*

  • orijinal adı due occhi diabolici olan 1990 tarihli bir george a. romero - dario argento (ve italya - amerika) ortak yapımı. sebebi nedir bilemiyorum iki film birden ekolünü benimsemiş sevimli bir çalışmadır.

    ilk bölüm george a. romero'nun yönettiği kısımdır ve "the facts in the case of mr. valdemar" adını taşır. genç ve güzel jessica valdemar (adrienne barbeau) yaşlı ve zengin kocası ernest valdemar'ı (bingo o'kelly) öldürmeye karar verir. hem doktor hem hipnozcu olan sevgilisiyle servete konmak üzere bir plan yaparlar. hipnozcu ve bilimin ışığından ayrılmış doktor sevgili dr. robert hoffman (ramy zada) (bazıları bayılmış olsa gerektir bu tespite) zengin ve yaşlı kocayı hipnotize eder. ancak söz konusu yaşlı zengin ve koca ernest hipnozda iken ölür. ve işte tam bu sebepten de efendi gibi ölmez, intikam hırsı ile dolu bir zombie olur. olaylar gelisir. (çok da fazla gelişmez, ama biraz yavaş gelişir ki filmin bu bölümünün aldığı en büyük eleştiri bu olmuştur)
  • ikinci bölüm ise klasik edgar allan poe hikayesi the black cat'ten dario argento'nun uyarlamasıdır ve aynı adı taşır. roderick usher (harvey keitel) bir crime-scene fotoğrafçısıdır, aynı yazarın pit and the pendulum hikayesindeki gibi bir "ortadan ikiye ayırma" motivli (bu sefer başarılmış) cinayet mekanını fotoğraflar iken ortama kara bir kedi sıçrar. roderick'in hiç de sevmediği bu kediye keman öğretmenliği yapan, new age sever, budist ve ağlak kız arkadaşı annabel (madeleine potter) hasta olur, derhal eve alır. (beraber yaşamaktadırlar) roderick kediden her geçen gün tiksinir ve neticede boğar (fotoğrafını da çeker, alışkanlıktan), annabel kedisi kaybolunca çılgın atar ve kavgalarına hız verirler. akabinde roderick ortaçağa gittiğini gördüğü ve bir sürü cut scene ile desteklenmiş bir dream sequence'a geçer (hakikaten çok hızlı geçer bu dream sequence, 100 metreden belli olur rüya olduğu da) kazığa çakılma, bir falcı kadın ("kaderin bir kedinin göğsünde" der) ve annabel'in ortaçağdaki halini görür, annabel "kediyi astın" diye çıkışır, güzel bir "bilinçaltının rüyalarda ortaya çıkması" örneği göstererek freud'un kulaklarını çınlatır.

    bu esnada annabel takıldığı genç bir çocuk olan (mesaj: sadık olmayan kadının başına kötü işler gelir) christian (holter graham) ile şehirde gezinirken kitapçıda roderick'in kitabını görür, ve evet kapağına roderick hıyar gibi o resmi koymuştur. (boğazlanan kedi) annabel eve döner, bu esnada rüyadan uyanan roderick (rüyasında kedi de görmüş idi bir ara) gaza gelmiş olacak ki bir kedi daha almıştır, evde kediyi bu sefer bir tel vasıtası ile boğmaya çalışmaktadır. hayvan sever annabel berserk olur kafasına boru ile vurur, roderick ise onu kasap satırı ile (bkz: ideal iliski) kovalar, yakalar, doğrar. kedi ise kaçar. orijinal hikayeye uygun olarak artık ölü olan annabel'i bir dolaba koyar, üzerine sıva çeker, bir dolap daha çeker, salak olduğunu düşündüğü komşulara da "aa o tatile gitti" der. (komşular yemez)

    ilerleyen günlerde duvarın arkasından sesler gelir, ses gelmekle kalmaz bir şekilde duvarı tırmalayarak kazan kedi usher'ın (roderick''in soyadı bu, usher yazıp the fall of the house of usher'ı da hatırlatmak istedim) üzerine atılır, usher kediyi bu sefer öldürür, mutlu olur. mutluluğu uzun sürmeyecektir, ertesi gün eve gelen polis detektifi duvarın arkasından bir takım miyavlamalar duyar, duvarı kırıp açtıklarında annabel'in şahane cesedi (argento style) ve bir sürü kedi yavrusu ile karşılaşırlar, kedi yavruları ceset ile beslenmiş semirmişlerdir. roderick usher hepten sıyırır polisleri de öldürür ve camdan ağaca bir ip sarkıtarak kaçmaya çalışır. ve lakin sarkıttığı ipe -bir şekilde- takılır ve ağaçtan aşağıya asılmak suretiyle can verir. rüyası çıkar. (olaylar daha fazla gelişmez)

    bu bölüm bir edgar allen poe hikayesi olduğundan ve sonu bilindiğinden olduğu gibi yazmakta sakınca görmedim diyerek bitiririm.
  • ben ise bu filme orta 1'de iken ölü ozanlar dernegi'ne tercih edip gitme salaklığını göstermiş ve korkudan altıma sıçmış idim. öyle ki beraber gittiğim korkaklık başarısı benden hiç geri kalmayan sevgili arkadaşım ile filme bakmamak için birbirimize bakmış, arkamıza dönüp bakmış, yetmeyince kafamıza paltolarımızın kapşonlarını geçirip oturmuş ve bu işkencenin bitmesini beklemiş idik. (sinemadaki herkesin alay konusu da olmuştuk, evet)

    the black cat'in ortalarında bir yerlerinde çıktığımızı (ki ara bitmişti sürünerek koltukların altından doğru çıktık), korkudan titrediğimizi ve ilerleyen günlerde (hatta hatırladıkça yıllarda) uyuyamadığımızı hatırlıyorum. ölü ozanlar dernegi'ne giden annesi ve ablası ise kendi filmlerinden ağlayarak ve fakat gözlerinde bir ışık bir inspiration ile çıkmışlardı, biz ise "ağlak filme gitmeyiz" iddiamıza rağmen onlardan çok ağlamıştık (korkudan)

    ben nihayetinde filmin black cat kısmının devamını çok ilerleyen yıllarda izleyebildim (ve gene altıma ettim, evet) yapabildiğim çıkarım ise şudur, orta 1'de epey salakmışız. (bunu okuyorsan affet beni fuat, ama biliyorum hala korkuyorsun o üçgen metronomdan)
  • 1990 yapımı bir amerikan - italyan ortak yapımıdır fakat başka bir başlıkta etraflıca incelenmiş olduğundan (bir kez daha o kadar etraflıca incelemem mümkün değil) (bkz: two evil eyes)
hesabın var mı? giriş yap