liberal olmak hainlikken, batı'da aşırı milliyetçi olmak tehlikeli olandır. - burada batı'da değişiyor artık öyle olmayacak diyebilirsiniz elbette ama şu ana kadar en azından böyle oldu diyelim.

    işte türk kimliği, yukarıdan dayatılırken bu nefret, bu devletçilik, bu mağduriyet-victimhood, bu paranoya ile oluşturulmuştur. anadolu'da daima korkarak var olan bir kimlik olduğu için farklı etnik yapılara ve devletin kabul etmediği ideolojik akımlara anında ezilmesi gereken hain damgası vurulmuştur. ittihatçıların osmanlı'da yaşadığı korku ve paranoya bugüne kadar gelişmiş ve siyasal söylemlerde hala alt metinlerde izleri bulunmaktadır. bu sebeple ingiltere'de biri genetik test yaptırıp aaa benim atalarım dan-vikinglermiş dediğinde millet goygoyunu yaparken bizde biri ermeni çıktığı an korku ve telaş yayılmaya başlar. çünkü insanların kendi varlığını üzerine inşa ettiği kimlik çok hassas bir baskının üzerinde var olmaktadır ve o yıkılırsa benliğini yitireceği korkusu ile saldırganlaşır insanlar. siyasetimiz de aynı şekilde.
  • bozkurt güvenç'in kitabını üniversitede okutmuşlardı. muazzam eser gerçekten.

    milliyetçi kardeşlerimizin özellikle okuması lazım. yüceleştirmiş türk kimliği'nin tarihsel morjolojisini aslında geçişleri ve gerçekleriyle birlikte örneklerle anlatıyor.
hesabın var mı? giriş yap