290 entry daha
  • bu yılın ilk aylarında gözaltına alındığından beri kendisiyle ilgili yazımın o zaman yaklaşık (27 ayda) 3000 olan tıklanma sayısı altı ayda ikiye katlandığı için ergenekon'un üçüncü davasında bir numaralı sanık olduğunu öğrendiğimde ellerimi ovuşturduğum kişi. şöhretiyle şöhretim paralel gidiyor n'apiym.

    2006 eylül'ünde artık bitirdiğini ve o yılın kasım ya da aralık ayında çıkacağını -hem de tempo'nun kapak röportajından- ilan ettiği "sabetaycılar ve grup seks" adlı kitabını neredeyse üç yıldır hâlâ çıkaramamasını borçlu olduğumuzu düşündüğüm "sabetaycılar ve küçük hoca" (derki, kasım 2006 sayısı) başlıklı yazımdan, sözlüğün yalçın küçük başlığına uyacak bölümleri yazının tamamını okuyamayacak olanlara takdim etmek istedim. ama tavsiyem, şu bağlantıya tıklayıp yazının tamamını okumanızdır: http://mehmetordekci.wordpress.com/…uplu’-fasizm-2/

    =====alıntılar=====

    hayatımdan geçmiş en tipik megalomanın soyadının "küçük" olması, ironisiz de yeterince tuhaf olan hayat hikayemin sayısız ironilerinden biri...

    küçük hoca’nın önce adı, yazıları ve kitaplarıyla, sonra kendisi, mavi vosvos’u ve kırmızı atkısıyla 12 eylül karanlığının henüz tam dağılmadığı yıllarda tanıştım. yasal dergi ve kitapların bile “örgütsel doküman” sayılabildiği olağanüstü hal bölgesi’nden siyasal bilgiler fakültesi’ni kazanarak ankara’ya gelmiş, geldiği yerde gizli saklı okuduklarıyla kendini artık komünist olarak gören bir çocuktum. ankara’da, ciğer dolabının kapağını açık bulmuş aç kedi heyecanıyla, ne bulsam okuyordum.

    benim radikal kimliğimi borçlu olduğum askeri yönetim, küçük hoca’yı doçentlik yaptığı üniversiteden atmış ve darbeden önce yayınlanan ‘yeni bir cumhuriyet için’ kitabı nedeniyle bir-iki yıl da hapsetmişti. ama ben ankara’ya geldiğimde hoca çoktan tahliye olmuş, panellere katılıyor, yazılar yazıyor, kitaplarını yayınlıyordu. 1984 yılında dönemin cumhurbaşkanı kenan evren’e (daha doğrusu huzura kabul edilmedikleri için dış kapıdaki görevlilere) verilen ve anayasa değişsin dedikleri için yıllarca yargılanmalarına yol açan 1300 imzalı “aydınlar dilekçesi”nin aziz nesin, murat belge gibi isimlerle birlikte başını çekmişti. devletin başındaki paşa, yanılmıyorsam manisa’daydı, alkışlar arasında halka hitap ederken, aydınlar dilekçesi imzacılarını kastederek “vahdettin de aydındı netekim. ama memleketi düşmanlara teslim etti. ne yapayım böyle aydını!” demekle olaya son noktayı koyduğunu düşündürmüş, ama aziz nesin mahkemedeki savunmasında “vahdettin’in aydın olduğu kesin değildir, ama devlet başkanı olduğu kesindir” diyerek kendisinin neden aziz nesin olduğunu herkese göstermişti.

