• dokuzuncu nesil çaylak.
  • "ben sana sabırtaşı yazar olamazsın demedim. geçen haftanın en beğenilen entrylerine 8. sıradan giriş yapamazsın da demedim. ben sana adam olamazsın dedim." - mireille mathieu, paris
  • iki gündür düpedüz bombok olan halet-i ruhiyemi dün akşam posta kutumda* bulduğum bir zarfla ayağa kaldırıp öte yandan gözlerimden yaşlar süzülmesine sebep olmuş kardeşimdir.

    bir zarf düşünün, böyle orta boy bir şey, okyanusu aşıp gelmiş, eğilip bükülmüş yanı yöresi, dışardan görsen bir şeye benzetemezsin. ama içinden çıkan her bir parça o kadar ince düşünülerek oraya yerleştirilmiş ki... vaktiyle konuştuğumuz, paylaştığımız onlarca şey bir zarfta toplanmış gibi. baştan ayağa deja vu yaşıyorum dünden beri.

    çayımı demledim, kahvaltımı hazırladım gönderdiği notalar eşliğinde bu sabah. beni alıp hem başka diyarlara hem başka zamanlara götürüyor an itibariyle. dersaadet'ten manzaralar eşliğinde... aslında çayımı çengelköy'de, nihat'ın kahvesi'nde içiyorum şu an. yanında da sıcacık simit var, yol üstündeki fırından almıştım. bir faytonla karşıya atıyorum kendimi. evet faytonla, siz boğaz'ın buz tuttuğunu duymadınız mı hiç canım? martılar soğuğa inat yine tepemizdeler. cebimdeki susamları atıyorum onlara. sonra bir de bakıyorum taksim'deki tramvayın arkasına asılmışım. bu halde balat'ın dik bir yokuşunu tırmanıyorum. hayır, yok yanlışlık falan, balat'ın! ordan sirkeci'ye varıyorum. sirkeci'nin personal space denen hadiseye nanik yapan kalabalığında kayboluyor ve bundan tarifsiz bir haz alıyorum. o sırada derya kuzuları geçiyor gözümün önünden. akşama evde kızartmaya bir kilo istavrit alacakken burnuma gelen balık-ızgara kokularıyla baştan çıkıyorum, kafam kadar bir porsiyon yaptırıp teknedeki balıkçı abiye bir köşeye sinip yiyorum. ekmeğimden minik minik parçaları kuşlara da ikram ediyorum. kedilerle paylaşmıyorum ama balık ekmeğimden, allah'ın bildiğini kuldan saklayacak değilim. kedilerden korkmamayı bir türlü öğrenemedim, etrafımı sarınca onlar hızlı adımlarla yürümeye başlıyorum. o gazla ayasofya'nın gülhane'nin kapısından başlayan yokuşunu tırmanıyorum. ayasofya'nın arka tarafında kalan ve pek kimsenin bilmediği koca tokmaklı tahta kapısının önünde mola veriyorum. o sırada müezzin ezan okumaya başlıyor. ne zamandır duymamışım ezan sesini... güzel de okuyor ama ha allahsız müezzin. ''ne vakit akşam oldu yahu?'' diye düşünüyorum içimden. ''bu akşam gün batarken gel, aman geç kalma erken demişti ya sevdicek hani, kızım!'' diyorum, bekletmek olmaz, hemen yola koyulmalı...

    işte böyle hayallerde yaşıyor bazı benim gibi biçareler... gerçi biçare dediğime bakmayın, bana bu hayalleri kurdurtacak sevdiklerim var. velev ki daha çok şükredeyim. işte bu adam da onlardan biri. en bi hası. istersem caddebostan sahilinde adalar'a karşı tereyağlı bulgur pilavı bile yapar, biliyorum.* hem bu sefer de piknik tüpünü yaktığı kibrit çöpünü saklar da yollar bana belki o zaman?
  • şu aralar çok bad bir situation içinde olduğundan süphelendiğim kişi.
  • geçen berbere gittiğinde saçını yıkamaya çalışan çırağa i said saçlar no dedim demiş.
  • bim den yurdum salça alırken gördüğüm ex nesildaşım.
  • çalışkan kişilik.
    okudukça, tüm entrilerine girişip cam çerçeve seri artı vermek istiyorum ama yapamıyorum çünkü iyi örnek olmak istiyorum.
    tek tek, okudukça artılayayım bari.
  • ben: kendimden çıkmam lazım.
    yurdum insani: sana bir köpüklü ayran lazım.

    yani daha ne demeli bilmiyorum; gerçekten halden anlayan bir insan. geçen gün de bir isteğimle horowitz-rachmaninoff ikilisini önüme sermişliği var, ilaç niyetine. var olsun.
  • ilgili entaride bir ornegi gorulebilir.
    (bkz: #39913249)
hesabın var mı? giriş yap