• michael haneke'nin ingilizcesi glaciation trilogy olan ve aşağıdaki üç filmden oluşan üçlemesinin almanca, yani orijinal ismi. buzullaşma, buzul ile kaplanma, buzul aşındırması gibi anlamların içinde buzul aşındırması bana çok cazip geliyor. buzul aşındırması üçlemesi diyelim demiyorum ama anlamı bakımından bir etkileyiciliği var. türkçeye genelde buzlaşma üçlemesi, duygusal buzlaşma üçlemesi veya kent üçlemesi diye çevrildiğini gördüm. hiçbiri hoşuma gitmedi. eis ve gletscher, ice ve glacier, buz ve buzul aynı etkiyi yaratmıyor. ben de orijinal isminin altında yazmak istedim.

    1. der siebente kontinent (the seventh continent, 1989)
    2. benny’s video (1992)
    3. 71 fragmente einer chronologie des zufalls (71 fragments of a chronology of chance, 1994)

    buzul kelimesi tek başına epey fikir verse de dönem hakkında biraz bilgi edinmek iyi olabilir. ben şöyle bir göz attım, uzun uzun araştırdığımı söyleyemem ama bu aralar ilgimi çeken bazı şeylerin bağlantılarını görmek hoşuma gitti. avusturya'nın "biz nazizmin ilk kurbanıyız, biz almanya'dan kültürel olarak çok farklıyız." diyerek birçok suçu ve suçluyu görmezden gelip cezasız bırakmayı, inkârı, kendini masum göstermeyi seçmesinin, inandırıcı olmayan bir hikâyeyle büyük kayıpların, acıların üzerini örtüp sorumluluktan kaçınmasının savaş sonrası nesilde toplumun her kesiminde aynı karşılığı bulmadığını, kiminin resmî anlatıya adapte olurken kimilerinin de yüzleşmeyi ve karşı çıkmayı seçtiğini, thomas bernhard, elfriede jelinek ve valie export gibi örneklerin bunu çok sert, provoke edici, rahatsız edici bir üslupla yaptığını, eski nazilerin şimdi devleti temsil ederek yazarları yönlendirmeye ve kültürü şekillendirmeye çalıştığı bir ortamda thomas bernhard'ın tiksintisini hiçbir eserinin kendi ülkesinde sahnelenmemesi ve yayımlanmamasını vasiyet ederek belirttiğini, bu arka plandan gelen michael haneke'nin filmlerinde de ülkenin hâletiruhiyesini daha evrensel bir bakış açısıyla, sadece kendi ülkesi için değil genel olarak insanlık için eleştirel, düşündürücü ve unutulmuş, karanlıkta bırakılmış yanlışlara ve suçluluğumuza ışık tutan bir tavırla yansıttığını görebileceğimizi söyleyebilirim sanırım. link kendimce şöyle yorumluyorum: suçlunun suçunu telafi etmediği, yapılan hataların yok sayıldığı, acı çekilmesi gerekiyorsa çekilmediği, yapay bir masumiyet kisvesiyle köreltilmiş duyguların yerini kaskatı bir soğukluğun aldığı bir dünyada yaşamak diye yaptığımız şey hissiz, donuk bedenlerimizi oradan oraya hareket ettirmek oluyor. anlamlı şeyler görünmez, düşünülmez, konuşulmaz kılındığı zaman her yeri anlamsızlık kaplıyor, yaşamın kendisi anlamsızlaşıyor, değersizleşiyor. insan insanlıktan uzaklaşıyor. bunları hem kendi içinde bireysel olarak hem de kalabalıkça, toplum olarak tecrübe etmek bireylere ve topluma zarar veriyor, "aşındırıyor" ve yıkıma neden oluyor.

    --- spoiler ---

    ilk film gerçek bir hikâyeye dayanıyor. anne, baba ve kız çocuğundan oluşan, başta çok sıradan görünen bir ailenin yavan hayatlarıyla ne yapacaklarına karar vermesi ve bu kararı hayata geçirmesi ile ilgili diyecektim ama hayata geçirmek yerine hayatsızlığa mı deseydim diye, sonra da hayatsızlık nasıl daha hayatsız hale getirilir ki diye bir tereddüte düştüm. ailenin kararından önce film çok monoton ama eskide kalmış yaşam tarzını görmek açısından yine ilgi çekici. karardan sonrası ise oldukça rahatsız edici. olmasa olmazdı tabii ama o balıklar, o paralar, hayvan gibi tıkınmalar insanın midesini bulandırıyor. berbat, acılar içinde geçen değil, gayet normal görünen ama robot gibi duygusuzca sadece gerekeni yaparak sürdürülen bir yaşamdan vazgeçmek, hiçbir anlamı olmayan şeylerin, yani her şeyin yıkılıp dökülmesi, geride bırakılması çok da zor değilmiş gibi görünüyor. önem verdiğimiz şeylerin çok da önemli olmamasını hissetmek insanda bir boşluk hissi yaratıyor. mutsuzluktan mutluluğa doğru değil de bir mutsuzluktan başka bir mutsuzluğa gider gibi görünüyorlar. bu üzücü aslında ama kendileri çok umursuyor görünmediği için üzülmekte zorlandım. gülmenin, ağlamanın bulaşıcı olduğu gibi duygusuzluk da bulaşıcı galiba. gitti gül gibi aile demek yerine, alınganlık edip anlamsızsak ölelim mi yani demek biraz can sıkıcı. şu videoda michael haneke filmi çok güzel anlatmış, tatlı tatlı.

