199 entry daha
  • bilinç akışı tekniğiyle kotarılan ve finali oluşturan kısım ile ttutunamayanlar`'daki yaklaşık 80 sayfalık bölümü kıyasladınız mı? mutlaka olmuştur. belki gereksiz bunu söylemek ama oğuz atay'ın tümce yapısıyla joyce'unki taban taban zıt. elbette aynı olması beklenemez ama atay james joyce'a bakarak bir ölçü amatör. neden böyle düşünüyorum, ona geleceğim: joyce planlı, az ve öz yazan, ki bir keresinde koskoca bir günde sadece birkaç tümce yazabildiğini ve bundan da gayet mutlu olduğunu belirtmiş, titiz, tümceler üzerinde defalarca tutan bir romancı. oğuz atay ise sanki normal bir metin yazmış da sonradan elden geçirerek noktalama imlerini çıkarıvermiş gibi geliyor. evet, ketum yaklaşıyorum ama ulysses'in teknik ustalığı beni böyle düşündürmeye yetti!

    öte yandan, tutunamayanlar'daki bu bölüm yine de başarılıdır; çünkü hem türk romancılığı için büyük bir aşamadır hem de bazen iç sesler birbirine karışır.

    bütün bunların tutunamayanlar'ı sevmeme engel olmadığını belirtmek isterim.

    bir de şu: ulysses zaten bitmemiş bir romandır, ama bütün büyük yapıtlar bitmemişlik izlenimi vermez mi?

    tutunamayanlar ise zaten ulysses'e göre çok daha kısa bir sürede yazılmıştır. bu, ilham verici, deneysel, oldukça parlak bir roman olduğu gerçeğini değiştirmez.

    son söz: ulysses modernist gelenek içinde, tutunamayanlar ise postmodernist gelenek içinde yer alır; herkes bilir bunu. joyce halen yazının ölümsüzlüğüne inanan bir familyaya aittir. oğuz atay ise daha çok kolaj, pastiş ve parodi ile ilgilenir. belki de bahsettiğim uzun ve soluksuz bölümü bu yüzden çalakalem yazdı! bilemiyorum.
    ______________

    paulo coelho kitap hakkında şöyle demişti:

    "büyük zararlar veren kitaplardan birisi james joyce'un tek bir üslubu olan ulysses'i. orada bir şey yok. ondan soyunduğunda ulysses bir aptallık."

    coelho vasat bir yazar ve hep öyle kalacak. şu sözleriyle vasatlığını yine parlak bir biçimde kanıtlamış oldu. tebrikler. kıskançlık değilse nedir bu?!

    bir joyce'un ulysses'ini, bir de coelho'nun simyacı'sını düşünüyorum da doğrusu mukayese etmeye bile korkuyorum!

    büyük romancılar küçük sineklerin çarpıp çarpıp geri kaçtığı büyük dağ kristalleridir. joyce da tıpkı proust ya da borges gibi o ulu kristallerden biri.

    edit: imla
  • romandan bir pasaj; vajina-göz analojisi:

    "bir kirpik çitinin altından bir gözyuvarı nemli kadın rahmi bakışıyla, dingin, dinlenmekteydi. konuşmuyorken gör işte gözün gerçek güzelliğini. şol ırmağın. satenli göğsünün yavaşça kabarışında dalgalanan (inip kalkan dolgun göğüsleri) kırmızı gül bir yükseldi ağır ağır battı kırmızı gül. kalp vuruşları: dişi nefesi: yaşam soluğu. ve genç kız saçlarının tüm o incecik incecik eğreltimsi tirildemesi."

    joyce'a özgü yaşam doluluğun (erotik coşkunluğun) poetik betimi.
  • joyce hazretleri bilinç akışı tekniğini edouard dujardin'den hareketle, iğneyle kuyu kazar gibi sabırla tatbik etmiştir. bilinç akışı tekniğinin uygulanışında freud'un bilinç dışı kuramının ve dolayısıyla sürrealistlerin geliştirdiği otomatik yazım biçiminin hiçbir etkisi yoktur. ki joyce bu bağlantıyı ısrarla reddetmiş, hatta freudyen bilinç dışı kuramı küçümsemiştir.

