*

  • ağır yaralıydı. kanıyordu yarası devamlı. akan, kirli kandı. bir daha da durulanmıyordu sanılanın aksine. yardım edecek kimseyi de bulamıyordu etrafında. baygın ve yenikti. kendini hiç daha önce böyle hissetmemişti.

    -daha önce böyle hasta ve çaresiz olmamıştı ki zavallı-

    asıl hastalık buymuş meğer dedi. ne antibiyotikler, ne modern tıp, ne koca karı ilaçları ne de teselli cümleleri hiçbiri durduramıyordu kanamayı.

    -doktor n’olur yardım et! bak görmüyor musun? zavallı günden güne eriyor-

    “beni anlamaya çalışmayın”, “kanamayı durdurun” demekle yetiniyordu. ama bilmiyordu ki yardım isteyenden çok yardım istenilenlerin çaresiz olduğunu.. belki de doğru yerden istemiyordu. bu da bilinmez.

    -ey hastalığın yegane devası! merhamet et şu meczuba!-

    doktor, teşhisi metin bir şekilde dile getirdi; mesleği gereği zira, “metanet” onun göbek adıydı. “hastamız ağır yaralı” dedi. “bunu biz de biliyoruz” diye karşılık verdi, hastanın hem yakın hem uzakları. hasta sessizliğini muhafaza etti, sessizlik onu anlatan yegane şeydi belki de.. doktor devam etti, merhameti yüzünden sildi ve “doktor maskesini” taktı: “ameliyat mecburi”.

    -ey operatör! yap artık yapmak zorunda kaldığını-

    anne atıldı yangından kurtarmak istercesine, “hayır doktor lütfen ameliyat yapmayın, yalvarıyorum size” dedi. baba daha sakin ama kaygılı bir sesle ekledi, “doktor, çocuğumuz kaç zamandır sürekli hasta. bir ameliyatı kaldıramayacak kadar zayıf bünyeli!”. ancak doktor yangına körükle gitti, silmişti bir kere son şefkat kırıntılarını “soğuk” ve “doktor” çehresinden: “bu tip durumlarda yapılacak başka bir şey kalmaz. ameliyat zorunlu hale gelir. ufak bir yara aldığınızda bile sadece yaralı yeriniz acıyı duymaz, acıyı tüm vücudunuzla hissedersiniz. acıyı dindirmelisiniz. ama eğer yaranız sürekli kanıyorsa tentürdiyotla veya herhangi bir merhemle geçiştiremezsiniz, yaralı yeri kopartmanız gerekir. bizim hastamızın durumu da bunun aynısı. kanamayı durdurmayacağız, kanamayı yok edeceğiz. yani, kalp ameliyatı”.

    -kalpsiz doktor! ötenazi hem de kendi rızasıyla hem de kalpten-

    anne ve baba başlarını öne eğerek, “başka hal çaresi yokmuş madem bize de sabretmek düşer bu durumda” dediler. hastanın uzakları, “sizin adınıza üzüldük”, “gerçekten çok üzgünüz”, “allah gecinden versin”, “allah düşmanımızın başına vermesin böyle hastalığı” gibi cümlelerle hastaya yakın olmak istediler, ancak daha da uzak olduklarının farkına vardılar. hasta ise kendini cami avlusuna bırakılmış gibi hissetti. cami avlusuna bırakılan bebeğin hisleri kadar anlaşılmaz bir ruh hali içerisinde..

