• women in love meselesi aslında daha kolay açıklanabilir, daha iyi anlaşılabilir gibi duruyordu, ama ben women in power meselesine değinirken; tabi tepki çekebilirliğini de göz önünde tutmalıyım; ama ne farkeder ki; zaten ne söyleyeceksem, söylüyorum; eğilmem, bükülmem; şimdi bakalım; evvela bu kadınların egemenliği hadisesi walter besant 'ın (1836-1901) dystopia sında işleniyor. romancının eserinin adı the revolt of man.
    yazarların haklarını koruyabilmek için yazarlar birliğini kurmuş bir yazar olarak; londra'nın doğusundaki yoksullukla ilgilenmiş. kadınların toplum içindeki durumu üzerine de böyle bir dystopia çalışmasına girişmiş, düşün sistematiği kurmuş.
    tıpkı v for vendetta da olduğu gibi gelecek ingiltere'sine bir bakış atıyor yazar. gelecekte ingiltere 'de egemenlik kadınlardadır. perfect woman yani kusursuz kadın dini, hiristiyanlıkla yer değiştirmiştir. ve bu yeni dine karşı gelmenin cezası ölümdür, bu kadar serttir yeni din. senatus'un monarşisi yıkılmıştır. artık güç peeresslerdedir, yani lady'lerde. ve adaylar tümüyle silmektedir eskinin, yani erkek egemen bizlerin kadınların akıttığı gözyaşlarını, acıları, feryatları, cinsel tacizleri, fiziksel şiddetleri. bu egemen kadınların erkeklere biçtiği rol itaatten başka birşey değildir. tıpkı victoria çağı ingiltere'sinde erkekler tarafından kadınlara biçildiği gibi.
    artık roller değişmiştir; erkekler daha az eğitim alacaklardır, çok düşük maaşlarla çalıştırılacaklardır, evli erkeklerin tüm malvarlığı eşlerine aittir. ev işlerini de erkekler yapmak zorundadır, veya çocuklara çocuklara bakmak, beri yandan çalışırken. kocası, karısının soyadını almaktadır. kadınlara uygulanacak şiddet, erkeklere eşit şekilde ödetilecektir. eğer bir erkek, karısının sözünden çıkarsa veya ona tepki verirse hapse tıkılacaktır.

    yasaklar çeşitli boyutlardan ele alınmalıdır;
    örneğin erkeklerin birleşerek güç haline gelmelerini, haklarını aramalarını yasalar engellemişti. eşcinseller, siyahlar, feministlere modern çağın koyduğu sınırlamalar, eserde abartılarak, alegoriyle karışık bir şekilde ters yüz edilerek bu hale getirilmiş. erkekler birleşip, güç haline gelemedikleri gibi, evde oturmaya zorlanmaktadırlar yasalar gereğince.
    eğer erkekler gizli veya açık bir şekilde biraraya gelip de toplu çalışma sergilediklerinde, bir kadın onları susturacaktı, bu yetki yasayla kadınlara verilmişti.
    yasakların bir boyutu da edebidir; shakespeare, dickens gibi erkek egemen zihniyetin elinden çıkmış edebi eserler yasaklanmıştır.

    bir başka yasak boyutu psikolojiktir; örneğin erkekler öyle eğitileceklerdir ki; içlerine kapanık, utangaç, sosyal fobileri tavan yapmış bireyler olacaklardır. yaşadığımız çağın (çağların hatta) kadınlara uyguladığı eğitim sistemi veyahut onlara biçilmiş yazılmamış ahlaki sınırlar yine ters yüz edilerek, kadınlar tarafından erkeklere uygulanmaktadır. psikolojik baskı öyle boyuttadır ki; bir matriarch yani sahibe, efendi ana, yaşını başını almış bir kadın sahip isterse genç oğlanlarla evlenebilecektir, eğer ona karşı çıkan, evlenmek istemeyen erkek çocukları olursa, onlar hapse atılacaklardır.