    küçümsemek çok yerinde bir sözcük, zira bu kanımca onun sanat yaşamını özetliyor. yerleşik olan her şeyi ömrü boyunca küçümsemiştir joyce. ulysses ise bu fikriyatın şiirsel bir dille hayata geçirilişidir.

    joyce işe homeros'un odysseia'sı ile başlar. odysseus'u leopold bloom, penelope'yi molly, telemakhos'u ise stephen dedalus kimliğinde kurgular. penelope sadık bir kadındı ama molly kocası leopold'u blazes ile aldatır. mitler yıkılmaya başlamıştır.

    erotizm joyce sanatının özüdür. dublin saplantısı kadın bedeninin araştırılması gibi handiyse freud'un "kayıp kıta" teşbihine denk düşer. ama burada özdeşim kurabilecek bir kahraman yoktur. leopold da karısı molly de şişman ve çirkin kişiliklerdir. joyce bunu epey abartır. şair dedalus da aynada yüzünü seyreder ama gördüğü yüzden hoşnut değildir. joyce özdeşim ilişkisini de yıkar.

    anlaşılabileceği gibi yıkıcı, avangard, deneyci bir romandır bu. romanın kulede açılması babil kulesi meseli ile ilişkilidir. ironik, alaycı, sarkastik bir diller labirenti: ulysses.

    izleyen bölümlerde odysseia atıfları devam eder: kalypso ev, lotusyiyenler banyo, hades mezarlık, kirke genelev, ithaka yine ev görünümündedir. denebilir ki odysseia önceden okunmazsa ulysses fazlasıyla güme gider.

    roman handiyse baştan sona bilinç akışı tekniğiyle yazılmıştır. bu açıdan çağrışımlar çok güçlüdür. okurun edebi kültürüne göre yeni anlamlar üretilebilir. ingiliz edebiyatını iyi bilmek şarttır bu katmanlara ulaşabilmek için. örneğin yeats, wilde, swift, gibi birçok romancıya atıflar vardır. şiirsel betimlemeler olağanüstü etkileyicidir.

    dedalus ile bloom çifti oedipus orijinli gibi görünür. ki bu bağlam joyce'un bütün eserlerinde vardır. dedalus nitekim sanatçının genç bir adam olarak portresi'nde yine başroldedir.

    baba-oğul ilişkisinden bahsetmiştik. antik trajedi oedipus'un gözlerini kör edişi ile ve oradan da sürgüne gidişi ile sona eriyordu. kolonos'ta lanet devam edecektir kuşkusuz. joyce ise sophokles'in pesimizmini takip eder. burada dedalus ile bloom arasında iyimser bir birleşme söz konusu değildir. bu kayıp alan müthiş bir karşıtlığın yazıya dökülmesidir. ruh ve beden asla yan yana gelemeyecektir. ilahi bir birleşmeden de söz edilemez artık.

    ki ulysses aslında hristiyanlığın hicviyle açılır. daha ilk satırlarda eski ve yeni ahit'e yönelik onlarca gönderme vardır. tahmin edileceği üzere hepsi yıkıcıdır. haç ve çarmıha gerilme, son akşam yemeği, lazarus'un dirilişi ve daha neler neler. denebilir ki kutsal kitap okunmadan ulysses fazlasıyla heba olacaktır.

    iğdiş edilmiş bloom'un görüntüsü oedipus ile paraleldir gene. joyce, onun karısını kendi eşi nora'dan ilhamla yaratmıştır. ki bilindiği gibi karısıyla entelektüel ilişkisi başından beri kısırdı. ulysses bir gündüz-düşü ise bu düş asla aydınlık değildir. kara mizah bunun üstünü örtemez. burada hiçbir şey kusursuz değildir. en başta da aile kurumunun kendisi.

    evet. odysseia, kutsal kitap, mitoloji, ingiliz edebiyatı ve 20. yüzyıl başı avrupa kültürüne ne denli hâkimsek bu romanı da o denli iyi anlayabiliriz. gerisi hikâye. devam edelim.

    joyce'un alemetifarikası aynı zamanda sözcük oyunlarıdır. her bölüm için ayrı bir üslup tercih etmiştir. ve aynı ölçüde de konvansiyonel anlatı biçimleriyle dalgasını da geçmiştir. tek bir günün betimi bu açıdan pikaro geleneğinin modernist bir versiyonudur.

