• "the biography of belief" (inancın biyografisi) alt başlığı ile, 1997 yılında mandarin paperbacks tarafından yayımlanan karen armstrong eseri. kitabı oluşturan 11 bölüm şöylece sıralanmaktadır:

    1. in the beginning... (başlangıçta...)

    2. one god (tek tanrı)

    3. a light to the gentiles (celilelilere bir ışık)

    4. trinity: the christian god (üçleme: hristiyan tanrısı)

    5. unity: the god of islam (birlik: islam'ın tanrısı)

    6. the god of the philosophers (filozofların tanrısı)

    7. the god of the mystics (mistiklerin tanrısı)

    8. a god for reformers (reformistlerin tanrısı)

    9. enlightenment (aydınlanma)

    10. the death of god (tanrı'nın ölümü)

    11. has god a future? (tanrı'nın bir geleceği var mı?)

    teologların *, felsefecilerin *, herhangi bir dine mensup olanların, olmayanların, kendini deist veya ateist olarak tanımlayan herkesin okuması gereken bir başyapıt.
  • kitabının belgesel olarak çekilen versiyonunun ismi "semavi dinlerin kökeni" olarak çevrilebilir. zira musevilik ve hristiyanlığın doğuşu ince detaylarıyla, "sorgulanarak ve korkusuzca" aktarılırken, islam kısa ve yüzeysel olarak geçilmiştir. bunun sebebi gayet açık nettir. musevilik ve hristiyanlığın hakim olduğu toplumlar eleştirel görüşe açık ve sorgulanabilir toplumlardır. ama islamiyetin hakim olduğu toplumlar, cahil ve herhangi eleştirel bir yargıyı ölümle cezalandıracak kadar zihinsel evrimini tamamlamamış toplumlardır. belgeseli çeken kişi de bunu bildiğinden islamiyeti özet geçmiştir. ama korkmadan islamiyetin özünde museviliğin olduğunu bir kaç cümlede dolaylı olarak belirtmiştir. dünya tarihinde azınlık olmanın acı dolu bir hayata eş olduğu düşünülürse musevilerin hepimizin inandığı tek tanrıyı bulmuş olması hiçbirimizi şaşırtmamalı. adamlar zamanında o kadar acı çekmişler ki ellerinde sadece inanabilecekleri yehova'ları (bugün tüm tek tanrılı dinlerin inandığı tanrı) kalmış. roma imparatorluğu zamanında israiloğullarına o kadar çok eziyet etmiş ki hristiyanlık ortaya çıkmış. birkaç yüzyıl sonra da arap yarımadasında paganların araplara yaptığı eziyet o kadar ağırmış ki o zamanın arapları da tek bir tanrıya inanma ihtiyacı duymuşlar. bildikleri tek, tek tanrılı din de musevilerin yehovası olduğundan ona inanmışlar. ama araplar yehova dememiş allah (el-ilah) demiştir. bu belgeselden öğrenilen en somut gerçek, bütün dinlerin kökeninde inanılmaz büyük acılar olduğudur. insan çaresiz kaldığında sığınabileceği tek varlık görünmeyen ilahi bir güç oluyor. tek tanrılı dinlerin yüzyıllardır hüküm sürmesinin sebebi de insanlığın çektiği acıların bir türlü dinmemesi. aksine acıların çoğalarak devam etmesi. hristiyan ve musevi toplumların yüksek refah seviyeleri nedeniyle din adına aşırı uçlarda eylemlerini görmeyiz. ama günümüzde müslümanların din adına bu kadar şiddet yanlısı ve isyan içinde olup aşırı muhafazakar hatta radikal denebilecek eylemler yapmasına iten sebebin refah seviyesindeki bu inanılmaz adaletsizliklerin olduğunu görebiliriz. islam halklarının yoğun acılar, yokluk, fakirlik ve adaletsizlikie başbaşa bırakılmaları ve dinlerine körü körüne bu kadar bağlanmalarının sebebi de halklarının çektiği acılardır. müslümanların ne yapıp