    özal’lı yıllardı. askeri dönemde zorunlu olarak ‘ezop dili’ kullanıp simgesel anlatımlarla yetinen birkaç dergi artık açıkça sosyalizmden söz etmeye başlıyor, dahası sol yeraltı örgütleri birer birer kendi yasal dergileriyle ‘görünür’ oluyorlardı. ama o günlerde, benim gibi örgüt bağlantısı olmayan ve entellektüel eğilimleri daha ağır basan sosyalistlerin cazibe merkezi küçük hoca’ydı. hoca hem çok ‘dolu’, hem cesurdu.

    yine o dönemde, üniversitelerde solcu öğrenciler kıpırdanıyor, dernekleşme cenkleri yaşanıyordu. kuruluş başvuruları komik eksiklikler icat edilerek reddediliyor, kurulabilen dernekler sık sık basılıyor, nazlı ılıcak’ın tercüman’ı ve ileride seda’yla gülben’in “enver abi”leri olacak dinci enver ören’in türkiye’si gibi gazeteler öğrenci derneği faaliyeti yürütenlerin arkasında moskova bağlantısı keşfediyordu. öğrenci derneklerini tamamen anlamsızlaştıracak bir yasa girişimi büyük tepki toplayarak 12 eylül sonrasının ilk kitlesel öğrenci eylemini de ateşledi ankara’da. sanıyorum bu eylemden sonraydı, bazı öğrenciler açlık grevi başlattı. bu öğrencileri eylemlerini sürdürmek üzere karakusunlar’daki evine davet eden küçük hoca, hep rüyasını gördüğü liderlik hedefine giden yolda “kitle” ile ilk kucaklaşmayı yaşamış oldu. evinde yapılan eyleme zamanın cılız ama etkili sol basınının ilgisi ve eylemcileri ziyaret eden bazı solcu sanatçılar üzerinden konunun büyük gazetelere de taşması, hoca’nın ününü arttırdı. cesaretinin ödülüydü bu.

    (...)

    kimine göre o beton ve demirden mezarda içsel aydınlanma yaşamış, eski yoldaşlara göre ise “içeride kafayı yemiş” olarak yeni hayatım için gün sayarken, eski mürşidim küçük hoca’nın serencamını da uzaktan izledim. onun içine düştüğü durumu allah düşmanıma bile yaşatmasın diyor, ama insanız, çiğ süt emmişiz, zaman zaman kendimi onun hallerine sevinirken yakalıyordum. “demek ki tek değişen ben değilim,” diyordum. “tamam, uğrunda gençliğimi harcadığım marksizme ‘yabancılaşmaya’ karar verdim: artık inşaat ameleleri eliyle yaratılacak yeni bir dünya rüyası görmüyorum. en korkuncu, materyalizm ve ateizme ‘inanmayı’ da çoktan bıraktım. ama en azından, hala kendisini memleketin en büyük marksisti saymaya devam eden şeyhim gibi, hastalıklı bir ilgi görme ihtiyacı ile ırkçılığın değirmenine su taşıyan bir soy-sop dedektifi de olmadım...”

    ben içeriden çıkalı üç yıl oldu bu arada. geçen zaman içerisinde küçük hoca da değirmene su taşıma aşamasını tamamlayıp değirmenin başına geçti.

    (...)

    insan kendisine bakarken objektif olamayabilir. “köprüden önce son çıkış” tabelasını da fark edemeyebilir. ama hiç değilse yirmi yıl önceki okurları ile bugünküleri kalite terazisinde tartıp ibrede kendi düşünsel evrimini görmeyi denemezse, küçük hoca tarihte marksizm’den faşizme kaymış ilk ya da son insan olmayacak.

    yaygın kanının aksine, faşist olmak için anti-semitizm (yahudi düşmanlığı) aslında zorunlu değil. sadece, tarihteki en bilinen örneği bu temel üzerinde geliştirildiği için anti-semitizm faşizmin bir çeşit alameti gibi olmuş. bu böyleyken, küçük hoca gibi faşist zihniyetten en uzak görünen birinin faşizmin tam da bu en bilinen kapısını zorlamasını, günlük hayatta böyle durumlar için kullandığım klasik esprimle yorumlayayım: her şeyi önümüze sermiş, allah daha bir de mektup mu yazsın!

