• kabusname isimli eserden bir tavsiye. devamı şu şekildedir:

    "ki vücutça sağlam olasın. zira avrat teni soğuktur, kışın iki soğuk dokunur; oğlan teni ise sıcaktır, yazın iki sıcak kurutur’’
    (bkz: http://arsiv.hurriyetim.com.tr/…4/18/dizi/01diz.htm)

    imdi bu yazılanları okuyup da, "orada geçen oğlan sözcüğü o zamanlar ayrıca kız anlamına gelmekteydi. zamanla anlam kaymasına uğrayarak şimdiki manasını kazandı" diyenler olabilir. kanmayınız efendim kanmayınız. adam düpedüz avrat-oğlan dualitesi kuruyor işte. zaten bazı osmanlı fetişisti münevverlerimiz de osmanlı'da oğlancılık olmadığı sadedinde "oğlan" sözcüğünün etimilojisini ele almaktadırlar ama çok zorlama beyin fırtınalarıdır bunlar.
  • zamanında bahadır boysal'ın osmanlı'nın abudikgubudiklikleri tutkusu yüzünden öğrenebilme imkanına kavuştuğum laf. karikatüründe de yatakta iki adam arasındaki bir oğlan resmedilmiş idi.
  • herşeyin (ör. entry girmenin, tartışmanın, ayar vermenin) bir adabı olduğu gerçeğini idrak etmememizi sağlayan bir alıntı olduğu hususu da yadsınamaz.

    herkes her yazılanı sevmek, beğenmek ya da her yazılana katılmak zorunda değil elbette. farklı düşünebiirsiniz, itirazlarınız olabilir. yalnız insan olmanın gereği olarak üslupta asgari bir seviye gözetilmesini beklemek herkesin hakkıdır. yazılanlardan irrite olabilirsiniz ama yazana saldırmaktan ziyade yazılanları irdelemek ve yazılanlara karşı diyeceklerini (varsa) ortaya koymak daha doğru bir davranış olsa gerektir. hoşuna gitmeyen bir yazıyı görüp de bir tarafına birşey kaçmış gibi hoplayan amino asit bileşikleri ise hemen bir tarama yapıp (hadi kaynağını da verelim (bkz: http://www.netsite.tripod.com/osmanli/6.htm) ) karşısındakini kara cahillikle itham ederek öne sürülen önermeyi çürüttüklerini sanabilirler. bu bağnaz bir düşünce yapısıyla herşeye bilimsellikten uzak bir şekilde duygusal bir yaklaşımla bakmanın sonucudur. "ulu cedlerimiz oğlancılık yaparlar mı? olmaaaaz! bu iddiaların hepsi uydurma" söyleminin az buçuk kendilerini destekleyen argümanlarla çürütülmeye çalışılmasıdır.

    esasa gelirsek. ortadoğu coğrafyasında oğlancılık hep olmuştur. tarihsel kayıtlar bunun vesikalarıyla doludur (merak eden arayıp bulsun. uğraştırmayın beni) tamam oğlan sözcüğü vakti zamanında hem kız hem de erkek anlamına gelirken anlam kaymasına uğramış olabilir. ki bu sözcüğün eski kaynaklarda kız anlamında kullanıldığını iddia edenler bile, hünsa karakterli olduğunu kabul etmektedirler. bazı kaynaklarda (hadi çoğunda diyelim) geçen oğlan sözcüğü kız anlamında kullanılmış olsa bile bazılarında genç erkek anlamında kullanılmış olması olasılığını gözardı edemeyiz. bu topraklarda "parlak oğlan suratına bakmak günahtır" diye fetva veren şeyhlerin bile varlığı malumken (bu lafı da vakti zamanında müjdat gezen tiye almıştı "akıllarına neler geliyor" diye) "yazin avratlara kisin da oglanlara meylet" sözündeki oğlan sözcüğünün mutlak surette kız anlamında olduğunu iddia etmek biraz zor olsa gerek. biz de etimoloji yapacak olursak "bi zahmet avrat sözcüğünün anlamına bakın ve at avrat pusat lafındaki avrat sözcüğü üzerine düşünün" derim. avrat esas anlamı ile eş (eski medeni kanundaki karı) anlamındadır. bu eş genç de olabilir yaşlı da. yani sözcük salt anlamı ile yaşlı kadını kastetmemektedir. sözde ( yazin avratlara kisin da oglanlara meylet) esas itibari ile cinsiyet dualitesi kurulmaktadır. tabi bu benim görüşüm. aksi de iddia edilebilir. aksini iddia eden kişinin üslubu kendi seviyesi ya da çukurluğu ile ilintilidir.

