• (bkz: yalniz kadin)
  • ümit yaşar oğuzcan'a ait bir şiir.

    kimbilir yalnızlığı kadınlar kadar?
    karlı dağların en yüksek tepeleri mi?
    terkedilmiş şehirlerin caddeleri,
    gökyüzünün yıldızsız geceleri mi?

    kadınlar bir ömür boyunca yalnız,
    ta dünya kurulduğundan beri.
    yalnızlık ışığını yakar her gece
    sonsuz karanlığımızda elleri.

    nasıl yağmur yağarsa yalnızlığına şehrin,
    öyle mahzun ve yalnız kadınlar tanıdım...
    denizler ortasında geniş ve derin...

    bir dünya gördüm kadınların gözlerinde kapkara
    yalnızlık ne imiş anladım
    acıdım kadınlara...
  • kadınlar hamamına kızlı erkekli giden bir gruba girişteki adamın söylediği söz.*
  • %30 ı ikinci dünya savaşı sonrası doğan ekonomik şartların doğasını bozduğu kadınlardır
    %30 ı erkeklerin ruhunu bozduğu kadınlardır
    %20 si mecbur kalmıştır, şu veya bu şekilde yanlız bırakılmıştır,
    %20 si ise doğuştan bozuktur, onlar için yapılacak pek bir şey kalmamıştır.

    istatistik kaynağı: ben yaptım oldu
  • ahmet altan'ın bir kez daha kadın olduğunu düşünmemi sağlayan yazısı.
  • hop dedik!
    kadınlara, "erkeklerle eşit olun" dedik. onları skip atın demedik!
    bu kadar gelişir, bu kadar değişirseniz elbette yalnız kalacaksınız.
    tencere - kapak?
    aptalı oynayacaksınız hocam. yok başka çare...
  • yalnız kadınlar gelecekte çoğalacak, neden mi, çünki erkekler gittikçe karmaşıklaşan dünyada beceriksiz kalacaklar.
    hayat eskiden erkek egemen görünse de kadınların hakimiyetindeydi. kadınlar dizlerini kırıp da evlerinde oturuyorlardı. tabii ipleri ellerinden bırakmadan. siz deyin çocukları için ben diyeyim kendi menfaatleri için.

    fakat günümüzde teknoloji gelişti. her iş, makinalar yardımıyla halledilir oldu. her birey, ataerkil lik falan filan altüst oldu teknoloji sayesinde. olsun da zaten. altından ne hikayeler çıktı bu durumlardan sonra. örneğin; köylerde çok az becerikli erkek olduğu için genelde evin dümenininin, para işlerini halledenin aslında kadın olduğu ortaya çıktı. kadınların beceriksiz ve yeteneksiz olduğu ailelerin özellikle çocuklarının perperişan olduğu hikayelere değinmiyorum bile.

    bütün bu yüklere katlanabilmesi için sıkı bir terbiye ve din eğitiminden geçmesi şarttı kadının. bakın okul demiyorum. bu sistem tamamen gevşedi zaten. bazı tarikatlar devam ettirmeye çalişsa da fabrikasyon dönemlere gelindiğinde, erkeklerle kadınlar aynı işte çalıştı. fakat bu birlikte çalışmalar en cok erkekleri depresyona soktu.

    hem önceden fabrikalar iyi para verirdi. şimdi aynı işi karın tokluğuna yapan erkek artık çalışmak istemiyor. neden, çünkü çalışıp da huzura erişemiyor . aldığı üç kuruşun hepsini ailesine harcayıp, kendi hiç bir özel zevkini gerçekleştiremeyen erkek bunalımın dibinde buluyor kendisini.

