• bu hafta başladığım seri. anlaşılan o ki uzun bir serüvenimiz olacak. ne zaman biter hiçbir fikrim yok.
    ayrıca allah'ım onlar nasıl tasvirler!!
  • 9 yaşından ölene kadar hasta bir şekilde hayatını sürdüren yazarın çoğunluğunu evde yattığı yerden yazdığı dünyanın en uzun roman serilerinden birisi. romanı john ruskin'in yazılarından etkilendikten sonra yazmaya karar verir ve ortaya enteresan bir seri çıkar.

    kitap serisini okumadan önce yazarın hayatını öğrenmeniz tavsiye edilir.
  • (bkz: boooring)

    ilk kitap efsane çünkü çocukluk dönemini hatırlatan nostaljik bir yan var o kitapta. her cümle ustalıkla seçilmiş, gerçekten bazı kelimeler uzun uzun düşündürtüyor, burada yazar ne anlatmak istemiş dedirtiyor- freudculuk ve eşyaların realizmi bizim bakış açımızın sübjektivizmi vs konusunda kafa patlattırıyor.

    ama ikinci kitaba geçince anlıyorsunuz bir daha o ilk kitaptaki lezzeti göremeyeceksiniz. çünkü mevzu tamamen aşk'a kayıyor. tabii bu ciltte okunaklı aşkın sevdiğinin hislerine kadar ulaşan kısmıyla ve ona çarpıp geri dönen kısmıyla ilgili güzel pasajlar var. ama işte giderek bozuyor kitap bence. üç ve dördüncü ciltler aynen öyle giderek tat azalıyor. beşinci ciltte artık bayıyor ve atlaya atlaya okumaya başlıyorsunuz, altıncı ciltte albertine'i de hepinizi de sikeyim moduna giriyorsunuz ve son ciltteyse artık koduğumun eşcinsel yazarını ben niye okudum lann moduna girip kitabı noktalıyorsunuz.

    kitaptaki sorun aşırı derecede uzatılmasından ibaret. yani bu hikayeyi 3.600 sayfa yerine 800 sayfada filan anlatsa 10/10'luk bişey çıkabilirdi, ki ilk kitap gerçekten bir masterpiece havasında açılıyor ama işte uzattıkça uzatılan her seri gibi boku çıkıyor.

    okumayın. ille de okuyacaksanız da ilk kitabı okuyun yeter, hadi aşk adamısınız diyelim ikinciyi de okuyun ama devamını tavsiye etmiyorum. bundan hızlı bir şekilde kurtulduğuma göre niteliksiz adam'a geçebilirim en sonunda. bakalım o ne çıkacak.
  • (bkz: antonio vivaldi)nin dört mevsimi klasik müzikde ne ise marcel'in yapıtının edebiyat evrenindeki yeri de öyledir.
    tanışmama alain de botton sebep olmuştur.
  • nihayet bitti. 3133 sayfa boyunca proustun hayal dünyasında dolaştım. onun muhteşem tasvirlerini ağzım açık okuyup hayran kaldım. okudukça kendime ve çevreme ne kadar az dikkat ettiğimi fark ettim. proust bize zamandan bağımsız görsel bir derya bırakıyor. onun dediği gibi onun okuru olmaktan çok kendi kendimizin okuru olursak biraz daha onun hayal dünyasını ve yaratıcılığını özümsemiş olabiliriz.
    bu muhteşem yapıta son cümleyle veda edelim.
    "insanlar yıllara dalmış devler misali, yaşamış oldukları, sayısız günden oluşan, birbirinden uzak dönemlerin hepsine aynı anda değerler."
  • davranış ritüelleri kuklayi anımsatan sosyetik karakterlerin içinde gerçekliğiyle parıldayan swann yazarının da kalbini fethetmiş sanırım, proust mektuplarından birinde swann için şöyle yazmış: "kitabın ana karakteri de o değil. o olmasını isterdim. ama sanat, duygunun hakikate karşı durmak bilmeyen bir fedakarlığıdır."
  • yakup kadri çevirisiyle, 1961 tarihli birinci cildi: geçmiş zaman peşinde, swann'ların semtinden adıyla yayımlanmış. ilk baskı ne zamandı bilemiyorum ama bahsettiğim ikinci baskısı. çevirmenin çok iyi bir yazar oluşu elbette metni çok güzelleştiriyor. bu nüsha iki bölümden oluşmuş: "combray" ve "swann'ın bir aşkı". zaten kısacık ikinci bölümün münasebetsiz bir noktasında şak diye bitiyor birinci cilt.

    tanpınar'ı da etkilemiş bu roman. mutlaka fransızcasından okumuştu ama 1961'de basıldığına göre acaba sağlığında türkçe çevirisi de eline geçti mi diye düşündüm. hasan âli yücel'le yakınlığı ve yücel'in sayesinde pek çok klasiğin türkçeye kazandırıldığı düşünülünce, geçmiştir gibime geliyor.

    proust'un romanı detaylarla alabildiğine genişleyen bir günlük gibi. şimdi okumakta zorlandığımız bunca şeyin hafızasından nasıl çıktığını düşününce, hayran olmamak mümkün değil.