    aslında herşeyin temelinde olaya bilimsel duyarlılıkla değil duygusal yaklaşmak sorunsalı yatmaktadır. yeri gelmişken bir anımı anlatayım * vakti zamanında enderun kitabevi'nde oturup oranın manevi iklimini teneffüs ederken, pek muhterem osmanlı tarihçisi (hukukçu olmasına karşın tarihçi diye bilinir ve bildiğim kadarıyla rotterdam'da yök tarafından denklik verilmeyen bir islam üniversitesinin rektörüdür şu an. ayrıca murat bardakçı örneklerle osmanlıca bilmediğini söyler. yine aynı yerde, o yokken bardakçı'nın kendisinden duymuştum) ahmet akgündüz beyefendi o tiz sesiyle heyecanlı heyecanlı oğlan sözcüğünün etimolojisini anlatmakta idi. yok kız anlamındaymış da yok anlatılanlar ulu ceddimize iftiraymış da bla bla. o gittikten sonra orada bulunan yine muhafazakar cenahtan bir edebiyat fakültesi öğretim görevlisi (ismini hatırlamıyorum) "hoca duygusal yaklaşıyor. insanın olduğu yerde herşey vardır. örneğin 4. murat revan köşkünü bu tür işret meclisleri için yapmıştır" tarzı birşeyler anlatmıştı. yani vakti zamanında, bazı amino asit bileşiklerinin mal bulmuş mağribi gibi sarıldıkları şeyleri biz menbaından alıyorduk.

    yine ahmet akgündüz dedim de ya o gün bizzat kendisinden dinledim, ya da başka bir zaman televizyonda dinledim (geçmiş zaman. belki sekiz yıl oldu. ne yaparsınız hafıza) hoca harem mevzusunu açıklıyordu. yok targıt buna "hoca bu harem ne iş? padişahlar istedikleri kadınla beraber olabiliyorlar mıydı?" tarzı birşeyler sormuş, beyimiz de "sayın cumhurbaşkanım bu köşkte kaç kadın personel çalışıyor?" diye sual ettikte targıt "tamam anladım" demiş. ya yapmayın allahaşkına. bir kere en ufak tarih bilgisi kırıntısı olan da bilir ki padişahın haremdeki istediği kadına el atma hakkı vardır. öyle mantık oyunları ya da tongaya düşürücü olduğu sanılan sorularla bu husus açıklanamaz. üçüncü murat'ın kaç eşi ve kaç çocuğu olduğunu düşünün bir. ve tabi o çocuklara ne olduğunu.

    elbette ki herkes aynı şekilde düşünmek zorunda değil. hele kesinliği olmayan konularda farklı yorumlar çıkması çok doğaldır. yalnız esnek düşünmek ve kendine ters gelen her şeye iman etmiş mümin sendromu ile taarruz etmemek insanlardan beklediğimiz asgari standarttır. klişe olacak ama benim doğrum yanlış olma ihtimali olan bir doğrudur, senin yanlışınsa doğru olma ihtimali olan bir yanlıştır" sözünde yatan manayı özümsemek uygun olur kanısındayım.

    son olarak;
    amino asit bileşiğinin ""ahah onlar da bizim gibiymiş götten verip oğlan skiyorlarmış" lafında ise inceden eşcinsellere bir dokundurma olduğu da sezilmiyor değil. yani yaptıkları işin yanlış olduğunu biliyorlar da kendileri gibi örnekler duyunca seviniyorlar bu sapık eşcinseller. bu ise heteroseksist cinsel faşist bir yaklaşımdır. eğer bu lafta başlığı açana karşı bir ima varsa o da amino asit bileşiğinin kendi sorunudur ki aynı yaklaşımla eşcinsellik olgusuna karşı çok sert tavır koyanların aslında eşcinsellik duygularını bastırmaya çalışan gizli eşcinseller olduğu yargısını irdeleriz biz de.

