*

  • ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan, bunları yaparken, insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren kişilere, uluslararası hrant dink vakfı tarafından bu yıldan itibaren her yıl hrant'ın doğum günü olan 15 eylül'de verilecek ödül. ilk yılın ödülleri alper görmüş ve haaretz gazetesi muhabiri amira hass'a verildi.
    bu yılın ödül komitesinde ise rakel dink, delal dink, betül tanbay, rober koptaş, etyen mahçupyan, sibel asna ve ali bayramoğlu (ödül komitesi başkanı) yer aldı.
  • alper görmüş ve amira hass'a verilmesini anlıyorum ve anlamlı buluyorum da neden dink cinayeti ve istihbarat yalanları gibi bir kitap yazıp dink'in katil zanlılarından bile daha fazla hapsi istenen nedim şener'e de verilmediğini anlamadığım ödül. o da anlamlı olmaz mıydı? bir açıklamaları vardır herhalde.
  • alper görmüş'ün ödülü kabul ederken yaptığı konuşma şu şekildedir.

    "uluslararası hrant dink ödülü'nün birincisini amira hass ile paylaşmaktan büyük bir onur duydum. beni böyle bir hediyeyle şereflendiren uluslararası hrant dink vakfı'na ve ödül komitesi'ne şükranlarımı sunarım.

    haberi ilk aldığım andan beri, bu hediyenin omuzlarıma yüklediği sorumluluğun ağırlığı üzerine düşünüyorum. anladım ki, hrant dink gibi büyük bir mücadele ve gönül adamının hatırasına düzenlenmiş bir ödülle onurlandırılmanın tedirgin edici bir yanı da varmış. hele ki onurlandırılan kişi, benim gibi sorumluluklarının hayatını fazlaca belirlediği ve bu nedenle zaman zaman mutluluğu ıskalayan biriyse...

    ben, 35 yaşıma kadar fobisiz yaşadım. hayattaki en sevdiğim varlığı, kızımı kucağıma aldığım o yaştan sonra “ya ona bir şey olursa” korkusuyla yaşıyorum. yirmi iki yıl sonra ödül komitesi bir fobi daha verdi kucağıma: günün birinde, “bu adama bir zamanlar hrant dink ödülü verilmemiş miydi?” sorusunu haklı kılacak bir halt etme korkusu...

    hrant dink'i en son, apaçık mecazı hakikat sanıp ya da belki daha doğrusu hakikat sayıp, onu “türklüğe hakaret”ten mahkûm eden mahkemenin kararını yargıtay'ın da onaylamasından hemen sonra gördüm. onunla bir söyleşi yapmak için agos gazetesine gitmiştim. söyleşi boyunca bütün enerjisini, kendisinin “türklüğe hakaret” etmesinin neden imkânsız olduğunu anlatmak için kullandı.

    biliyorsunuz, bu böyle, aramızdan ayrılışına kadar sürdü. son yazısı “ruh halimin güvercin tedirginliği”nin ana teması da buydu zaten. şöyle diyordu o yazısında:

    “ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı. gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım. hâkim 'türk milleti' adına karar vermişti ve benim 'türklüğü aşağıladığımı' hukuken tescillemişti. her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi.”

    sözünü ettiğim söyleşide bana da anlatmıştı bunları. hâkimin kararına göre hrant dink beni aşağılamıştı ve şimdi hayatını ayrımcılıkla mücadeleye adamış bu büyük insan, karşımda, “alper, kardeşim, ben seni nasıl aşağılayabilirim, beni nasıl bir şeyin ortasında bıraktılar?” diye isyan ediyordu.

    devlet makinesi tarafından bu kadar bariz bir haksızlığa ve insafsızlığa uğramış bir insan, insan kardeşleri tarafından anlaşılmak ister. hem de sadece gözlerinden anlaşılmak ister. böyle anlarda dert anlatmaya çalışmak bir züll'dür. fakat o durmaksızın türk kardeşlerini aşağılamasının neden mümkün olmadığını anlatıyor, anlatıyordu. o söyleşiyi hiç unutamıyorum: ben ki “anlatmadan anlaşılmaya âşık” bir insandım; bu zulme şahit olurken küçüldükçe küçüldüğümü hatırlıyorum.