    ikinci film, benny's video, tam olarak gerçek bir hikâyeye dayanmasa da michael haneke yine gazetede gördüğü bir haberde benzer bir olayın yaşandığını ve suç işleyen çocuğun, benny gibi, bunu nasıl olduğunu merak ettiği için yaptığını söylediğini ve birkaç yıl boyunca benzer haberleri takip ettiğini, aynı sebebin birkaç kere daha karşısına çıktığını söylüyor. link benny kendini çok ifade edemediği için motivasyonunu anlamak zor. evde sürekli çalışır durumda bir ekran var, ya televizyon izleniyor ya kasetlere kaydedilern videolar. gün içinde benny'nin tek başına kaldığı uzun bir zaman dilimi var. birçok ergen gibi rahatsız edici görüntüler izlemekten kaçınmıyor. dışarıyı bile camdan değil de ekrandan izliyor. gerçeklikten pek haberi yok gibi, çok da düşünmeden hareket ediyor gibi bir hali var. o yüzden canice bir suç işlediğini söylemek zor. gerçekten de o an aklına esti, merak etti, denemek istedi gibi görünüyor; kötülük yapmak için değil, yaptıklarını yapmamak için bir sebep bilmediği için. anne ve babanın kendilerini de suçlu görüp olayı örtbas ederken çocuğun da geleceğini kurtarma motivasyonu anlaşılabilir olsa da tavırlarından, sakinliklerinden, arada annede görülen bir iki belirti dışındaki duygusuz, gerekeni yapar yolumuza bakarız havalarından çocuğun neden böyle bön, aymaz, umursamaz bir şey olduğu anlaşılıyor. yaptığın yanlıştı, bir daha yapma bile demiyorlar. hemen olayın üstünü kapatmaya girişiyorlar. ama çocuk izlediği videoda öldürülen domuzun hayatı gibi kızın hayatını da kendinin ve ailesinin hayatını da çok önemser gibi görünmüyor. polise olanları anlattıktan sonra daha önce hiçbir yanlışının sorumluluğunu almamış bir tavırla "şimdi gidebilir miyim?" diyor. önce kendi olay hiç yaşanmamış gibi davranırken anne babası da işin içine dahil olup olayı âdeta silince çocuk itiraf etme gereği duyuyor. işte bunun sebebinden emin olmak çok zor. vicdan mı yaptı? ailesini mi cezalandırdı? yaptığı şeyi bir meziyet, bir kahramanlık gibi görüp silinmesini mi istemedi? belki filmlerde böyle görmüştü? belki sonunu düşünmeden, ailesine ne olacağını kestiremeden sadece aklına geleni yaptı? bana sonuncu daha yakın geliyor. beni en çok düşündüren şey benny'nin domuzun öldürüldüğü videoyu tekrar tekrar izlemesiyle, bizim benny'nin videosunu izlememiz arasındaki paralellik oldu.

    üçüncü film de bitince uzun zamandır bu kadar çok televizyon izlememiştim diye düşündüm. diğer iki filmde de yok değildi ama bu sefer bazı haberleri iki kez görecek kadar çok televizyon sahnesi vardı. günlük hayatta çok sıradanlaşmış ve kanıksanmış durumların filmde gösterilince batması da tuhaf. gün boyu televizyonun açık olduğu evlerde aynı haberin defalarca izlendiği ve umursanmadığı çok oluyordur. bu da diğerleri gibi dönem hakkında epey bilgi ve fikir veren, biraz belgesel tadında ama adından da anlaşıldığı üzere çok parça bölük bir filmdi. bana ilginç gelen şey, filmin en "vurucu" kısmı denebilecek olayı bir çırpıda olup bitiyor ama sonrasında bir kan akma sahnesi var, neredeyse bir buçuk dakika. hipnotize oluyor, ne izlediğini unutuyorsun. masa tenisi çalışan kişinin sahnesi de öyleydi. bir de iletişimsizliklerle doluydu film. "seni seviyorum.", "neden öyle dedin?" çat! eşler arasında, baba ile kız arasında, evlat edinilen çocukla yeni ailesi arasında, telefon konuşmasında, yabancı çocukla koca ülke arasında, michael jackson ile koca dünya arasında, her yerde bir iletişimsizlik, bir anlaşamama. üzerine anlayışsızlık ve nezaketsizlik de binince felaket kaçınılmaz oldu. üç film de ekranlar vasıtasıyla olayların vahametinden sıyrılabilme, tekrarlayan sahneler, ağır ağır birikip aniden patlak veren sorunlar gibi ortak noktalara rağmen açık uçlu sınav sorusu tadında, çok şeyin yoruma açık bırakıldığı, yoran, eğlendirmeyen, detaylara indikçe düşündüren de düşündüren fimlerdi.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap