• akşehir 'de geçen güzeller güzeli bir tarık buğra romanıdır. serbest cumhuriyet fırkası deneyiminin anadolu'daki etkilerini resmi ideolojinin dışından anlatır.roman dili -özellikle yöresel şivenin dialoglarda başarılı kullanımıyla- müthiştir.
    1930'ların başında bir anadolu kasabasının nefis bir panoramasıdır.
  • tarık buğra'nın 1981 yılında yayımlanan romanı. buğra’nın bu eseri, dönemeçte romanıyla gerek konu, gerekse üslup bakımından büyük benzerlikler taşır. iki roman, birbirinin devamı olan iki süreçten bahseder. dönemeçte romanında demokrat parti dönemi ve çok partili hayata geçişin sancıları masaya yatırılırken; bu romanda atatürk eliyle kurdurulan serbest cumhuriyet fırkası’nın, yani cumhuriyetin “cumhurun sesi” olması için gereklilik arz eden ilk muhalefet deneyiminin perde arkası anlatılır.
  • kemal tahir'in kentli yol ayrımı'nın kasabalı yansıması. art arda okunmalarında fayda bulunur.
  • liseler arasi kitap okuma yarismasi kapsaminda okudugum 10 kitaptan biriydi, diger kitaplarin hepsini hizli hizli okumustum yetistirebilmek icin ama bunu yavas yavas keyfini cikara cikara okumustum. simdi aklimda cok cok az bi kismi kalmis ama kitap cok guzeldi onu hatirliyorum.

    edit: dün itibariyle yeniden okuyup bitirdiğim, eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettiren, en az adı kadar güzel bir, tarık buğra eseridir bu.
    çok partili hayata geçiş denemelerinin, bunun insanları nasıl etkilediğinin, demokrasiye hazır olabilmenin de bir birikim gerektirdiğinin, siyasi ihtirasların bazen temel ihtiyaçlardan bile daha büyük önem arz ettiğinin çok güzel bi göstergesi olmuş.

    1930'lardaki bir anadolu kasabasının hayat tarzını merak edenler için tavsiye ederim.
  • tatlı, keyifli, pastoral ve müthiş bir roman, ekmek kadayıfı gibi. taşra romantizminin doruklarında dolaştıran...tam bir yozgat beyefendisi...fakat, ben bunlardan bahsetmeyeceğim sevgili okur.

    romanın anlatım tekniğini, karakterlerin işlenişini ve genel olarak yapısını çok sevdim. füruzan'ın 47'liler romanındaki kadar taşra insanının siyasal tavrını kavratan çok çarpıcı ve harika analizler var.

    fakat beni rahatsız eden bir şey var ki...

    her romanın taşıyıcı motoru olup belirli aralıklara karşınıza çıkan cümlesi, vurgusu veya betimlemesi vardır. mesela ince memed romanı için "ve memedin gözüne o iğne ucu gibi parıltı yine geldi oturdu" diyebiliriz. belki 50-100 sayfada bir bu cümleyi okuruz.

    bu romanın da bir kaç yerinde, belirli aralıklarla okuyucuya hissettirilen bir duygu var; imkansızlık, boşunalık. bu duygu, şöyle bir düşüncede vücut buluyor; "biz taşrada, siyaset adına ne yaparsak yapalım, istersek birbirimizi yiyelim ve hatta cinayet işleyecek seviyeye gelelim, burada verilen siyasal mücadele neticesinde, sonuç ne olursa olsun, kaybeden yine biz olacağız ve ankara'dakilerin hayatında çokta bir şey değişmeyecek"

    bu, teslimiyetçi, mücadele azmini düşüren ve yereldeki siyasal mücadeleyi "küçük" ve önemsiz gören anlayışı reddediyorum.

    yanlışım varsa düzeltin.
  • akıcı dili ile okuması gayet keyif veren ancak bir taraftan da huzursuz eden tarık buğra kitabı.
    şöyleki kitap genel manada 'serbes fırka' nın kurulması ve çok partili hayatın küçük bir kasabada bir avukat merkeze konularak aile, arkadaşlık, komşuluk, düşmalık ilişkilerinin ama daha daha çok içsel hesaplaşmaları çok güzel anlatıyor.
    önceki entrydeki yazarın itirazına bir nebze hak vermekle birlikte esas vurgulanan şeyin aslında pasif duruşa sevketmekten ziyade günün sonunda siyasi görüşümüz ne olursa olsun hepimiz birlik olup aynı yağmur için duaya çıkacak aynı yağmuru bekleyeceğiz. yani siyasete dahil olarak değiştirelecek ve değiştirilemeyecek şeyler vardır elbet ancak değiştirilmemesi gereken siyaset yüzünden selamı sabahı kesmeye, hatır gönül kırmaya götüren o ince holiganlaştıran çizgiden olabildiğince uzak durmak gibi bir mesajı bir kere daha aldım ben (ya da öyle yorumlamak istedim bilemiyorum).
    kitap mutlaka okunması ve okutturulması gerekenlerden. her ne kadar cumhuriyet ilk yıllarını anlatıyor gözükse de her döneme ait olan bir kitap ve kesinlikle sıkıcı değil. sadece iç karartmıyor, sadece güldürmüyor, sadece siyasete dair değil. gündelik hayatımızda, zihnimizde dönüp duran birçok şeye dair.

    --- spoiler ---

    sen öyle san, emmimin oğlu. dilleri ayrı onların, dilleri. hepsi de bundan ibaret. dilleri dediysem yanlış anlama; bakışların, gülüşlerin, ellerin, kolların dillerini diyorum ben. daha açığı mı? onu da söyleyeyim: sen kendini üstün gördüğün için ya da onu küçümseyişinden böyle bakar, böyle gülersin; o da bunu kabul etmediği için senin bakışını, gülüşünü anlayamaz, nasıl karşılık vereceğini bilmez .. bilemez; karşılığın nedir, çıkaramaz. *

    acıkmışlar .. açlar, yazık. dilenmeyi de bilmezler. kapımızda bekleştiler. iki lokma alınca da gittiler. anlamadın sen emmimin oğlu; eşeklik edip verdim paketi.. kendimi bi bok sandığım için. bilirim ben; ayıp olmasın diye aldı paketi. bilirim ben; bekledikleri iki lokma iki çift laf. . hatta bir selamünaleyküm; yok sayılmamak, eşya farzedilmemek: varlıklarının, insanlıklarının kabul edildiğine inanmak. asıl açlık bu. yürütecek, konuşturacak, gözlerinin ferini getirecek iki lokma bu. *

    bi de kakmış selbesçiyiz dersiniz .. guştan da mı selbessiniz len oğlum. en, en selbesi guş değ mi? *

    --- spoiler ---
  • 1981 yılında yayınlanan bir tarık buğra romanıdır yağmur beklerken.
    roman, 1930 türkiye'sinde yönetimi elinde tutmayı sürdüren tek parti chf'na (o yıllarda cumhuriyet halk fırkası) muhalif bir ses oluşturma çabasına giren birkaç devlet adamının serbest fırka'yı kurma girişimini ve ardından gelişen olayları anlatır.

