• (bkz: ölümler işin doğası gereği) * ve daha da güzeli:
    (bkz: tersanelerdeki güvenlik önlemlerini beğeniyorum) * *

    hep benim abartmam zaten, alt tarafı insan ölüyor... *
  • konu hakkinda expressde sahan nuhoglunun asli odmanla yaptigi soylesinde de deginilen konuya dair bir aciklama/izah icin, lutfen usenmeden okuyun, daha onemlisi bu nevi bir cok konuya deginen express alin, aldirin:

    http://www.limteris.com/…haber_detay.asp?haberid=92

    simdi usenirsiniz diye paste ediyim

    bia haber merkezi - istanbul

    13 şubat 2008, çarşamba

    aslı odman

    dün tuzla'dan, limter-iş sendikası'ndan bir ölüm haberi daha geldi. tuzla'daki sendikadan ölüm ve iş kazalarına karşı başın açıklaması haberi bekler olduk. dearsan tersanesi'nde çalışırken cevat toy, düştüğü gemi ambarında üç saat sonra bulunmuş. müdahaleler fayda etmemiş, cevat toy'un ismi 2008 senesinde tuzla'da hayatını kaybeden üçüncü işçi olarak "personel listesi"nden "ölüm listesi"ne geçmiş.

    bu ölümlerin hızı, art ardalığı ve öngörülebilirliği, tuzla tersaneler bölgesi hakkında bu hafta basılan raporu kaleme alan bizleri bile acı dolu bir şaşkınlığa düşürüyor. "tuzla'da neden art arda işçiler oluyor?" diye soranlara bir şeyler anlatırken, üzüntümüzü, şaşkınlığımızı ve öfkemizi bastırmak zorunda kalıyoruz.
    tuzla'da işçiler neden oluyor?

    çünkü gemi inşa sanayisi büyüyor. gemi inşa sanayisi tüm dünyada büyüyor. türkiye'deyse 2004'ten sonra, aynı inşaat sektörü gibi, "parlayan bir yıldız" haline geliyor.

    tuzla'da gemi inşa sanayisi geçen üç sene içinde 3 misli büyüdü. geçen üç sene içinde senede tuzla'da hayatını bırakan işçi sayısı da 5'ten 15'e doğru ilerliyor. bu bir tesadüf değil.

    tuzla tersaneler bölgesi'nde 40 civarındaki tersane sahibi, bu büyümeye iş saatlerini artırarak, iş ritmini hızlandırarak, işi yoğunlaştırarak cevap veriyorlar. tuzla'daki çalışma şartları hem mekanın, hem de işçilerin biyolojik ritminin sınırlarına dayanmış durumda.

    bu büyüme, tersanede ana işveren olan tersane sahipleri tarafından yasaca öngörülen iş güvenliği tedbirlerinin tam olarak alınmadığı çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı'nın teftiş raporlarınca tespit edilmiş tuzla'da gerçekleşiyor. bakanlık, seri ölümler bu seviyeye gelmeden önce nisan 2007'de yayınladığı raporda, 44 adet tersaneden yalnızca ikisinin tüm tedbirleri almış olduğunu ve "işverenlerin iş güvenliği hakkındaki eksikliklerinin çözümünü uzun vadeye yayma eğiliminde olduğunu" ifade etmişti.

    tersane sahipleri, bırakın bu büyüyen ve iş ritmi hızlandırılan sektöre uygun artırılmış iş güvenliği tedbirlerini almayı, çalışma örgütlenmesine gitmeyi sağlamayı, herhangi bir sektörde alınması gereken tedbirleri bile -saha deneyimlerimizi unutup, yalnızca çalışma bakanlığı'nın bu konudaki raporuna dayandığımızda bile- yasada öngörüldüğü şekilde yerine getirmiyorlar.

