• 17-30 yaş arası hayatın sorumluluklarından kaçmak için sığınılan ergensel enfeksiyondur.

    fakat bu bunalımların sonucunda yeryüzü doktorlarıyla bir bosna'ya bir nijerya'ya koşturuyorsan, sağlamından 5-10 tane makaleyi kündeye getirmişsen, ailenin maddi-manevi çıkmazlarına bir tünel açtıysan, çocuklar, dostlar seni gördüğünde gözlerinden ılık bir sevgi akıyorsa daha da bir huzurluysan varoluşçu bunalımla var olmuşsundur.
  • yakalananın bir daha çıkamadığı, sonsuz bir girdap.

    en küçük mutluluğun arkasından gelen derin bir üzüntü, en güzel gün doğumunun arkasından gelen kara buluttur bu. bir kere yakalanınca çıkmak imkansızdır. hiçbir tedavi yöntemi, hiçbir terapi, hiçbir nasihat işlemez buna. çünkü bu bunalıma giren insan, tüm tedavi ve terapilerin yine insanı o yalandan dünyaya yönlendirdiğini bilir.

    şimdi kendi bunalımımı anlatıyorum size.

    sıkılmamaya uğraşarak içimi döküyorum. önceleri sorgulamalar başlar. felsefi sorgulamalar, artık hayatın sonlanacağı gerçeğiyle yüzleştiğinizde anlamsız kalır. herşeyin bir sona kavuştuğunu, vaktinizin olmadığını her dakika aklınıza getirirsiniz.

    bir kere lanetlenmişseniz, bir daha hiçbir eşyada güzelliği göremezsiniz. bir ağaca bakarsınız ve onun güzel yeşilinin solduğunu, kesildiğini ve yerinde çorak bir toprak kaldığını görürsünüz. bir kadına bakarsınız, yaşlandığını, ölüm döşeğinde torunlarının elini tuttuğunu görürsünüz. aşktan zevk alamamaya, acı çekmeye başlarsınız. aşık olamazsınız. aşkın sonunu görürsünüz. sıkı aile bağlarından kendinizi dışarı itme ihtiyacı duyarsınız. 70 yaşındaki dedenizle konuşmak istemezsiniz. çünkü zamanı yakındır ve o'nun gidişinin sizin zaten diken üstünde duran ve stabil olmayan dengenize büyük bir darbe vuracağını bilirsiniz. etrafınızda sevgiye, güzelliğe dair ne varsa günün birinde içinizi acıtacağını bilerek yaklaşırsınız.

    bir sokak köpeğine bakarken hüngür hüngür ağlamaya başlarsınız. çünkü yolunuzun üstünde rastladığınız bu köpeği ilk; ve son görüşünüzdür. bir daha varolduğunuz düzlemde hiçbir zaman çizgilerinizin kesişmeyeceğini bilirsiniz. burnunuzu sildiğiniz peçeteye bakarsınız, onu atmak istemezsiniz. son kez okşarsınız. günlerce güneş gören tatlı pamuk bitkisinden elde edilen ve bir kaç kez işlenen kağıda dokunur, onu bir mazgaldan içeri atarsınız. bundan sonrasını ise hayal gücünüz tamamlar. o peçete su ile ilerler, parçalanır. her bir parçası bir kanaldan kocaman denize dökülür. partiküllerle beslenen algler peçete kalıntılarını, algleri balıklar, ve balıkları daha büyük bir balık yer. büyük balık, yeterli büyüklüğe eriştiğinde ve balık ağlarından kurtulamayınca, birinin sofrasına gider; belki güzel bir rakı sofrasında birinin bir kaç saat güzel vakit geçirmesini sağlar. bu küçük döngü gözünüzün önünden sadece bir kaç saniyede akıp geçer. ve kendinizi biraz daha büyük resme bakmaya zorlarsınız.

    dünya. kocaman, ve küçücük bir mavi bilye. yaklaşık 20 km büyüklüğünde bir astroidin bile bir yaşamı bitirebileceği denli savunmasız bir çocuk. ergen çocuk. kendisinden milyon kat küçük bir kara deliğin bitirebileceği bir güneş sistemi. çarpışan galaksiler. ve sizin bir nokta bile etmeyen hayatınız. içine sıkıştırmaya çalıştırdığınız aşklar, kitaplar ve yollar. gitmekten büyük zevk aldığınız ama bitmesinden korktuğunuz o upuzun kısa yol.

    bir kitaba başlarsınız, aslında güzel de gidiyordur; fakat içinizi bir kasvet kaplar. kitabı bitiremezsiniz. zaman azalıyor gibi gelir. kitabı yarım bırakır ve başka bir kitaba atlarsınız. atlaya atlaya bir "yarım kalmış kitaplar şehri" yükselir önünüzde.