    ulu bilgemize gelirsek, bkz vererek meramını ifade etmek yoluna gitmek bir tercih meselesidir. gerek namazin kazasi olur sohbetin kazasi olmaz başlığında olsun ve gerekse bu başlıkta olsun bu satırların yazarının tavrı ile ilhan arsel'in tavrı arasında özdeşim kurmak biraz insafsızca olsa gerektir. çok büyük bir keşifmiş gibi sürekli gündeme getirilen cimaa kadir olmayan pire başlığında anlatılan hadise ise pek çok kişi gibi bu satırların yazarının da malumudur. orada ilhan arsel'in açık bir şekilde art niyeti ve osmanlıca cehaletinden kaynaklanan bir hatası sözkonusudur. burada tartıştığımız hususlar ise yoruma açık hususlardır. örneğin "namazın kazası olur sohbetin kazası olmaz" diye bir laf var. bu konuda şüphe yok. sorun bu lafta anlatılmak isteneni yorumlamakta çıkmaktadır. aslında "mutlak olarak bu sözde şu denilmek istenmiştir" demek mantıksızdır. evet ulu bilgemizin dediği gibi sohbetin önemini vurgulamak için bazıları bu sözü mübalağa sadedinde kullanmış olabilirler ama açık anlamıyla kullanan hiç olmamış mıdır tarihte? lütfen biraz esnek düşünce. siyahlar ve beyazlardan sıyrılıp gri tonları da görelim. bazı skolastik kafalar tarafından fethullahçı olarak lanse edilirken bir de ilhan arsel sözlük şubesi olarak avasas diye boş bkz verilmesine ilham kaynağı olmamız da işin komik tarafıdır. yine son söz olarak sayın ulu bilgeme ilhan arsel şubesi ithamının ucunun tekfire kadar dayandığını hatırlatır ve dikkatini çekerim.
  • üslubun kısmen yontulmuş olduğunu görmekle beraber, halen esas açısından içi kof yargıların ve ithamların sedredildiğini görmemize vesile olan bir konu olmuştur yazın avratlara kışın oğlanlara meyletme konusu.

    kat'i yargısını belirttikten sonra "kendisinden sonra yazılanlar sonucunda kendi yazdığının ilmî değeri haiz olmaktan ne kadar uzak durduğunun az da olsa ayırdına varma" durumu yoktur öncelikle. o kendisinden sonra yazılanlar kendisinin de bildiği klasik açıklamalardır zaten. evet yargı ifade edenin kat'i yargısıdır. kati yargısı bu olduğu için yargısına muarız görüşleri de bilen bir kişi yaklaşımıyla "şöyle diyenlere kanmayınız" demesi doğaldır. tabi karşına taban tabana zıt bir yargıyla çıkan, sığ sularda kulaç atan kişilerin düşüncelerinin hiç olmazsa esnemesine ve aykırı fikirlere de tahammül edebilmelerine yol açmak sadedinde farklı görüşlerin olabileceğini ifade edip o doğrultuda farklı yorumlanabilirliklerden bahsetmek görüşlerinden çark etmek olarak yorumlanamaz. ki başlık altına yazılan ilk entryden sonra karşıt görüşlerin sökün edeceğini de vasati bir zekaya sahip olan herkes anlayabilir. gönül daha seviyeli bir muarızın çıkmasını dilerdi orası ayrı. birşeyleri kabul ettirmek isteğiyle yanıp tutuşmak, fikir satmak gibi gibi haller ise ideolojik gaye ile hareket edenlerin tarzıdır. her yazılanda her yapılanda bi artniyet aramak gibi durumlardan muzdarip bünyelere paranoyalarından arınmalarını önermekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.

