*

  • daniel defoe'nun, 1665 yılında londra'yı etkisi altına alan veba salgınını anlatan eseri.

    salgın sırasında beş yaşında olan yazarın, hastalığın londra'da nasıl ortaya çıktığını ve kenti nasıl peyderpey etkisi altına aldığını, hastalığa karşı insanların ruh halini ve tepkilerini, sağlık, ekonomi ve toplumsal düzeyde alınan tedbirleri, hastalığın nedenleri ve tedavi yöntemlerine ilişkin tartışmaları birinci tekil ağızdan anlattığı kitabını, amcası henry foe'nun günlüğünden yola çıkarak hazırladığı düşünülmektedir. bu yönüyle hatırat mı, yoksa tümüyle kurgu mu olduğu tartışmalıdır. ama herhalde veba salgını, gündelik hayata dair pek çok ayrıntı ve gerçek olduğu ifade edilen hikayeler ile süslenmiş bir biçimde yansıtılır ve kitap, aşağıdaki dörtlük ile sona erer:

    "yıl altmış beş, londra,
    dehşetengiz bir veba,
    yüz bin can oldu heba,
    ben ise hala hayatta!"

    türkçe'ye ise iris kantemir tarafından çevrilmiş ve türkiye iş bankası kültür yayınları'ndan "veba yılı günlüğü" adıyla yayımlanmıştır.
  • project gutenberg sitesindeki versiyonunun önsözü fevkalade iğneleyici ve eğlenceli olan daniel defoe eseri. muhtemelen dryden, swift gibi dönemdaşlarını yüceltip de defoe'yu bu derece yerin dibine gömen bir eleştiri daha okumadım, bu yazının kitabın önsözü olabilmesi ise tek kelimeyle harika. gerçekten de anlatımı ve dili kullanımı zayıf, kelimelerin yanlış ve anlamı dışında kullanıldığı, hayal gücünden yoksun olmasına karşın tuhaf bir akıcılığa sahip, bir çırpıda okunan bir kitap. iris kantemir çevirisi kelime hatalarını gidermiş, ortaya çıkan eser kitabın aslından daha güzel olmuş.
  • az biliniyor olmasına şaşırdığım, çok beğendiğim eser. veba gibi bir hastalık yayılmaya başlasa ve yavaş yavaş yaşadığınız yere yaklaşsa, sonra da şehri kuşatsa neler olurdu konusunda bir sürü irili ufaklı hikayecik ve çok gerçekçi tespitler içeren okurken insanı geren türde bir defoe eseri. tam beklediğiniz şeyler oluyor aslında. kitabı gerçeki ve etkileyici yapan da bu.
  • yazar kitabı 300 küsür sene önce yazmış. içinde ise türklerle ilgili şöyle bir kısım var.

    "türklere özgü bir kadercilikle, "tanrı bizi çarpacaksa evde de otursak bir, sokakta da dolaşsak bir," deyip bundan kaçış yok diye düşünerek hastalıklı evlere bile girip çıkmaya ve hasta insanlarla konuşmaya başladılar. hastaları ziyaret ettiler, hasta olmalarına rağmen eşleriyle ve akrabalarıyla aynı yatakta yattılar. peki, sonuçta ne mi oldu? elbette türkiye'de ve böyle düşünülen ülkelerde ne oluyorsa o: hastalandılar ve yüzlercesi, binlercesi öldü."

    bir millet düşünün 300 küsür sene boyunca hiç değişmiyor. hala ihmalde, tedbirsizlikte zirveyi zorluyoruz.

    kitap hakkında yorum yapmak gerekirse de okuması akıcı ve keyifli idi. her şeyden önce yaşanmış bi olayı okumanın etkisi bambaşka.
  • bu günlerde okunulacak en güzel kitaplardandır.
  • luppoculuğun ve vurdumduymazlığın her salgında baş gösterdiğini hatırlatan bir kitap.
  • (bkz: daniel defoe)'nin yazdığı kitap. çok fazla sayısal ayrıntı vermiş. konular arası bağlantılar da biraz kopuktu ama akıcı anlatım ve günümüze benzer bir olayı konu aldığı için okunulunca pişman olunmayacak kitap.
  • şu günlerde okunması gereken kitaplardan .
  • şu zorlu günlerde 2020 yılına uçan arabalar gelecek diye beklerken evimizden çıkamamıza neden olan virüs yüzünden bununla mucadele icindeyken kendimi pandemiyle ilgili kitaplar okumaya adadim. en azindan hastalığın mantigini daha iyi öğrenirim fikriyle de bu kitaptan başladım ve iyi ki de başladım dedim.herkesin aynı gemide olduğunu hatırlatan bu virüsün aynı zamandan insanların cehalet seviyesini de ortaya çıkardığını düşünüyorum.bunu örnekle anlatmama gerek yok sanırım.inançlı bir insan olarak meselenin somut göstergelerinin ötesinde bir amaca matuf olduğuna da inanıyorum.çinin yoğun nüfusu içinde kendi yaşlı nüfusu için etkilenlestirilip değiştirildiğini okumuştum virüsün. komplo teorisi olarak geçecek ama biyolojik silah olduğuna inananlardanım nedense.