    sektör koşa koşa büyürken, iş güvenliği tedbirleri "zamana yayılıyor". sermaye birikimin zamanı ve ritmi, insan hayatının zamanını ve ritmini, yani "ömrü" yutuyor.
    mesele "baret takmaya üşenen eğitimsiz işçiler" değil

    tuzla'daki işçiler "baret, gözlük takmadıkları için" ölmüyorlar. tuzla'da işçiler, tersanesinde gemi yapılan, üretim zincirinde en büyük kâr marjına sahip tersane sahibi işyerinin güvenliğini -iş başlamadan önce ve üretim sırasında- almazsa ölüyorlar.

    mesele "baret takmaya üşenen eğitimsiz işçiler" meselesi değil: gemi inşa sektöründe ağırlıklar tonla değil, grosston ile verilir. işçilerin üzerine düşen saç parçaları 3, 5 tonluk parçalardır. bu parçalar, "koştura koştura" büyüyen bu "başarılı" sektörde, olması gerektiği gibi vinç yerine, forkliftlerle, daracık tersane mekanında, acele acele bir yerden bir yere taşınırsa, forkliftten işçinin üstüne düşüp işçiyi, teknikeri, mühendisi ikiye bölebilirler.

    böyle ölen işçiler vardır. işçilerin yüksekte çalışacağı iskeleler, geminin dış yüzeyi bozulmasın, ikinci kere taşlama gerektirmesin, iş "çabuk çabuk" yetişsin diye kaynakla uygun bir şekilde sabitlenmezse, düşen işçi baretli, gözlüklü de olsa ölme ihtimali büyüktür.

    iş çabuk çabuk sipariş sözü verilen tarihte yetişsin, tersane sahibi gecikme tazminatı ödemesin diye, bir yardımcı eşliğinde yapılması gereken işler tek kaynakçı, tek montajcıyla yapılırsa, işçi ambara veya denize düşse, düştüğünden haberdar olunması saatler, bazen bir gün bile sürebilir.

    iş çabuk çabuk bitsin diye, oksijen hortumları ve elektrik kabloları birbirinden düzgünce ayrılmazsa, işçinin kaynak yapacağı gemi dehlizleri fanlarla gazlardan arındırılmazsa, işçi patlamada ölür.

    bütün bu tedbirler, iş kanunu'na göre ve her aklıselim insanın tahmin edebileceği gibi, işyerinde üretim yaptırtan, işçi, mühendis istihdam eden, bu işten kâr eden işverenin yükümlülüğündedir.
    taşeronluk sistemi

    bu yükümlülükten tuzla'daki tersane sahipleri nasıl sıyrılmaktadırlar? işte ancak ve ancak bu açıklamalardan sonra, tuzla'da taşeronluk sisteminden bahsetmek anlamlıdır.

    tuzla'daki seri iş kazalarının nedeni "taşeronluk sistemi" değildir. onlar, aynı seri iş kazaları gibi, tuzla'da bizzat tersane sahipleri tarafından hayata geçirilmesi desteklenmiş ve teşvik edilmiş "esnek çalıştırma ve rekabet edebilirlik sistemi"nin bir diğer emaresidirler.

    taşeronluk sistemi şu şekilde işliyor: orta boylu bir tersanenin sipariş aldığı ve altı ay içerisinde yetiştirmek zorunda olduğu 10bin ton'luk (dwt'lik) bir kimyasal tankerin inşasında aynı anda, aynı tersane alanında 30 ila 50 adet farklı irili ufaklı taşeron işletme, 30 ila 50 farklı tüzel kişilik, 30 ila 50 farklı dünya yan yana çalışmaktadırlar.

    yani ana iş olan gemi yapımı bölünerek, onlarca alt işveren sözleşmesi yapılmıştır. bu iş yasası'nın 2. maddesine açıkça aykırı olduğu gibi, gittikçe artan iş kazalarına davetiye çıkarmaktadır.