    ---alıntı swannların semtinden---
    tanıdığımız kimselerin ölümünden, gördüğümüz şeylerin yıkılıp çöküşünden sonra, eski bir geçmişten yalnız tat ve koku dediğimiz o narin, fakat uzun ömürlü, o maddesiz ve cisimsiz, o inatçı, o vefalı şeyler, (tıpkı hatırlayan, bekleyen, ümitten ruhlar gibi) uzun müddet, yaşamakta devam ederler ve hiç bükülmeden, ezilmeden, elle dokunulmaz yumuşak damlalıklarının üzerine hatıranın kocaman, geniş binasını kurarlar. (67)

    evet, hayatta, belki bu romanlarda okuduğumuz saadet ve felaketlere benzerleri başımızdan geçmiş olabilir; lakin bunlar başımızdan o kadar ağır ağır, o kadar kendilerini bize sindire sindire geçer ki, çok defa farkına bile varmayız. (126)

    gösteriş ve çalım uğruna vakfedilen kafa sermayesinin ve kendini beğendirme gayretlerinin dörtte üçü, bu dünyada, hep aşağı seviyede olanların itibarını kazanmak için israf edilmiştir. bu yüzden, bir düşes’in meclisinde alabildiğine kayıtsız ve sade olan swann, bir oda hizmetçisinin önünde yapmacıklı tavırlar takınmaktan kendini alamaz; zira bu basit kıza bayağı bir adam gibi görünmekten korkardı. swann, -ya tembelliklerinden ya mensup oldukları yüksek meclislerin sosyal azametinin kendilerine yüklediği taahhütlere körü körüne sadakatlerinden dolayı- yalnız bir kıyıda pinekleyen, ölünceye kadar kapanıp kaldıkları monden âlemin dışında, realitenin önlerine yayıp serdiği zevklerden kâm almak isteyen ve alışmış bulundukları muhitin yavan eğlencelerine, iç sıkıntılarına zevk ve eğlence adını takan kimselere hiç benzemezdi. (290)

    ---alıntı swannların semtinden---

    romanın o günden bugüne söylediği: toplumdaki sınıflar değişse de insanın gerçeği hep aynı.
  • beşinci kitaptan itibaren sırrına erdim gibi gelmeye başladı ve hevesimi kaybettim, okumaya devam edersem beckett'ın hatrina olacak yazdığı incelemeyi merak ediyorum çünkü. albertine'in proust'un şoförü albert olduğu fikrinden bir türlü kurtulamadım, bu eserdeki bezelye tanesi oldu benim için (niye bu kadar takıldım bilmiyorum desem yalan olur, aslında biliyorum da anlatması zor. kisaca; şurda* bahsettiğim şeylerin bu gerçeğin sonucu olduğuna inaniyorum) haksız da sayilmazmışım nabokov da bunu önemsemiş ama o, eseri son damlasına kadar tadabilmek için bu bilginin gerekli olduğunu yazmış, bu bilgiye sahip merakli rontgencileri kucumsemeyi de es geçmemiş tabii.* ada ya da arzu'dan alintiliyorum:

    "fransız edebiyatı hocamız, marcel ve albertine ilişkisinin tümünde ciddi bir felsefi, dolayısıyla da sanatsal hata olduğunu ileri sürüyor. okur, kitabın yazarının bir efemine olduğunu ve albertine'in güzel tombul yanaklarının aslında albert'in güzel tombul kıçı olduğunu biliyor ise bu mantıklı. okurun, bir sanat eserini son damlasına kadar tadabilmek için, şu ya da bu yazarın cinsel alışkanlıklarından haberdar olmasının verili ya da gerekli farz edilmediği takdirde mantıksız. öğretmen diyor ki, okur proust'un sapkinligi hakkında hiçbir şey bilmezseymiş heteroseksuel bir erkeğin homoseksüel bir kadını kıskançlıkla izleyişinin ayrıntılı biçimde anlatılması düpedüz saçmalıkmış, çünkü normal bir erkek sevgilisinin başka bir dişiyle oynaşmalarını ancak eğlenceli bulur, hatta zevkten erirmiş. hocamız, sadece yazarın kirli çamaşırlarına göz gezdirmiş bulunan quelque petite blanchisseuse tarafından tadına varılabilecek bir romanın sanatsal açıdan, bir fiyasko olacağı sonucuna varıyor."
  • ayrı ayrı toplamaya çalışınca tek bir kitap sitesinden bulmak bir hayli zor olacak gibi duruyor, o yüzden ben de 2 ciltlik toplu versiyonunu almaya karar verdim. hem böyle daha uyguna denk geliyor, babamı da ikna etmek bir miktar kolaylaşacak.*
  • yapı kredi yayınları'nın çizgi romanlarını altıncısından sonra yayımlamadığı eser. hayatımda okuduğum ilk ve tek çizgi roman ve yayınevi okuyucuyu resmen göt gibi ortada bıraktı. üstelik kitaplarda olduğu gibi çizgi romanda da çevirmen roza hakmen'di. böyle de büyük bir olay esasında ama ticari kaygılardan olsa gerek devamı getirilmedi.
hesabın var mı? giriş yap