• (bkz: osmanoğlu)
  • ve hatta: (bkz: #6189737)
  • quare non sunt vestitus eis? kardeşim. bir süredir mahir kaynak beyefendi türkiye'nin bölgede liderliğe itildiğinden bahsediyordu (örn. http://www.haberturk.com/…190&cat=160&dt=2009/01/23 ) kuşkusuz bu liderlik düşüncesi, cumhuriyetimizin benimsediği klasik anlamda ulus-devlet projesiyle gerçekleşemeyecekti. ortada bir kapsama alanı olduğuna göre; onun niteliklerine bakılarak onu idare edecek zihin yapısının belli ölçülerde yontulması ve lider konuma getirilmesi kaçınılmazdı. işte bu noktada benim anlayabildiğim kadarıyla, yeni osmanlıcılık adını verebileceğimiz yeni liderin yeni misyonu, temelde kime hizmet ederse etsin (mahir kaynak'a göre bütünüyle tükenmiş arap toprakları bir gün istanbul'da yeni osmanlı devletine hibe edilebilir; önemli olan bu da değil, asıl dikkatimizi çekmesi gereken şey neden diğer egemen güçler elini eteğini buradan çekmektedir) kendisine şiddetle ihtiyaç duyulan şeydir. ara sıra bunu farklı şekillerle de olsa ifade etmişlerdi; örneğin 7 mart 2007 'de amerikan girişim enstitüsü'nde bernard lewis'in bölge politikalarına dair değerlendirmesini anımsayınız: #10940242.

    hal böyleyken recep tayyip erdoğan ve tayfasının (özellikle de abdullah gül faktörünü düşününüz) yeni milli görüşçü (eski milli görüşçü'nün ne denli osmanlıcı olduğunu anımsayınız. ali aktaş "milli görüş osmanlı'ya dahildir.." diyor: http://www.aliaktas.net/…us-osmanliya-dahildir.html ; veya başka bir yerde şöyle deniyor: "millî görüş islam'ın ihyasıdır, millî diriliştir": http://www.delikanforum.net/…cdid-hareketidir.html. ya da erbakan'ın gençliğe hitabesini düşünün: http://www.milligoruscuyuz.biz/…nclige-hitabesi.php vs.) kimliği yeni bir osmanlıcılık düşüncesini içermek durumundadır. bakın haber 7 yazarı mustafa armağan yeni kitabıyla alakalı olarak ne demiş: " osmanlı"ya düz anlamda bir geri dönüş mümkün değil tabii ki. ancak ben burada "osmanlı"nın geri dönüşü"nden bahsediyorum, bizim ona dönüşümüzden değil. faulkner'ın kehaneti çıkıyor galiba: geçmiş dalga dalga bizim üzerimize geliyor. osmanlı ruhunun, vizyonunun, emperyalizme karşı şanlı direniş macerasının, cebelitarık'tan hind yarı kıtasına, ukrayna içlerinden ümit burnu'na, izlanda'dan hazar denizi kıyılarına kadar uzanan 30 tane türkiye çapındaki şaşılası büyüklükteki bir coğrafyada birbirinden zorlu 6 yüzyıl boyunca gerçekleştirilen o muhteşem organizasyon ve medeniyet birikiminin bizi yeniden kucaklamasından söz ediyorum. 'geri gel ey osmanlı', zaten gelmekte olan bir dalgayı haber veriyor sadece. bu benim kişisel çığlığım değil, belki utana sıkıla hepimizin içimizden geçirdiğimiz fakat nedense dile getiremediğimiz bir hayatta kalma çığlığı. ortak bilinçaltımızın freninin boşalması, bir bakıma. bir başka deyişle osmanlı"nın tasfiyesi, osmanlı'nın yüzüne sımsıkı kapattığımız kapıları zorluyor. yeni bir misâk-ı millî kavramı yolda..." (http://www.tumgazeteler.com/?a=2394202) dahası günübirlik adımlarla akp'nin çökertilebileceğini ve hatta basit göstergelerle, gazete demeçleriyle kapatılabileceğini ve her taraftan coşkun akması sağlanan bu nehrin durdurulabileceğini sanan dar kafalılar türkiye'nin özellikle de 90'lardaki ortadoğu politikalarında beliren "yeni osmanlıcılık" eğiliminin yani kimi uzmanlara göre "yeni türk emperyalizmi"nin de (efraim inbar, ‘regional implications of the israeli-turkish strategic partnership’, meria journal, volume 5, number 2, june 2001, s 6; mesut özcan, an overview of turkey’s policy in the balkans and middle east in the 1990’s, sf.21: http://www.obiv.org.tr/…lkanlar/002-mesut ozcan.pdf) akp zihniyetini desteklediğini göremediler. adım adım milli görüş'ü iktidara taşıyan nehri besleyen faktörleri iyi analiz edemediler. üstüne bir de iradesiz, kemiksiz koalisyon hükümetlerinin; skandalların, hortumların altında ezilen halkın, kapı kapı gezip bugün iktidar olan görüşü en temelden kendisine sunan mahalle arası teşkilatların "adil düzen" umudunu iyi analiz edemediler. çocukları liseden iyi bir ortalamayla mezun olsun ve üniversiteye girebilsin diye onları cemaat evlerinden çıkma abilerin kollarına bedelsiz teslim eden fakir ailelerin ne laiklik, demokrasi ne de insan hakları sorunu vardı; varsa yoksa geçim sıkıntısı. sonra gelip burada, her şey olup bittikten sonra her manada tutsak zihinlerin kömüre oy verişini yargılamanın bir değerinin olmadığını söylediğinizde anlaşılmanız da beklenemez. hem mikro hem de makro, hem yerel hem de uluslararası faktörlerin bugün gelinen noktada recep tayyip erdoğan'a yeni bir adalet, yeni bir düzen, yeni bir idarenin iradesini sağlayıcılığı görevini hem de "islam liderliği" adı altında -altın tepside- sunduğu açıktır. birikim dergisi daha kasım 1996'da (s.91) "düzenin merkezine yeni harç: refah partisi" başlığını atmıştı. yanıltıcı olmasın, bu düzen türkiye cumhuriyeti'nin yerleşik strüktürü açısından değerlendirilemez; zira osmanlı zihin yapısının cumhuriyetle birlikte tümüyle tasfiye edildiğini sanmıyorum ("edilmesi gerekir / gerekliydi" düşüncesinde değilim) erbakan ve hareketi olmasaydı da başka bir şekilde i.s. 2008'de iç ve dış dinamikler recep tayyip erdoğan'a değilse de başka bir yarı-padişaha davos'ta dile gelen bugünkü sözleri söylettirirdi. zira ömer laçiner'in birikim'in yukarıda bahsettiğim sayısındaki "islami hareket: umudu din'lendirmek ya da dillendirmek" başlıklı yazısında da söylediği gibi (sf.9) burada bahsettiğimiz osmanlıcı geleneğin "batı ve batıcı toplum düzeni eleştirilerinin ötesine geçen ve islamı postmodern çağın verilerine, karmaşık gerçekliğine ve sorunlarına karşılık verecek bir alternatif olarak düşünmeye, yaşamaya eğilimli olmak gibi iddialı yönleri de var(dı)." böyle olunca mahir kaynak'ın tespitinin arka planının ne sağlam şekilde oluşturulduğu da anlaşılır. türkiye'ye biçilen "bölgenin lideri", "yayılmacı", "yeni osmanlı", "islam ülkelerinin başı" olma misyonlarını iyi görmek gerekir (şuraya da bakınız: "in arab political discourse, turkey's return to the middle east was often referred to as 'new ottomanism', 'new turkish imperialism', or 'pan-turanism'": http://meria.idc.ac.il/…al/2001/issue2/jv5n2a5.html).