    ilk bakışta hatun kısmına oldukça samimi gelecek bu ters yüzler (izam edilmiş, orası muhakkak) zamanla toplumda çatırdamalara, ekonomik, kültürel manada çöküşlere sebep olabilecektir. kadınların egemenliği başarısız olacaktır, yetersiz olacaktır. zire ülke batacaktır;
    endüstri şehirleri yavaş yavaş çökecektir. elle dokuma ve kır üretimlerine geçişle birlikte, fabrikalar bir bir kapanacaktır, makineleşme duracak, kanımca en büyük sorun; denizaşrı ticaret ortadan kalkacaktır. steven gerrard 'ın memleketi liverpool zaten balıkçılıkla geçinen küçük bir kentti, onlar da yok olacak, doklar kapanacaktır. demiryolu sistemi çökecektir.
    efendime söyliyeyim; deniz yolculuğu bahsinde yazmıştım; "'deniz yolculuğu' kavramına bakınca medeniyeti, insanlaşmayı, kültürel alışverişleri, bu alışverişlerden kazanımlarını da kişilerin, kendi kültürüne yedirip, aydınlanmasını görüyorum. deniz yolculuğu başlı başına 'taşıma'dır; insanın taşımasıdır.
    taşınan dediğim gibi kültürün kendisi olabiliyor, kültürün ve sosyal koşulların üretime yönelttiği kişilerin, yaşama savaşları sonucu ekinleri, ürünleri olabiliyor, afrikalı emekçinin ellerinde yaradılmış sepetler deniz nakliyatıyla beyoğlu'nda atlas 'a ulaştığında, pasajı gezen bir başka emekçi o kokuyu duyabilir, o emeğin kokusunu alabilir, denizin, o denizin üzerinde belki artık eskisi gibi rüzgarla değil de, sadece insan gücüyle değil de, kömürle değil de, elleri nasırlı kölelerin çabalarıyla değil de, artık teknolojinin, yüzlerce savaşla sağlanmış humanitas kazanımlarımızın ve geçmişte gerçekleştirilmiş, 1400'lerde bunalım içindeki avrupa'ya yeni bir soluk getiren ispanyol ve portekiz gemilerinin kanarya ve madeira adalarından başlayarak emperyalist, sömürgeci hatta kapitalist sistemin temelini attıkları o deniz seyahatleri ve artık kendinden olmayanları sömürerek, kendini geliştiren daha modern güçlerin 5-6 yy. sonra artık koca koca şirketlerin, devlet eliyle hatta bizzat devletleşerek yine kendinden olmayan ve sanayi devrimini yaşayamayan, işçi ve insan hareketlerinden muaf tutulmuşçasına hep geri kalmış, yüzyıllara varan geri kalmışlığının faturasını da hala değişime çıkaran, değişimi reddeden, gelişmeye omuz silken, ama bunu yaptıkça da batı tarafından avrupa ve abd arasında sıkıştırılan modern türkiye 'nin insanı işte bu kokuyu, pasajda duyabilir, atlas pasajında afrika'dan ihraç sepetler vasıtasıyla deniz kokusu alan modern biz, aslında bu yetimizi de batılı aracılara, gemi şirketlerine, onları yönlendiren daha büyük şirketlerin devlet eliyle, ihracatı, hatta bizzat devletleşerek uluslararası ekonomik anlaşmalarında, kendi tekellerinden çıkartmamalarına borçlu değil miyiz?
    ..
    deniz kokusu medeniyetin öyle ya da böyle gelişmesinde, kültürlerin iç içe girmesinde, mitosların uygarlaşmasında, humanitas kavramının ta kendisinde de vardır efendim; deniz yolculuğu kokusu, insanın doğasına işlemiştir, bu koku insanın kendisi olmuştur hatta." (bkz: deniz yolculuğu/@jimi the kewl)

    denizaşrı iletişimin kopuşu, ticaretin en mühim işlevi olan insanın diğer insanlara ulaşımı, sadece maddi düşünmemek lazım, fikirsel ulaşımı ortadan kalkınca, belirttiğim gibi ilerleme duruyor; gelişim kendi kendini boğar hale geliyor. bir sohbet esnasında cengiz çakmak demişti ki; dışardan müdahele edilmemiş, belli kültürel ve genetik değişimler geçirmemiş, alışverişe katılmamış köylerde, kasabalarda tipler ve karakterler doğal olarak fikirler birbirine benzer. iletişim gelişmeyi sağlar, çeşitlilik zenginliktir, bunun yolu tıkanırsa, insan fikri gelişemez; yaşanan çöküşün boyutu bu yüzden öyle ağır olur ki; en basitinden erkek kuvvetinin sistem dışına itildiği bir distopya'daki bu çöküşleri bu şekilde düşününüz.

    yaşanan olumsuzların farkına varan veyahut önlem almak isteyen cambridge üniversitesi'nden profesör dorothy ingleby oluyor. ve tespiti yapıyor:

    "woman's rule is unnatural."