    küçük bir kasabada avukatlık yapmaya çalışan rahmi, kendi halinde bir geçim sürdüren aynı zamanda amcası rıza efendi ile birlikte ticaret yapan, okumuş ancak toprağı, köylüsü ile olan bağını, doğallığını korumuş birisidir. rahmi'nin hayattaki tek gayesi ailesi ile kurduğu sade hayatın muntazam şekilde devam etmesidir. rahmi ister ki akşam eve geldiğinde çocukları serdar ve müberrer ile eşi güldane onu mutlu karşılasın, bahçesinde cızbızı her daim hazır olsun, bahçesindeki nimetlerden, hayvanından yararlansın. rahmi'nin isteği yalnızca budur.
    ancak rahmi köylü olmanın verdiği doğallığı kendisinde barındırdığı gibi köydeki okumuş-aydın kesimin üzerine yüklenen birtakım idari-siyasi vazifeleri de kendisine görev bilen biridir.
    bu yüzden meslektaşı kenan bey'in vefat etmeden önce rahmi'ye vazife olarak yüklediği serbest fırkanın teşkilatlanması ve seçimlere hazırlanması vazifesi rahmi'de kutsal bir görevi yerine getirme arzusu sağlar.

    yazarın bahsettiği kasabalı figürü ve bu kasabalı karşısında yer alan aydın sınıf bana yakup kadri'nin yaban ve ankara romanlarındaki kasabalı-aydın çatışmasını anımsattı. doğrusu benzer bir nitelik bekliyordum burada, beklediğim gibi de oldu. kasabalı tıpkı yaban ve ankara romanında olduğu gibi burada da aydın kesime yabandı. aydın kesimin yaşamına, alışkanlıklarına, gayelerine yakın durmak şöyle dursun onu temkinli gözlerle izledi.
    buradaki kasabalının gayesi doktorun, avukatın, kaymakamın gayesi ile bir değildi. kitaptaki köylülerin gayesi yalnızca yağmurun gelmesiydi. yağmur beklerdi köylü. yağmur gelsin ki ekinler hayat bulsun, para kazansınlar ve karınları doğsun. romanın adıyla özdeşleşen bu durum romanın geçtiği tüm zaman dilimi boyunca sürer. köylü kendi yağmurunu beklerken aydın da kendi yağmurunu bekler . aydın kesim ister ki serbest fırka kurulsun, muhalif bir ses çıksın ve devleti, yönetimde yaptığı yanlışlar yönüyle eleştirsin, aykırı ses oluştursun, hak arasın, hak versin. fakat işler istedikleri gibi gitmez. rahmi bu durumu anlar en başında ve atatürk'ün partisine muhalif olmanın chf'lı köylülerin kendilerine düşman olacağını belirtir. ve böyle de olur. köylü serbest firka(cı) ve halk parti(ci) olarak ikiye bölünür. bu bölünme 1930 türkiyesi için olması muhtemel bir durumdur zira o dönem türkiyesi henüz "muhalif" kelimesi ile dostluğu tam anlamıyla sağlayamamıştır. tıpkı 2019 türkiyesi'nde olduğu gibi...
    halk kendisinden olamayana tahammül etmez, etmek istemez. ister ki hep kendi cenahı kazansın, kendisi kazanan kanatta yer alsın, durmadan yorulmadan kazanmanın zaferini doyasıya çıkarsın. bu istek cahil topluluğun bir parçası haline gelen bireylerde son derece sıradan ve temel bir istektir. haliyle bu romanda yer alan köylüler içinde aynı istekler geçerlidir.
    bu yüzdendir ki seçim günü gelip çattığında
    iki tarafta seçimi kaosa dönüştürür ve büyük çoğunluk serbest fırka seçmenine oy hakkı tanımaz. nihai sonuç seçimler sonrasında elde edilir. chf seçimi kazanır ve serbest fırka kapanır.
    rahmi özlem duyduğu, benliğini bulduğu günlere yeniden hoş gelir.
    romanın geneli itibariyle en beğendiğim yönü gerçeklik ve hikaye algısının birbirine karışmış olmasıydı. 1930 yılı türkiye siyasisi hem gerçek hem de hayali karakterler üzerinden okuyucuya aktarılmış ve bu yapılırken de her zaman eleştirel yön bir şekilde diri tutulmaya çalışılmış.