    (...)

    aynı kararmış ruh, sekiz yıl önce bugünlerde, aslında bağımsız kürdistan’a dönüş yapacağını düşünerek gidip dört buçuk yıl kaldığı fransa’dan dönme hazırlıkları yapıyordu. dört buçuk yıl önce, 1994’te, yeniden döndüğü üniversitede profesör unvanını elde ettiği, emeklilik hakkı kazandığı ve türkiye devriminden de iyice umudunu kestiği günlerde, yükselmekte olan pkk’yı gözüne kestirmiş, “ben çiller’in başbakan, demirel’in cumhurbaşkanı, manukyan’ın vergi rekortmeni olduğu bir ülkede yaşayamam” diye basın toplantısı yapıp fransa’ya yerleşmişti. nedense, emekliliği dolmadan ve profesörlük almadan önce bu saydıklarını görmezden gelmiş, bu ülkede yaşamıştı. kendisi -yaklaşan herkesi geri kaçırdığı için- gövdesiz bir baş, pkk ise başı yetersiz olan bir gövdeydi. ne güzel rastlantıydı! pkk’da kitle vardı, başlarına kendisi gibi süper bir beyin lazımdı. gidip kütüphaneler dolusu bilgi saklayan kafasıyla önce pkk avrupa teşkilatını avucunun içine alırsa, sıra 1989’da bekaa’da görüştüğü apo’nun koltuğuna da gelirdi zamanla… ama kürt devrimine liderlik etme hayaliyle geldiği paris’te, ola ola pkk televizyonunda tartışmacı olabildi kendileri. türkiye’deyken de pkk’nın gazetesinde yazıyordu zaten. o avrupa’ya bunun için mi gelmişti. hüsran… o kanalda yaptığı konuşmalardan dolayı epey cezası olduğunu, hapse gireceğini bile bile, paris’e giderken avucuna alabileceğini sandığı, belki kendisinin okuduğu kitap sayısı kadar köşe yazısı bile okumamış ama hepsi birer siyasi oyunbazlık erbabı, dalavere uzmanı olmuş köylülerin avuçlarından kendini türkiye’ye zor attı!

    dağlarda türk ve kürt gençleri birbirini öldürecek, şehirlerde bombalar patlayacak, ülkede ceset dağları ağrı’yla yarışacak, küçük hoca paris’te oturup bu boğazlaşmanın bir tarafını yönetecek, strateji ve taktik belirleyecekti. ama bu aşağılık makamın heveslisi de bol olduğundan, onu oraya oturtmadılar!

    29 ekim 1998 günü türkiye’ye ve cezaevine giriş yaptı. demirel hâlâ cumhurbaşkanı, manukyan hâlâ vergi rekortmeniydi. ha, evet çiller başbakan değildi. ama kader bu, cilvesiz durur mu? hoca oradan yanında yol azığı olarak “mesut bana haber gönderdi, ben de apo’yu aradım, tansu’nun suikastinden kurtuldu” sansasyonu ile geldiği için, aylarca tansu çiller’in yayınladığı öncü gazetesinin manşetlerinden inmedi, yine çiller’in btv’sinin haber bültenlerinden çıkmadı.

    …işte ondan sonra da, sabetaycılar madenini keşfetti. halen orada. “ortaya çıkarıyor, araştırıyor,” kafasını bozanları “yazıyor”!

    (...)

    hoca’nın takma adla yazdığı yazılarda kullandığı mahlas, “çelik bilgin” idi. stalin adının rusçada “çelik adam” anlamına geldiğini de belirteyim. bugün bir arkadaşımla konuşuyorduk. küçük hoca’nın sabetaycılardan nefret etmesinin nedenini sordu. hoca’nın nefret etmediği bir bunlar kalmıştı, bunlara da sıra gelecekti elbet, diye cevap verdim. aslında şaka da sayılmaz, doğruya çok yakın. sesli düşünüyordum. ikinci cevabım şöyle oldu: galiba 1987 yılıydı. ankara’da belediye kızılay’ın göbeğindeki güven park’ı otopark yapmaya kalkışınca o zaman için ciddi bir tepkiyle karşılaştı. çevreciler ve sivil toplum kuruluşları eylemler yaptılar. küçük hoca küçümsüyordu böyle ottan yapraktan eylemleri, kendisi toplumsal devrim yapacaktı. park eyleminin öncüleri arasında ’68 kuşağından isimler de bulunduğu için, “kırları kurtaracaklardı, güven park’a razı oldular” diye alay ediyordu. küçük hoca da (çelik bilgin) türkiye’nin stalin’i olup 70 milyona çullanacaktı, sabetaycılara razı oldu!

