• kendi masalarındaki muhabbetin durması veya sıkıcı bir hale gelmesi nedeniyle yeni konuşmalara yelken açıp malzeme arama durumudur.
    - ha ben yapar mıyım? yapmam.

    dinledikçe ayar veriyor, ayar verdikçe seviniyor insanımız. yan masadakilerle ilgili konuşmaları yorumlama olayı 3 başlık altında toplayabiliriz.

    a) kısık sesle yorumlama: dedikodudan pek farkı yoktur bunun. masanın orta noktası merkez sayılarak, herkes kafalarını ortada birleştirip* fısır fısır konuşurlar. güçler birleşince voltron'ı olmasa da, kahkahayı oluşturabilirler. yan masadakiler durumdan habersiz muhabbetlerine devam ederler.
    - ha ben yapar mıyım? yapmam.

    b) yüksek sesle yorumlama: kendini kontrol edemediğinden veya doğal bir şey olarak görüldüğünden bu durum gözlenir. yorumlama konusu olan yan masadaki istem dışı bbg oyuncuları olayı fark ederler. moral ve muhabbetleri bozulur, rahat edemezler. yorumlar ağır ve kaldırılamayacak şeyler ise kavga da çıkabilir. dikkat derim.
    - ha ben yapar mıyım? yapmam.

    c) yükselen sesle yorumlama: bunun başlangıcı yanındakini kolundan veya bacağından dürtüklemeyle başlıyor. akabinde "duydun mu?" fısıldaması beliriyor. yorum başlayınca, duyulmadığını fark etmenin rahatlığıyla ses git gide artar.
    - ha ben yapar mıyım? yapmam.

    + yapmazmış puhuhuhahaha.
    + zibidi 2 saattir bizi dinleyip gözlem yapıyor, bi de utanmadan ben öyle şey yapmam diyor.
    + maaşını ne kadar söylemişti?
  • yan masada veya arka masadaki konuşmaları dinlemek insanı sebek yapan aktivitelerden biridir. dinlediği masanın konumuna göre normalden dik veya yana kaykılmış bir şekilde oturan,gözleri (nedense? ) kafasını çevirmeden o yöne bakmaya çalışan birini gördüğünüzde anlarsınız ki adam o masayı dinliyor ve etrafına bu komik görüntüleri sunuyor.

    (bkz: yan masayi dinlerken gozleri o yone cevirmek)
  • bu isteyerek veya istemeyerek kulak kabartma olayında, hiç tanımadığınız kişilerden duydularınızı birleştirdiğinizde, bahsettikleri kişinin sizin çok yakın bir ahbabınız olduğunu anladığınızda dumura sebep olabilen bir durumdur. beni mi buluyor anlamıyorum, yan masada, minibüste önümde, vapurda yan tarafımda. sonra kolaysa açıkla kim söyledi, kimden duydun. onu da bilmiyorsun ki...
  • masa olur otobüste yanda dönen muhabbet olur, otobüs durağında arkadan gelen fısıltı olur. yapacak başka bir şey yoksa dinlenir yani.
  • yan masadakini dinlemek istemese de duymak, duyunca deliler gibi yorum yapmak istemek, işin kötüsü böyle yorum yapıp eğlenirken duyulma korkusu yaşamak zordur
  • eğer yan masada oturanlar turistse eğlenceli olabilir
  • yan masadan nağmeler:))) hayat:))

    z ne var ki?
    b aşk bir fahişedir!
    z o ne biçim laf be
    b sevmedin mi?
    z yani sevmek değil de ne bileyim saçma işte!
    b "saçma" geldi demek hımm tuhaf. neyse bak ne dicem aa
    z nesi tuhaf?
    b boş ver şimdi geçti o konu, kurt gibi acıktım hadi birşe-
    z. nesi tuhaf ayol bi söylesene!
    b. takıldı hatun! hayatım lütfen, şaka yaptım hadi tamam yemek yiyelim
    z. zıkkımın kökünü ye behçet!
    b. zeliiiiş, tatlııııım, bi öpücük ver de devam edelim
    z. aaaah ah! ateş umurumda değil ama odunu kesin ben buldum! iyi tamam sırnaşma. şurdan öp...
  • evet böyle bir şey var ve yaşadığım deneyimden sonra; kafe, restoran ve hatta parklarda artık bizim sitenin her türlü dedikodusundan haberdar olan müzeyyen teyze gibi fısır fısır ve sesimi yükseltemediğim için iletişimin aynı verimlilikte kalmasını sağlama adına abartılı jest ve mimiklerle konuşmaktayım.