    evet, serbest fırka atatürk'ün talimatıyla kuruldu ve chf'nın hezimeti altında ezilerek ortadan kayboldu çünkü türkiye buna hazır değildi.
    çünkü türk köylüsü yalnızca yağmur bekliyordu, demokrasi değil.
  • siyaset neden kötüdür bilir misiniz? bilirsiniz bilirsiniz. siyaset, insanların içindeki kötülüğü ortaya çıkarır. hırsı, kibri, insanları hor görmeyi her türlü kötü sıfatı siyasetin içinde bulabilirsiniz. en beklemediğiniz insanların size sırt dönmelerini, size zarar vermeye çalışmalarını üzgün bir ifadeyle izlersiniz. anlam veremezsiniz olanlara, neden diye sorgularsınız kendinizi, iyilik yapmak istediğiniz insanların, size karşı olan hal ve hareketleri hayatınızı alt üst eder. yağmur beklerken romanında bu olayları gözlemleme fırsatına sahip olacaksınız.

    "yağmur beklerken" adından anlaşılacağı gibi kurak bir dönemi anlatan ve aydın kimliğiyle öne çıkmış rahmi adındaki genç avukatın, kendini siyasetin içinde bulmasıyla ilerleyen romandır. konuşma dilini, yazı diline etkili bir şekilde aktarmayı başaran yazarımız, gerçekçi bir bakış açısıyla kaleme aldığı romanı beni biraz zorladı. siyasetten uzak durmaya çalışan benim gibi biri için, bu kitap bir ızdırap haline geldi. insanların tek partili dönemden çok partili döneme geçerken yaşamış olduğu sıkıntıları ülkemde hala görüyor olmak beni üzdü.

    --- spoiler ---

    enişte be," dedi; "sen urları, irinleri, çıbanları asıl bizim
    meslekte göreceksin. hak var ya .. şu bildiğimiz hak, hukuk .. dinlerin, kanunların takdis ettiği hak? vebalin boynuma enişte; mahkemelik olmaya görsün; o zaman koh ve
    koli basilinden de, bütün koküslerden de tiksindiriyor insanı. kan davaları, veraset davaları, zina davaları .. sevmiyorum insanı davada. hastahaneler ve hasta yatakları mahkemelerden iyi; güzel hatta. inkarlar, inatlaşmalar, hırslar, hasetler, yalanlar, kayırmalar .. enişte be .. vebalin boynuma,
    beden hastalıkları bunların yanında hiç kalır. inan bana.
    --- spoiler ---

    bu cümleyi rahmi adalet için söylüyor. adaletin savunucu, akil bir insanın, mahkemelerde gördüğü olaylara tepkisi neyse benim "yağmuru beklerken" aldığım hazda oydu. ben bu kitabı okurken çok zorlandım. ülkemiz insanını, bu kadar gerçekçi anlatabilmesi yazarımız açısından başarılı; fakat yıllar geçmesine rağmen insanlarımızın siyaseti anlayamaması bizim için elem verici.
  • "parti kurmak mı? halk fırkası'na karşı çıkmak, yalnız ismet paşa'ya değil, gazi paşa'ya da karşı çıkmak sayılmaz mıydı?"
  • tarık buğra'nın 1981'de yayımladığı romanı. eser 1930 yılında serbest cumhuriyet fırkası'nın kuruluş sürecini, taşra halkının partiye olan yaklaşımını anlatıyor. bir ilçede çiftçi, savcı, tüccar, avukat, muallim... farklı türden mesleğe sahip insanların görüşünü yerel bir dil kullanarak okuyucuya aktarıyor.

    kitap, bu parti neden kurulmak istendi? yeni bir partiye ihtiyaç var mıydı? halkın dertleri neydi? gibi birçok soruya avukat rahmi ve avukat kenan üzerinden cevap veriyor.

    tarımla uğraşıp topraktan verim alabilmek için yağmura muhtaç olan halkın; adeta yağmur bekler gibi başka bir partiyi beklemesi arasında bağ kurar.
hesabın var mı? giriş yap