    dünyanın size sadece 1-2 meslek deneyecek kadar hak tanımasına küfür edersiniz. bir işe girip çalışmak size kalp krizi yaşatır. 25 senenizi aynı şeyleri yaparak geçirecek olmak dayanılmaz gelir size.

    bir ağacı saatlerce seyretmek varken; bir buluta kahkaha atmak varken insanlar; binlerce insan, toplu taşımayla küçücük iş hanlarına, kocaman fabrikalara gidiyor sabahları. toplama kamplarını filmlerden izlerken; yarın sabah o toplu taşımayı kullanırken hiç benzerlik göremiyorlar filmlerle gerçek hayatları arasında.

    hayatına küfretmeyen, içi sıkılmayan; mutlu olanların sahte hayatlarına kıskançlıkla bakarsınız. nefretle. ve biraz da özlemle. hepsi gibi yaşamak istersiniz. ama onlara hayret edersiniz. nasıl göremezler? 20 sene sonra kolları tutmayacak. 30 sene sonra nefes almakta zorlanacaklar. koşamayacaklar eskisi gibi.

    knut hamsun'un beni acıtan; çünkü kendi gerçeğimi yüzüme vuran bir paragrafıyla hoşçakalın diyorum hepinize.

    "önlerinden geçtiğim yerleri tanıyorum; ağaçlar, taşlar eski yalnızlıkları içinde; ayaklarımın altında yapraklar hışırdıyor. monoton esiş, tanıdık ağaçlar ve taşlar beni aşıyor; garip bir şükran duygusuyla doluyorum; her şey benimle dost oluyor, kaynaşıyor, hepsini seviyorum. oracığa oturmuş, kendi işlerimi düşünürken yerden kuru bir dal kaldırıyor, elimde tutuyor, seyrediyorum.

    dal çürümüş enikonu, kabuğun zavallılığı bana çok dokunuyor, kalbimden bir merhamet dalgası geçiyor. kalkıp giderken fırlatıp atmıyorum dalı; eğilip yere bırakıyor, doğruluyor, ondan hoşlanıyorum, onu oracıkta bırakıp ayrılmadan yaşlı gözlerle son defa bakıyorum."
  • hayatı, hayatın anlamını bulmaya adamaktır.
  • öyle ya da böyle, debelenmekten öteye gidememektir. bir şeyleri bilmeden bildiğini varsaymaktır. sürekli herkese her şeye yalan söylemektir bence. kendine dahil. öyledir, sonra böyledir ancak şöyledir.
  • (bkz: weltschmerz)
  • temelinde; varolmasaydim bunalmayacaktim mantigi yatar, yani bunaliyorsam oyleyse varim. olleyy!
  • size bir tavsiye bunalımı yaşayın fakat o girdaba kapılıp hayatınızı zindan etmeyin.
  • (bkz: bulantı)
  • bir buhranda, yaşadığınız krizde nesneler form değiştirir, birbirinin içine girer ve varlık bütünselliğini kaybeder.

    en azından sartre'nin bulantısında öyle idi.

    (bkz: varoluş özden önce gelir)
  • bu dertten muzdarip olanlara çözüm önerilerim:

    1- yaşamın kendiniz ve çevrenizle uzlaşı bulma süreci olduğunu zihninize yerleştirin. kendinizi, insanları, nesneleri olduğu gibi kabullenmeye çalışın.

    bunu yapabilmek için de sevebilme kapasitenizi artırın, örneğin hiç hazzetmediğiniz birinde sevecek bir özellik bulmaya çalışın.hatta ona iltifat edin, zorlayın kendinizi biraz. hobileriniz olsun, şiir, müzik, resim... tüm bunların sevebilme kapasitenize katkısı büyüktür.

    2- - mış gibi davranın, örneğin çok mutluymuş gibi. psikolojide role play olarak tanımlanan bu yöntemi oyuncular iyi bilir ve kullanırlar. enerjinizin düşük olduğu/tebessüm etmekte zorlandığınız bir anda kahkaha atmak için kendinizi zorlayın örneğin. başlangıçta zorlanacaksınız tabi ama tekrar tekrar denedikçe o enerji frekansına geçecek ve doğal kahkahalar atacaksınız.

    3- rutin sürelerle ( mesela 21 gün) hayatınızdaki güzel bir şeyi kendinize gün içerisinde hatırlatın.

    4- karşılıksız vermeyi/paylaşmayı öğrenin. verebileceğiniz şeyler maddi şeyler olduğu gibi "karşılaştığınız herhangi birine gülümseme, bir çocuğun başını okşama vb..." örneklerinde olduğu gibi manevi bir şey de olabilir.

    en sevdiğiniz eşyanızı birilerine hediye edin. böylelikle nesnelere olan bağımlılığınızı azaltacağınız gibi egonuzu da frenlemiş olusunuz.

    göreceksiniz, bir süre sonra o varoluşsal boşluğu ve/veya bunalım duygusunu ruhunuzda artık hissetmeyeceksiniz.
hesabın var mı? giriş yap