    işte bu kişisel deneyim nedeniyle, ölümünden önceki o feryatları bana, yerde yatan cansız bedeninden daha dokunaklı geliyor bugün.

    fakat bu faslı kapatalım isterseniz. çünkü hrant dink duysaydı bunları, hiç kuşkum yok, “bırak beni” derdi, “uğruna canımı verdiğim idealler doğrultusunda benden sonra sen ne yapıyorsun, onu anlat...”

    benim, çok şükür, hiç değilse şu anda verecek bir cevabım var bu soruya:

    “sevgili kardeşim hrant dink, seni en yakından tanıyan insanlar, senin doğum gününde bana bir hediye verdiler. diyorlar ki, sana bu hediyeyi hrant dink'in ideallerini izlediğin, bu uğurda risk aldığın için veriyoruz... kardeşim, bu hediyeyi senin de münasip bulduğunu duymayı, bilsen ne kadar çok isterdim...”

    geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim."
  • ikincisi biraz önce crr'deki törenle türkiye'den "türkiye vicdanî red hareketi"ne, dünyadan ise ispanyol savcı baltasar garzon'a verilmiştir.
  • dünyanın en anlamlı ödüllerinden biri olarak türkiye'nin en anlamlı girişimlerinden birine verildi:

    http://bianet.org/…dulu-vicdani-retciler-ve-garzona
  • "hrant dink ödülü ''vicdani retçiler hareketi''ne":
    http://www.savaskarsitlari.org/…=5&arsivanaid=59381
  • "avrupa insan hakları mahkemesi’nde görülen davada akp hükümetinin hrant dink’i hitler’e benzeten bir savunma sunması, savunmasında hrant’ı neredeyse kendi cinayetinden dahi sorumlu tutması.

    hükümetin bu savunmasını, önceden bilmelerine rağmen cengiz çandar ve benzeri liberallerin konuyu hiç gündeme getirmemiş, bununla ilgili tek satır yazmamış olmaları. akp yandaşlıklarından dolayı liberallerin bu büyük rezalet dolayısıyla ağızlarından çıt çıkmaması. kalkıp hrant dink ödülleri komitesinin başına getirdikleri ali bayramoğlu’nun, bu skandal savunmadan sonra hükümeti değil haberi yapan gazeteci kemal göktaş’ı suçlayarak, “10 aydır dink dosyasında duran aihm’deki devlet savunması, nedense en kritik zamanda dosyadan çıkartılıyor ve basına veriliyor, bu yolla hükümet dink cinayetinde tekrar hedefe konmaya çalışıyor” demesi."
    http://twshot.com/3a1i

    (bkz: hrant'ın arkadaşıyım)
    (bkz: dink savunması 4 ay önce cengiz çandar'a verildi)
  • lydia cacho (meksika'nın en okunan gazetesinde hala yazıyor olması insanı biraz kıllandırsa da), vicdani ret hareketi gibi mücadele örneklerine verilen ödülün aynısının ahmet altan'a verilmesi inanılmaz bir tezatlık ve haksızlıktır. ahmet altan'a gelene kadar ismail beşikçi o ödülü 11097 kez almalıydı ve belki başka bir sürü insan daha ... ödülü veren juri ahmet altan'ın neyin mücadelesini yürüttüğünü açıklasın lütfen. sudaki iz'in iki sayfasının mühtescen içerikte olmasından ötürü davalık olması mı yoksa? ahaha.
  • bence bu seneki odulu dogrudan rte ´ye de verebilirlermis, ne de olsa ülkemize ileri demokrasi getiriyor basbakanimiz. neyse ben ufak bir yazi paylasayim belki odulu verenler buralara bakiyordur, okumamislardir. her boka ergenekon, kemalist, ulusalci rerererörörö diyenlerden biraz nefes alirlar, hrant´in kim oldugunu hatirlarlar, anlarlar.