    bu misyon bir çuvala benziyor; içinde trt'nin kürtçe yayın yapan kanalı açması da yer alır, abdullah gül'ün cumhurbaşkanı sıfatıyla ermenistan'a gitmesi de. her ikisi de geç kalınmış atılımlardır; zaten geç kalındığı için olağan olması gereken tutumlar atılımlar haline gelmiştir, bu ayrı; ancak bu "yeni osmanlıcılık" düşüncesine geçiş evresinde yaşanacak sıkıntılar o kadar büyük ki, köprüyü geçerken onu havaya bile uçurabiliriz. tüm dünya susarken, müslüman ülkeleri sanki gizliden gizliye israil'e destek çıkıyor bile görünürken, bir tek türkiye cumhuriyeti'nin filistin davasını bu denli sahiplenmesi (hatta öyle ki, başbakanın dış dünyaya bugünkü çıkışını daha evvel pkk veya başka bir meselede görmemiştik) manidar değil midir? burada ölçü nasıl belirlenecek, suni bir osmanlıcı idare tümüyle egemen kılınsa bile bu ne kadar daha iradeyi sağlam tutabilir; ya da başta teğet geçtiğim gibi, bu yeni osmanlı esasen kimin yararına olur? tarihte herhangi bir şeyin (kendine has yapılanması, vasıfları gözardı edilerek "yeni roma" denen istanbul merkezli osmanlıyı çıkarın) "yeni"liğinden hayır gelmiş midir? "yaşasın ne güzel de yahudiye lafı geçirdi! yaşasın büyüyeceğiz! yaşasın üç kıtaya hükmedeceğiz!" gibi söylemlerle ortaya atılıp çukura ilk düşen de siz olmayın; biraz sakin kafayla düşünmeye ihtiyacımız var, daha evvel başka başlıklarda da dile getirdiğim gibi, cumhuriyetimizin demlenmeye, tadının, ağırlığının iyice oturmaya ihtiyacı var. muhaliflerin telefon dinlemeleriyle, gece baskınlarıyla sindirildiği, işlerinden atıldığı; tek ses, tek egemenlik düsturunun hakim olduğu bir anlayış içinde gün olur bugün iktidardan nemalanlar ses çıkarmadıkları adaletsizliğe, haksızlığa uğrarlar. bugün ağlayanlar yarın güler; gülenler ise ağlar. serin durun.