    günlerden bir gün yakın bir arkadaşımla iş çıkışı buluştuk bir yerde yemek yiyip çay içmek üzere. gittiğimiz yer; sıklıkla oturduğumuz, kendimizi rahat hissettiğimiz ve kalabalık olmayan bir mekandı. o anı düşününce üsturuplu konuştuğumuzu, sessiz olmasa da birbirimize diyeceklerimizi haykırmadığımızı (evet büyük marifet) zannediyorum ama arada seslerimiz yükseldi galiba. konuştuğumuz konular genelde okul, öğrenci, veli ve para -ikimiz de farklı kolejlerde öğretmenlik yapıyoruz- ekseninde dönüyor. özel sektörün eğitim alanının berbat olduğuna, velilerin yakında domalmamızı bile isteyeceklerine dair isyankar ama kabullenmiş konuşmalar yapıyoruz. amk'lar, götler, siktirler havada uçuşuyor, bildiğin yardırıyoruz. bu arkadaşımla gün boyu nasıl bir bastırılmışlıkla negatif enerji depolamışsak biz iki kadın, bu enerjiyi atıyoruz argo ansikolpedileri yalayıp yutmuşçasına. öğrenci, öğretmen, veli, kpss, ders saatleri, sömestr gibi konular etrafında dönmese muhabbet; konuşmalarımızı dinleyen bizi eğitimci değil de inci sözlüğü yeni keşfetmiş, üniversiteye henüz kayıt yaptırmış kızcağızlar olarak betimleyebilirdi bile.

    bu güzel akşamdan sonra arkadaşımla vedalaştık. epey kafa dağıtmıştım yahu. metroya doğru yürürken üstün dökmen'e benzeyen takım elbiseli bir adam "pardon bakar mısınız?" diye seslendi.

    birden döndüm. aa o da ne? üstün dökmen!? bana hayatla, zorluklarla mücadeleyle ilgili söylevlerinden bir kuple mi patlatacak acaba diye sırıtarak baktım. ama malesef ki o değildi. yalnızca benziyordu.

    az önce çikolatalı pudingten aldığı lezzeti alırmışçasına "amoğo koyim bu evrenin ahohoho!" diyen kezbaniçe ben değilmişim gibi "buyrun!" dedim en hanımefendi ve en asil duruşumu takınarak.

    "çok özür dileyerek söylüyorum... ben istemeden arkadaşınızla olan konuşmalarınıza kulak kabarttım... şeey, eğitimcisiniz galiba?!"

    hassiiii... oğlum veli filan mıydı yoksa? bazı çocukları sevmediğimi söylemiştim konuşurken; batuhan vardı mesela, dersin ortasında sürekli "bonlar gündölük hoyotta ne işimüze yoroyacak? füzik iğrönç bir dörs. fözik öğrötmenliğini yopmoyu çok mo istödönöz hocooom?!" demelerinin taklidini yapmış, esasici yaklaşımda olduğu gibi ağzına gözüne vurmak istediğimi ama ilerlemeci yaklaşımda olduğumuz için "ah benim güzel oğlum, azıcık ders dinlesen çözeceksin aslında kainatın cevapsız kalmış tüm sorularını." diyerek geçiştirdiğimi söylemiştim.

    "evet?"
    "benim bir projem var öğretmenlerle ilgili. eşsiz bir şey geliştiriyorum. bana katılacak öğretmenlere ihtiyacım var. sizin için de ek bir gelir olacak. ilgilenmek ister misiniz?"
    "şeey, bilmem ki. olabilir tabi.. eöö nasıl bir şey?"
    "siz bilgisayardan kameralara ders anlatıyorsunuz. öğrenciler de evde bilgisayarlarının başında sizi dinliyorlar çaylarını yudumlarken. sorularınızı cevaplandırıyorsunuz."
    adam yıllardır hali hazırda var olan uzaktan eğitimi kendi projesi diye kakalamaya çalışıyordu. bu neyin kafasıydı?
    "uzaktan eğitimden bahsediyorsunuz?"
    "bu ayrı bir proje ama. branş neydi?"
    sanırım "uzaktan eğitim" i bir marka, "proje" kelimesini de kurum kelimesinin eş anlamlısı zannediyordu. bunu sindirsem sorun çıkmayacak, kelimelerini düzeltmeye çalışmayacaktım.
    "fizik."
    "aa süper. bizim de sayısal öğretmene ihtiyacımız var. nerede öğretmensiniz?"
    "hedele hüdele koleji'ndeyim."
    "aa duymuştum evet. isminizi de öğrenebilir miyim peki?"
    "bunu bulamayanlar da var..."
    "aa çok ilginç bir isim. ben de kenan. buyrun kartım. isterseniz size yayınlarımızın demolarını da vereyim."
    "oo.. oluur.."
    arabasına yanaştı.
    "tüh anahtarı içeride unutmuşum. birkaç dakika bekler misiniz içeriden getireyim?"
    "yoo gerek yok. kartı verdiniz zaten."
    "hemen gelirim" diye fırladı adam.
    geldi arabaya yanaştık. içinden birkaç cd, kitapçıklar filan çıkardı verdi bana.
    "ne kadar mutluyum bir bilseniz!" dedi. belli ki zor durumdaydı ve öğretmene ihtiyacı vardı. "kıyamam yaa" dedim içimden.
    sonra benim uzaktan eğitimde yer alacağımı garanti görüp bel bağlamasın yazıktır diye "kenan bey, ben düşüneceğim. kendim yer almasam da öğretmen arkadaşlarıma bahsedeceğim. ilgilenmek isteyenler olacaktır mutlaka." dedim içtenlikle.