    (...)

    bugüne dek türkiye’nin lenin’i olma hayallerine sığınarak, berlin duvarı’na yaslanarak, sonrasında pkk’ya tutunarak iyi kötü idare etmişken, geldiği noktada kendisinin aslında sadece bir memur emeklisi olduğunu hissedip zıvanadan çıkma durumu… değişen, teorik birikimine ve siyasal geçmişine ihanet edercesine, dünyaya soy sop temelinden ve komplo mantığıyla bakmaya başlamasıdır. ama kanımca hem birincisine “geçiş” çok zor değildir, hem de paranoya sınıfına girebilecek bugünkü her sözünün yirmi yıl öncesinde izleri vardı.

    hatta daha öncesinde de başka ipuçları varmış: eski dpt (devlet planlama teşkilatı) yöneticisi ali nejat ölçen’in teşkilattaki anılarını kaleme aldığı devlet yokuşu kitabında adı geçen bürokratlar arasında küçük hoca da var. 1960lı yılları anlatan kitapta ali nejat ölçen’in küçük hoca için söylediği “her şeyin içinde bir savaş arardı. kafasında bitip tükenmeyen bir kavga vardı sanki” ve “ona göre biri ya kazanır, ya kaybederdi” gibi sözler, benim 1980'lerde tanıdığım küçük hoca’ya da tıpatıp uyuyor. ve emin olun şimdi, 2000'lerde de farklı bir küçük hoca ile karşı karşıya değiliz.

    biraz empati: burjuvazi diye, oligarşi diye harflerden düşmanlar belirlemiş ve yetmiş yaşına kadar kelimelere kılıç sallamaktan yorulmuşsa insan, o soyutluğun içini daha somut, adı sanı olan bir sosyal kesimle doldurmak müthiş rahatlatıcı bir keşif olmaz mı? dünyaya soy sop temelinden bakışa “geçiş” dediğim, bu. bunun için sabetaycılardan uygunu da yok gerçekten. her yüksek yerde sabetaycıya rastlayınca (hele kişi bir de “algıda seçicilik”le parlatabileceği bir önyargı taşıyorsa) kavram soyutluktan çıkıp “ben oligarşi gördüm” cümlesiyle örneklenebilecek hal alıyor. ama bunun tarihten gelen onca nedeni varken komplo (hoca, “tertip” diyor) paranoyalarına sarılmak, adamın ayağını soldan sağa kaydırır.

    =====alıntıların sonu=====

    edit: e linki güncelledik, ne var!
  • (bkz: yalçın küçük/@mehmet ordekci)

    yirmi küsur yıl aradan sonra ilk kez dün bakırköy adliyesindeki hayata dönüş katliamı (bkz: hayata dönüş operasyonu) davası duruşmasında aynı mekânda bulunduğum kişi. hatta bir saat kadar -koltuklarımız arasındaki 40-50 santimlik boşluğu saymaz isek- yanyana oturduk. sonra çağırdılar, annem ve kızkardeşimle birlikte müdahillerin oturduğu yere geçtim.(*)

    (*) (bkz: murat ördekçi) (bkz: mahmut murat ördekçi)
  • sabetaycı bir aileden gelmediği için eş değişimi ve grup seksten uzak durduğu anlaşılan ergenekon sanığı. (e sen böyle bir şeyin salt dinden-mezhepten dolayı yapılabileceğini yazarsan biri de bu çıkarsamayı yapar). şahsen benim daha sağlam ve daha kişisel nedenlerim var uzak durmak için.