    quare non sunt vestitus eis? kardeşim.

    okumalar:

    http://getir.net/o4d
    http://www.stormingmedia.us/26/2614/a261414.html
    http://meria.idc.ac.il/…al/2001/issue2/jv5n2a5.html
    http://getir.net/o4e
    http://wwwcgi.rand.org/…rts/mr1241/mr1241.chap3.pdf

    seyirlik:

    (mahir kaynak)
    http://video.fatihaltayli.com.tr/tt090122.flv

    addendum@: alın bakın söylediklerim çerçevesinde seyir ne alemde, birileri bu sözlerin sarfedilmesini istedi:

    http://www.hurriyet.com.tr/…em/10896845.asp?gid=229
    http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/…=19899&p=3&rid=2

    ***
    http://www.hurriyet.com.tr/…ya/10922076.asp?gid=229 :
    lübnan’da ingilizce de yayınlanan dar ül hayat gazetesinde çıkan bir yazıda "osmanlı geri gelsin, erdoğan’ı da halife olarak seçelim" dileğinde bulunuldu. gazetede cihad el hazin tarafından kaleme alınan yazıda erdoğan’ın davos’ta israil’in "şarlatan" cumhurbaşkanı şimon peres’e gösterdiği tepkinin müslümanlar için övünç kaynağı olduğu belirtilerek şu görüşlere yer verildi:
    "davos’ta her yıl karşılaştığım bir arap işadamı, erdoğan’ın terk ettiği panelin ardından bana şöyle dedi: türk başbakanı beni bir müslüman olarak gururlandırdı ama bir arap olarak da utandırdı. olayın ardından görüşümü soran türk televizyonuna söylediğimi tekrar etmek istiyorum. bir arap olarak erdoğan’ı selamlıyorum. osmanlı devletinin geri gelmesini ve erdoğan’ı halife seçmeyi çok isterdim. teşekkürler erdoğan."

    ***
    http://yenisafak.com.tr/…04.02.2009&y=hakanalbayrak :
    gelecek yıllarda "tarihsel birlik tecrübemizin günümüz şartlarında farklı bir şekilde yeniden üretilmesi"ni ve kardeş ülkelerin federasyon yahut konfederasyon gibi bir çatı altında birleşmesini konuşacağız inşaallah.

    ***
    http://www.hurriyet.com.tr/…ya/10928975.asp?gid=229 :
    "dergi, türkiye'nin gücünü müslümanları desteklemek üzere genişletebileceğini, arnavutlar ve boşnakları desteklerken balkanlar'a girebileceğini, etkisini arap rejimlerini şekillendirmek için güneye doğru uzatacağını ve orta asya ile zaten yakın bağlarının bulunduğunu kaydetti. türkiye'nin en sonunda kuzey afrika'daki olayları etkileyen bir deniz gücüne de yoğunlaşabileceğini savunan dergi, bu “yayılmacı vizyonu” desteklemek için ordunun da güçlendirilmesinin gerektiği görüşünü dile getirdi."
  • maalesef bizim bulduğumuz bir şey değil bu "yeni osmanlıcılık".

    şimdi bu cümlemi açımlayarak dışarıdan bize aktarılan (kim aktarıyor diye sormayın; asıl sorulması gereken soru "bu aktarım kimin işine yarar?" olmalı) yeni osmanlıcılık düşüncesini anlamaya çalışalım. evvela neden "maalesef", ona bakalım. "maalesef" çünkü bizim artık konjontürde aktif rol üstleneceğimize dair yeni anlayış tarzımızın belirlenişi bile başkalarının dayatmasıyla oluyor; şöyle söyleyeyim: birileri bizden daha aktif olmamızı istiyor. pasifize olmuşluğumuzun simgesi olarak görülen "yurtta barış dünyada barış" düsturumuzun terki, doğal olarak yayılmacılığımızı gerektiriyor ve bunun için de zaten kocaman bir örneğimiz var: osmanlı zihniyeti. peki bu zihniyeti, cumhuriyet döneminde kimse sürekli canlı tuttu? dediğimiz gibi özellikle de milli görüş reaksiyonerliği (#15245386). türk-islam sentezi kapsamında tümüyle reddedilmeyen türk milliyetçiliği olgusu da (ülkü ve alperen ocakları) buna eklenince artık kaçınılmaz olarak resmen ölü olan ancak ismet paşacı ceberrut devlet telakkisi karşısında her daim müslüman türk'ün içini ısıtan osmanlı algısı istanbul'un fethinin anıldığı günlerde, dini bayramlarda, ramazanlarda her defasında daha fazla ön plana çıkmaya başlayınca artık kaçınılmaz olarak dışarıdan, bölgeyi himaye etmeye çalışan güçler kullanılası silah-meta olarak bu potansiyeli tümden diriltmeye karar verdi. bu kadar net konuşuyor olmamın sebebi galiba biraz da benim yetiştiğim civarda daha doksanlardayken bile bugünleri görebiliyor oluşumdur. bunun için hep söylediğim bir şey vardır: eğer türkiye'nin bugünlerini ve yarınlarını iyi tahlil etmek istiyorsanız, mutlaka istanbul'da altunizade ve çevresini iyi değerlendirmelisiniz. anadolu'ya, güneydoğu'ya, doğu anadolu'ya gitmenize gerek yok. eski asya finans'ın bulunduğu (şimdi vakıf üniversitesi yapmışlar) mekanı iyi izleyin. türkiye'nin dönüşümünü en iyi yansıtan yerlerden biriydi. ve bugün sanıldığının aksine adı belli cemaat refah partisi'nin arkasında hiç durmadığı gibi yükselen ii. ecevit furyasında tümüyle onun yanında yer aldı. bugün bile kimsenin aklına gelmeyen inanılmaz iş kapıları ve sektörler ayağa kaldırıldı. bunu da hep söylüyorum: devekuşu yumurtası ticareti yapan cemaatten insanlar tanıdım. bu insanların dinle, imanla alakası yoktu; hatta bir kısmı 5 vakit namaz da kılmazdı (evet bunları bilebilecek kadar yakındım) ama cemaat içinde sağlam bağlar ve bu bağların sağlam direkleri vardı. camiye gitmezlerdi ama çocuklarına koydukları isimler onları en azından tüm ibadetleri yerine getirmişçesine diğer cemaat üyelerine bağlardı. benim anımsayabildiğim kadarıyla çocuklara konan isimlerden bazıları şöyle: yavuz selim, abdülhamit, abdülmecit, esat, fethullah vs. burada asla yanlış anlaşılmak istemiyorum; insanların bu isimleri çocuklarına verebilme hakkını sonuna kadar savunuyorum; asla karşı değilim. herkes istediği ismi çocuğuna layık görebilir, bu benim problemim değil. üniversiteye başörtüyle de girilebilir, çocuklara ailesinin istediği isimler de verilebilir. ancak bütün bunları neden anlatıyorum, bunu iyi tahlil edin. baştaki "maalesef"i açımlayabilmek adına anlatıyorum; cemaat içindeki bu insanların nasıl ki din, iman çok fazla önem taşımıyorsa, şu an ülkemize biçilen "yeni osmanlıcılık" rolünün de aslında bu role çok meraklı görünen mukaddesatçıları hiç ilgilendirmediğini düşünüyorum. bu sadece bir gösteriş veyahut rahatsızlığın, güdüklüğün göstergesi. bu bir sonuç, asla amaçlanan bir sonuç değil; sadece cumhuriyetin kazanımlarının nihai ereklere (lineae finales) bir çırpıda ulaşmasını beklemenin utanç verici bilinçsizliğinin sonucu. bir çocuğuna yavuz selim, diğerine abdülhamit ismini koyan babanın tepkisini iyi görmeliyiz. buradaki osmanlı arzusu elbette ki, felsefi ve düşünsel bir arkaplandan hareketlenmiyor; burada sadece güdük kalmışlığın yol açtığı bir sonuç var. bunu göz ardı edemeyiz. işte bu yüzden, bu cumhuriyetin aydınlarının, kanaat önderlerinin bu insanları bu virüslü (virüsten kastım asla osmanlı'nın kendisi veya ona ait algılar değildir; insanların geçmişten medet umması her ne fikre saplanmış olursa olsun, bana göre kötü sonuçlar doğurur) yaklaşımlarından çekip çıkaramaması benim burada dile getirdiğim "maalesef"i doğurur.