    kadın da çalışmak istemiyor, neden çünkü erkeği sırtında taşımaktan yeterince yorulmuş durumda. erkeğine ''sana bakmak zorunda değilim'' deyip postayı koyuyor. ve karşınıza yalnız kadınlar güruhu çıkıyor. bu çıkarımların sonuçları 3.sayfa cinayetleri ve haberleriyle kendilerini gösteriyor. bu 3. sayfa haberleri başka nerden çıkıyor sanıyorsunuz? çünkü kadın, erkeğini üzerinden sirkelemeye çalışıyor, erkekse bunu namus meselesi haline sokup kamufle ediyor. sonuç; ya kadın erkeğin yaptığı eziyetlere katlanamayıp adamı haklıyor ya da adam erken davranıp kadını gebertiyor. sonuç ''yalnız kadınlar''.
  • ''yeryüzündeki birçok cümle içinde benim canımı en yakanlarından biri, bir kadından duyacağım şu kısa cümledir.

    - erkekler benden korkuyor.

    bunu duyduğumda, "yalnız bir kadınla" karşı karşıya olduğumu anlarım.

    mutsuz olduğunu da...

    son zamanlarda, beğendiği erkeklerden istediği cevapları alamadığını da...

    akşam çökerken, karlı dağların arasından ilerleyen adam ıssız bir yamaca dayanmış bir ev görür.

    eve yaklaştığında kapı açılır ve elinde tüfeğiyle, düşman bakışlı genç bir kadın belirir.

    - hemen git buradan, der, yoksa ateş ederim.

    adam yorgundur, açtır, uykusuzdur, yaralıdır.

    sadece o geceyi geçirecek bir yer aradığını, kötü bir niyeti olmadığını anlatmaya çalışır ama kadın hep aynı cümleyi tekrarlamaktadır.

    - hemen git buradan, yoksa ateş ederim.

    kadının kararlı olduğunu gören adam çaresizce arkasını dönüp yürümeye başlar. kadın, ya adamın yıkılmak üzere olduğunu anlatan bitkin yürüyüşüne acıdığından ya da adamın gerçekten sığınmaktan başka bir niyeti olmadığını sezdiğinden arkasından seslenerek çağırır.

    - gel.

    adamı eve alır. içerde bir de bebek vardır.

    yemek ısıtıp adama verir. sonra ona, alet edevatın durduğu soğuk bir odada yer gösterir.

    adam o kadar yorgundur ki, bir yatağın olmamasına aldırmaz, yere bir battaniye serip yatar.

    biraz sonra kapısı açılır ve geceliğiyle kadın gözükür.

    - istersen, der, içerde yatabilirsin.

    adam eşyalarını toplayıp içeri girer, kadının yatak odasında ne yapacağını bilemeden ayakta durur.

    kadın, adama bakar,

    - yanıma yatıp, başka bir şey yapmadan bana sarılır mısın?

    adam kadının yanına yatar, kadına sarılır. o halde birlikte uyurlar.

    amerikan iç savaşı'nda yaşanan dramları anlatan filmdeki birçok acı içinde galiba beni en çok etkileyen, kocası savaşa gittikten sonra o dağ başında yapayalnız yaşayan kadının o cümlesi oldu.

    - yanıma yatıp, başka bir şey yapmadan bana sarılır mısın?

    acaba kaç kadın, sadece bir sarılışı özlediği için aslında pek de istemediği sevişmelere razı olmuştur?

    acaba kaç kere, sarılıştan sevişmeye, şefkatten şiddete çok geniş bir yelpazeye yayılmış olan tensel arzularının çeşitliliğini, sadece bir tek tensel arzu bilen erkeklere anlatamadıkları için, erkeklerin sevişme isteklerine evet deyip, o sevişme içinden kendi ihtiyaçlarını almışlardır?

    hem ruhları hem tenleri, duyguların ve dokunuşların binbir çeşidine açık ve duyarlı olan kadınlar hayatın içinde tek başlarına kaldıklarında, hissettikleri yalnızlık bir erkeğinkinden çok daha yoğun ve derin olur.

    erkeklerin duygu ve ten dünyası geniş bir çimenlik gibi dümdüz uzanırken onlarınki, içinde çiçeklerin, ağaçların, sarmaşıkların, çeşitli otların, bitkilerin büyüdüğü karmaşık bir bahçe gibi yayılır, bu bahçeye bir el değmediğinde yabanileşip vahşileşir, birçok duygu yeterince sulanmadığında solgunlaşır, sarmaşıklar zehirli bir telaşla etrafa yayılır.

    içlerinde gezdirdikleri o ıssız bahçelerden yükselen yabanyemişi kokularının keskinliğini, seslerinin hafifçe solduğunu, neşeli gülüşlerin altında bir hüznün ve asla itiraf edilmek istenmeyen bir ürkekliğin fısıltısının titreştiğini hissedersiniz.

    çalınmayan bir piyano gibi dururlar hayatın içinde, tuşlarının tozlanacağından, bir daha hiçbir zaman o eski parlak tınılarının duyulmayacağından endişe ederler.

    geceleyin, gün boyu hangi kimlikle dolaşıyorlarsa o kimlikten soyunup yalnız bir kadın olduklarında, yataklarına yorgunca otururlar.

    yatağın kenarında, yorganın altına girmeden önce bir an hayatlarını düşünürler.

    bir yerde bir hata yapmış olduklarına dair isimsiz ve nedensiz bir pişmanlık belirir içlerinde.

    bütün o ruhsal ve tensel istekleri onlara birer düşman gibi gözükür.

    o istekleri zaman zaman inkar etmek isterler ama hiçbir zaman başarılı olamazlar.

    ve bazen, yalnızlıktan ürküp, asla yapmayacaklarına inandıkları yanlışları yaparlar.

    yeryüzündeki birçok cümle içinde benim canımı en yakanlarından biri, bir kadından duyacağım şu kısa cümledir.

    - erkekler benden korkuyor.

    bunu duyduğumda, "yalnız bir kadınla" karşı karşıya olduğumu anlarım.

    mutsuz olduğunu da...

    son zamanlarda, beğendiği erkeklerden istediği cevapları alamadığını da...

    anlarım ki, telaşlı ve bu telaş yüzünden kendini üzecek hatalar yapıyor.

    istediğinde ona "sadece" sarılacak, istediğinde başkalarına hiçbir zaman gösteremeyeceği arzularının "karanlık" yanlarını onu hiç yargılamadan, aynı zevki alarak paylaşacak, istediğinde ona şiddetle istediğinde şefkatle dokunacak; onun kuşkularla çırpınan ruhunu bazen bakışlarıyla, bazen usul sesiyle yatıştıracak, duygularının ve teninin kat kat yükselen teraslarında onunla dolaşacak birini arayıp da bulamadığında...

    işte o zaman, telaşlı ve tedirgin ruhu, biraz hoşuna giden bir erkeği bütün isteklerini anlayıp paylaşacak biri olarak görecek, o erkeğin gerçek yüzünü duygular dünyasının büyülü çanağında kendi istediği yüze çevirecektir.

    ve, hemen ona doğru koşacaktır.

    erkek ise, onun kendisini nasıl gördüğünü hiç anlamayacaktır.

    onun kendisinden ne istediğini de...

    kendisine yaklaşmak, yakınlaşmak isteyen kadına, zihninin tek penceresinden bakacak, onun şefkat dolu bir sarılıştan dostça bir sohbete kadar yayılan geniş arzularını tek bir arzunun, tensel bir ihtirasın işareti olarak görecektir.

    karşılıklı acıklı bir yanılgı yaşayacaklardır.

    tuhaf bir çarpılmayla, hayatta belki de en çok sevdiği şey olan kadın vücudunu binlerce yıllık alışkanlıklarla zihninin ele geçmez derinliklerinde "günahkarlık ve ayıp"la bir tutan erkek, kendisini beğenen kadının isteklerini küçümseyecektir.

    kendisine bütün arzuları ve sıcaklığıyla gelen kadını yalnızca vücudundan tutacak, onun ruhuna ve duygularına hiç aldırmayacak, kendi erkekliğinin çekiciliğine hayran kalırken kendisini beğenen kadının zekasını da, ayrıcalıklı özelliklerini de pek fark etmeyecektir.

    her zaman olmasa da genellikle telaşlı "yalnız kadınlarla" erkekler arasındaki oyun böyle oynanacaktır.

    kadın, ilk sevişmeden sonra telefon neden çalınmıyor diye kuruntular içinde kendi kendini yerken, erkek iyice doymuş egosuyla mutlu bir gergedan yavrusu gibi bir ağacın dibinde uykuya çekilecektir.

    kadın beğenilmediğini sanacak, kadınlığının, çekiciliğinin, zekasının yetersiz olduğu kaygısına kapılacaktır.

    ağacın altında mutlu uykusuna yatmış gergedan yavrusunun başına gidecek, "sen beni tam anlayamadın, ben aslında çok zeki, çekici bir kadınım" diye anlatmaya başlayacaktır.

    erkek bunu da anlamayacaktır.

    o, kadının gene aynı istekle geldiğini düşünecektir.

    bir keman virtüözüyle bir sağırın ilişkisine dönüşecektir ilişkileri, kadın kemanının bütün seslerini duyurmak için uğraşacak ama bu sesler erkeğin içine ulaşmayacaktır.

    kadının telaşı bundan sonra daha da artacaktır.

    birçok güzel, başarılı, ünlü kadının hiç beklenilmeyen skandalların, kendisini utandıracak olayların parçası olmasında, sanırım, onun "kötü bir kadın" olmasından çok "yalnız bir kadın" olmasının payı vardır.

    belki de sadece, "yanıma uzanıp, başka bir şey yapmadan bana sarılır mısın" demek istemiş, çok özlediği bir sarılış karşılığında beklenmedik maceraların parçası haline gelmiştir.

    yalnız kadın olmak zordur.

    ruhundan, teninden, vücudundan yayılan bir istekler senfonisinin hiç duyulmaması, bütün bu seslerin bir dinleyicisi olmaması, onu bomboş bir salonda konser veren büyük bir orkestra gibi kederlendirir.

    üstelik erkekler, onun incelikli arzularının, özlemlerinin farkında bile değildirler.

    onun bir başka insanın belki de sadece sıcaklığını hissedebilmek için attığı adımlara küçümseyerek bakarlar.

    o kadınların birçoğu, böyle bir küçümsenmenin hedefi olmamak için hayatın içinde ya olduğundan çok soğuk, ya olduğundan çok daha saldırgan ve alaycı yaşamak zorunda kalır.

    yalnızlık, gittikçe derine işleyen bir pas gibi kimliklerini kemirir, onları başkalaştırır.

    onların bütün varlıklarından yükselen senfonilerini duymaz kimse.

    seslerine kulak verenler de genellikle o seslerin arasından sadece bir tanesini duyarlar.

    bu, korkutur onları.

    "yalnız bir kadın" olmak, yalnızlığın kendisinden bile daha ürkütücü hale gelir.

    halbuki, birçok güçlü isteğin içinde belki de en çok istedikleri, söylemeyi en çok arzuladıkları, o basit cümlede gizlidir.

    - yanıma yatıp, başka hiçbir şey yapmadan bana sarılır mısın?''
    * * *
  • ruhlarını dinliyorlar sanki. aradıkları bir şey var evet, başka türlü bir şey. yalnız olmaya da aşıklar sevdikleri adamlara da belki de. ama en çok yalnızlıklarının içine sakladıkları o acılar yok mu! acılar diyorum çünkü bir tane değiller. acıyorlar da.
    dediğim durum.
hesabın var mı? giriş yap