    yine aynı paranoyak yaklaşımın bir sonucu olarak başlığı gündeme taşıyan kişiyi hainlikle, gerçekleri kasten gizler bir tıynete sahip olmakla itham etmek de çok tutarsızdır. bir kere gerçeğin gizlenmesi gibi durum olamaz. bilgi başlığı açanın tekelinde değildir ki. farklı görüşler ve itirazlarn ortaya konulmasına açık olan bir platformda pekala diğer karşıt bilgi yorumlarla tamamlayıcı bilgiler sökün edecektir. sonra neyin haini? bir örgüt ya da oluşum var da oradan ayrılıp, ayrıldıklarının aleyhine çalışan bir insan profili mi ima edilmek istenmektedir? hainler hakkında hüküm bellidir: "hainlerin öldürülme hakkı önceliklidir" ya da başbuğ'un deyimiyle, "davadan döneni vurun!" acaba hain ithamı gizli bir tehdit mi içermektedir?

    ayrıca kutsal kitaptan referans alarak görüşlerini savunma halini de müşahede etmiş bulunmaktayız ki hoş olmuştur. "allahü teala da eşcinsellik olgusuna sert tavır koyuyor, bu zevatsa eşcinselliğe sert tavır koyanların gizli eşcinsel olabileceğini ima ediyor. yani allah da... töbe töbe..." tarzı imalar ise sayın yazarın zihin jimnastiği yaparak yaratıklandırdığı şaheserlerdir. bir kere kimse tanrı adına konuşmak yetisine sahip değildir. kutsal kitaptaki ifadeleri ise yorumlamak için pek çok bilgiye sahip olmak gerekmektedir. yoksa her önüne gelen, sayın amino asit bileşiği gibi müfessirliğe soyunur. hatta daha ileri boyutta kişilik çatlamasına düçar olup enel hak, allah bende hülul etti, cübbemin pardon kabanımın altında allahtan başka bir şey yok demeleri riski de vardır.

    bilimsel olarak konuyu tüm boyutlarıyla irdelemek isteyenler için kütüphaneler açıktır. olay öyle 'dükkanda temizlik yapıyodum ahmet felancı kapıdan şöyle bir uğradı' tarzı yaklaşımlarla tiye alınacak gibi değildir. bahsi geçen ahmeyt falancı değidir. mevzubahis kişi, amino asit bileşiğinin görüşlerine yer veren bilinmeyen osmanlı isimli kitabın yazarlarından ahmet akgündüz'dür. orası da temizlik yapılırken birşeylere kulak misafiri olunan bir yer değildir. vakti zamanında cemil meriç, ziyad ebuzziya gibi münevverlerin uğrak yeri olmuş olan bir yerdir. yine "televizyonda mı gördüm rüyada mı gördüm tam emin değilim ama" tarzı bir cümle dahi kurulmuş olsa burada üzerinde durulması gereken, anlatılan şeyin (konumuz özelinde osmanlı'da harem olgusuna ahmet akgündüz'ün bakış açısı) gerçekliğinin sorgulanmasıdır. evet ahmet akgündüz'ün yaklaşımı budur ve bunu rüyada ya da televizyonda görmek pek birşeyi değiştirmemektedir.

    hasılı kelam, görüşler ortaya konmuştur. herkes kendi görüşüne sahip çıkar ve "başkalarına kanmayınız efendim" diyebillir. karşıt görüşlerin çıkması ise doğaldır. yoksa karşıt görüşlerin çıkmasından sonra karşıt görüşlerin çıkmasının doğallığını vurgulamak ve o bağlamda tartışmaya devam etmek tornistan etmek değildir. tabi herkes algılama kapasitessinin istiap hacmi kadar algılar orası ayrı.
  • eskiler, osmanlılardaki eşcinsel metinlerden bahsederken, "bu iş, adamların sadece dilinde" derlerdi

    sadece dillerinde olup olmadığını bugün bilemiyoruz ama eşcinsel temalar, osmanlı cinsellik metinlerinin azımsanmayacak bir bölümünü oluşturur ve bunları görmezlikten gelmek de zordur.