    peki üstteki paragraf sadece adı çok zikredilen bir cemaatin kendi kitlesini oluşturması çabasını anlatıyordu. peki "maalesef"imizin diğer yönü olan, bu cemaatin serpilmesini en nihayetinde her tarafa sızmasını kolaylaştıran müslüman-türk algılayışını ne yapacağız? 1453 tarihli fethi hala coşkuyla kutlayan zihinleri nasıl değerlendireceğiz? haliyle sen 1453'ü yücelttiğin vakit karşında da bir başkası 1919'u, 1920'yi, 1923'ü piyasaya sürüyor. ya da tam tersi. sen üniversiteye başörtülü kızı sokmadığın vakit, öbürü de belediyeyi başörtülü insanlarla dolduruyor. ya da tam tersi. o halde her daim sıcak tuttuğumuz şu değerlerimizi biraz da olsa dinlendirmeye, artık yeni söylemlerle hayatı algılamaya ne dersiniz? soruyorum ama fazlasıyla romantik olmalıyım; çünkü bu zeminde müslüman-türk algısının bu denli yükseldiği bir ortamda sesim fazlasıyla cılız çıkıyor. dün girdiğim entiride (#15362767) baskın oran'la alakalı olarak söylediklerim açıktı: akademik ve ilmi bulmadığım daha doğrusu bu hususlarda yeterli görmüyorum kendisini, ancak belki de "paralı üniversite eğitimi" fikriyle birlikte en doğru olarak gördüğüm söylemi bu topraklarda cumhuriyet idaresinin de sünni müslümanlardan başka (müslüman türklerin bir diğer adı belki de) farklı renklere tahammül edemediğine dair olandı. baskın oran şöyle diyor: "engizisyonu bile yaşamış batı’da laiklik sorunu yoktur, bizde niye vardır hiç düşündünüz mü? bunun en temel sebeplerinden biri batı’da dinin katolik-protestan diye bölünmüş olmasıydı (o. abel, ‘la condition laique’, cemoti, no. 19, s. 43). alevilerin zaten her fırsatta katledildiği osmanlı’da bir de gayrimüslimler temizlenince sünni islam, devletin karşısına yekpare bir heyulâ gibi çıktı; hadi baş edebilirsen et. dahası, gayrimüslimlerin tasfiyesi anadolu’nun geleneksel çoğulculuğunu mahvetti. sonuçta hiçbir farklılığa (aleviler, kürtler, farklı cinsellikler, vb.) tahammül edemez hale geldik. bakan gönül haberine gazetelerde yapılan okur yorumlarını gördünüz mü? “şimdi sıra kürtlerde mi oluyor?” diyorlar. yani, “gayrivatandaşlar” temizlendi şimdi sıra “sözde vatandaşlar”da mı sorusu. vahim çağrışım." http://www.radikal.com.tr/…08.02.2009&categoryid=42 . gerçekten de durum böyle; düşünüyorum şu an anadolu'da ve istanbul'da (tabi verdiğim rakam biraz abartılı olacak) 2-3 milyon gayrımüslim olsaydı şu anki türkiye yine aynı türkiye mi olurdu? bunu ciddiyetle düşünmenizi isterim. baskın oran'ın aynı yazıdaki şu ifadeleri de ciddiyetle değerlendiriniz: "ermeniler ve rumlar “temizlenmeden” önce anadolu çok uygar bir ortamdı. paris’te 1992’de yayınlanan “osmanlı imparatorluğu’nda ermeniler” s. 356-381’den birkaç rakam: sadece harput ovası’nda 8.660 öğrencinin okuduğu 92 okul vardı. burada tiyatro atatürk’ün doğumundan 1 yıl önce kuruldu. meşrutiyet’le birlikte 1 gazete, 1 dergi, 1 de haftalık gazete çıkmaya başladı. susuryan kardeşler fotoğrafçılığı 1890’da başlattılar. bunları 2008’e projeksiyonla getirin ve türkiye’nin ab’ye girmesi açısından düşünün." (türkiye'nin avrupa birliği'ne girmesi hiç umrumda değil, o cümleye kadarki bölümü ciddi ve kayda değer buluyorum.)

    peki şu ana kadarki söylediklerimden nasıl bir türkiye görmekte olduğumu özetleyerek dışarıdan bize bakanların neler gördüğüne geçmek istiyorum: her şeyden evvel türkiye'de "yeni osmanlıcılık" düşüncesinin hortlamasının temel sebebi bir cemaat değildir. kendisi dışında hiçbir renkliliğe ehemmiyet vermeyen, hatta onun yok edilmesi gerektiğine dair sağlam bir anti-osmanlıcı tavrı takınan müslüman-türk çoğunluğun her yerde (futbolda, müzikte, sinemada, tvde, tiyatroda, kitaplarda, internette vs. aklınıza gelebilecek her yerde) karşımıza çıkan ezici baskınlığının ironik bir şekilde kapsayıcı, farklı enkleri bir arada tutmasını sağlayan tutkalıyla osmanlı düşüncesini sahiplenmesinde, bu gömleği üzerine giymesinde adından çok bahsedilen cemaatin asli rolü yoktur; cemaat, içinde fazlasıyla düzenli yapıya sahip olduğundan bu ortamda nasiplenmesini iyi bilen, söz sahibi olabilen bir faktördür. eğer birileri gerçekten de "yeni osmanlıcılık" düşüncesinen rahatsızlık duyuyorsa, ilk yapması gereken bu cemaate saldırmak değil; i.s. 2008 senesinde vatandaşların neden "istanbul'un fethi" kutlamalarına, şenliklerine katılma gereği duyduğunu anlayıp ona yönelik bir tedavi yöntemi geliştirmek olmalıdır. tabi burada kastettiğim elbette chp'nin çarşaf veya kuran kursu açılımı da değil; zihniyetin değişmesi gerekiyor. cemaat nasıl oluyor da devekuşu yumurtası ticaretinde bir gelecek görebiliyor ve parayı kırabiliyor da, cemaat dışındakiler aynı vizyona sahip olamıyor? işte bunu araştırın. salt cemaatten diye birileri kolaylıkla iş bulurken; sadece iş bulanı değil işverenin de nasıl para kazanabildiğini ve hala işveren olarak kalabildiğini düşünün. bu yapının işlerliğini sağlayan nedir? işte bunları analiz edin; bu yapı mekanik bir şekilde işliyor beri yandan insanlar ister samimi olsun ister samimiyetsiz, kendi inançlarını koruyabiliyor görünüyorlarsa; yani taviz vermeden bu çağda 1453 ruhunu içlerinde taşıyor gibi lanse edebiliyorlarsa; işte bunları görün. buradan dersler çıkarın, ona göre siz de kendi ideal dünya algılayışınızı ona göre oluşturun; onların algılayışıyla hesaplaşırken humanitas'ı müşterek kabul olarak görüp kendi idealinizin propagandasını yapın, insanları kazanın. onlardaki "yeni osmanlıcılık" arzusundan duyduğunuz rahatsızlığı aynı onlardaki örgütlenmeyle giderin (sadece örgütlenme meselesi de değil; onlar sizi antidemokratik olmakla suçluyorsa, sizde ali bulaç'ın metallica konserine giden çocuklara ettiği hakaretlerle ilgili kitaplar yazın, dergilere ciddi makaler yollayın. onların yaptığı tam da bu. sistemlilik.).