    şu dünyada her şeyi anlamak mümkün mü? elbette hayır. öyleyse fazla kasmaya gerek yok. kitaplığınızdan indirin ve okumaya başlayın joyce'u. şiirsel betimlemeler hayranlık uyandırıcıdır. söz oyunları olağanüstü orijinaldir. ki bu bile ulysses'i okumak için başlı başına bir sebeptir.
  • joyce, orta çağ'ın bel kemiği aristo'yu anımsatır:

    "düşünce düşüncenin düşüncesidir."

    tercümesi: düşüncenin gücü bizzat düşünce üstüne kurulmasından ileri gelir.

    düşünce'nin ulysses'teki ironisi ise belki de şu: genç şair adayı dedalus gezinti boyunca sürekli düşünür. bilinç akışı vasıtasıyla ne düşündüğünü bölük pörçük ve kesintili de olsa bize duyumsatır joyce. kahraman düşünür de düşünür. düşündüğü aslında başka düşünceler üstüne kuruludur: eski ve yeni ahit, yakın irlanda tarihi, yunan mitolojisi; dedalus'un yakın geçmişi, çevresi, diğer dostlar vd.

    dolayısıyla düşünmenin nesnesi asla tekil değildir. düşündüğümüz anda başka düşünceleri de yardıma çağırır ve bir sonsuz zincir oluştururuz. belki de bu yüzden roman "evet" gibi bir olumlamayla bitmiş gibi görünür. aslında sonsuza dek sürecektir, çünkü molly düşünmeye devam ediyordur; elimizdeki roman sözde bitmiş olsa bile!

    diğer yandan; romancı romanını bitirmiş olsa bile bu kez de okur onu okuyup düşünmeye devam edecektir. dolayısıyla joyce'un kahramanlarının düşüncesi bizim düşüncelerimizle zincir oluşturarak çoğalmaya, yananlamlar üretmeye devam edecektir.

    romana dair ayrıca (bkz: ulysses /@hanging rock)
  • periyodik okumalarda kendini sürekli çoğaltan ulysses'i bir süre daha yazmaya devam edeceğim sanırım. hakkında binlerce akademik makalenin bulunduğu bir edebiyat zirvesi hakkında yeni şeyler öne sürmek zor gibi görünse de joyce'un şifreli kapıları farklı okurlarda farklı katmanlara ulaşıyor. işte onlardan biri;

    teslis'in joycevari yerinden edilişi:

    "ruh, olduğu her şeyin biçemindedir."

    baba (leopold bloom), oğul (stephen dedalus) ve bakire meryem (molly) üçlüsünde ruh; ilahi varlık, varoluşçu köken joyce'un dişil anlatısında ruhülkudüs'ü dışarıda bırakır. marion/molly çağrışımsal olarak kutsal meryem'in izdüşümüdür.

    yeni ahit'te meryem'e birkaç cümleden fazlası yer verilmez. ama resim sanatında meryem hep ön plandadır. kucağında bebek isa ile mütevazı biçimde boyun kırar. gülümsediği an yok gibidir. leonardo resimlerinin birinde yüzünde güller açar. incil'de pek göze çarpmaz demiştik. tıpkı molly'nin 18 saat boyunca ortada pek gözükmeyişi gibi! ama bloom'un kafasının içinde molly hep vardır. bloom beden molly ise adeta ruh gibidir. fetişist leopold'un günah çıkarttığı muhteşem tiyatro bölümünde, sanrılarıyla ve esasen vicdanıyla yüzleşirken bu çocuk-adam adeta annesini arar. o kişi karısı molly'den başkası değildir. babadır belki ama eksik bir babadır. ruhunu mephistoles'e satan faust gibi çoktan molly'e adanmış görünür. onsuz bir hiçtir belki. tıpkı kutsal meryem olmadan dünyaya gelemeyen sisifos isa gibi.