    çok net. bu doğal olmayan egemenlik; maskulen cinsin yönetici ve yaratıcı kimliğini yok etmiştir.
    buna mukabil; güçlü kaslarla, güçlü kasların varlığıyla düşünen güçlü beyinleri de gözardı etmiştir. işte bu şekilde sağlanan bir kudret doğal olamaz.
    bunun üzerine kocasıyla bir anlaşma yaparak; bir 'male revolutionary movement' erkek devrim hareketi başlatır. ve chester lordu da lider olarak belirlenir. ilk iş onu eğitmektir. profesör onu alır ve royal academy'e götürür. orada kadınların elinden çıkma; rezil britanya eserlerini gösterir.

    verilen mesaj çok net; erkeğin "sheep! sheep! we follow like a flock!" isyanını dile getirmesi yersiz değildir. zira erkekleri resmeden kadınlar; onu kaba bir canlı olarak düşünmüş, elinde sopasıyla muhtemelen bir başka canlıya zarar vermeyi planlarken resmetmiştir. fakat bu sadece başlangıcıdır bu renkli oyunun. zira bu kıllı kaba adamın önce tüyleri yolunur, sakalları bıyıkları kesilir, kıyafeti günün son modasına uygun hale getirilir yine kadınlar tarafından. gözlerinde kadınlara karşı, saygıyla karışık bir korku vardır. (in reverential awe) ifadesi ise erkeğin; gerizekalıdır, sahtedir ve béate 'dir.

    perfect woman yalnız başına oturup da bu dünyayı güzelleştirmek için düşündüğünde; evvela erkeği dönüştürmesi lazımdır; ama bu dönüştürme işlemi sanmayınız ki pek olumlu olacaktır; zira çağımızın erkeğinin, bilbordlarda, erkek dergilerinde, pornoda, çok çok masum görünen sanatlarda, gazetelerde, dergilerde, tv'lerde her yerde ama her eyrde kadınları istedikleri gibi dönüştürmeye giriştikleri gibi, erkekler de gelecekte ingiltere 'de; kadınlar tarafından uyutularak dönüştürülüyorlardır; ya da dönüştürülerek uyutuluyorlardır.
    nereden bakarsanız bakın; profesörün dediği doğrudur;

    "woman's rule is unnatural."

    ayrıca

    "man's slavery is unnatural"

    erkek olan uyutulmuştur. kadınlara karşı saygıyla karışık korku barındıran o gözler fıldır fıldır yeni kıyafetler aramaktadır, alışveriş aramaktadır, son model traş bıçaklarının peşinde koşmaktadır, diğer erkekleri diskalifiye edecek, onların tepelerine yerleşecek, bilbordlarda, tv'lerde kendilerinden bahsedilecek, kadınların oyuncağı oldukça, yedikçe acıkan bu canavar ruhlu hegemonyanın daha sadık bir kölesi olacaktır. onun için önemli olan kıyafettir; kredi kartlarıdır, görünümüne etki edecek, onu farklı kılacak olan mal varlığıdır, fakat üretimin böylesine durduğu, kültürel, sosyal manada çöküntüler yaşayan bir toplumda, kadınlar tarafından düşünmeleri engellenmiş, kısıtlanmış, sınırları doğal olmayan bir şekilde çizilmiş erkekler için bir hercules olmak vardır; onun o görkemli baldırları veyahut karın kasları vardır; yedikçe acıkan canavar dişi hegemonya, erkeğin düşünmesini istemediğinden, kendi istediği forma sokup orada istediği gibi de onu yönetmek isteyeceğinden; artık düşünen bir erkekten bahsetmek imkansızdır.

    müzik de ortadan kalkmıştır artık. profesör şöyle diyor; 'women have never composed great music.', üniversitelerin, sanat akademilerinin hepsi kadınlarla doludur, erkekler sadece üretme ihtiyacını giderip kenara çekilmektedir. fikirsel üretim mevzusu ise tam burada bir çöküşle karşılaşmaktadır.

