• (bkz: has been).
  • turkiye'nin avrupali olmadigini zira modern avrupa'nin greko-romen kulturu temelleri uzerine oturdugunu dile getirmis fransa eski baskani.monetary union of europe'un kurucusu, european council ve european parliament'in fikir babasi. avrupa anayasasini hazirlayanlardan bir tanesi. 1926'da dogdugu icin de haliyle yasli avrupali. muteveffa olmasina az kalmis olan eski bay baskanin yaptigi saptamalari yapmak icun tum bu yukarida yazilanlari basarmis, yapmis olmaya gerek yok; tarih bunu bize zaten anlatiyor.

    d'estaing'in turkiye'nin ab uyelgine karsi cikisinin tarihsel, kulturel ve tabiki ekonomik nedenleri var. ilk iki neden hakkinda konusacak olursak, tum dis siyasetini anti-isevilik uzerine oturtmus olan osmanli'nin mirasi uzerinde bulunan turkiye'nin greko-romen kulturunun bir parcasi olmadigi su goturmez bir gercektir. ab'nin bugunlere gelmesinin en buyuk nedenlerinden birisi olan d'estaing'in anlayamadigi tek sey degisen turkiye ile parallel bir sekilde avrupa taniminin da degismekte oldugudur. boyle ani, duygusal- ve bence oldukca kucumseyici-tepkiler vermesinin tek nedeni catisarak degisen kimlikleri, donusen kulturleri ve yeniden tanimlanmakta olan kaliplasmis tanimlari bir tehdit olarak algilayip onlemeye calismasidir. lakin bu kucumseyici ve dislayici tavir avrupa ve fransiz kulturunde yeni bir sey degildir. voltaire, diderot ve (kismen) montesqieu okuyan bilirler ki atina'nin otesi hicbir zaman "avrupa"'li olmamistir; o yuzden cok da sasirmamak lazimdir.

    emektar d'estaing'in endiseleri sokakta top oynayan cocuklara sinirlenen bir banka emeklisinin duygularina benzer.
  • geçtiğimiz ay bbc ye verdiğibir demeçte türkiye avrupa birliğine girerse bu avrupa birliğinin sonu olacaktır diyen fransanın en ünlü sapıklarından kronik türk düşmanı.
    türkiyenin başına ermeni teröristler musallat olduğunda cumhurbaşkanlığı yapan ve bu arada sözde ermeni soykırımının anma toplantılarına katılıp soykırım anıtları açan ırkçı ve içi geçmiş bir zat.
    türkiye fransa ilişkileri onun döneminde kesintiye uğramış ve çok büyük yaralar almıştı o dönemde türkler fransızlardan nefret eder olmuşlar ve hatta istanbulda bir spor salonunda, bir fransa-türkiye voleybol yada basketbol ulusal karşılaşması oynanırken izleyiciler durmadan ermeni uşağı ibne fransa diye sloganlar atmışlardı.atmosferi inanılmaz yükselten ise bu türk düşmanı kişi idi.
    ve onun yüzündendir ki, o zamana dek tüm türkiyede orta dereceli okulllarda okutulan fransızca dersleri,çağımızda heryerde ingilizce kullanılıyor yada veliller artık çocuklarına hep ingilizce öğretmek istiyorlar gerekçesiyle günümüze dek yavaş yavaş yok edilmiş ,kaldırılmıştır.şimdi türkiyede hiçbir devlet okulunda fransızca dersi bulunmamaktadır(özel statüde olanlar hariç.) belki de d'estaing 'in bu ırkçı tutumu türkiyenin bu kararıyla fransaya çok büyük bir savaşı kaybettirmiştir. çünkü o zamanlar dünyada fransızcanın egemen olabileceğini düşünen fransızlar artık dünyada egemen dilin ingilizce olduğunu kabul etmektedirler.
  • ne zamandan beri avrupa birliğinin temellerinde kültür birliğinin yer aldığını bana sorgulatan fransız politikacı.

    şimdi kültür birliği de, sonra dil birliği, din birliği ve de ırk birliği..ne farkın kalacak lan o zaman eski tarz devletlerden, nerde kaldın senin birleştirici, bütünleştirici moderniten...
  • baskani oldugu konvansiyon ile birlikte kac yildir ab anayasasi yazmakla mesgul olmasina ragmen ortaya adam gibi bir sey cikaramamis sahis.
    kendisinin sözleri asla baglayici degildir, zira konvansiyon baskanidir. ancak türkiye hakkinda ne zaman bir sey söyleyecek olsa türkiye'de hemen olay yaratir, yankilanir, kaale alinir bu adam. halbuki herhangi bir otorite falan degildir, su haliyle sokaktaki adamdan farki yoktur.
    sadece güclü baglantilari olan tecrübeli bir siyasetcidir. bu nedenle de konvansiyonun baskanligini yapmaktadir.
  • uzun boylu bir adamdi bu. avrupa konvansiyonu baskanligi yaptigi donemde, turkler arasinda biraz da kinayeli bir sekilde tavan supurgesi diye bahsedilirdi kendisinden.
  • ömer madra'nın bu kişi ile ilgili olarak açık site'de yayınlanan makalesi (no.444) hayranlık uyandıracak netlik ve güzelliktedir. bu yazıyı yazarının hoşgörüsüne sığınarak aynen aktarıyorum:

    siyasete atılan insanların en büyük arzusu, bir şekilde “tarihe geçmek” oluyor, anladığım kadarıyla. kimin, hangi tarihe ve nasıl geçeceği gibi hayli girift, muğlak ve tartışmalı bir konu bir yana bırakılırsa, bu arzuyu normal karşılamak gerekir herhalde. tarihsel kişilik olarak anılmanın getireceği prestij, güç sahibi olmanın verdiği hazzın yanı sıra, insanlar için çok önemli olmalı. yoksa, elde edilen birtakım yasa ve ahlakdışı kazançları saymazsak, siyaset herhalde sadece maaş için yapılan birşey olmasa gerek. ne var ki, ömrünü siyaset “arenası”nda tüketerek yaşlanmış olanlarda bu tarihe geçme arzusunun giderek bir tutkuya dönüştüğü ve bütün tutkular gibi deformasyon ve bozulma yarattığı da gözlenmiyor değil.

    avrupa parlamentosu üyesi emma bonino’nun da birkaç gün önce söylediği gibi, “anayasalara saygımızdan ötürü, anayasa diye adlandırmakta zorlanacağımız” ab anayasası’nın mimarı olduğu söylenen valery giscard d’estaing, maalesef, böylesi deformatif bir tutkunun esiri olmuş politikacı tipinin belirgin örneklerinden birini oluşturuyor bence. “türkiye ab’ye ait olamaz” başlıklı makalesinde, türkiye’ye “imtiyazlı ortalık” dışında bir taahhüt verilmemesini savunurken, tam da elini alnına siper edip gözlerini ufuktan doğmakta olan tarih güneşine çevirmiş bir tarihî devlet adamı portresi çizmeye çalışıyor. ab “anayasa”sında beliren kaynaştırıcı “kimlik özellikleri”ni sayıp dökerken “kadim yunan ve roma’nın kültür mirası, avrupa hayatının özümsediği dini geçmiş, rönesans’ın yaratma şevki, aydınlanma çağı felsefesi ve rasyonel düşünce” gibi içi boş referansları sayıp döktükten sonra, türkiye’nin bu unsurlardan hiçbirini paylaşmadığı yargısına varıyor. (the financial times, 25 kasım 2004)