    bu tür ilişkiler, o dönemin şartları içerisinde olağan bir davranış görüntüsü verir. eşcinsel eğilim, sıradan şairinden divan sahibi şeyhülislamına yani en yüksek düzeydeki din görevlisine, padişahın maiyetindeki besteciden semai kahvelerinde sazını çalarak geçinen müzisyenine, ansiklopedistlerden tasavvuf bilginine kadar, toplumun değişik kesimlerinden gelenlerin yazdıklarında açıkça görülür.

    alışılmış görüntülerden biri, kadının kötülenmesidir. mesela sümbülzade vehbi'ye göre erkek, "eli kınalı kadınlardan elini çekmelidir, zira kadınlar, erkeğe kanlı gömlek giydirebilirler."

    lamii çelebi ise, erkeklere "evde kahbe tutmayın" diye nasihat eder:

    seni boyunca altına gark etse

    erkeksen, kahbeyi evinde tutma

    ona da malına da lanet olsun!

    malı da kendisi de mel'un

    fuzuli, "sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi tellaka bağlılığını göstermiş başlar, onun amber kokulu usturasının hareketinden, suyun dalgalanıp kabarcıklar meydana getirmesi gibi neşelenip tertemiz oluyor her kılımın ucunda bir baş olsaydı ve sevgilim onları saç gibi doğrasaydı, kanlar döken usturasından yine de kaçmazdım" sözleriyle, hamamda saç tıraşı yapan bir tellaka övgüler yağdırır.

    divan şiirinin hemen her ünlü adı, bu şekilde mısralarının yer aldığı hammamiyeler düzer ve güzel delikanlıları tasvir ederler.

    erkek sevgilinin şiirde sadece böylesine sembol olarak değil, adıyla, sanıyla geçmesi olağan bir şeydir.

    1082 yılında ziyaroğulları'ndan emir keykavus tarafından kaleme alnınan kabusname sevişmeyi konu olarak işleyen farsça bir ansiklopedik eserdir. kabusname'den örnek bir bölüm şöyledir:

    "yaz olunca avratlara, kışın oğlanlara meylet ki, vücutça sağlam olasın. zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk, vücudu kurutur"

    osmanlı eşcinsel metinlerinden bahsedildiğinde, akla ilk gelen isimlerden biri enderunlu fazıl bey'dir.

    1759-1810 yılları arasında yaşamış. dönemin tanınmış bir eşcinseli ve eşcinsel olmakla her zaman, her vesileyle övünmüş. kadınlardan zevk almadığını devamlı tekrarlamış, eserlerinde hep bu konuyu işlemiş. maceralarını, duygularını, isteklerini apaçık ve hiçbir şeyin ardına gizlenmeden anlatmış. üstelik bu açık sözlülüğü, ona ünlü beytini, "şairiz, şeyn verir şanımıza / giremez fahişe divanımıza"yı (şairiz, fahişeler divanımıza giremez, böyle bir şey bize utanç verir) yazdıracak dereceye varmış.

    fazıl'ın, bugün elimizde beş kitabı var: defter-i aşk, hubanname, zenanname, çenginame ve divan. kitapların geçmişi de, yazarları gibi maceralı. kimisi yazma olarak elden ele dolaşır, kimisi de basılır ama bazen ahlak dışı bulunarak toplatılır.

    defter-i aşk'ta şair, başından geçen aşk maceralarını hikaye eder. saraya alınışını, enderun'daki bazı delikanlılara aşık olunca kovuluşunu, sefaletini ve bir çingene genciyle olan gönül ilişkisine yer verir.

    hubanname'de, dünyanın çeşitli uluslarına mensup delikanlıların özelliklerini anlatır. sevgilisi, diğer ülkelerin güzel erkeklerini de öğrenmek istediğini söyler ve fazıl bu isteği yerine getirmek için kaleme sarılır.