    zira kadınlar nasıl anlayabilirdi; politik ekonomi, ahlak felsefeleri (bkz: etik) veya sosyal bilimleri erkeklerden öğrenmişlerdi. şimdi gelişimin önü tıkandı; peki ya şimdi ne olacak? bir zamanlar erkekler tarafından geliştirilmiş bir bilim sistematiği , düşünce sistemi vardı. ama artık yok. bilimsel faaliyetler yavaş yavaş ortadan kalkacak, yukarıda belirttiğim gibi; erkeğin düşünmesi engellendi, hatta uyutuldu. erkek, görüntüsünü geliştirmeye çalışmaktan düşünemez hale getirildi, günümüz kadınlarına biçilen kaftan rengi değiştirilerek erkeklerin üzerine geçirildi. bir zamanlar düşünen erkeklerden eğitim alan kadınlar, artık bilimsel gelişimleri unutarak, yeni nesilleri eğitemez oldular.

    kadınlar artık eski kitapları okuyamazlar, zaten anlayamazlar, zira yeni nesle eskinin o kof kalmış erkek egemen eğitim sisteminin ürünleri ders olarak verilemezdi, sistemin çöküşü demekti bu. eski veriler, bulgular, keşifler, çalışmalar, araştırmalar hepsi artık yakılmalıydı, bu sistemin devamı için eskilerde kalmış, üzerine devrim yapılmış olan sistemin hiçbir şeyine ihtiyaç yoktu, aslında vardı ama yoktu!
    matematik, kimya, fizik, jeoloji bütün bunlar üzerine daha fazla konuşulamayacak olanlardır, çünkü temeli olmadan düşünce geliştirilemez, erkeklerin egemen olduğu düşün sistemlerini temel alamayan bu yeni sistem, üzerine gelişme gerçekleştiremezdi. işte burada bu sistem distopya açısından ilginçtir.

    "fakat neden?"

    evet neden diye soruyor profesör, neden bu sistem? çünkü kadınlar bugüne kadar yaratamayıp, alıcıydılar, üretici değillerdi, tüketiciydiler. fakat bu yeni düşünce sistemi bunu reddetti yıktı geçti. oysa profesöre göre; kadınlar hiçbir zaman dünyayı zenginleştirmemişlerdi, dünya gerçeğine ulaşamamışlardı, yeni bir keşif gerçekleştirmemişlerdi ki o keşif dünyanın seyrini değiştirsin. yani bu yeni sistem bizzat bu yüzden imkansızdır.

    evet walter besant 'ın the revolt of man 'ından (blackwood, 1882) ekşi sözlük okurları için böyle bir açılım yaptım, alıntı da diyebilir misiniz bilmiyorum, zira olabildiğince özetlemeye çalıştım.
    açıkçası burada anlatılanlar inanılmaz heyecan verici; özellikle homo economicus haline sokulmuş, böylelikle düşünmesi engellenmiş, gelip geçici, maddi hayatın göz boyayan görselliği üzerine yaşam bina etmesi istenen modern insanın rasyonel dünyada en az bedelle en fazla mutluluk peşinde koşması doğal olarak birçok sorunlar ortaya koymakta, aydınlanma ve rönesans ı yere göğe sığdıramayıp, ortaçağ felsefesini, doğu'nun o sağlam yapılarını gözardı eden sistem tabi ki doğal olarak ya akılcı mantıkla ya da pek romantik bir şekilde huzurlu yaşamanın sınırlarını belirlerken, insanın o doğa karşısındaki arayışını hem de herakleitosçu bir çıkışla kendimi keşfettim diyerek ortaya koyduğu o şaşkınlığını, presokratik dönem filozofların arkhe arayışları bir kenara, ben sadece herakleitos'la taçlandırmak isterim, kosmos'un birliği ve karşıtların birbirini takip ederek, bütün oluşturması ilkesini yok edeceğini zaten düşünmemek, öngörmemek saçmaydı.
    aslında romantizm ve rasyonalizmin de varacağı yer budur. yani yazarın "unnatural" bulduğu şeyi zaten yaşıyoruz, ama demek istediğim bunun sorumlusu; tıpkı erkek egemenliğiyle kadınları ezen o vulgar barbar düşünceler olduğu kadar, işte o aydınlanma da aydınlanma, rönesans da rönesans diyenler değil midir? el birliğiyle birşeyler, bazı düşün'ler oluşturuyoruz, tıpkı women in power olgusunda olduğu gibi, birşeyler yıkılıyor, doğanın ve doğal olanın dışına çıkıldığında nasıl hezimet yaşandığına dair zaten verilen örnek yeteri kadar açık.
hesabın var mı? giriş yap