• bugün sözcü gazetesinde soner yalçın tarafından ele alınan konu.

    http://www.sozcu.com.tr/…ybettigi-topraklar-757975/

    16 ada ve 1 kayalığın işgali nedeniyle ege denizinin yunan gölüne döndüğünü yazmış.
  • her ne kadar araştırılsa da elle tutulur bir bilgi bulunamayan durum.
  • (bkz: aydın'da dalganan yunan bayrağı)

    (bkz: ege adalarını yunanistan'a hibe eden iktidar)

    muhalefetin bu bölgedeki vekilleri başta olmak üzere bunların hesabı sorulmalı.
  • (bkz: girit)
  • türk-yunan ilişkilerinde yumuşak ve dengeli bir diplomasi taraftarıyım. iki ülke arasındaki gerilimin iki ülkeye ve iki ülkenin toplumuna zarardan başka bir getirisi yoktur.
  • sığırın biri gene akp ye çakmış
    hayır akp li de değilim ama göt herif akp dersen akpliye malzeme verirsin ne denli sığır malın önde gideni olduğunu belli etme bari mq dangalağı
  • bir gün kapıda ince uzun boylu, ileri yaşta birinin çekingen bir durumla beklediğini gördüm. girgin bir amerikalıya benzemiyordu. gir-meye cesareti yok gibi göründüğünden oturduğum yerden yük-sek sesle içeri buyur ettim; karşımdaki sandalyeye oturmasını söyledikten sonra: "türkiye ilr ilgili bir isteğiniz mi var?"dedim.
    sıkıntılı, çekingen bir hali vardı.

    ilkk önce ingilizce konuşmasına müsaademi rica etti. "elbette", dedim, "burada konuşulan o dil değil mi?" benim olumlu, teşvik edici sözlerim ona biraz cesaret vermişti.

    "önce size yaşam öykümü kısaca anlatayım"diye başladı. çok hafif, duraklayarak konuşuyor, kulakları da iyi işitmiyor-du. belleğimde kaldığına göre ısparta yanlarından bir yerde doğ-muş. çocukluğu oradaki yaşıtı olan çocuklarla oynayarak geçi-yormuş, bahçelerden erik, badem çaldıkları olurmuş, mesut bir çocukluk yaşamı içindeymiş. biraz büyüyünce oraya gelen daska-los ile bir papaz babasını kandırmışlar. atina'ya gönderilerek bü-yük bir subay olarak yetiştirilebilecekti.
    ''beni atina'ya gönderdiler. okudum, bir topçu subayı oldum, dedi. şiddetli bir yunan milliyetçisi oldum. doduğum yerler bizim olmalıydı. türklerin yıkıldığı zaman gelince ordularla anadolu'ya çıktığımız zaman çok mutluydum. türkçe bildiğim için bana esirleri sorguya çek-me işi de veriliyordu. çocukluğumun geçtiği bölgeye rastlamıştı bizim birlik. bir gün çağırdılar, bir esir dizisi vardı."

    ağır ağır, dinlene dinlene anlatıyordu. ben, "ne çıkacak bundan" diye yarı dalgın dinliyordum. o, gözlerinin önündeki bir manzarayı seyre-der gibi konuşuyordu: "esirler dizisi içinde beraber erik çaldığı-mız eski arkadaşım ve komşumuz vardı. hemen tanıdım. o da beni tanıdı. önüme gelip yüksek sesle, 'bize silah çekmeye utan- madın mı?' diyecektim. sözümü bitiremedim, hak-tu sesiyle bir ağız dolusu tükürük gözlerimden ağzıma kadar yüzümde akmaya başladı. sapsarı olmuştum. sallanmaya başladım. onun bağıran sesini duyuyordum: 'asıl sen, doğup büyüdüğün, suyunu içtiğin, ekmeğini yediğin, çocukları ile oynadığın yere silah çekerek gel- meye utanmadın mı?' diye bağırıyordu. hiç korkmamıştı. ben utanç içinde içeri kaçtım. günlerce asker yüzüne bakamadım. ye-diğim hakaretin ıstırabı içimde dinmiyordu."

    eski yunan subayı bunları ağır ağır anlatırken tüylerim ürperi-yordu. hiçbir şey sormadım, sözünü kesmedim, sonuna kadar dinledim. gözleri yaşlıydı. ikimiz de bir süre durduk, konuşamı-yorduk. biraz kendime geldim: "türk pavyonunu (stand) gezmeye geldi-niz, başka bir isteğiniz var mı?" dedim. "sergi gezmekten ne çıka-cak?" dedi. "ben buraya kendimi affettirmeye, içimdeki duygulan dışarı atmaya geldim. içinde doğduğum bir vatana karşı işlediği-miz cinayeti kimseye anlatamazdım. zaten fazla duramadık, mustafa kemal'in çarıklı orduları bizi köpekler gibi koğalamaya, de- nizlere dökmeye başlamıştı. biz bir motor bulup kaçabilmek için birbirimizi denize itiyorduk. yapmadığımız, görmediğimix namus-suzluk kalmadı. ölmeden, boğulmadan gelebildim. keşke hiç gelmeseydim. politikacıların, generallerin birbirlerini suçladıkla-rını, sorumluların suçsuzları birer birer astıklarını gördüm. orada daha fazla yaşayamazdım, bir yolunu bularak bu yere geldim. bi-raz elimden geliyor, küçük heykeller, biblolar yaparak geçiniyo-rum."

    yorulmuştu. biraz daha durakladı: "ama, dedi, size buraya niçin geldiğimi henüz anlatmış değilim. sakın aklınıza kötü bir maksat gelmesin" diyerek sustu.

    içimden harita, kitap, broşür gibi şeyler isterse ne verebilece-ğim acaba diye düşünüyordum: "ne isteginiz var?" dedim. "şu namussuz mussolini hitler'le birleşerek saldıracaklardır. korkarım mussolini'nin gözü de bizimkiler gibi anadolu'dadır."

    "öyle bir isteği olabilir. sık sık atıyor" dedim. bu sözüm bitmeden beni görmeye geliş nedenini açıkladı: "türk ordusuna topçu subayı olarak yazılmak isteği için geldim", dedi. olacak şey deildi. "buna imkan yok. yabancı ve yaşlısınız. sizin yaşta subay olmaz" de-dim. "peki," dedi, "nefer olarak gönüllü olamaz mıyım?" "onu da sanmam ama," dedim, "bir yazayım, bana adres verin, olumlu yanıt gelirse size blldiririm", demekten başka savma yolu yoktu.
    inandı zavallı, sevindi de. elimi sıkarken beni kucaklayarak gitti.
    ben ise, dünyada gerçekte böyle insanlar da bulunur mu? diye bütün gün düşündüm.

    niyazi berkes - unutulan yıllar
hesabın var mı? giriş yap