    neden bir "esnek çalıştırma ve rekabet edebilirlik sistemi" olarak taşeronluk sistemi iş kazalarına davetiye çıkarmaktadır? çünkü, 30 ila 50 işverenin el ele, ana işverenlerinden önce iş alanına girip, yasaca öngörülen ve iş kazasının olmaması için elzem olan tedbirleri almalarına imkan yoktur.

    kabloları birbirinden ayırmak, iskelelerin sağlamlığını kontrol etmek, gaz ölçümü yapmak tersane sahibi ana işverenin, yanı tersane sahibinin sorumluluğundadır.

    taşeronluk sistemi, iş güvenliği maliyetlerinin, diğer emek maliyetleri ve risklerle beraber, bu riskleri taşımasının mümkün olmadığı, bu yükü taşıyabilip taşıyamadığına bakılmayan küçük ve orta ölçekte işletmelere aktarımıdır.
    1000 işçi çalışırken yalnızca 100 işçi kadrolu

    tersane sahipleri kadrolu olarak en fazla 100 küsur işçi göstermektedirler. halbuki siparişini aldıkları geminin inşasında 1000'e yakın işçi çalışmaktadır. 100 küsur işçiye hizmet verebilecek işyeri hekimi, 100 küsur işçi üzerinden hesaplanan işyeri güvenlik elemanı istihdam edilmekteyken, diğerlerinin, yani çoğunluğun çalışma şartları, sağlık ve güvenlik ihtiyaçları, bu binlerce daha ufak işletmenin keyfi ve faklı uygulamalarına kalmıştır.

    belki bu riskler, türkiye'de taşeronlarla üretimini örgütleyen diğer sektörlerde, gemi inşa sanayisi gibi, tüm diğer sektördeki riskleri kendi bünyesinde barındıran ağır ve tehlikeli işkolu olmayan sektörlerde, mesela tekstil sektöründe tuzla'daki oranda görünür olmamaktadır. bu "esnek çalıştırma" sisteminin sonuçları tuzla'da daha görünür olmaktadır.
    sorumluluk tersane sahiplerinde ve bakanlıkta

    bir ekstrem örnekten çıkarak, çalışma hayatıyla ilgili tüm esnekleştirme politikalarının, iş güvenliğine, işçi sağlığına olan etkileri üzerinden tekrar sorgulanmalıdır. her sendika gibi, ilk varlık nedeni sosyal ve ekonomik haklar mücadelesi vermek olan limter-iş sendikası'nın mücadelesı "yaşam hakkı" ekseninde belirmek zorunda kalmıştır.

    tuzla'da her türlü sosyal ve ekonomik hak talebi, en asli insan hakkı olan yaşama hakkıyla doğrudan bağlanmıştır. parıltılı ekonomik büyüme içerisinde tuzla'da gelinen nokta şu anda budur.

    komisyon olarak hazırladığımız raporda, tersaneler bölgesi'nde çalışan tüm işçilerin ana işveren üzerinden ve aldıkları ücret zemin alınarak sigortalanmasını önermiştik. bu açık olarak, işyeri güvenliğini sağlama sorumluluğunu, mali ve teknik olarak bunu sağlayabilecek tek merci olarak tersane sahibini ve gerekli yetki ve yaptırım gücüyle donatılmış çalışma bakanlığı'nı göreve çağırmaktır.

    bu, "bizim kadrolu işçilerimiz zaten kadrolu, kadrolu işçilerimizden ölen olmuyor, onlara zaten eğitim veriyoruz" deyip, tersanelerde çalışan ve kâr edilmesini sağlayan işçilerin yüzde doksanının sorumluluğundan kaçınmayı engelleyecek tek yol olarak gözükmektedir.

    bu konuda bir kamuoyu desteği ve yönlendirmesi olmadığı sürece hem tuzla'da, hem de baş döndürücü bir hızla türkiye'nin pek çok koyunda açılmakta olan yeni tersanelerde, seri ölümlerin devam edeceğini öngörmek, aşikar olduğu kadar acı vermektedir de.