    unutmadan demisler ki devrimcilerin hrant´la alakasi tespit edilemedi;

    hrant bir devrimciydi, bir devrimci olarak yasadi ve bir devrimci olarak öldü, yoksa kacip gitmesini de, korumalarin arkasina saklanmasini da bilirdi ama yapmadi. özgüvenle, cesaretle yürüdü ülkesinin sokaklarinda.

    hrant bir ödp üyesiydi. o ödp ile simdiki ödp bir degil deseniz de, (ki ben de bu noktada bircok elestiriye katiliyorum) o ödp, goruslerini hrant´in ismine yamadiginiz bir dsip (ve türevleri) hic mi hic degildi.

    kimin rant pesinde oldugu konusu zaten goren gozlerce malum. devrimciler ise yitirdiklerinin anisina hep sahip cikmistir. hrant´in ismi kaypakkayalarin, denizlerin, mahirlerin yaninda devrimci yureklere coktan kazinmistir, silmeye, kirletmeye kimsenin gucu yetmez.

    http://www.birgun.net/…43&year=2011&month=09&day=19

    acılardan arda kalan...

    utanç ve keder bu ülkenin namuslu insanlarını bir türlü terk etmezler. onlar içlerinde ‘bu kadar da olmaz artık’ duygusu ile yaşamaya alışkındırlar. ne var ki, olmaz dedikleri hep olur, her seferinde yeniden kedere ve öfkeye savrulurlar. bu deneyimin sıklıkla yaşanması namuslu insanı bedbinliğe sürükler. ‘bu kadar da olmaz artık’ sözleri giderek yerini ‘bunlardan her şey beklenir’’ e bırakır. yeis ve melankoli eylemi teslim alır. işte bu aşama pervasız muhterisin baharıdır. zira bundan böyle karşısındakinin yüzündeki şaşkın ve yorgun ifadeden sadistçe bir zevk alarak istediğini yapabilir. namuslu insan yetersiz muhalefeti ve haklılığı ile baş başa kalırken muhteris, haksız iktidarının keyfini sürer. gücünü, gardı çoktan düşmüş insanların üzerinde sürgit dener. onun için utanmak, artık kendisinin yerine başkalarına taşere edilmiş bir angaryadır. pervasız böyle durumlarda kuş gibi hafifler. en rezilce işi yaptığı anda bile aklında hep daha beterini yapabilme düşüncesi vardır. devir onun devridir, elinden gelen ardında kalmaz. etrafımızı saran mutsuzluğun ve sevgisizliğin kaynağı onun kendi iç çekişmelerinden doğurduğu bu kötücül enerjidir.

    hrant dink ödülünü ahmet altan’a verenler böylesine bir pervasızlığın taşıyıcılarıdır. ödül kürsüsünü fethettikleri bir kalenin burcuna çevirmiş, bayrağı dikmişlerdir. acıların hep bir mevzi düşüncesi ile parsellendiği bu ülkede, akılları sıra rantabl bir arsayı çevirmişlerdir. boğazımıza takılan bu iğneli lokmayı yutmamızın yolu yoktur. o halde aileye, vakfa, önümüze kim çıkarsa ona sormalıyız; ödülü ahmet altan’a niye verdiniz? hrant dink ile onu bir araya getiren sizce nedir? hrant dink liberal miydi, kapitalist miydi, solun bittiğini mi düşünüyordu, antiemperyalizmin modasının geçtiğine mi inanmaktaydı, huzurun ortadoğu’ya amerikan tankıyla mı geleceğini savunmaktaydı, sivilleri vuran nato uçaklarına keyifle el mi sallamıştı, oligarşi kavgasında bir tarafın neferi mi olmuştu, yazılarında ezilenden yana tavır almadığı bir tek örnek bulabilir misiniz? hrant dink’i okumuş, tanımış herhangi birisi bu sorulara ‘evet’ diyemez. o halde dink’in ömrünü vakfettiği talepler bugün altan’ın gündelik pozisyonuna denk düştü diyerek ikisini aynı menzilin koşucusu saymamız mümkün müdür? bizim sahicilik diye bir nazar-ı itibarımız yok mudur? bütün bu soruların yanıtını unuttunuz diyelim, peki sizce hrant dink yaşasaydı dün gazeteciler ile birlikte ahmet ve nedim için mi yürürdü, yoksa bugün bu yürüyüşün haberini gazetesine bile koymayan ahmet altan’ın yanında mı olurdu? nasıl olur da bu sorunun apaçık yanıtı rüyalarınıza girmez? bir insanın adına konmuş ödülün mahiyeti onun hayata karşı tavrından arî olabilir mi? ,