    şu ana kadar dışarıdan bize biçilen "yeni osmanlıcılık" rolünün bizim üstümüze nasıl da cuk diye oturduğunu anlatmaya çalıştım. peki yine dışarıdan bu rolle ilgili durumumuz nasıl görülüyor, ona bakalım. evvela şunun altını çizmek istiyorum: "dışarıdan bize dayatılan"da kastım elbette silah zoru değildir; öyle bir ortam oluşturulur ki, siz onların size biçtiği rolü sanki siz istiyormuşçasına kabullenmiş olursunuz (bir nevi benjamin linus mode on). hans-lukas kieser'in eserinde (turkey beyond nationalism: towards post-nationalist identities, p.6, i.b.tauris, 2006) deniyor ki; "yeni osmanlıcılık" düşüncesi tam da evrensel bir krizin eşiğinde ve avrupa'nın hıristiyan unsurunun baskısının çoğaldığı ortamda kendini göstermiş olması tesadüf değildir. tabi burada yazarın bildirdiği 1800'lerin sonunda bizde beliren "yeni osmanlıcılık" düşüncesidir. son yıllardaki olan değil. ancak farketmez, her ikisi de müşterek nedenleri barındırıyor, müşterek direkler üzerinde yükseliyor. i. akp dönemininin avrupa-türkiye ilişkilerini yakından takip ettiğimi düşünüyorum; müthiş bir kedi-fare oyununun ortasında "kıbrıs gidiyor, diyarbakır gidiyor, kürt devleti kuruluyor" denirken asıl vurgulanması gereken husus gözden kaçırılıyordu. birileri bizim "biz ne yaparsak yapalım, içine dahil olmak istediğimiz avrupa hıristiyan medeniyeti bizi kabullenmeyecek" düşüncesini haiz olmamızı istemiş gibiydi. bu da haliyle sürekli hıristiyanların müslüman türkiye'ye kriter de kriter sunması, bizi kendilerine karşı düşman olarak gördüklerini düşünmemizi sağlayacaktı (bakınız: http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=21351&l=1 - http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=6&l=1) yeni mesaj'dan ibrahim berk şöyle diyor: "akp iktidarı, ab kriterleri çerçevesinde bölücülere, teröristlere, azınlıklara ve hıristiyanlara özgürlükler, ayrıcalıklar ve imtiyazlar için seferber oldu. milletin yüzde 99’unu oluşturan müslümanların ise boyunduruğu biraz daha sıkıldı." (http://www.yenimesaj.com.tr/…09880&tarih=2004-07-28). işte çoğunluğun düşünmesini istediği şey buydu. bu, avrupayla ilişkiler söz konusu olduğunda 1800'lerin sonundaki osmanlı'yla günümüz türkiye'si arasında bir fark olmadığını gösteriyor. o halde yeni bir ideal oluşturulmalı; öyle ya ulus-devlet projemiz kapsamında ne kendi topraklarımıza sahip çıkabiliyoruz, ne komşu ülkelerle iyi geçinebiliyoruz, ne tam anlamıyla türk kalabiliyoruz ne de müslümanlığımızı sosyal yaşamımıza aktarabiliyoruz. arada derede, bir yanıyla kültürüne yabancı diğer yanıyla tümüyle kendisinden taşamayan yığınlar olarak sahipsizliğimizi yaşayıp duruyoruz. o halde ne olacaktı? yeni bir ideal oluşturulacaktı. ulus-devletimizin yapamadığı her şeyi yapabilen, bütün liberalleri tatmin eden yasalarla (bugüne kadar neredeyse hiçbir şey yapılmadığından, en ufak atılım bile aslında çok byük adımmış gibi lanse edildi), bütün müslümanların sahipsiz bırakılmış inançlarını okşayan "biz sizdeniz" imajını tazeleyen, büyük patronlara, firmaların aksine vatandaşa daha yakın küçük firmalara kırpılan gözlerle, ramazan'da iftar çadırında aynı tabaktan içilen çorbalarla, yıllarca dağ türkü denilerek aşağılanmış kürtlerin realitesini tanımayla (belki komik gelecek ama trabzonspor'un şampiyon olmasıyla. ultra bkz. faruk özak ; http://spor.haberler.com/…papila-gerginligi-haberi/ ; http://www.milliyet.com.tr/…/11/10/son/sonspo20.asp ; http://forum.bordomavi.net/…e/index.php/t-1415.html ; http://www.ntvmsnbc.com/news/321939.asp) yunanistan'la, ermanistan'la, suriye'yle, rusya'yla, kıbrıs rum kesimiyle, kuzey ırak hükümetiyle (hatta adından bahsedilen cemaatin türki cumhuriyetler başta olmak üzere başka ülkelerdeki okullarını, eğitim çalışmalarını düşünün; bunlar da burada bahsettiğimiz kucaklamanın bir yönü olarak görülebilir) ne kadar eskiden türkiye karşıtı olmuş faktör varsa hepsini kucaklayan bir anlayışla "yeni osmanlıcılık" düşüncesi yeni ideal olarak sunulacaktı.

