umutsuzlar parkı
-
(bkz: edip cansever)'den insanın içini gıdıklayan bir şiir....
"...
biliyorsunuz, size geldim sadece
kapınızdan aldım, ballı çöreklerinizden
peki bu sevinmek niye?
girdim ki içeriye yıllardır soyunuyordunuz
ve işte giyiniyordunuz yıllarca
bir mısır, bir roma, belki de yunan elleriyle
eski bir insandınız merdiven gıcırdıyordu
her eski daha bir eskiyi uyarıyordu
otlar ve geyikler duruyordu tanımsız sadelikler içinde
sesler mi? acı sesler geliyordu erkeksiz, yanık
bir türlü bakıyor, gene bir türlü soluyordunuz işte
düşündüm, ama merdiven gıcırdıyordu
olmazdı sanki gıcırdamasın, ürpermesindi bir yerimiz
biliyorsunuz olmazdı
ağzımız koksun, ama koksun, biz iğrençliğe de varız
yatalım, leş gibi yatalım, öylesine alıştığımız ki bu
bir kumru bir kumruyu tamamlasın
bir yılan, bir fare bir deliği kapasın bu
sadece bu
bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra
nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden
yeniden yeniden yeniden
yeniden hazırlanıyoruz
sanki bir güzelliği ödüyoruz
belki bir güzelliği ödüyoruz
..." -
tamamı 14 bölümden oluşan şiirdir, yukarıdaki şiirin 4. bölümüdür.
i
"...
biliyorsunuz parkların
sizi çağıran tarafları
insanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı
orada saklanıyor onlar
çünkü her türlü saklanıyorlar orada
bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla
dağınık mavisiyle gözlerinin
sevgi vermez kadın uçlarıyla
korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak
eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin
yalvaran bakışlarıyla –nasıl da sevimsiz-
en kötüsü, belki en kötüsü
bir duygu açlığıyla soluyarak
parklara yerleşiyorlar, parkların
onları çağıran köşelerine
bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah
bacak aralarından
çömelmiş, öyle sakin
selamlıyorlar
“günaydın” diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına
kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından
birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor
acılar alıp veriyor dünyadan
dillerini gösteriyorlar, diz kapaklarını
bir sıkıntı şiiri gibi
sıkıntı
işte
tam orada duruyorlar
..." -
ii
"...
bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde
her cümlede iki tek göz, bu kimin
ya da kim korkuttu bu kadar sizi
bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı
ya da tam tersine
boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere
sulardan ürpermek gibi dokununca,
ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla
kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi
denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben
iş edinmişim öyle kimsesizliği
kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi -
çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi
konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da
süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.
ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla
unutmak, belki de unutmak olsun diye mi
onu da tatmak gibi
oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek
ama gitmenin saati geldi
kirli bir gömleği çıkarıp asmak
yıkayıp kurutmak ister ellerimi
su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da
açınca camları - diyelim camları açtık ya sonra? -
sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim
bilirim ama çok bilirim kapadığımı
öyle iş olsun diye mi, hayır
bilirim içerde kendimi bulacağımı
dışarda görüldüysem inattan başka değil
evet, çünkü bu karanlık işime en geleni
kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi
oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum
ve açıyorum bütün muslukları
diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı
ne geldiği, ne de gittiği yer belli
olmuyor, gene kendimi düşünüyorum
alıştım istemiyorum
..." -
iii
"...
binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
insan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
değişmek
biri mi öldü, bir mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
bana kızıyorlar sonra, ansızın bana
kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
ve geçilmiyor ki benim
duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.
bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz
erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan
ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum
o yapayalnız olmaktaki kendimi
böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi
sanki ben upuzun bir hikaye
en okunmadık yerlerimle
yok artık sıkılıyorum
..." -
v
"...
biz olmayan insanlarız, ya da çok kuşkuluyuz - böyle
nereden geldiniz, tam sizi soracaktım - böyle
biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe
yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size
çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur
güneşler girer çıkar ellerinize
biriyle konuşuyorsunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin
kim bilir, belki de buluşursunuz
söz verip sizi bekletenlerle
sonra da çıkarız - niye olmasın - bahçeye çıkarız birlikte
otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız
biraz da susmalıyız. insan bir şeyler aramalı kendinde.
dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size
durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi
bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok
belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe.
nereye gidiyorsunuz ama nereye
sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz
ya da çok kuşkuluyuz - böyle
..." -
"...
bizse kısa bir oyun tutturduk, hiç! yetinmek için sadece
öyle bir sahneki bu: anladık, sevdik, ve unuttuk her şeyi
..." -
..." şişman bir adam kulaklarını tutuyordu dünyada
dünyaya baktığım yol uzamakta
ve biraz düşünsek mi alıştık nasıl olsa
kim bilir neyi istiyorduk neyi anmıştık az önce
dönsek mi ne dersiniz dönsek mi oraya
oraya baktığım yol uzamakta
ya da bir bahçedeyiz - üstelik kadınlar vardı
ağzınız çatallar , tarçınlı pasta
ya da bir toplulukta -iyi yaptınız !
bu çok hoştur!- size söylüyorum - yaramaz çocuk !
beni ne sandınız- evde mi ?- hayır !- limonlukta
ve hemen kalktınız, bir yangın yeriydi orası
ya da aklınız olacak sizi bir yangın yerine bağladı
kızgın güneşte bir şişe ispirto devirdiniz
kutsal bir iş yaptınız ve yerleşti size bu kanı
belki de bir din devirdiniz ; anneniz , annenizin saçları
gümüş şamdanlar , sabah ışığı , vesaire
ve sanki her olay her davranış ölümün bitişiğinde
iste evdesiniz , iyi bir yemek , uyumak istiyorsunuz
istemek , neyi istemek , daha bilmiyorsunuz
açtınız radyoyu, ılıyan bir ses kanınızda :
aıu , iao, ağ, uğ, ağ
ve kahkahalar arasında kahkahalar
orada , aşağıda
tek umut , tek varş, tek kurtuluş gibi
ve kaskatı kesilmiş , beyaz
sallanıyorsunuz boşlukta .
..." -
kadıköy kayalıkları. bir diğer adı da cansever oteli imiş. kadıköylü şairler oraya bu adı vermişler.
-
vi
"...
yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?
elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?
siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum
belki de kim diye sorsalar beni
güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi
belki de alıp başımı gideceğim
biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
nereye ama, nereye olursa gitmenin
hüzünle karışık bir ağrısı.
işte bir denizdeyim, dalgalar ortasında
kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana
adımı bilmeden der, adımı bilmeden
şafaklar kadar güzel adımı
o zaman bir kıvrılandır, bir kuruyandır dudaklarım
ve gittikçe sıkılmaktır ülkesi sıkıntının
sanki bir yokluğa, bir çaresizliğe bakar gibi
nice yüzler görürüm, nice değişik kıyılar
insanı, o kayalar gibi sert insanı
bekledikleri kadar.
bir ağız, bir tütün, bir mızıka gerçeği gibi
varınca kıyıya birden
değilsin artık gemici.
..." -
(bkz: ask bombos bir park simdi)
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap