• "oğul bu muydu sadıklığın vallahi yedirdin kurda beni" uzun havasından almıştır adını. alev alatli'nın "or'da kimse var mı?"* dörtlemesinin üçüncü kitabıdır. türk sol tarihi ve kürt sorunu irdelenir. başroldaki kürt karakter şirandır.
  • kurt sorunu,turk solu, dogu, bati mevzularini en iyi teshis ettigine inandigim turkce kitap. hayat degistiren kitaplardan biri. en azindan 1994'te okudugumda oyle bir donusum yasamistim..
  • oğul bu muydu sadıklığın vallahi yedirdin kurda beni, damardan cumlesinden alinmis, orda kimse var mi 4lusunun 3. kitabinin ismi. alev alatli 4lemede gunay rodoplu isminde bir kadinin hayatinin cesitli donemlerinde ihanete ugrasigi turanci, kurtcu, sosyal demokrat, hatta ingiliz bir puritenle amerikali yahudiyle olan iliskilerini anlatir. her biri rodopluyu kurda yedirir. sonucta aslinda kitabin ilk sayfalarinda rodoplu dayanamaz ve intihar eder. kitap intiharin nedenleri uzerinde ilerleyen mehmetin izlenimlerinden olusan bir metindir.
  • shiran ören adinda lumpen, solcu takilan ayrica kürt aktivisti bir elemanin günay rodoplu ile birlikte merkez alindigi kitap.

    hep merak ettigim husus olan, alev alatli romanlarindaki (ve özellikle orda kimse var mi dörtlüsündeki) kahramanlarin reel hayattaki izdüsümleri hakkindaki merakimi en azindan giderdiğimi söyleyebilirim bu vesileyle. siran ören'i tespit ettim. istanbul barosunda bir avukat kendileri. tabi isim ve soyad ayni degil ama çok benziyor. ayica çok eski bir kitabini (bkz: aydin despotizmi) bu sahsa ithaf etmis alev alatli.
  • siran ören için günay rodoplu dostumdu der. (dost tutmaktaki dostlardan)
  • frp sırasında dm in oyuncuya kıl olup bi hell houndsalması akabinde hakkın rahmetine kavuşan oyuncunun dm e küfür ile birlikte sunacağı beyanat
  • gecikmeli olarak, kahramanlarından binalinin de gerçek kimliği'nin ortaya çıktığını belirtmek durumunda olduğum kitap. (bkz: binali'den alev alatli'ya yanıt)
  • --- spoiler ---
    "varken ilginç, yokken özlenmeyecek ve asla gerekli olmayan çin yemeği gibiymişim..."
    --- spoiler ---
  • ozellikle son zamanlarda herkesin bir şeyler soylediği, fikir yürüttüğü kürt sorununu irdeleyen en önemli kitaplardan, soylemleri ile kimi zaman şaşirtan alev alatli on yıl oncesinden bugunun yeniden tartışılagelen sorunlarina ilginç tespitlerde bulunmuş... viva la muerte ile beraber or da kimse var miserisinin en güzel kitabı
  • mehmet ömer sedes or’da kimse var mı serisinin hikayeyi anlatan kişisidir. kimdir necidir sorularının cevaplandığı kitap ise serinin üçüncü kitabı olan valla kurda yedirdin beni'dir. ankara’da doğup büyümüş daha sonra zamanın önemli siyasi akımlarından tip’te kendini bulmuştu. peki günay’la nasıl tanışmışlardı. şiran ören ortak arkadaşlarıydı. bunun öncesinde ise mehmet’in başından bir evililik geçer. eşinin evliliklerinin önüne geçen devrimciliği boşanmayı getirir. şiran aracılığı ile günay ile tanışır mehmet. günay şiran ile kürtleri tanır. çocuklar mevcut ortamda yabancılaşmasın diye elinde mem u zin ile şiran’ın bürosuna gider ama tutar cemil meriç’ten italikler. binali de bu ve buna benzer durumları gördükçe billah kıvırtirsen der. günay gördüğü tezatlar karşısında bir sonraki romanda karşısında selahattin karşısında yenildiği gibi şiran’a da yenilir. tüm bu hikaye anlatırken dp’nin iktidara gelişinden 1980 darbesine kadar ülkedeki değişimleri günay’ın gözünden görür, mehmet’in anlatımı ile dinleriz. dikkati celb eden birkaç parça için:

    “1960 yılının eylül ayındaydık. az sonra, aralık’ta, yeni anayasayı hazırlayacak kurucu meclis toplandı ve başta hıfzı veldet olmak üzere tarık zafer tunaya, sıddık sami onar, ismet giritli ve kubalı’nın (h.naili) da dahil olduğu komisyon, yeni bir anayasa hazırlamak üzere işe girişti. herkes milli birlik komitesi’ne yardım etmek üzere ayaklanmış gibiydi. dr. hikmet kıvılcımlı’dan yaşar kemal’e, aziz nesin’den behice boran’a kadar bugün artık sol düşüncenin temel taşları sayılan isimler 27 mayısçılara kutlama telgrafları çekiyor, destek mesajları gönderiyorlardı. öyle görünüyordu ki, “hepimiz” atatürk devrimlerinin ilkelerinin korunmasında, uygulanmasında ve geliştirilmesinde silahlı kuvvetler’in yanındaydık.

    (bunun böyle olmuş olmasını özellikle vurgulamak istiyorum. çünkü, sonraki yıllarda yine aynı isimler27 mayıs’ın demokratik sürece indirilen bir “darbe” olması nedeniyle verdiği “zararlar”ı anlatır oldular. benzer tutum, 12 mart için de geçerlidir. bugün artık “demokrasi mücahidi” olarak tarihe yazdırılan abdi ipekçi, “… salt hukuk açısından anti demokratik gözüken olayın aslında demokratik düzenin korunabilmesi amacını güttüğü ortaya çıkacaktır,” diye yazmıştı; disk, “12 mart muhtırası işçi kesiminin devrimci kesiminde büyük ferahlık yaratmıştır. disk, atatürk devrimlerinin ve anayasa ilkelerinin korunmasında, uygulanmasında, geliştirilmesinde türk silahlı kuvvetleri’nin yanında olduğunu belirtmekten kıvanç duyar,” diye ilan etmişti. bizimkiler (dev-genç!) onaylamıştı, “12 mart muhtırasını tespit bakımından olumlu buluyoruz. ancak bu parlamentodan güçlü bir hükümet çıkmaz.” türk-iş onaylamıştı, “12 mart muhtırasını benimsiyoruz.” anayasa profesörleri bülent nuri esen ve bahri savcı onaylamışlardı, ecevit onaylamıştı.)” 1

    “türkiye’deki sahici iktidar, 20. yüzyılın ilk yarısında ittihat terakki, ikinci yarısında ise tip’tir, dp’si, ap’si, ancak 1980’lerde iktidara gelebildi,”demesini doğrular gibi, kim var kim yok oradaydı. şu isimlere bir baktığımda günay’ın haklı olduğunu düşünüyorum: mehmet ali aybar (tabii!), sonra nihat sargın, doğan avcıoğlu, hüseyin korkmazgil, mahmut makal, arif damar, şükran kurkadul, fethi naci, yaşar kemal, candan selek, mümtaz soysal, korkut boratav, idris küçükömer, demir özlü, erdoğan ve merih teziç, demirtaş ceyhun, sadun aren, asım bezirci, metin erksan, çetin altan, ilhan selçuk, ilhami soysal, mehmet kemal, uğur mumcu, uğur alacakaptan, muammer aksoy, burhan apaydın, turgut kazan ve şu anda hatırlayamadığım yüzlercesi.

    bu insanlar ben on yedi yaşımdayken de iktidardılar, kırk yedi yaşımdayken de!

    (“iktidar”dan, sadece siyasi iktidarı değil, kamuoyu önderliğini kastettiğim açıktır. kaldı ki, burada her ismi, oluşturdukları klikler nedeniyle en az onla çarpmak gerekir. günay’ın, ‘domestik mit arşivi’ni hatırlayın. mesela, aybar, bir değil, onlarca kişiydi: teyzeoğlu oktay rifat ve ona tdk, trt ve sedat simavi ödüllerini veren “aydınlar jürisi”; öteki akraba, melih cevdet anday, meb yayım müdürlüğü, trt yönetim kurulu üyeliği ve aynı ödüller ve cumhuriyet ekibi; öteki akraba orhan veli; öteki akraba adnan veli kanık; uzantısı memet fuat; uzantısı simaviler, vb. vb. bu bağlamda, bunlar lenin’in sözünü ettiği gerçek oligarşiydi ve bence de tip’in evini yıkan da bu oligarşi oldu. aralarında siyasete atılıp milletvekili olanlar vardır.” 2

    “ama dürüst değildiler. çünkü, bir yıl sonraki 3. büyük kongre’de yine fikir değiştirdiler. dahası, aybar eleştrileri az önce anlattıklarımızdan farklı şeyler değildi. genel başkan, bilimsel sosyalizmin doğruluğundan şüphe etmekle suçlanıyordu. suçlamanın kanıtı da “bilimsel sosyalizme karşı çıkan kitapların okunması için yapılan tavsiyeler”di! özellikle de bir başka “bilim adamı”ndan sadun aren’den geldiği için bu çok şaşırtıcıydı. aren hiç utanmadan,

    “arkadaşlar, kitap okumak, her türlü kitap okumak iyidir. eğer ben bir üniversite hocası olsam, talebelerime her türlü kitabı okumalarını tavsiye ederim. fakat eylemde, yani bir parti, parti demek parça demek, bütün devlet değil. belli bir fikrin savunucusu olan bir grup. bu gurubun bir teorisi var, bir düşüncesi var. bundan şüphe edici, eden, ettirici kitaplar tavsiye edilmez. bu şüphelerden arınmış insanlar bu partiye gelir,” dedi

    bunun türkçesi muhalif kitapları yasaklamaktı. ki, zaten biz, devlet bunu yapıyor diye bağrınıyorduk!” 3

    “mutlak başarı ihtiyacı sadizmle sonuçlanır. çevreyi, aileni, çocuğunu gözün görmeyecek, onlara verdiğin zararı ya düşünmeyecek ya da kendini senin idealinin yanında bu zararın bir hiç olduğunu inandıracaksın. böyle bir inanç, kişinin idealini putlaştırmasını gerektirir. putlaştırmasını, yani mutlak doğru bellemesini. güzelliğin dünya yüzünde her şeyden kutsal olduğu inancı hakim olmalıdır ki, onun uğruna verilecek kurbanların değeri küçümsenebilsin.”

    bizim durumumuzda, kendimize biçtiğimiz öznel değer, devrimci olmaktı, sosyalist olmaktı. bu değerin, benim için hala geçerli olduğunu söyledim. karımdan farkım sosyalist kimliğimin benim için tek mukaddes olmamasıdır. oysa yasemin her ne pahasına olursa olsun “güzellik” der gibi, “her ne pahasına olursa olsun devrim”, derdi. biliyorsunuz, diş hekimiydi ama mesela, bir diş hekimi olarak kimliği devrimciliğinin yanında her zaman ikinci planda kaldı. birilerini kızı, torunu olması keyfiyeti bütünüyle yadsındı. benim eşim olarak kimliği ise her zaman marjinaldi. evliliğimizi “ucundan tuttuğunu” hep hissettim. nitekim, bahçelievler ziraat bankası soygununda şoförün ölümünü de, çocuğun kolunun kopmasını da, kısa bir yazık dışında, içselleştiremedi. içselleştiremediği gibi kendisiyle olan ilişkisinin üzerinde de düşünmedi.” 4

    “sonra bir gün, 1976 basımı bir kitap okuyordum. özgürlük yolu yayınları’ndan kemal burkay’ın milli mesele ve doğu’da feodalizm-aşiret isimli kitabı. hiç unutmuyorum şöyle bir bölüm vardı: sömürgeciler yerli halkın sanatını, kültürünü hor gördüler, gelişmesini engellediler, onlara kendi sanat ve kültürlerini empoze ettiler. özellikle yerli halkın üst sınıflarından gelen çocukları kendi okullarında sömürgeciliğin ideolojisi ile eğittiler. böylece hemen tüm sömürgelerde fransızca, ispanyolca, ingilizce konuşan, avrupalı beyazlar gibi giyinen, her şeyde onları taklit eden, böyle ‘efendileşme’ çabasında olan yerliler tabakası oluştu. bu tabaka kendi halkının dilini, giyimini, sanatını, her bir şeyini hor görüyordu. ve bu tabaka kendi halkının sömürülüşüne çoğu kez yardımcı oluyor, her bakımdan sömürgeci efendilerine hizmet ediyordu. aşağılık kompleksiyle yüklü bu tabaka hemen her sömürgede görülmektedir. aslında sömürgeciler kendi kültür ve sanatlarının en kokmuş biçimlerini sömürgelere ihraç ediyorlardı. örneğin çin’de afyon içilmesini var güçleriyle teşvik ettiler. böylece hem çin’de afyon satışı gibi karlı bir iş yapıyorlardı hem de çin halkını uyuşturuyorlar, onun direnme gücünü kırıyorlardı. onlar yerli halklara alkol, fuhuş, kovboyculuk vb. şeyleri götürüyorlardı. burasına dikkat et, yerli halkın gereci, ayakbağı niteliğindeki bir kısım törelerini korumaya ise özel bir önem gösteriyorlardı. bir ara, ürdün ordusunu güya eğiten ingiliz asıllı gallop paşa’nın ürdün yerlileri gibi uzun bir entari giydiği, onlar gibi uzun bir tütün çubuğu kullandığını ve onun da yerli halk gibi, bit kaşıntısına karşı bu çubukla sırtını kaşımaktan hoşlandığını (!) böylece yerli halka saygı duyduğunu (!) ve onlarla çok iyi kaynaştığı (!) ünlü bir hikayedir… şiran’a ve tabii bütün çevresine göre, ‘kürdistan, türkiye’nin sömürgesiydi. ben de sömürgeci bir ulusun ferdi. şimdi bir yandan kızlara, sofrada çatalın tabağın soluna, bıçağın sağa koyulduğunu anlatırken ‘yerli halk’ın elle yemek yemek kültürünü hor görmüş oluyordum, öte yandan hayriye hanım’ın giysisini överken de gallop paşa oluyorum!” 5

    “yeri gelmişken: rodoplu, madam mitterand’ın, diyarbakır’ı “çok güzel” bulduğunu öğrenecek kadar yaşamadı,

    “ ‘ben diyarbakır’ı çok güzel buldum.’

    ‘aman, madam, siz ki avrupa’nın bir no’lu hanımısınız. fakir diyarbakır’ı nasıl güzel buluyorsunuz?’

    ‘bak nasıl! dün gece herkes uyuyordu. ben ve arkadaşlarım, şöyle bir şehri gezelim, dedik. inan ki diyarbakır’ı gezerken sanki taşları, toprağı benimle konuşuyordu. bu tarihi ve şerefli şehir güzel olmaz da, ne olur? paris’imiz, avrupa’nın en eski şehirlerinden sayılır ama bugün ancak 900 yaşındadır, bir de tarihin anası olan diyarbakır’a bak. insanlar, onun yaşını tespit edemezler. belki beş bin, belki de on bin yaşındadır.’”

    madam ‘tarihin anası’ deyiminin, napolyon’dan bu yana ‘kahire’ için kullanıldığını biliyor olmalıydı. şunu da ekleyeyim, rodoplu, musa anter’in “hayırsever ve muhterem, kürt anası” madam mitterrand’ın elini öpüp başına koyduğunu görecek kadar uzun yaşamadı.

    “ne kadar ironik değil mi,” diye sürdürmüştü, “kürtlerin de tıpkı bizim gibi okumadıkları için korunmuş olmaları! ama hepimiz o kadar şanslı değiliz. şiran’a tercüme etmekten hicap ettiğim şeyleri hatırlıyorum. mesela, bir hüküm vardı, ‘doğu halkları, özellikle de kürtler gibi yabani ırklar, tabiatları nedeniyle modern demokratik hükümet biçimlerine uygun değildirler ve garip olsa da doğrudur ki, bir ingiliz siyasi subayının yönetimi ne kadar dolaysız ise adam halk ve aklı selim sahibi yerel ekabir tarafından o kadar sevilir.’ her rastladığımda sövüyordum! ‘hal etmişsiniz siz!’ kişisel bir hakaret olarak alıyordum, anlıyor musun? ve ben biliyordum ki, batı, bugün de aynen böyle düşünmektedir. türkler, kürtler ve araplar için kullanılan sıfatlar neredeyse kelimesi kelimesine aynıdır. şu farkla ki, üçümüzden birinden bir çıkarları olduğunda, araya bir iki övücü kelime sıkıştırırlar. ve biz bayılırız, canım! hem de nasıl bayılırız!” 6

    “hatırlayacaksın, o sıralarda bulgaristan’dan kötü haberler geliyordu. hatta, aziz nesin, bir jivkov ziyaretinde, türklere yapılanları gördüğü halde, -komünist ya arkadaşımız-, ‘kol kırılır yen içinde’ hesabı, saklamıştı. hatırlıyorum, solcu aydınlara toz kondurmayan şiran, gözümün içine baka baka ‘bulgar türkleri meselesini ingilizler ve amerikalılar büyüttüler,’ diyebiliyordu, ‘oradaki türkler, emperyalist ve hegemonyacı bir politikanın aleti yapılmak isteniyor.’