    “avrupa medeniyeti” diye hepimizin önüne sunulan bu tarihsel referanslar sayılıp dökülürken, akıl almaz derece kanlı din savaşları, cadı avları, onlardan daha da kanlı haçlı seferleri, onlardan da korkunç emperyal ve kolonyal savaşların yağma ve talan ve tarumarı, en az onlar kadar kan dondurucu nazizm ve faşizm terörü, yeryüzünün bir bölümündeki insanların vahşice boğazlanmasıyla sonuçlanan dehşetengiz iki dünya savaşı, yeryüzü ırklarından bazılarını neredeyse tamamen ortadan kaldıran fetih ve istilalar, en az 1 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan cezayir bağımsızlık savaşı, doğa’nın işkence edilip bütün sırlarını insana vereceği bir metres olarak görülmesini öneren pozitif rasyonel düşünce vb... bunların teki bile, tarihe geçme tutkusu peşinde nutuk atan devlet adamı giscard’ın verdiği referanslar arasında yer almıyor. onun mimarlığını yapmış olduğu ab anayasası’nda avrupa’nın şu korkunç sömürgeci geçmişine ilişkin tek bir “özür”, bölünmelerden çıkarılmış tek bir “ders” de yok. (giscard’ın bir zamanlar, fransa devlet başkanlığı sırasında, – hınzır canard enchainé dergisinin ortaya çıkarttığı – orta afrika elmaslarını rüşvet olarak alması skandalini hatırlatmasını da kimse beklemiyordu zaten.)

    ab anayasası gibi pek iddialı bir metni hazırlama görevini üstlenmiş bir kurulun başkanlığını yürüten insan, tarihe geçecek bir devlet adamı olmak istiyor idiyse, temel dayanak noktası olarak öncelikle avrupa birliği’ni avrupa birliği yapan tarihi ögeyi referans göstermek zorundaydı: onun, avrupa’ya “kimliği”ni veren “kültür mirası” dediği şey, “dünyayı çöle çevirip buna barış adını veren” roma imparatorluk lejyonları değil, faşizmi yüzyıllar öncesinden haber veren sparta disiplini değil, katolik-protestan-ortodoks mezhepleri arasındaki korkunç din katliamları, “uygarlığı götürmek adına” 30 yıl içinde 10 milyon kongo insanını ortadan kaldıran kolonyalizm de değil... kimliği veren kültür, ilkay sunar’ın dediği gibi, “tarihten gelen bölünmüşlüklere belli bir çözüm aramanın getirdiği çözüm kültürüdür: insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dayanan laik, demokratik yurttaşlık kültürü.” (açık site, 29 kasım 2004).

    mirası sparta ve atina’da, roma’da ve doğu roma’da, vatikan’da ve bizans’ta, venedik’te ve ceneviz’de, kongo’da ve cezayir’de, magrib’de ve maşrik’te aramanın bir anlamı yok. bunlar, olsa olsa “pseudo – tarih” arayışları olabilir ve giscard’ın izdivaç yoluyla elde ettiği o “soyluluk” unvanı kadar “gerçek”, orta afrika’da kendi halkının kanını emen sahte imparator iii. bokassa’nın giscard’ın eşine verdiği rüşvet elmaslar kadar da göz alıcıdırlar.

    ve, 17 aralık tarihine iki hafta kala sorulacak kültür yarışması sorusu da profesör sunar’ın sorduğu soru olabilir ancak: “türkiye’de avrupa’daki ögelere dayalı yurttaşlık ve demokrasi kültürü yaratılabilmiş midir? türkiye bu kültürü ne kadar istikrarlı olarak uygulayabilmektedir.” (a.g.y.)

    devamı haftaya...
  • fransa tarihinde bir defa, sadece tek bir defa, devletin giderleri gelirlerine esit olmustur. valery giscard d'estaing zamaninda. bu durum ekonomi fakultelerinde ders diye okutulur, ovunc kaynagidir. baska bir devlette bugune kadar boyle birseyi basarabilmis bir baskasi var midir, bilinmez...

    (bkz: yigidi oldur hakkini ver)
hesabın var mı? giriş yap