ne edip önce suud aşireti gibi aşiret reislerinin yönettiği ülkelere demokrasi getirmesi gerekir. halkların isyan etmesi gerekir. bütün islam ülkelerine demokrasi gelmeli ki toplumların çektiği acılar demokratik adil yönetimler sayesinde azalmalı ve tanrıya olan bağlılıkları insani seviyede kalarak şiddete yönelmemeli. arap baharı bunun için önemli bir fırsattı ama bazı islam ülkeleri bunu beceremedi. özellikle mısır gibi islam dünyasının lideri konumundaki bir ülkede bu başarılı olamadı. demokrasi yoluyla müslümanlar iktidara gelerek kendi kaderlerini kendileri tecelli etme şansları varken onlar gitti şeriatın şerri kurallarıyla bir ülke yönetmeye kalktılar. hiç olur mu be müslüman kardeşim? hiç olur mu? hem demokrasiyle başa geleceksin hem de o ülkeyi şerri kanunlarla yöneteceksin. bu hiç olur mu? hadi amerikayı geçtim mısır halkı buna izin verir mi? halk zaten bıkmış aşiret ailelerinin zulmünden göndermiş diktatörü, senin şerri kanunlarla yapacağın zulme o halk boyun eğer mi? ah ah büyük fırsat kaçtı. müslüman dünyası bu fırsatı kaçırdı. türkiye'yi geç mısır islam dünyasının gerçek rol modelidir. orada demokrasiyle gelen ve "demokrasiyle yönetilen" bir müslüman ülke olsaydı bu tüm arap yarımadasına yayılırdı ve ortada ne suud aşireti kalırdı ne de ürdün krallığı. tüm müslüman ülkeler cılız da olsa demokrasiyle tanışır islamiyet de bir hal yoluna girerdi. radikal psikopat el kaide el nusra hizbullah gibi beyinsiz orduların eline kalmazdı. şimdi ne oldu yine arap şeyhlerinin keyfine kaldı islamiyetin kaderi. yine iran'daki mollaların katar'daki kuveyt'deki zenginlerin eline kaldı. ne eziyet ettiniz be bu halka. ama yok yok. bu halk er geç ayaklanacak o şeyhlerin de boğazını sıkacaktır. işte o zaman adil bir müslüman dünyasının filizlerini göreceğiz. ben göremem büyük ihtimalle ama benden sonraki nesiller görecektir inanıyorum. he ben müslüman mıyım? hayır. hümanizme inanırım ben. madem insan doğasının ihtiyaçlarından biri din, o zaman insanlar dinlerini kimseyi öldürmeden, kimse uğruna ölmeden özgürce yaşayabilmeli onu savunuyorum. nerden nereye geldik. en nihayetinde a history of god faydalı bir belgeseldir. okulda öğrenemeyeceğiniz şeyleri öğrenirsiniz. kalın sağlıcakla.
  • kapsamlı bir kitap, konular güzel fakat çeviri o kadar kötü ki anlayacağın ve öğreneceğin şeyleri yarı yarıya kaybediyorsun.
    okuması zor ya da konular ağır değil, çeviri berbat.
    bu tarz kitapları anadilinde okumak gerektiğini bir kez daha kanıtlamış oldu.
  • bir çok inanç türünü ele almış bir eserdir. inancın nasıl ortaya çıktığını, günümüze kadar olan sürecini anlatmaktadır. kitapta ilginç bilgilerde yer almaktadır.

    müslümanların, kureyşlilerin dikkatini çekmemek için başlarda insanlardan uzak yerlerde, daha sonra da kapalı yerlerde namaz kılmaları cami denilen olguyu oluşturmuş.

    cin denilen olgu, müslümanlıktan önce de biliniyormuş. eski dönemlerde büyücülerin, şifacıların cinleri olurmuş, bunları kimse görmezmiş. bu sayede istedikleri kişiyi iyileştirir, istediklerini hasta ederlermiş. ayrıca şairlerin, ozanlarında cinleri olurmuş. o sayede ilham aldıkları düşünülürmüş.
  • "bugün sanki tanrı, dondurulmuş bir karede sabitlenmiş bir görüntü gibidir."