    divan, dini şiirler, devrin büyüklerine övgüler ve yine delikanlılar için yazılmış gazellerle doludur. fazıl bu şiirlerle kendisine özgü bir tarz yaratır, o güne kadar söylenmeye cesaret edemediği bazı ifadeleri açıkça kullanır.
    istanbullu lezbiyenler

    zenanname, hubanname'deki bahsi geçen milletlerin kadınları üzerinedir. özellikle istanbul kadınları için yazdıkları, o dönem osmanlı hayatını gösteren bir ayna gibidir. istanbul kadınlarını dörde ayırır fazıl. dinine bağlı, namazında-abdestinde olanlar, hafif işveliler; fahişeler ve lezbiyenler bu kitabı yazmasını da sevgilisi ister. fazıl, istanbullu lezbiyenler için şöyle yazmıştır:

    "ey sevgili, eski zaman kadınları arasında olmayan, "sevici zümresi" denilen yeni bir bölük çıktı ortaya. kadınlara kötü bir hediye bu birbirlerine gönül verip aşık olurlar, ilişki vaktinde bile hile yaparlar hileleri, zekeri (erkeğin cinsel organını) taklit ederek yapılmış bir alettir. aletin adını yazamam ama bir bilmeceyle söyleyebilirim işte o bilmece: "nazı bıktırdı beni dildarın" (fazıl burada, eski harflerden ve aruz vezninden yararlanarak, "yapay erkeklik organı" demek olan zıbık kelimesini şifreyle veriyor.) bu yola girenler temiz huylu, nazik, ilim-irfan sahibi kadınlardır. böylesine ilişkiler pek çok oluyorsa da, diğer davranışlara göre kötünün iyisi sayılıyor, birbirleriyle geçinip gidiyorlar
    çingeneler, çengiler

    fazıl'ın bir diğer kitabı çenginame yani "erkek dansçılar kitabı" o dönem istanbul'unun en ünlü erkek dansçılarını konu alır. şair, erkeklerin ve erkek sevgililerinin konuşulduğu bir toplulukta çengi denilen dansçılar üzerine yapılan bir tartışmaya tanık olur. herkes bir başka çengiyi methetmekte, göklere çıkarmakta ama hangisinin en yakışıklı ve en hünerli olduğu hakkında bir türlü karar verememektedirler.

    sonuçta fazıl'dan hakemlik etmesini ve bu konuda bir kitap yazmasını isterler. o da oturur, rum, yahudi, ermeni, hırvat ve çingene milletinden gelme 42 erkek dansçıyı şiirlerle anlattığı çingenamesi'ni kaleme alır. işte çingename'deki düzyazı şeklinde kaleme alınan oyunculardan bazıları:

    büyük afet denilen güzel yorgaki'nin temiz vücudu gümüşe benzer. o edasının, yiğitçe yürüyüşünün dünyada bir benzeri daha yoktur. görünüşü, hareketleri alemi kendisine bağlar aşığın burnuna girse bile, değer.

    andon, eli ağzına uyan bir dilberdi, naz tahtı üzerine kurulmuş iskender'e benzerdi, iki bin aşığı vardı şimdi yüzüne sinekler üşüştü, şirin dudaklarına karıncalar düştü meğer güzellik de kuş gibiymiş

    çengilerin şahı misirli'nın vücudunun uyumu ve boyu eşsizdir. aslı yahudi'dir. raksa girip her tarafını oynatmaya başlayınca, halkı deli eder aşıklarını saymakla bitiremezler. hem çehresi, hem yürüyüşü bir hoştur, şalvarını çözdüğünde daha da hoş olur

    kanarya, aşıkların kuşunu kaldırıyor güzeller içinde bir bülbül onun yanında bize düşen, mum tutmak

    murat bardakçi
    osmanlı'da seks adlı kitaptan sadeleştirilmiştir.

    hubanname'den (erkekler kitabi) bazi örnekler:

    zengibar (zenci) erkekleri: ey gecenin rengi gibi benli, güzelliği gizli olan zencinin genci!.. yanakları sade de olsa, yüzü tebessüm de etse, aşığın gözü kör olmadıkça öpülmeye layık görülmezler isimlerine "mercan" diyelim, ama onunla birlikte olmayı kim kabullenecek? sadakatleri meşhur, kahraman, sevimli ve vakurdurlar; isimleri görünüşte değişiktir ama içleri baştan başa cevherdir fakat anlayış gözü kör mü acaba? parlak gündüz ile gece bir mi? bırak, onları hatırlamasak daha iyi olacak geriye kalanları bir tütsü kabına koysak, hepsi amber olur.