    davos'ta yaşananlar da yeni değil; michael rubin'in "shifting sides? the problems of neo-ottomanism" başlıklı yazısı da belge niteliğinde anımsatıcı: o dönemde de başbakanın israil'i "state terrorism"le suçladığından bahsediliyor (http://www.meforum.org/article/628). bütün araplar susarken, müslümanlara sahip çıkmak osmanlı kucaklayıcılığının bir göstergesi değil de nedir? bunu basit bir seçim taktiği olarak göremeyiz; istanbul'da kılıçdaroğlu belediye başkanı olsa ne olur olmasa ne (ki olamayacak; istanbul'da kadir topbaş, ankara'da melih gökçek, diyarbakır'da dtp'nin desteklediği aday seçilecek); bölgeye dair iç ve dış dinamiklerin bizi nereye sürüklediği önemli. zira yeni osmanlıcı zihniyetin (akp veya recep tayyip erdoğan olmasaydı da biz yine buraya sürüklenecektik) israil'e kafa tutup müslüman filistin'e arka çıkışı batılı tarzda bir hak arayışı olarak görülemez. bu doğulu, osmanlıcı bir diklenme yolu. bakın mevcut şartlar içinde müslümanlara arka çıkan, bölgedeki masumları korur görünen ülkenin sosyal bir devlet anlayışına sahip olmadığını düşünenler var. şehitlerin sahipsiz bırakıldığı, kelle olarak görüldüğü, düşün adamlarının sokak ortasında vurulduğu, katillerin güvenlik güçleriyle hatıra fotoğrafı çektirdiği, fikir özgürlüğünün tam anlamıyla yaşanmadığı, youtube'u bile açık göremediğimiz bir ülkede, yurdun dışındaki müslümanların haklarının savunulması biraz garip kaçmıyor mu? burada belirlenen bir misyonunun yerine getirilmesini görüyorum. iç sıkıntılarımız var, onları çözmeden bölge liderliğine göz dikiyoruz. bassam tibi'nin makalesine göz atalım: "constitutionally, turkey is a secular state but, in reality, both turkish civil society and its institutions are weak. in this sense, turkey does not meet the democratic standards prevailing in the member states of the european union. turkish law guarantees neither freedom of religion nor freedom of speech." (http://www.meforum.org/article/2047) yine aynı yerde geçen osmanlı anlayışına dair şu tespitin önemini vurgulayalım: "ottoman modernity, however, never accepted the spirit of europe. it was based on the adoption of european instruments and technology but the rejection of european values." işte bu yüzden şu an bölgenin müslüman lideri konumuna gelme çabamız, daha doğrusu arkamıza aldığımız rüzgarla ulaşmaya çalıştığımız hedef tümüyle batı normlarında değerlendirilemez. yukarıda da dediğim gibi, biz zaten yoğun bir şekilde "avrupalılar bizi istemiyor" propagandasıyla buraya bilinçli olarak itilmiştik. erdoğan, peres'e yüklenirken kitleler televizyon başında yüzyılların gecikmiş orgazmını yaşıyordu. yoksa gecenin ayazında paltosuz bir şekilde gittiği havalimanında yamuk bir kartona "davos fatihi" yazmasının başka bir açıklaması olamaz. bir gecede tüm islam aleminin liderliğine geçmiş olduğunu düşünen yığınlar, yüzyıllara varan itilmişliğin kakılmışlığın sonucu olarak yine bir gecede bu sefer başka türlü itilip kakılacağı yeni bir kucağa düşmüş olduğunu anlamakta elbet güçlük çekecekti. zaten bugüne kadar neyi doğru dürüst anlayabilmişti ki?