    "bence amerika'daki en önemli tanrı dolardır."

    insan psikolojisinin kavramlar arasında tezatlık yaratması ile dinlerin asıl amaçlarının unutulması, ateizmin aslında insanlığa yaratıcılık katması, düşünceleri dikkatimi çeken; insan psikolojisinin dinin şekillenmesindeki etkisinden bahseden belgeseldir.

    üşenmeyin, oturun, izleyin.
  • belgeseli google video üzerinden izlenebilir.

    https://www.youtube.com/…lk&list=plf632586774249d67

    belgeselin açılışında, karen armstrong'un şu cümlesi oldukça dikkat çekicidir.

    --- spoiler ---

    karen armstrong: "at an early stage of their history, jews, christians and muslims were all called atheists by their pagan contemporaries..."

    --- spoiler ---
  • okuması oldukçta zor kitap. 2 defa okumaya niyetlendim ikisinde de fiyasko. hayır, konuya hakim biriyim de.. çeviri mi kötü acaba..
  • idefix'de 45% indirimli olan (bkz: karen armstrong) kitabı. bu haftaya özel ama. düşünenler için fırsat kaçmaz.
  • geçende youtube'un önermesi ile izlediğim *tanrı* hakkında bir belgesel. peygamberler de zamanında *ateist olarak görülmüştü, bu dinsiz oldukları için değil, yeni bir din/tanrı'dan bahsettikleri için böyleydi* minvalli bir söz duyunca eyvah fena bir şey çıkacak dedim ama o kadar da kötü değildi. ateist benzetmesi yersizdi yine de. bir şekilde allah'a (zamanının toplumuna aykırı da olsa), bir tanrıya kendisini adayan, hayatını ona göre şekillendiren ile onu tamamen ortadan kaldıran ve kendi isteğini koyan arasında ciddi fark var bence. yani insanlık tarihinde ateistlerin (varsa ateist dışında) muadilleri var mı bilemiyorum.

    en azından yahudi ve hristiyanlıkla ilgili az bir şeyler öğrendim. genel olarak değişen, zaman içinde putperestlikten tevhide geçen bir insanlıktan bahsediyor. bunu diğer kutsal metinlerden ve sanırım tarihi verilerden yola çıkarak yapıyor. ama müslüman bir konuşmacı tabii islam'da böyle olmadığını, toplulukların en başından itibaren tevhidle emredildiklerini ama bunu bozduklarını, bu yüzden yeniden ve yeniden peygamber geldiğini söylüyor. benim de aklıma şöyle bir şey geldi:

    insanlığın adem (a.s)'a tekabül ettiği kısımdan itibaren peygamberler tevhid inancı ile gelmiş ama topluluklarından hep dışlanmışlar, azınlık olarak kalmışlar. ve bu yüzden de bilgilerini yazılı bir kaynak olarak aktaramamışlar, unutulmuş, kabul görmemiş (ufakken okuduğum peygamber hikayeleri de hep böyleydi genelde). ama ibrahim (a.s) ile bir kırılma yaşanmış, o devirden itibaren sesleri daha gür çıkmaya başlamış, bu yüzden de tarihi araştırmalar, tevhid inancının ibrahim peygamber ile başladığı (ve devamlı şekillendiği, geliştiği) görüşündeler (kuran-ı kerim açısından şekillenmekten kasıt tevhid inancının bozulması da olabilir). hakikaten de ellerinde diğerine dair bir delil yok, onu aktarabilecek denli çoğunlukta bir tevhid toplumu olmamış zira, belki toplu helaklarda kaybolmuştur.

    tabi bu fikrimin temellendirmesi kurani daha çok, elimde bir veri yok başka (bana bu yeter dee, başkaları için dedim).
hesabın var mı? giriş yap