    hastayı ziyarete gelenlerden biri sordu sormaması gereken soruyu:
    - neyi var hastanın?
    - sorma! kalp hastası.
    - vah vah zavallı! bu genç yaşta hem de.
    - oyle yazgı işte. olacakla öleceğin önünde durulmuyor.
    - peki, nasıl olmuş?
    - kimse beklemiyormuş. çocuk aklı başında birisi… ama akıl baştan gidiyor işte. bundan yıllar önce, kız o zaman on beş yaşında. çıtı pıtı, hanım hanımcık bir şey.
    - kız çok güzelmiş.
    - güzellik kelimemi şekerim. ona güzellik denmez, başka bir şey o. destansı bir güzelliği varmış kızın. hani anlatırlar ya destanlarda. “gökten mavi bir ışık düşmüş, bu ışık güneşten aydan daha parlakmış. o kadar güzelmiş ki gülünce mavi gök de gülüyormuş, ağlayınca mavi gök de ağlıyormuş”. aynen anlatılanlar gibiymiş.
    - çocuk ne zaman görmüş kızı?
    - kızı görmeden önce çocuğun gönlünde başka biri varmış. çocuk o kızı seviyormuş. seviyormuş sevmesine de kızın gönlü tam kelebek. nereye konacağını şaşıran cinsten. senin anlican güzelim, kızın gönlü pek hafif, konuvermiş hemen başka bir çiçeğe. oğlan perişan olmuş ama kendini toparlaması pek de uzun sürmemiş. ama izi kalmış tabi yaranın, çocuğun kalbi o zamandan beri hasarlı. şimdinin vakası değil yani. neyse sonra çocuk bir gün o ay parçasını görmüş. kızın kaşları hilal şeklinde bir yay, bakışları bir ok olup oğlanın gönlüne ateş gibi düşmüş. ay parçası kalbine nur gibi doğmuş, yüzü aydınlanmış, gözlerine fer gelmiş, kalbine merhem olmuş.
    - sonra..
    - sonrası güzelim... sonrası ateş düştüğü yeri yakmış tabiî ki.
    - kız sevmiş mi onu peki?
    - kız da onu seviyormuş aslında, başka bir sevdiği olduğunu duyunca söküp atmış kalbinden. merhamet etmemiş kendisine, yarasının üstüne pansuman yapmış. iyileşmiş hemen ama tamamen değil. çocuğu ne zaman görse birkaç küçük kalp çarpıntısı oluverirmiş yüreğinde. kızın tedavisi kendinde. o hastalıkla yaşamaya alışmış bir kere. ilacı belli, çocuğu görmemesi yeterliymiş onun için…
    - kız kaçmış ondan yani. zavallı.
    - ikisi de zavallı. sonra şekerim, çocuk kızın gönlü olmadığını, kalbinin buzdan hem de kırılmaz bir buzdan oluştuğunu sanmış. bir kez daha yanmış çocuğun hasarlı kalbi. bu sefer fazla soğuktan alev almış. unutmaya çalışmış kızı, rüya bile görmemek için günlerce uyumamış. kalbini ikna etmeyi, susturmayı başarmış ama aklı devreye girmiş bu sefer. aklı o’nun doğru kişi olduğunu, beklenenin o olduğunu, biricik refikasını bulduğunu, o’nu bir daha kaybetmemesi gerektiğini tembihlemiş.
    - desene yangın bütün vücudunu sarmış.
    - çocuk yolun sabır yolu olduğunu, sabreden dervişin muradına ereceğini düşünmüş. üç yıl beklemiş kızı. bir gün gelipte sabrının karşılığını alacağı umudunu taşımış hep. beklemiş hem de çok beklemiş. günlük tutmuş, günlüğe aktarmış içine düşen bütün ateşi.