    iş güvencesinin sağlanması, sağlanmadığı zaman yaptırım uygulanması alanının devletin sorumluluğundan çıkarılıp (veya hiç bu alana sokulmayıp) aile, hemşeri, tanıdıklık ve vicdani güven temelinde kurulması, ancak bu tip üretim örgütlenmeleriyle mümkün olmaktadır.

    dolayısıyla taşeronluk sistemi iş kazasının ortamını hazırlıyor olsa da, konuyu ele alan tespitler sistemden asıl yararlananlara, tüm sorumluluklarından kolayca sıyrılan, üretimi en esnek ve en hızlandırılmış şekilde örgütleyen tersanelerin kendisine, ana işverenlere odaklanmadıkça çözümsüz kalacaktır.

    zira bu halleriyle taşeron firmalar sorunun nedeni değil, göstergesi ve belirtisidirler. bu nedenle iş kazalarını sadece taşeronluk sistemine bağlamak sorunların nedenini ve giderilme şartlarının üzerini örtmektedir.

    esnekleştirmenin ve nemaları az elde yoğunlaşmış bir ekonomik büyümenin sonuçlarını en açık ve acı şekilde gördüğümüz tuzla, bugün emeğiyle geçinen herkesin bugünü ve geleceği ile ilgili bir şeyler söylemektedir. ne garip, tuzla da istanbul'un en doğu'sudur. (ao/tk)

    * aslı odman, tuzla tersaneler bölgesi izleme ve inceleme komisyonu üyesi / istanbul bilgi üniversitesi

    ** ayrıntılı bilgi için: tuzla tersaneler bölgesi izleme ve inceleme komisyonu: tuzla tersaneler bölgesi’ndeki çalışma koşulları ve önlenebilir seri iş kazaları hakkı

    ### otisin notu: yaziyi buraya kadar okuyan ulusalci sol sikkosuna eklemlenmis kardeslerime bir selam etmek istiyorum: isbu ornekteki sermaye ulusaldir, bu durumu mumkun ve mesru kilan anayasa devrimlerin bekcisi kuvvetlerin eseridir, t.c. en devletci doneminde dahi (evet o sahsin iktidarda oldugu yillarda dahi) isci ve emekciyle mesafesini bundan farkli kilmamistir. yanisi, emekcinin yanindaysan ulusalci olamazsin, emperyalizm denen seyin emekciye geri donusunun derecesini isletmenin sahibinin bagli bulundugu vergi dairesi belirlemiyor, hazreti piyasalar belirliyor.
  • (gene) aslı odman la yapılmış bir söyleşiden,

    ".. .ben orada mağdur görsem de, mazlum ve pasif bir kitle görmüyorum. acıyarak şartları iyileştirmekten bahsedilirken, aslında işçiler ötekileştirildi, mağdurlar mağduriyetlerinden sorumlu tutuldular. acı olan bu... halbuki tuzla'da mühendis de öldü. ...."

    http://www.radikal.com.tr/….php?ek=cts&haberno=7381
  • son olarak iki tane gencecik insanın da yaşamlarını yitirmesiyle hala bir önlem alınmamış olmasına lanet ettiren ölümlerdir. iki tane gencecik insan biri 29 biri 26 yaşında, ekmek parası kazanma uğruna canlarından oluyorlar ve maalesef bunlar ne ilk ne de son. 96 olmuş toplam rakam. bu nasıl bir durumdur ki 96 can göz göre göre gitmiştir. neden hala bir önlem alınmaz yada şartlar geliştirilmez. bu sayı 94 ken birşeyler yapılsa ölmeyecekti belki o genç bedenler. bu sayı 96 iken diyoruz bari birşey yapılsın daha fazla insan ölmesin. bu kadar ucuz olmasın insan yaşamı. belki o tersanelerde yapılan hiçbir geminin yada gemiciğin sahibi umursamayacak bu ölümleri ama bu 96 kişinin geride bıraktıkları hiç unutmayacak çünkü hayatları artık eskisi gibi olmayacak. bu son olsun gayet acı bir laftır bilinir ama lütfen bu son olsun.
  • insanına değer vermeyen bir toplumda aslında çok bile tepki almış ölümlerdir.