    romanın ilk satırlarından itibaren ve handiyse başından sonuna hristiyanlığı iğdiş ettiğini öne sürebiliriz. bloom'un (babanın) iğdiş edilmişliği hristiyanlığın iğdiş edilmişliğidir. en son muhteşem bölümde edepsiz ve şehvani molly marifetiyle bu iğdiş politikası nirvanaya ulaşır; ilahi bir orgazm gibi! tinselliğin yerini tensellik almıştır. ulysses'e neden dişil-anlatı dediğimizi de gene en iyi bu açıklar. ve elbette bu açıdan bloom ve molly yürüyen tenasül organlarıdır. bloom belki iktidarsızdır ama genç gerty ile karşılaştığında hayal gücü nelere gebe olduğunu anlatır bize. romanın en hoş bölümlerinden biridir bu ve doğrudan bronte kardeşler'in roman geleneğinin joycevari bir parodisidir. unutmadan: gerty'nin ayağının sakat olması ise bloom'un iktidarsızlığına, iğdiş edilmişliğine dair bir başka atıf mıdır? yüksek ihtimalle.

    romana dair ayrıca (bkz: ulysses /@hanging rock)
  • (bkz: 15 temmuz demokrasi ve milli birlik günü) denen bir ucube ve asalakların yine yeniden tatil yaptığı şeyimsi... romanı karıştırırken usumda biriken birkaç düşünceyi de buraya iliştireyim:

    kör ozan homeros, kadim olimpos'un ölümsüz bir sakinini, "onlara tarihi değil, gerçeği anlat" diye konuşturmuştu. bugün artık gerçek denilen şeyin tıpkı geçen yüzyılda tanrının öldüğü gibi öldüğünü biliyoruz. gerçek ve tarihin, gerçeklere göre yazıldığı iddia edilen tarihin kurmacanın kurmacası olduğunu da çoktandır biliyoruz. eskiden gerçekçi romanlar yazılırdı. artık siyasiler de iyi birer romancı ve üstelik onları sular seller gibi okumaya niyetli epey kul var. vatandaş değil, kul! aslında yeni hiçbir şey söylememiş olduk, değil mi?

    joyce'un daimi alter-egosu stephen dedalus gezinti boyunca şöyle diyordu içinden:

    "onlar için de tarih, sık sık anlatılan herhangi bir masaldan farklı bir şey değildi. ülkeleriyse bir tefeci dükkânı."

    sabahına uyanılan ülkenin dükkân, her zerresine değin yağmalayanların da onu yönetenler olduğu bir coğrafyada canlarının istediği bayram, gönüllerinin istediği duman olur. ama iyi bilinir ki tarih tekerrür eder. hem de bengi dönüş halinde. kesintisiz bir kısır döngü halinde. başlayan, başladığı noktaya dönmüştür hep. son 5000 yıldır bu böyle!

    romana dair ayrıca (bkz: ulysses /@hanging rock)

    soran okurlar oluyor: ulysses ile ilgili yaptığım tüm alıntılar nevzat erkmen'in harika çevirisinden. diğer çevirileri henüz okuyamadım. sevimay'ın çevirisi elimde şu an. ama ekici'ninkini henüz bulamadım.
  • marilyn monroe, james joyce'un ulysses'ini bir oyun alanında/çocuk parkında okurken: görsel

    fotoğraf: eve arnold, 1955. okurken
  • joyce'un rahat bir okuma sağlanması için hazırladığı linati şeması: görsel
  • ulysses'i neden okumalıyız temalı kısa ama yararlı bir video. türkçe dil seçeneği de mevcut.

    ayrıca (bkz: ulysses /@hanging rock)
  • ulysses'i yeniden okurken sıcağı sıcağına bunları not düşmek istedim.

    paralel okuma:

    "biz kendimizin içinden yürürken, hırsızlarla, hayaletlerle, devlerle, ihtiyar insanlarla, gençlerle, karılarla, dullarla, kayınbiraşıklarla, ama hep kendimizle karşılaşırız."
    (james joyce, "ulysses") -- 1920

    "yeterince uzağa seyahat edersen eninde sonunda kendinle karşılaşırsın."
    (joseph campbell, "myths to live by") -- 1972

    detay için (bkz: ulysses /@hanging rock)
    ayrıca (bkz: kolektif bilinçdışı)

    saplantılı odysseus'u da fetişist (bu da bi saplantı örneğidir) leopold bloom'u da pikaro kimliğiyle okursak yolculukları, serüvenleri boyunca her iki karakterin de her defasında alter-egolarıyla karşılaştıklarını iddia edebiliriz. her farklı kişide kendi kişiliğinin bir başka özelliğiyle tanışan karakterler. bu özellikler zaman zaman kötücül de olabilir kadınsı da. odysseus'un büyücü kirke'de iğdiş korkusunu yaşaması gibi -ki bu kadınsı olana dönüşme korkusudur. kiklop ise aydın insanın canavar-benliğinin tehlikeleriyle yüzleşmesini içerir. tekinsiz şarkılarıyla deniz yolcularını büyüleyen sirenler de mesela yine kadın-öteki tarafından ele geçirilip kastre edilme anksiyetesinin bir başka emsalidir.

    benzer şekilde ulysses'in leopold bloom'u da yahudi kimliğiyle doğuştan bir ötekidir ve dedalus onun uzaklarda kalan gençliğini, cenazesine katıldığı arkadaşı ölüm korkusunu, karısı molly iktidarsızlığını meseleleştiren, ifşa eden önemli karakterlerdir. hatta sahilde karşılaştığı güzel kız da gene kendisinin çarpık bir izdüşümüdür -ki bu genç kız çok güzeldir ve tabiatıyla molly'nin gençliğini anımsatır. fakat ne yazık ki topal bir kız olduğu için de leopold'un iğdiş anılarını depreştirir. leopold zaten iktidarsızdır. karısı molly onu bu yüzden aldatır ayrıca.

    mitler günlük yaşantılarımıza ışık tuttuğuna göre zaman veya dönem sıralaması olmadan çağdaş yaşamın pratiklerini aydınlattığı kuşku götürmez. misal sophokles'in unutulmaz aias'ını anımsayalım: bu melankolik kahraman da tıpkı odysseus gibi troya savaşı'na katılan bir yiğitti. ne zaman ki tanrılar onu yoldan çıkarttılar, işte o zaman melankolisine yenildi. kaderden kaçılmaz mottosu. arabulucu zeus, aklı ve algıyı çarpıtıp bozan athena, albenili venüs, karanlığın efendisi hades, derinlerden kükreyip de gelen poseidon veya başkaları. bir şekilde odysseus'un yoluna çıktıkları gibi athena da aias'ı zapturapt altına alarak mahvına yol açar. aias'ın melankolisinden odysseus'un ölümcül serüvenine, leopold bloom'un nihayet gece yarısı evine gelip de karısı molly'nin yanına uzanışına kadar geçen bin yıllar arasında olup biten aslında kolektif bilinçdışının, yani özde tek bir insanın hikâyesidir.

    horatius'un dediği gibi: anlatılan senin hikâyendir.

    nereye gidersek gidelim, döndüğümüz yine kendi evimizdir. evimiz, aslında kafamızın içidir. bu yüzden farklı iklimlerin, şehirlerin fazla bi önemi yoktur. kendinden kaçabilmen mümkün olmadığına göre odysseus gibi en sonunda ithaka'ya avdet ederek penelope'nin kollarına kavuşursun. leopolod boom gibi molly'ne kavuşursun, o eskisi gibi seni sevmese de, yanına uzanır, sıcak bedenine sarılırsın. ama aias gibi bir tanrı müdahalesiyle cinnetin cehenneminde delirebilirsin de. çünkü kaderden kaçılmaz. karakterin senin kaderindir çünkü.
38 entry daha
hesabın var mı? giriş yap