    ‘yahu benim akrabalarım var orada!’

    önüne mektuplar, dokümanlar koyuyorum, bu defa da,
    ‘biz türkiye’de ulusal baskı altındayız. üstümüzde o kadar yük var ki, bir de bulgaristan’daki türkler sorununu eklemek istemiyoruz’

    şiran’la reel sosyalizmin sorunlarını tartışmak bir yana, varlığı da kabul ettiremezdin. keser atardı,

    ‘ben komünistleri seviyorum, işte o kadar’ 7

    “benim için milliyetçiliğin, solculuğun ve sosyalistliğin bir tek kriteri vardır; ülkedeki sosyal realiteye, ulusal realiteye ne kadar ses verebildiği, ne kadar dayandığı ve onu eylem haline getirdiği. bu olmadıkça, pkk da dahil, insan ne milliyetçi ne de solcu olabilir. bunlar, batı emperyalizminin metropollerinde kimisi sosyalizm, kimisi milliyetçilik diyerek kendilerine alan yaratmak isterler. avrupa’ya öykünerek mültecilik koşullarında yaşamak isterler. avrupa da bunları olası bir kürdistan politikasından adam olarak, eğilim olarak hazırlamaya çalışır. öldürsen bir tanesi kürdistan’a gelmez. türk solcuları da böyledir. çoğu emperyalizm sahasında gönüllü hareket ederler. oysa, anti-emperyalistik, yaşam tarzı itibariyle emperyalizmin değer yargılarından uzak durmayı içerir. kendi halkını sevmeyi, kendi halkıyla sıkı bağlar kurmayı içerir. kendi halkına hor bakmamayı, kendi halkını dünyaya savurmamayı esas alır. kendi halkının savaşçısı olmayı esas alır. şimdiki türk solcular bence türkmen’in değil, batı’nın değer yargılarıyla yaşıyor. iki yüz yıldır batı, batı… bunun bir toplumu bir adım fazla geliştireceğine inanmıyorum. bir halk, dış kültürlere bağlanarak, onlara özenerek kişilik bulamaz. bu tahlil türkleri küçük düşürmek için değil, tam tersine kendi köklerine dayanarak şovenistçe olmasa da, fazla menfaatçi olmasa da sahip çıkmalarını istemektir.” 8

    “bu tipler, kendilerinin türkiye toplumunun nesnesi oldukları kadar öznesi de olduklarını asla kabullenmeyen tiplerdir. toplumdan şikayet ederken, şikayet edilesi konulardaki rollerini asla sorgulamazlar. bu anlaşılmaz bir şey de değildir. çünkü, dediğim gibi çoğu gerçekten de batı illerinin çocuklarıdırlar. vassaf’ın rahatlıkla bir, ingiliz müstemleke valisinin smokinli, shakespeare hayranı, jeeves düşkünü, bakteriden mikroptan, ter kokusundan arınmış vekilharcı olarak görmek mümkündür. onu dünyanın herhangi bir yerinde insani hakkını ararken görebiliyorum. ama aklımdaki, dilan gelindi.

    “evet,” dedi hüzünle, “bilir misin, ingilizler, irlandalılara ‘paddy’ derler. atmaya çalıştığı bomba elinde patlayan ira mensubunun trajedisine de ‘paddy faktörü’, yani irlandalıların kendi kendilerini vurmalarına neden olan gerzeklik faktörü. hintliler, pakistanlılar –ve şimdi artık kürtler ve türkler- gibi koyu derililer de ‘paki’lerdir. ‘maganda’ filan gibi değil, bizde karşılığı olmayan sıfatlardır bunlar. birleşik krallık kadar acımasız sınıflı bir toplumun insafına sığınan suphi’ye yanmaz mısın? ama tabii yine kendimi onun yerine koymak gibi bir yanlış yapıyorum.” 9

    1 alev alatli, valla kurda yedirdin beni, altıncı basım, mart 2003,alfa yayınları sayfa: 83-84
    2 a.g.e., sayfa: 92-93
    3 a.g.e., sayfa: 104
    4 a.g.e., sayfa: 147-148
    5 a.g.e., sayfa: 260-261
    6 a.g.e., sayfa: 267-268
    7 a.g.e., sayfa: 457
    8 a.g.e., sayfa: 460-461
    9 a.g.e., sayfa: 519-520
hesabın var mı? giriş yap