    bakınız geçiyorum eğitimsiz "sokaktaki adam" hadisesini, tahminen ya üniversite mezunu ya üniversite talebesi bir kadrodan müteşekkil sözlüğümüzde 1 mayıs ile ilgili yazılanları incelerseniz görürsünüz ki iş sağlığı, iş güvenliği, maaş, sigorta gibi haklarını talep etmek dayak yemek, gerekirse öldürülmek için bile meşru sebep bu ülkede. otoriteler değil, halk, yani kendisi maaşla sigortayla çalışan insanlar, "ben eziliyorum sen de ezil. açma ağzını" demeye getiriyorlar lafı, hatta gaza gelip "keşke ben de meydanda polis olsam da sağlık sigortası talep eden bu insanların beline beline sopayla vurabilsem" diyecek basirette insanlar, ve bu insanlar türkiye ortalamasından daha eğitimli, daha bilinçli vs.

    toplumdan, halktan "bu işçilerin ölümünün hesabını verin" diye bir talep gelmedikçe- ki bu tepkiler anca sevgi pıtırcıklarından anca bölücü hainlerden anca o kötü insanlardan gelir. özümüze yabancı bu batılı kavramları, eşit işe eşit ücret, asgari ücret, sağlık sigortası, işyeri güvenliği gibi "çin gibi kalkınmış" olmamızı engelleyen bu ayrıntıları bertaraf etmemize mani bu pıtırcıklar olmasa nasıl gelişecektik kim bilir...- neyse ne diyordum, hah evet toplumdan talep gelmedikçe zor bu öümlerin hesabının sorulması.

    ********
    ********
    dönelim tuzla'ya ne demiş roportajında aslı odman:#12997816

    "tuzla'da gemi inşa sanayisi geçen üç sene içinde 3 misli büyüdü. geçen üç sene içinde senede tuzla'da hayatını bırakan işçi sayısı da 5'ten 15'e doğru ilerliyor." (çılgın kalkınma, deli büyüme)

    "tersane sahipleri kadrolu olarak en fazla 100 küsur işçi göstermektedirler. halbuki siparişini aldıkları geminin inşasında 1000'e yakın işçi çalışmaktadır. 100 küsur işçiye hizmet verebilecek işyeri hekimi, 100 küsur işçi üzerinden hesaplanan işyeri güvenlik elemanı istihdam edilmekteyken, diğerlerinin, yani çoğunluğun çalışma şartları, sağlık ve güvenlik ihtiyaçları, bu binlerce daha ufak işletmenin keyfi ve faklı uygulamalarına kalmıştır." (sağlık yok, güvenlik yok, tüm vatandaşlara anayasayla sağlanan haklar tuzla işçilerine yok. ama kalkınma çılgın)

    ********
    ********

    şimdi biz bakalım bizim elit, eğitim almış bilgili görgülü azınlığımız, toplumda ilerlemeyi sağlayacağını umduğumuz zümremiz kalkınma, işçi hakları ve izlenmesi gereken politikalar için,
    yani bizatihi kendi geleceği, hatta çocuklarının yaşama/çalışma şartları için ne demiş? (sözlükte kalkınma vs ile bir başlıkta oluyor bu tartışmalar, özet geçeyim, kısaca "benim evlatlarımı köle yapın yedi yaşından itibaren fabrikalarda spor ayakkabı dikmeye başlasınlar, açlıktan ağzı kokarak mümkünse bir makinenin altında falan kalıp ölsünler" demişler.
    ayrıntılar hemen aşağıda, az sonra!)