    halep ve urfa erkekleri: rüzgarın can verdiği, mutedil bir havası var halep'in hoş yürüyüşlü dilberleri temiz, yanaklarının aynası saf ama çocuklarının yüzlerinde bile yara çıkar, erkeklerinin hepsi yaralı

    anadolu erkekleri: bunlar adetlerine bağlıdır, yaratılışları sırasında aldıkları özelliklerini daima korurlar. yani ne cilve, ne edalı yürüyüş, ne de kötü söz bilirler hepsinin budala yaratılışlı olmasının aslında yüz sebebi var ama çoğu cennetlik. ham vücutları da pişmemiş, endamları kaba yüzü ay gibi bile olsa, cansız bir şekli ne yapayım? cisminin kabalığı, resmini bile uygunsuz kılıyor

    istanbul erkekleri: dünya sanki bir kitap, istanbul da onun fihristi bazen insan harmanı yapıldı burada, bu yüzden her cinsin tohumu var bütün dilberlerin bukalemun gibi renk değiştirmesinin sebebi de işte bu. uykulu tavırlı, edalı, güler yüzlü, tatlı seslidirler kadın gibi, bilmem ne gibi kırıtarak yürürler nazik boyu ince bir fidanı, yanağı ve yüzü sonbahar yaprağını andırır.

    güzelleri birbirine benzemez, üstelik renkleri de değişiktir ama hepsi naz ve niyaz ehli, aydınlık çehrelidir. naz ve sitemde üstat, cevir ve cefa etmeye alışıktırlar. ona karun kadar mal harcasan, ne kadar sihirler, füsunlar yapsan, ciğerini önüne koysan, bin bir vade ile kucağa gelir ama yine de göğsünü kırar geçirir kimi hafız, kimi molla, kimi şair, kimi de seçkinin de seçkini.

    rum erkekleri: sanki aleme bir güzellik zerresi düştü, rum milletine ise güzelliğin kubbesi verildi kadını da oğlanı da güzel, her biri birer afet. yosma yürüyüşlü, şuh edalıdır hepsi ermenilerin yumuşaklığına, yahudilerin miskinliğine onlarda rastlanmaz. galata meyhanelerindeki çocuklar, en iyi insanı bile yolundan çıkartır

    ermeni erkekleri: yüzlerinin ifadesi hummalıdır ama güzellikleri rum gibi olmaz nazik huylu serkis vücudu nazik, boyu ince uzun, bacak kılları az ama şehveti kışkırtmıyor bedeni vahşi görünüyor kılları samur gibi karakış için iyi bir güzel; onu kışın kullanmak için sakla göğsü bir kıl tarlası, her kılı bir eşek lalesi

    yahudi erkekleri: çehreleri ak olur, kırmızı yüzlüleri, esmerleri azdır. güzellikte ufukların en şuhu bile olsa, başı kel olanı neyleyeyim? işte yahudi'nin başı kel, yüzü sarı. bu, onun soyundan geliyor bedeni ve yüzü beyaz katı gönüllü, her millete düşman olmuşlar.

    çingene erkekleri: dilberleri hoşça, yüzleri esmerdir musiki onlara allah vergisidir. hareketleri anlamlı ve ölçülüdür. sesleri nazik ve gevrek, sözleri şerbetten lezzetlidir. onlarla gizlice "alışveriş" yapmak mümkündür birçok bahaneyle kapıya gelirler
  • yamulmuyorsam ahir zamanlardan (roma'dan da eski) kalan bir öğüt. yaşlı erkeğin genç erkeğe kadın tavlamayı (ya da avlanmayı nasıl yeğlerseniz öyle olsun) öğretirken nemalanmasıdır burdaki icazet. bilge adamla çaylak yaz gelir birlikte avlanmaya çıkar ve hemen sonra ayrılırlar...
    (anladın sen onu)
hesabın var mı? giriş yap