    hrant ağbi- ahmet bey

    günlerdir yanlış bir söz söylememek için yeniden dink’in ve altan’ın yazdıklarını okuyorum. onların aynı kazanda kaynayabileceğini gösteren tek bir yan bile bulamıyorum. gördüğüm yerli ve burada bir elin sıcaklığı ile dışarıdan konuşan birisinin soğukluğundan başka bir şey olmuyor. iki insanın sözlerindeki insana ve hayata inanç farkını aşıp da ideolojik kısma varamıyorum. birisi ne kadar berimizdeyse diğeri o kadar ötemizdedir. birinin kelimelerinden sevgi ve güven taşarken diğerinin sevgisiz gerginliği üstümüze gelmektedir. birinin kapısını çalmak ne kadar kolaysa, diğerinden randevu almak o kadar zordur. birinden yardım istenir, diğeri ile proje görüşülür. biri sizi can kulağıyla dinler, diğerinin gözü saattedir. biriyle allah ne verdiyse yenir, diğerini ağırlamak zor iştir. biri dağınık ve diridir, diğeri düzenli ve ölüdür. biri doğudur, diğeri batıdır. biri köylüdür,‘cello’dur, diğeri şehirlidir. biri yanaklarınızdan öper, diğeri elinizi sıkarken yüzünüze bakmaz. biri aşktır, diğeri iştir. biri yaşar diğeri romanını bile yazamaz. biri fukaradır, diğeri zengindir. biri yetimdir, diğeri erguvanidir. ezcümle biri ‘ağbi’dir, diğeri ‘bey’dir.

    bu saydığım farklar, gündelik olgulara ilişkin alınmış siyasi pozisyonların çok ötesinde bir ayrımı işaret eder. hayatla kurduğumuz ve varoluşumuzu belirleyen temel bir ilişkiye dairdir. o yüzden burada ayrım henüz ideolojik değil psikolojiktir. bunun adını tam olarak koymadan hrant’ın kaybıyla aslında neyi yitirdiğimizi bir türlü çözemeyiz. oysa böylesi ödüller gidenlerin yolunu açık tutmak için verilirler. onları geri getirmemiz mümkün değilse de başkalarında aynı duruşu teşvik edebiliriz düşüncesinden ortaya çıkarlar. amaç gidenin meselesinin sürdürülmesi ve cinayetin başarılı olamamasıysa, adına ödül konulanla, ödülü alan arasında hayatı okumak bağlamında bir örtüşme olması gerekir. o halde şimdi biz kimi kimle ikame etmekteyiz, yitirdiğimizin değerlerini kimde yaşadığını söylemekteyiz? hrant dink in düşürdüklerini ahmet altan’ın taşıdığını zanneden bir entelijansiyanın geleceği şüphesiz geçmişinden çok daha karanlık olacaktır. zira zamanın aleyhimize işlediğinin daha kesin bir sağlaması olamaz.