    azıcık şantajla-gözdağıyla da olsa beş yıl önce susturmuştum kendisini, kodeste gene başlamış grup seks de grup seks diye. tutan tuttuğunu becersin diyen dinler varmış. ama niyeyse ısrarla evleniyorlar, aile kuruyorlar bu dinlerin mensupları. önce evlenip aile kurup çoluk çocuğa karışıp sonra törenle birbirlerinin karılarıyla/kocalarıyla yatıyorlar. ooo fantastic!

    2006'dan beri iktibas edildiği çeşitli yerlerde (ki bir de benden izinsiz tam metin yayınlandığı kitap var) yazımı okuyanların sayısı on binleri buldu. biraz uzun ama bugün olmuş şahsen hâlâ okurken "şunu da yazsaymışım" dediğim bir şey yok. yalçın küçük'le ilgili çok da, bu grup seks, mumsöndü vb. hikâyelerle ilgili diyorum, kendi çapıma, kalibreme göre diyebileceğim her şeyi demişim.

    http://mehmetordekci.wordpress.com/…uplu’-fasizm-2/

    bu başlıkta daha önce yazdığım entry'de, linkteki yazıdan alınmış "yalçın küçük ve ben" içerikli bölümler de mevcut: (bkz: #16626594)

    not: alevilere demiyormuş, abartmayın. müjde müjde, yalçın küçük'ün alevileri değil başka bir toplumu, başka komşularımızı "ana bacı tanımazlar afedersin" şeklinde tanımladığı anlaşılmış. derin bir oh çekeyim bari.

    edit: c yetmezliği vardı, hastayı kaybedebilirdik (çoluk çouğa ---> çoluk çocuğa)
  • iddia olunan ergenekon terör örgütü sanığı ve iddia olunan grup seks uzmanı. memleket sathındaki grup seks işleri konusunda uzun süredir arşiv de biriktiriyormuş. "ne gibi?" diyesim geldi "arşiv" lafını duyunca.

    bilader bu mudur yani hocanızın işi, uğraşı? alevilerin değil ama x'lerin y'lerin ana-bacı tanımadığını, grup seks yaptığını kanıtlamak mıdır? böyle yapınca alevilere mumsöndü iftirasını atan orrrrrospu çocuklarından daha mı masum, daha mı namuslu olunuyor?
  • mehmet ördekçi gibilerin hani "biraz da gülelim" babında üstü örtülü olarak satır aralarında dile getirdiği (mealen) "hacı bak şimdi sen koskoca bir dinsel topluluğu gelmişi geçmişi, ölmüşü kalmışıyla birbirinin karısıyla/kocasıyla yatmakla itham ediyorsun ya, sen bunu yaparsan mazallah biri de kalkıp senin misal, atıyorum, yaşlıcana bir arkadaşının kendisine göre nispeten genç karısıyla senelerce yattığını yazar. hele bir de o kadıncağız kamuoyunda tanınan biriyse, hoş mu olur yani" gibisinden böyle şakalı, esprili, komikli laflarını ciddiye alıp "iki ay içinde çıkıyor" dediği kitabını yayından çekmişti. 2006 sonbaharıydı, 2011 sonbaharı oldu, iki ay içinde çıkacak kitap beş yılda çıkamadı. şakadan hiç anlamıyor. çok alıngan. mehmet ördekçi de çok üzülmüş, şakası kaka oldu diye.