    “günlük burda bak sana ordan bir yeri okuyayım.”
    -------------------------------------------------------------
    insanlar günlükleri genellikle geceleri yatmadan önce yazarlar. ben bunu kendim için biraz değiştirdim sanki. genellikle sabahları yazar oldum. zaten yazdıklarıma tam anlamıyla günlük demek de doğru olmaz. türü ne olursa olsun önemli olan içimdekileri yansıtabilmesi, ya da kendimi anlayabilmem. günler geçtikçe içimdekiler nasıl değişecek, bakış açım ne olacak merak ediyorum doğrusu. bugünkü ağlamalarım, sızlamalarım ya da haddimi bilmeden ettiğim isyanlar acaba ilerleyen günlerdeki yazılarımda neye dönüşecekler. o’na duyduğum sevgi, özlem zaman geçtikçe yüreğime gömmek zorunda kalacağım anı parçaları olmaktan öteye gidecek mi, ya da bir gün buradakileri kitap haline getirirsem kitabımın son cümlesi seni unuttum mu olacak acaba? evet kendi kendime dertleşiyorum burada. dökmeye çalışıyorum. gün gelecek de bunlara gülebilecek miyim? çocukluk mu diyeceğim yoksa içten ah çekişlerim devam mı edecek? burada benim yıllarım nasıl geçmiş onu göreceksiniz. hasretle geçen yıllar. evet bekleyip görmekten başka yapabileceğim hiçbir şey olmadan sadece yazacağım.

    senelerdir olan bir bekleyişin öyküsü bu, hayallerin, umutların, yıkılışların, sevinçlerin, içten içe yapılan hesaplaşmaların serüveni, sana olan sevgimin değişimi, büyümesi ve tüm bedenimin en ücra hücrelerine kadar sen sen diye bağırması bu. 3 senedir içimde büyüttüğüm bu duyguların nasıl olup da aşka ve gerçek sevgiye dönüştüğü sorusu belki de burada yazacaklarım arasından cevaplanacak.”
    -------------------------------------------------------------

    - ağlıyorsun sen!
    - ağlamamak mümkün mü canım?
    - al şu mendili sil göz yaşlarını
    - teşekkür ederim.
    - peki kız?
    - kızın kalbi merhemlere alışmış bir kere. merhem tutmuş bütün kalbini. sadece vicdanı kalmış geriye bir türlü alt edemediği. oğlanın iyi niyeti, samimiyeti, saflığı, sabrı ve bitmek bilmeyen aşkı kızı da düşündürmüş. “acaba, acaba ben de seviyor muyum o’nu?” demiş. bir süre merhem sürmemeye kalbini özgür bırakmaya karar vermiş kız. oğlan o kalbin kuş olup kendi kalbine doğru uçtuğunu sanmış. ama özgür bir kuş olduğunu, kafes kuşu olmadığını hiç düşünmemiş, düşünememiş. o günler işte o günler oğlanın en mutlu günleri olmuş. gökyüzünü her zamankinden farklı, güneşi kendine her zamankinden daha yakın hissetmiş. yaşadıklarının bir rüya olduğunu sanmış kimi zaman. beklediğinin karşılığını nihayet aldığını düşünmüş.
    - ne kadar sürmüş bu rüya?
    - o kuş çocuğun kalbinde üç hafta durmuş sadece. kafes kuşu değil ki, uçuvermiş arkasına bakmadan. senin anlican, kızın kalbi aldığı ilaçların etkisi ile iyice iyileşmiş. hatta o kadar iyileşmiş ki, istese de bir daha o hastalığa tutulamayacağını anlamış kız. ilaçlar yan etkisini göstermiş, vicdanını susturmuş hem de sonsuza kadar. zorlamış sevmek için ama nafile. her denemesi ile oğlan her defa yanılmış, her defasında kuşu elleriyle tuttuğunu sanmış.
    - pek fena yanılmış biçare! desene boşuna beklemiş üç sene!
    - beklemesinin karşılığını alamamış oğlan. sadece üç hafta yaşamış gençliğini ve mutluluğu. sabreden derviş, muradına erememiş… üç hafta, dile kolay, kalbe zarar… üç hafta… kısacası güzelim, aşk kemale ermeden vadesi henüz dolmadan bozdurulmuş…
    - sonra?
    - sonrası malum işte, oğlanın kalbi aynı yerden yara alınca kanamaya başlamış. bir türlü de durulanmamış sanılanın aksine. akan kirli kanmış*

    (bkz: yakın bir dostuma ithafen)
hesabın var mı? giriş yap