    okumalık:
    ortadoğu’yu ancak yeni osmanlı kurtarır
    http://www.hurriyet.com.tr/…ya/10965813.asp?gid=229
  • konu hakkında makalleler yazılmaya devam etmekte, buyurun bunlardan ikisi...

    http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=22283
    http://haber.sol.org.tr/…-asker-ittifaki-10473.html
  • şöyle yazmış aydemir güler konu hakkında;

    yani birincisi; düzenin önemli veya önemsiz bir unsurunun fantezisinden ibaret değil; geniş bir ittifaka dayanıyor.

    bu ittifakın unsurlarının akp, onun organik sermaye fraksiyonu, gülen tarikatı ve diğer geleneksel gericilerden ibaret olduğunu sananlar yanılır.

    mhp’nin zaten böyle bir açılımla herhangi bir sorunu olmaz.

    en önemlisi tsk yeni osmanlı rotasına bağlanmıştır. çeşitli düzlemlerden türlü nedeni vardır bunun. örneğin itibarını ancak bu ölçüde bir umut pompalamasıyla toparlayabilecek olması bir faktördür. ama en önemli gerekçe, kuşkunuz olmasın, amerikancılık ve nato’culuktur.

    chp her zamanki kadar gerici değil, artık bu rotanın gerektirdiği ölçüde çarşafçıdır. chp kendinde bir öneme sahip olmayabilir, ama düzenin bu doğrultu dışında önemli bir siyasal seçeneğe sahip olmadığının işaretçisidir.

    ikincisi; emperyalizm faktörüdür. bu yolu türkiye’ye gösteren abd’dir.

    ama üçüncüsü; bu yönelimin altı doludur. türkiye buraya gelene kadar defalarca ölümü görmüş ve şimdi iflas edip sokaklara düşmek varken, büyük bir ikramla karşı karşıya gelmiştir. ölüm-sıtma diyalektiğiyle dönüşüme hazır hale getirilen türkiye’ye şimdi yardan atlaması için ot değil, pasta sunulmaktadır.

    dördüncüsü; iş siyasetle başlayıp bitmemektedir. türkiye kapitalizmi, ülke ölçekli yapılanmasının en temel dayanakları, özellikle 2000’lerde tasfiye edilerek başka bir alan tanımına yatkın hale getirilmiştir. burada da mecbur kalmakla büyük ikram uçları arasında ilginç bir salınım söz konusudur ve akp’nin organik sermayesinin yanı sıra geleneksel büyük sermaye de bu işe fit olmuştur.

    beşincisi; yönelim tarihseldir. nerden baksanız yüz yıla yaklaşan bir dönemin yapılanması tasfiye olmaktadır…

    uzatmayayım; yani iş ciddidir.

    yazının tamamı için;

    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/10571.html
  • konu hakkında birden fazla entry girmiş olmanın sıkıntısı ile;

    bu melih pekdemir'den... http://www.birgun.net/…17&day=09&month=03&year=2009

    bu ilker belek'ten http://haber.sol.org.tr/yazarlar/11149.html
  • olasi bir tarihsel gelisiminde siranin once turkiye'nin hasbelkader hem askeri, hem ekonomik hem de kulturel olarak etrafindaki ulkelerden daha baskin bir sekilde buyuyup daha sonra eski osmanli cografyasindaki ulkeleri etkileyebilme yetisini kazanmasi, daha sonra bu tip bir fikir akiminin gelismesi sekilde olusmasi gerekir ama bizde hayalperest bol oldugundan boyle desteksiz teoriler gelistirimesi isten sayilmaz.

    kendilerine pek saygideger ozan, bir gonul adami olan ismail turut'un bir cumlesi ile seslenmek isterim, plan yapmayin plan.
  • bu akımın hissedildiği alanlardan biri de, türk sanat müziği desteklenirken, türk halk müziğine karşı olunması hususudur. yeni osmanlıcılar, eline fırsat geçse yurttan sesler korosunu ortadan kaldırma eğilimindedirler. oysaki her iki müzik türünün de ayrı güzelliği vardır ve ikisi de birbirinin yerini dolduramaz.
  • kimi açık açık, kimi üstü kapalı şekilde bunun peşinde koşanların, cumhuriyeti kuran kadrolarla hesaplaşırken "demokratik olmama" gibi argümanlar kullanıyor olması zaten başlı başına bir ironi aslında ama; en rahatsız edici tarafları bu yargılamayı çarpık bir tarih anlayışıyla yapmaları.

    ulan 1920-45 arası türkiyede demokrasi yoktu da avrupanın hangi köşesinde vardı? tarihe böyle gerzekçe bakılır mı?

    (fransa'da vardı diye mesaj atacak arkadaşlar, lütfen zahmet etmeyin)
hesabın var mı? giriş yap