    mutasyon olduğu ve evrimden çin'in yediklerinden ictiklerinden ziyade bu şekilde dünyaya zarar verip isin içinden sıyrılıp iyileşmeleri şaşırtıcı kendi ürünlerine bilhassa sağlık amerikayi bile muhtaç etmeleri tükurduklerini yalamalarina sebep oldu.

    virüsün labaratuvarda üretilmediğini söyleyen bilim dergisinin çinin fonladığı yazıyor bakılabilir.

    https://harvardtothebighouse.com/…wasnt-from-a-lab/

    umarım en az zararla bu süreç de atlatılır şu günler.bununla ilgili bir yorum yapacaksam da çin ve rusya'yı dünyanın yeni iki hakimi yapmaya aday olacaktır illet.yeni dünya düzeni çizilecek muhtemelen
    eğer abd ve avrupada salgının hızı böyle devam ederse dünyadaki güç dengeleri ekonomi kökten değişecektir.ımf gundemde olup cogu ülke savaşı yaşayacak muhtemen bu noktada.

    bu konuyla ilgili tübitagin( soğuk algınlığından ölümcül salgına!
    küresel kâbus )okumanızı tavsiye ederim.

    neyse asıl konumuza gelirsek ;

    insanlık olarak tarih boyunca büyük bedellerle oluşturulan tüm ekonomik ve sosyal düzeni tehdit edebilme, bu tehditi bilaistisna toplumların her kademesinde hissettirme yetisine sahip pandemi salgınına neden olan bu virüsler içerisinde yine en çok etkin olan vebadir.
    pek çok insanın zarar görmesine neden olay bu olaylara ilişkin anlatılanlar her daim haliyle ilgi çekmiştir.

    aslında insan olarak ne kadar aciz ve bazen kendimizi kurtarmak adına ne kadar bencil birer varlık olduğumuzun en büyük kanıtıdır bunlar. işte veba yılı günlüğü de dünya tarihinde insanlık adına derin bir iz taşıyan bir yaranın öyküdüsür. 1665 yılında londra'da patlak veren ve 460.000 civarında nüfusu olan londra'da 100.000 civarında insanın ölümüne neden olan (kayıtlar ne kadar doğru okuduklarımdan sonra şüpheli...) büyük veba salgını sırasında olanlar dökümanter niteliğinde bir eser ile bizlere ulaşıyor. kitabın yazarı olan ve tüm dünyada robinson crusoe'nin yazarı olarak nam salan daniel dafoe'nin de 1660 yılında londra'da doğmuş olduğunu belirtmekte de fayda var diye düşünüyorum.

    peki ne anlatıyor veba yılı günlüğü bizlere?

    öncelikle içinde kurgusu olan bir öykü beklemeyin demek istiyorum. daha önce de belirttiğim gibi daha çok o dönemde tutulan kayıtlara ve kitabımızın anlatıcısının yaşadığı tecrübelere dayalı bir belgesel niteliğinde. bu yüzdendir ki hala bu eser bir kurgu mu yoksa hakikaten o dönemde londra'da bu acı günleri yaşayan birinin notlarının (hatta daniel dafoe'nin amcasının notları olduğuna dair söylentiler de mevcut) derlenmiş hali midir bilinmez. hangisi olursa olsun ardında yatan acı gerçekler yadsınamaz.