    (bkz: #25947716)

    ne mezkûr yazı "blog yazısı"dır, ne de mehmet ördekçi bir blog yazarı. mehmet ördekçi '80'lerde, sıkıyönetimin daha dumanı üstündeyken, ensesinde devletin nefesi, marksist-leninist dergi çıkarıyordu. polis elinde toplatma kararıyla matbaayı basmadan matbaadan sırtında dergi kaçırıyordu. o dergilerin imzasız yazılar dahil her türlü hamallığını o yaptığı içindir ki piriniz üstadınız yalçın hocanız evinde oturup o dergilere yazı yazabiliyordu. hem ayrıca mehmet ördekçi yalçın küçük'ün 12 eylül 1980'deki yaşında ve henüz hayatta. hocanız kitaplarını o dönemden/o yaştan sonra yazdı. kaldı ki yalçın küçük işi grup seks arşivciliğine kadar düşürmüşken onun herhangi bir şeyine özenen de yok zaten. pis yahudilerin gizli gizli birbirlerine karılarını sunduklarına ve bunların "zaten" hep böyle olduklarına inanma ihtiyacı içindeki bir avuç kuş beyinli ırkçı ve bir de ergenekon savcıları dışında yalçın küçük'ü ciddiye alan kalmadı. ırkçılığın daniskasını yaptıktan sonra ama ben solcuyum, sosyalistim filan diyecek olanlara tarihten bir "sosyalizm" esintisi: (bkz: nasyonal sosyalizm)

    yazı şurada. bu entry'ye mevzu olan bölümün başlığı ise "hık mık… işte… öyle…" sayfanın altlarına doğru. herkes okusun demiyorum, hepsini okuyun da demiyorum. ama bari bu konuda kalem oynatacak, adımı anacak olanlar, bari o bölümü okusun lan.
  • şu meşhur onomastik (isimbilim) çalışmalarının pratiği şu şekilde olan türk milliyetçisi ve orduperver kişi:

    - ad veya soyadda "er/ar" bulunması sabetaycılık göstergesidir.
    - bazı sabetaycıların adında, soyadında "er/ar" yoktur.
    - adında, soyadında "er/ar" bulunan birçokları da sabetaycı değildir.
    - ama yine de, ad veya soyadda "er/ar" bulunması sabetaycılık göstergesidir.

    sağlığı için duacıyım. oralarda ölüp kalmasın. yıllar sonra hapiste ölmüş diye duyanlar da bir şeymiş sanmasın.
  • hakkındaki pkk bağlantısı iddiaları kimin kaleminden çıkarsa çıksın, imza sahibi hangi ünvanı taşırsa taşısın kendisinin onomastik çalışmalarından (bile) daha eblehçedir. kendisini sevmeyişim, aleyhinde yazıyor oluşum bu düşüncemi gölgelememelidir. öte yandan, kendisine orducu sosyalist gibi yüz kızartıcı bir sıfatı layık gören bir adam hakkında edilen pkk'lı, terörist, ergenekoncu gibi lafların gözümde çok büyümemesi, "biz orducu sosyalistiz, ben hep böyleydim" lafının gölgesinde kaybolup gitmesi de anlayışla karşılanmalıdır.

    bu kişi vaktiyle pkk'ya oynamış, pkk bunu yememiştir. pkk'yı hafife aldığını, "kürt devrimi"nde makam mevki ve rütbe ümidiyle savrulduğu frenk illerinde anlamıştır. oralarda pkk televizyonunda talk show'cu olarak sömürülürken ülkede ordunun "dincileri köpek yapıp solcuları yeterince kovaladık, nasılsa sosyalizm de tehdit olmaktan çıktı, dincilerse fazla güçlendi, artık biraz da solcuları köpek yapıp onlarla birlikte dincileri kovalayalım, maksat egemenliğimiz sürsün" diyerek "aktif" siyasete dalmalarıyla (bkz: 28 şubat) iktidar iştahı bir kez daha kabarmış, 27 mayıs deja vusu yaşamış, kendisinin sadece sscb ve stalin yanlısı sosyalist, radikal devrimci, kürt hakları (dikkat, hem de 1980'lerde) savunucusu değil aynı zamanda 27 mayısçı ve doğan avcıoğlu'nun da eski çömezi olduğunu hatırlayıvermiştir.