    kenan beyle vedalaştıktan sonra eve gittim. demoları, kartı, içine dört ayda bir baktığımız evdeki tenha çekmecelerden birine attım. iki hafta geçti. ben unuttum gitti olanları. bir gün facebook'ta upuzun bir mesaj. düşün bu entry'den daha uzun. adımı, kolejin adını ve fizik kelimesini google'da aratıp bulduğunu yazmış. "sizi okuldan alayım, kahve içmeye gidelim, projeyi detaylıca konuşalım." cümlelerinden huylanmadım değil doğrusu. ne ara samimileşmiştik ki bu kadar? vakit azlığından ve sonra cevap yazarım düşüncesinden cevap yazamadım bir hafta. pat bir mesaj daha. tripli bir mesaj. kendisinin ipe sapa gelmez bir insan olmadığını, eğitimci olduğum için beni yanlış bir yere konumlandırdığını, nezaketten ve görgü kurallarından uzak olduğumu filan yazmıştı. "rica ediyorum cevap yazmayın" diye de eklemişti. aboov. adamla yanlışlıkla çok samimi olmuştum ve trip de atılıyordu şahsıma. kısa ve öz bir mesaj yazdım.

    "işimden memnunum ve ek bir faaliyette bulunmak istemiyorum kenan bey, hiçbir öğretmen arkadaşım da projeyle ilgilenmedi. ilgilenecek kişi olursa ben buradan yazarım zaten. iyi günler diliyorum."

    tek kelimelik cevap geldi. "peki."

    üstün dökmen tipli bir ergen yan masada oturup konuşmalarımı dinleyip hayatıma giriyor ve birden trip atma kudretine erişebiliyordu. bu nasıl olmuştu? "peki." nedir yahu?

    hiçbir şey yazmadım. işime gücüme devam ettim. dört gün sonra 32 paragraflık bir mesaj. aslında benim yüreğim çok iyiymiş, ona güvendiğimi hissetmiş. ve projeyle ilgili birsürü şey. benim cevaplarım yine kısa kısaydı.

    yeni mesajlar gelmeye başladı. öğrencilerimle olan fotoğraflarımı görmüş, çok aydınlık yüzlüymüşüm, entelektüel birikimimle bu cumhuriyet için çabalayan idealist gençler yetiştirebilirmişim. evet evet ben bir eğitim feneriymişim. pardon neferi.

    son mesajını cevaplamadım artık. bunaldım çünkü. en son dün... kenan bey öğretmenlik yaptığım koleje geldi. beni görmek istiyormuş. ah bir de proje.. ona artık biraz sert bir tavırla, projeyle filan ilgilenmediğimi, beni ikna etmek için kendisini yormaması gerektiğini söyledim. "peki." deyip koşarcasına uzaklaştı sevgiliyle son görüşmedeymiş gibi.

    eve gidince korktum çorap çekmecesinin içinden de kenan bey çıkacak diye. açtım. şükürler olsun. yoktu.
  • dayanamadığım hırsızlık modeli.
    paralize oluyorum resmen. astral seyahatle yan masaya geçiyorum, suskun bir gözlemci olarak dinliyorum onları. çalıyorum sohbetlerini, sonra herhangi bir konuda yan masa konuşmalarını kafamda derliyorum, gözlemlediğim kadarı ile coğrafya, yaş, ekonomik durumları vs bir çok faktör ile sosyolojik bir tespit yapıyorum kendi içimde.

    bu olayın en güzel yönü de şu ki, o masaya oturup röportaj yapsanız veya kulak misafiri oldum çok hoş bir konu konuşuyorsunuz ben de dahil olabilir miyim deseniz aynı şeffaflıkla konuşmaz o masadakiler. ama onlar farkında olmadan aldığınız tüm bilgiler, tavırlar, yorumlar, tepkiler olabildiğince reel olur.
  • şu hayatta yapmayı en sevdiğim şeylerden biri. ayıp mı? belki de, ama umrumda değil. hatta bazen oturacağım masayı yanında olacağım gruba göre seçiyorum.

    o insanların hayatlarını tahmin etmeye çalışıyorum. kimine gıcık oluyorum, arkadaşları gerçekten seviyor mu bunu diye düşünüyorum. bazen sevgililerin tartışmalarını dinliyorum, kim haklı onu tahmin etmeye çalışıyorum. sevgili adayı çifte denk gelirsem daha da zevkli. yeni nesil çok komik oluyor, çok hayat tecrübeleri varmış gibi birbirlerine akıl veriyorlar, onları dinliyorum. turistler de çok eğlenceli oluyor. hele ülke hakkında konuşmalar dönüyorsa daha da eğleniyorum.

    bir çeşit sapıklık galiba benimki. ama sırf bu iş için bir kafeye gidip kahve içip döndüğüm bile oluyor. kendi dertlerinden uzaklaşıyorsun, dizi gibi devam etmiyor, bağlayan bir durum yok. mis!
hesabın var mı? giriş yap