    solun fasit dairesi

    o halde bu sessizlik nedir? bu ödüle gelecek tepkilerin menşeinin -bu yazı da dahil- ödüle sevinenler açısından kestirilebilir olduğu açıktır. ‘onlar kendileri yazar, kendileri okurlar’ diye düşünmektedirler. ‘birgün çevresi’ der, geçerler, ortak bir payda bulmak gibi bir arzuları yoktur. dahası giderek marja itilen ve mecrasız kalan muarızlarının bu etkisizliğiyle eğlenmekte, onları provoke etmekten ayrı bir haz duymaktadırlar. atı almanın, üsküdar’ı geçmenin keyfindedirler. ancak bu pervasız aymazlığı sadece bizler görüyor olamayız. o halde etrafında insanların kenetlendiği hrant dink ismini mülkiyetine geçirmek isteyen bir çevreye karşı neden susulmaktadır? tarihi bozanların yarattığı illüzyona teslim olunmasının, her değeri kendi hanesine yazan bu açıkgözlülüğe karşı güçlü bir ses çıkartılmamasının sebebi nedir? bu atalet, sol çevrenin içinde bulunduğu ve ilişkilerle örülmüş bir fasit dairenin dayatmasından başka bir şey olamaz. hayat daima oralardan kurulmaktadır. o bakımdan artık en kaba ideolojik tartışmalar bile mahalle arkadaşlığı tadında yaşanan şakalaşmalardan ibarettir. pazar dağıldıktan sonra herkes soluğu aynı kahvede almaktadır. kimse kimseyle gerçekten küs değildir. herkes herkese bir gün lazım olmaktadır. böyle bir durumda, altan’ın ödül almasına gördüğümüz en büyük tepki susmak olsa da aslında bu sessizce alkışlamaktan başka bir şey değildir. tavır alamayan bir ideoloji, kanatları kesilmiş bir sinektir. hapsolduğu kibrit kutusunu tarih sanmaktadır.

    ödül gecesinde ahmet altan’ı tebrik eden sırrı süreyya önder’in resmi gözümün önünden gitmiyor. müktesebatı şöyle dursun kendisi rekor bir oyla seçilmiş sosyalist milletvekillidir. devrimciliğini her yerde söylemektedir. oysa ödül aldığı için tebrik ettiği kişi kendisi hapisteyken ‘’sudaki iz’ romanını yazan adamdır. sırrı süreyya bu romanı o günlerde çok haklı sebeplerle okuyamadıysa da fethi naci’nin şu sözlerini hatırlamalıdır:’’okurun sağduyusunu böyle küçümseyen, kendi kuşağından gençleri böyle aşağılayan, egemen güçlerin kamuoyuna kabul ettirmeye çalıştıkları’ devrimci prototipleri’’ni ’devrimci gençlik’ diye böylesine pervasızlıkla betimlemeye çalışan başka bir roman okumadım. ve ilk kez bir romanı okuyunca duyduğum duygu sadece tiksinti oldu.(…) ahmet altan ‘devrimci’ gençleri nasıl hor görüyor,nasıl aptal yerine koyuyor onları..ne aptal çocuklar bunlar, ne kötü çocuklar bunlar..(…) ahmet altan devrimci diye betimlediği gençlere olan öfkesini bütün roman boyunca sürdürüyor.’’ o gün öyle romanlar yazmak, bugün hrant için konulan ödülü almak ve dahası içeriden çıkan devrimcinin de tebriklerine mazhar olmak… ne diyordu turgut uyar; ‘aldatıldığımız önemli değildi yoksa/ herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak’’

    o yüzden artık bütün yazdıklarımı bu ilişkilerin ötesinde bir tepkinin umuduna yolluyorum. bu itirazı bizcileyin hiçbir yere angaje olmamışların kalbine sipariş ediyorum. isyanımın önceliğinin ideolojik olmadığını, sözgelimi bir sağcı adına konmuş bir ödülü benzer saiklerle bir solcuya verseler ve ona aynı ilişkilerin dayatmasıyla diğer sağcılar sessiz kalsalar, söyleyeceklerimin bundan farklı olmayacağının anlaşıldığını umuyorum. derdim her zaman tavırların samimiyetiyledir. kutsal olan ne varsa dünyevilileşirken senden benden ayrımı yapma lüksümüz elimizden gitmiştir. o bakımdan tuttuğumuz mevzi her zaman gerçekten yana olmak zorundadır. ahtapot kollu ilişkilerin gözettiği pazar yerlerinden kaçırılan değerlerimizin izini sürüyoruz. kaybettiğimizin adını koymalıyız ki neyi aradığımızı bilelim.

    halaskargazi’nin taşlarının soğuğu alnımızdadır, ısınmasın diye uğraşıyoruz.

    başar başaran
hesabın var mı? giriş yap