    1664 yılınun kasım veya aralık ayında londra'nın long acre bölgesi civarında fransız olduğu söylenen iki adamın vebadan öldüğü söylentisi çıkmıştır. söylentiler ayyuka çıkınca, görevlendirilen hükümet yetkilileri ölen insanların cenazeleri üzerinde araştırma yapmış ve bu söylentileri doğrulamışlardır. aynı ay içerisinde aynı evden iki cenaze daha çıkması halkta kısa süreli bir paniğe neden olmuştur. ne var ki her duruma kolayca adapte olma yetisine sahip biz insanoğlu, başka ölümler olmayınca normal hayatlarına dönüvermişlerdir.

    gelin görün ki şubat 1665 ile birlikte st-giles-in-the-fields bölgesinde de defin rakamlarında artışlar gözlemenince o bölge civarında salgın olduğu düşüncesi yayılmıştır. üstü kapatılmaya çalışılan bu gerçekliğin etkidi günbegün artarken, hikayemizin anlatıcısı da elindeki imkanlara rağmen salgını hafife aldığından londra'da kalmayı tercih etmiştir. çok sonraları bu kararından pişman olup günlerini ölüm düşüncesi ile kolkola geçirse de, yapacak pek bir şey olmadığını anladığından, olup biteni kayıt altına almayı, böylelikle hiç olmazsa ileriki nesiller bu tür bir salgınla karşılaştıklarında neler yapmaları gerektiğine dair onlara bir nebze de olsa yol gösterebilmeyi ummuştur.

    işte anlatıcının bu kararı ile bizler de vebanın londra'da yarattığı büyük kıyımın izlerini takip ediyoruz. kenar mahallelerde patlak veren salgın şehrin bir ucundan diğer ucuna kadar yayılıp, genç yaşlı zengin fakir demeden ağına düşürdüğü herkesi öldürürken,fırsatçılığı, çekilen acıya şahit olan gözlerin bizlere anlattıkları içler acısı.
    hastalığı yasayan insanlar thames nehrine
    kendilerini atip kurtulmaya çalışıyorlarmış.

    her gece açılan büyük çukurlara "atılan" binlerce ceset, hasta aile yakınları ya da çalışanları ile evlerine hapsedilen ve bu canavarın kendi vücuduna bulaşmasını bekleyen sağlıklı insanlar, çektikleri acılara ya da korkulara daha fazla dayanamayıp veba onları öldürmeden, kendileri ölümü seçenler... işte bu acı yaşanmışlıkların hepsi daniel defoe'nin kaleminden anlatılmış.

    veba yılı günlüğü'nde bizlerle kitabın bir yönünde "veba tanrının cezasıdır "algisi hakim iyi bir hristiyan olan defoenin bu eserini okuyan bir ateist sanırım dindarlasabilir.

    yaklaşık bir yıl süren kara ölüm,ardında 100.000 ölüyü bıraktıktan sonra tim salgınlar gibi neden başladığını ve bittiğini söylemeden şehri terkedip gider.

    çok etkilendim okurken gözlerimin dolduğu yerler oldu acıyı hissetim, eğer yaşanmış bu tür olayları merak ediyorsanız etkisini üzerinizden uzunca bir süre atamayacağınız bu kitabı tavsiye ederim!

    bununla birlikte (bkz: albert camus)'un (bkz: veba) kitabı okunursa daha iyi anlaşılır imge ve yaşananlar dünü iyi anlatiyor; bugünü daha iyi anlamımızı kolaylaştırır.

    tanım=1665 yılında londra'da başlayan veba salgının anlatıldığı dehşet verici bir kitap.
  • defoe'nun bu kitabını kurgu sınıfına almak da kurgu-dışı diye tanımlamak da hakikaten zor. 1665 veba salgını esnasında 5 yaşında olduğu için kendi gözlemleri olmadığı bir gerçek, öte yandan kitaptaki gibi o günleri yaşamış birinin günlüğü olma ihtimali de zayıf görünüyor. ama yazınsal türü hangisi olursa olsun gayet iyi bir kitap var ortada. özellikle de pandemiyi yaşadığımız şu dönemde -tabii ki 17. yüzyıl şartlarındaki bir veba salgınıyla karşılaştırılması insafsızca olsa da- bu kitabı okumak kitaptaki dehşeti ve tanıdıklığı ikiye katlıyor. londra'yı etkisi altına alan veba salgınını her açıdan irdeliyor defoe ve neredeyse hiçbir şey atlamıyor. bölümleme yapılmadan yazıldığı için biraz daldan dala atlıyormuş gibi bir havası olsa da içeriğiyle bertaraf ediyor durumu. kitapta diğer milletler arasında napoli ile beraber yerilen, eleştirilen tek milletin türkler olması ise bugünün corona şartlarındaki gözlemlerimizle beraber düşünüldüğünde pek de haksız yargılar değil.
hesabın var mı? giriş yap