    ~ "işçi haklarının kalkınmayı sağlayacağını sanmaktan daha hafif bir yanılgıdır. bütün gelişmiş ülkeler işçi haklarına çok riayet ettikleri için kalkındılar ya"
    (batıda işçiler onyıllarca ayaklandılar, kendi haklarını söke söke elde ettiler. hem devlete hem işverenlerine kafa tuttular ama olsun yazarımızı ilgilendirmiyor, o ısrarcı. evladını köle yapalım istiyor)

    ~ "nike gelir ülkene fabrika açar, vergi geliri bırakır, ekonomiye katma değer katar.bu arada da rekabetçiliğin doğal sonucu olarak amerikan işçisinin onda bir fiyatına senin işçini çalıştırıp istihdam yaratır(...)"
    (çinde nepalde vsde fabrikada çalışırken doktora gitmesine izin verilmediğinden fabrika otoparkında kendi kendine doğum yapan kızlar, gece gündüz sigortasız bilmemnesiz günde neredeyse yirmi saat çalışan küçücük çocuklar...doğal bir sonuç bunlar, nike'ın sahibi, ceosu falan oara kazanıyor, üçbeş çocuk bu uğurda kör olmuş ne ki. istihdam onlar.
    ucuz isdihdam olarak gap, topshop, h m gibi mağzalara çok ucuz kıyafet sağlıyorlar.nike on yaşın altında çocuklara futbol topu ayakkabı vs diktirdiği için global protestoya maruz kaldı. ama yazarımız ısrarcı "karım sabahtan öğlene kadar acıdan bağırarak gömlek diksin, öğlen arasında fabrika bahçesinde kızımızı doğursun, öğleden sonra dikişe devam etsin" istemiş yazar burada)

    *******
    *******
    yani ülke zengin olsun gerekirse bütün vatandaşlar açlık sınırının altında olsun önemli değil.

    enteresan olan fark etmişiz yani batılı ülkelerden isnnlar bu "gelişmiş çin"den dah açok maaş alıyor mesela.
    ama amerikada neden istihdam daha pahalı, neden çinde bir çocuğun iki gün çalışınca kazandığı parayı bir amerikan vatandaşı 2 saatlik çalışmasıyla kazanıyor, ben neden bir isveç vatandaşı kadar kıymetli dğeilim diye sormak yok. soran haindir, milli sermayeye düşman emperyalist şeysidir.

    baskıcı ülkelere, bireylerin haklarının hiç gelişmediği bu düzenlere bu kadar özenen bir toplumda, devlete "hesap sor" diye güçlü bir talep gitmesi mümkün mü ki tuzladaki ölümlere hesap sorulmayınca şaşırıyoruz?
    hesap sorulsa, işçilere güvenlik, ölenlerin ailesine tazminat verilmesi istense "milli sermayeyi üçbeş çapulcu işçi için ziyan ediyoruz" diyen birisi çıkmayacak mı sanki aramızdan bile?

    "işçi hakkına önem versek ne çıkacak ki" diyen işçilerin memleketinde,
    temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesi halinde çiğneyen kişinin değil de hakkı çiğnenen kişinin, mağdurun suçlu sayıldığı bu enteresan düzlemde

    en eğitimli vatandaşlar bile nike'ın sweatshoplarını "kalkınma" olarak niteleyebiliyor. çıkış noktamız bu olmalı.
    bu insanlar saf bir cehaletten mi yoksa "ben paçamı kurtardım memleketin geri kalanı artık kölelik yapıp beni beslesin" diyerek mi bu noktaya vardılar bilmesem de,

    bu noktayı kerteriz aldığımıza göre, beklentilerimizi sınırlı tutmakta fayda var. al işte greve gitmiş tersane işçileri, telekom grevindeki gibi "grev değil hainlik bu. en çok iş yapan sektörümüzü baltalamaya çalışan sözde vatandaşlar" diyen manşetleri hasretle bekliyorum.
  • artık nerdeyse ırak'ta ölen insanların verilen haberi gibi maalesef olağanlaşmıştır.
    "bugün yine tersanelerde birkaç kişi öldü."
  • telaşa mahal yok münferitmiş.
hesabın var mı? giriş yap