    ordunun da, hatta ergenekon'un da ciddiye aldığını sanmadığım (her şey zekâ değil, herkes de ergen değil) bu adam bugün kendi deyimiyle orducu sosyalisttir, buna şüphe yok. ama bununla kalmamakta, "ben hep böyleydim" diyerek benim gibi '80'ler karanlığında kendisinin peşinden gitmiş insanlara dolaylı olarak hakaret etmektedir. benim için "yahu ben bu herifin peşinden gittim ama çok şükür hiçbir zaman orducu-morducu olmadım" demek ihtiyacından öte bir anlamı olsa, uğraşılmaya değer biri olsa, 1987-88'lerde toplumsal kurtuluş dergisinde yazdığı yazılar bulunup misal generaller arasında "iyi paşa-kötü paşa" ayrımı yapanlar hakkında yazdıkları buraya taşınabilir. hep orducu sosyalist miymiş, benim gibi pek çokları onun o haliyle mi kuyruğuna takılmış, öyle olup olmadığı görülsün maksat.

    başında bu "orducu sosyalist"in bulunduğu aynı dergi, toplumsal kurtuluş, ta 1987'de, yasal bir yayında yayınlanan ilk pkk bildirisine de (belki sadece pkk değil, ilk yasadışı örgüt bildirisi) "yataklık etmiş" bir dergidir. 6 eylül 1987 referandumu öncesi, bu referandumla ilgili bir bildiriydi galiba. o günlerde ben -o zamanki rütbeleri her ne ise artık- ne ilker paşa hazretlerini ne yaşar paşa hazretlerini ne başkabipaşa hazretlerini yanımızda, yakınımızda görmedim. dediğim gibi, o ve ben ve diğerleri, sscb ve stalin yanlısı sosyalist, radikal devrimci, kürt hakları (dikkat, hem de 1980'lerde) savunucusu idik. ben yeri geldikçe nedenleriyle birlikte açıkladığım üzere, bugün marksist değilim. yalçın küçük de bunu diyebilse hiç sorun kalmayacak. ama o komünisttim, sonradan orducu oldum demekten herhalde utandığından ben hep orducuydum diyor, yalan söylüyor. tsk'ya hizmetini komünistlikten de vazgeçmeden yapıyor, komünistliği kirletiyor.
  • az önce öğrendiğime göre sistemi/düzeni/devleti/rejimi sistemin/düzenin/devletin/rejimin ordusunu "tavlamak" suretiyle yıkacak bazı çokakıllıların akıl hocasıymış.

    askerle-maskerle iş tutmaya teşne mdd (bkz: milli demokratik devrim) anlayışı şöyle dursun, işçi sınıfı öncülüğünde dahi olsa bu sınıf dışındaki sınıf ve katmanlara devrimde misyon biçtikleri için demokratik halk devrimi yaklaşımını duyunca bile hiddetlenen yalçın küçük için söyleniyor bu. ha yalçın küçük fikrini değiştirdiyse lütfen söylesin. mdd'ye küfürler etmekle hata etmişim desin. kendisi desin. "ben hep orducu sosyalisttim" demesin.

    ne güzel bir dünyaymış yahu, yalçın küçük ve minik öğrencilerinin dünyası. orada bir ordu ve onun x paşa hazretlerileri var, kim onları yanına çekerse onların ordusu ve onların paşa hazretlerileri oluyorlar. hem de bu öyle devrimci bir iç savaşın ileri bir noktasında filan (ki o beklenen bir şeydir, ordular bir noktada parçalanır, ona bir şey demem) olmuyor. işçilerin, emekçilerin akp'yi yüzde 50 ile seçtikleri, ne devrimin, ne devrimci durumun, ne de devrim durumunun ortalarda bile görünmediği günlerde oluyor. ayrıca söz konusu ordunun ve muhtelif paşa hazretlerilerinin kürtler ile yumruklaşması da el'an sürerken.
489 entry daha
hesabın var mı? giriş yap