• (bkz: the coral sea)
    (bkz: volcano and heart)

    i tried to see your side
    living up all your life
    the thoughts that threw me down
    was everything but inside
    the times that took me back
    afraid to let you go
    giving up all my life
    the tears that are stuck inside
    tying up all my eyes
    afraid to let you go
    deify all the signs that you find
    the love that took you there
    was so real and scared
    try to open up your eyes
    the love that took you there
    was so real and scared
    dissatisfy yourself
    living up all your dreams
    the fact that threw you so
    was everything that it seemed
    who will forsake you now
    giving up all your fight
    afraid to let you go
  • enfes. herkes dinlesin.
  • dunyanin en guzel parcasi unvanini korumaya devam etmektedir.
  • blur'un bir gece ansızın çıkagelen yeni sürpriz şarkısı. bant mag.'dan aktarıyorum:

    "dün akşam londra’da verdikleri bir konserde, damon albarn ve graham coxon ikilisi yepyeni blur parçasıyla çıkagelmiş. damon albarn’ın söylediğine göre “under the westway” adlı bu yeni parçayı konserden birkaç hafta evvel “yoldayken” yazmışlar. 2009 yılından bu yana, blur tayfası ikinci kez biraraya geliyor. şimdilik elimizde o konserden görüntüler var sadece. blur severlere sevgilerimizle…"

    video şurada: http://bantmag.com/news/?p=12599
  • londra koktuğu çok bariz. o skinny jeanli, punk geçmişli, piercingli coffee&tv blur'u gibi de kokan bi londra'dan da değil ama. daha çok kemik gözlük takan, senede 80bin pound kazanan, geçmişinde en az 4 hayat sarsıcı bir olay yaşamış, hep bir yerlerde eksik kalmış birşeyler hissedip kokan londra.
  • damon albarn'ın insanın kalbine, midesine, dalağına, safra kesesine kadar giden; akan, yolunu bulan o büyülü sesine şapka çıkaracağımız bir blur şarkısı.
  • damon albarn bir gün gitti. britpop misyonunu artık tamamlamıştı. tony blair'in "labours coming home" haykırışlarını gözleri yaşlı bir şekilde izleyenler, manchesterlı o çocukların işlerini çok kolaylaştırmıştı. mücadele etmekten yorulmak ve gitmek. ne de olsa işçi sınıfından değildi, bırakıp gitmesine kim şaşırırdı ki? jarvis cocker da o şarkıda* buna benzer bir şeyler söylüyordu zaten.

    sonra bir gün geri geldi, tüm o kaybetmiş insanlara özgü karizmasıyla beraber. muhtemelen bir pazar günüydü. artık her şey daha kolaydı. kısa hayatımda yenildiğini kendine itiraf etmekten daha rahatlatıcı bir şey tanımadım. gökyüzü hala maviydi, arabaların sayısı artmıştı, makinalar da öyle. anlamsız sirenler... trompetlerle çalınan bir cenaze marşı tam olarak şu an insana bir aşk şarkısı gibi hissettirebilirdi.

    bu adam yıllarca cenneti aramıştı. dumanlı odalarda, kadınların bacak aralarında, afrika'nın umursanmayan köşelerinde... ve sanırım bulmuştu. fazla uzak bir yer değil. aslında çok uzak. fazla detay vermedi, çok da kalmadı zaten. şarkısını söylemeye gitti, daha yüksek sesle.
  • subjektif olarak tuttuğum dünyanın en güzel şarkıları listesine geç keşfedip çok yukarılardan dahil ettiğim şarkı. şarkı sonunda aşağıdaki kısmıyla farklı hissettirir. herkesten farklı.

    "for the way i feel about you
    paradise not lost it's in you
    on a permanent basis i apologize
    but i am going to sing"
hesabın var mı? giriş yap