• evvela treatise'in folk sayki'nin (bkz: folk psychology) yuz aki oldugunu soylemek gerek. hume bu kitapta neredeyse tum temel zihinsel durumlarin tetkikini yapmakla kalmiyor, ayni zamanda bu sorgulamayi kendi sundugu meselelerle sentezliyor. folk sayki'ye gonul veren fodor'un hume'e samimiyetli hisler beslemesi de akillara gelmiyor degil su noktada (bkz: hume variations). her ne kadar folk sayki'nin su anki konumu tartismali olsa da (ki temel zihinsel durum kategorilerini sorgulamak icin esasinda mezkur tartismanin toz-tabanli kutuplarindan biri olan eliminative materialism'e yelken acmaya da gerek yok), insan ruhuna cumburlob dalan karamazov kardesler (dosto) yahut seytan (talsto) kabilinden klasik edebiyat kurgulari disinda, sanirim etika'yla beraber en cok sivrilen (veya sivrilmesi gereken) kitap treatise.

    hume zihinsel durumlarin tetkikini yaparken sagduyuya mesafeli duruyor ama ondan tamamen de kopmuyor (ayni kategorileri kullanma babinda). ilk dikkatimi ceken de su oldu: insana bir genel karakteristik atfedilecekse eger, bunun 'kaotik iyi' (chaotic good) olmasi gerektigini zimni olarak savunuyor gibi treatise'deki yaklasimyla hume, zira sokaktaki adama (ben sen o) sorsak alacagimiz cevaplari ve gorecegimiz onkabulleri azcik dislayan bir yonu de yok degil. mesela, gururun her zaman 'kotu' olmasi gerekmedigi yonunde sinyaller veriyor, yari-kaotik dizgesinde 'bencilligi' ima eden (ya da tamamen dislamayan) duygulanis iliskilerinden dem vuruyor, falan filan. olan-olmasi gereken ayriminda cok debelenmedigi icin belki, biraz da fazla rahat. bu budur-boyledir-sebepleri-de-kuvvetle-muhtemel-sunlardir kabilinden net bir hava hakim kitaba. yargilayici, hele hele buyurgan bir tadi hic yok. ara sira cildiran su "avam yaniliyor haci" (vulgar) vurgusu disinda vaziyet neredeyse tamamen boyle. ve evet, is-ought meselesini ilk gundeme getirenin de hume olmasi sasirtici degil.

    neyse, sagduyu diyordum. sagduyu bir yana, iste misal 'akil-arzu ikilemi' (reason-passion) kabilinden yaygin mulahazalara "yanlisiniz var." demeden edemiyor hume. ona gore celiskiler, kararsizliklar, akil ve arzular arasinda degil, ilik ve vahsi arzular arasinda. ilik arzu (warm passion) ile kastettigi insanin 'vicdani' yonu, yani toplumsalligi, boyle ne bileyim arada hislenip kenara cekilme istegi. vahsi arzu ise genel anlamiyla yerlesmis olan bildigimiz arzu, cinsel istek mesela. akil-arzu ikiligini reddeden david agabey, arzunun kendi icinde catallamalara ugradigini, kararsizliklarin, ikilemlerin de bundan kaynaklandigini iddia ediyor. bu noktada, irade felsefesinde her ne kadar acik olarak dile getirmese de zimni bir alt-irade (animalistic will) | ust-irade (universal will) ayrimina giden schopenhauer'i hatirliyor, ve yolumuza devam ediyoruz. hava guzel.

    gerci hume'e sorsak bi sekilde savunmasini yapar ama, avam da avam diye basimizi sisirirken biraz yalpaladigini dusunuyorum ben. reason'la ilgili elestirilerinden (akil diye mi cevireyim idrak mi diyeyim, ne diyeyim bilemedim) biri olan bu akil-arzu meselesine dair verilebilecek en guzel ornek aslinda din mevzuu. zira ailesinden din egitimi almis olmasina ragmen inancinda tokezlemeler hisseden bir sahsin halet-i ruhiyesi neredeyse bir karsi-ornek gibi, ki genelde boyle sahislar kendilerini cevreleyen dinin tutarlilik analizi sonucunda verdigi ciktiya bakarak huzursuz oluyorlar. dinden hadi-gidiyoruz-hoop bir cikis veya tedrici ne-ki-simdi-bu-hic-anlam-veremedim-ben-buna egilimi daha cok karakterdeki kokenlere isaret ederken, boyle bocalamali sorgulamali, e-neden-yani-ya tarzi bir cikis mezkur ikilemi barindirmadan edemiyor. hume'cu bir aciklama boyle bir durumda motivasyonlarin koklerinin hakkiyla aranmasindan yana olur muhtemelen. zira catismanin bilincalti arzular sebebiyle hararet yapan bir akil-da-akil-tutarlilik-da-tutarlilik inadindan kaynaklanabilecegini one surmek de mumkun. ilk-motiv konumu bir yana, yine de yuzeydeki catismada akil (reason) faktorunun etkin olmadigini iddia etmek biraz zor gozukuyor (biraz ama, cok degil).

    bir de, bu 'avam' imlemesi tuhaf aslinda. felsefe camiasi disindaki 'ortalama' mi kastediliyor bu kelimeyle? 'sokaktaki adam' mi? sokaktaki adam o kadar bilgisiz mukasefesiz degil ayrica, konu eger insan ruhuysa. veya ne bileyim, 'felsefe disindaki' pratikler de o kadar bos degil: suhreverdi tasavvufun esaslarinda "kalp ve nefsin yakinlasmasindan" bahseder mesela (nefsin islam'da 'kotu' olarak kurgulanisi ya da en azindan bu sifatla anilir hale gelmeye baslamasi, yeri geldiginde bilindik ayrimlarin disina cikilmasina engel degil). yani. ote taraftan, zihni surekli arzular etrafindan kurgulamak, tasvir etmeye calismak da sikintili ve sinirlayici geliyor bana. camdanatlayangillerin "arzuyu" klasik rasyonel-stoik tasavvurun imledigi negatif anlamdan kurtarma cabasi da bu kez fuzuli bir olumlamaya sirf inat olsun diye davetiye cikariyor gibi. arzu her sey degildir. 'koku akil olan arzu' bile her sey degildir.

    reason'dan devam edeyim. aslinda hume bu genel insan zihni tetkikinden ziyade nedensellik elestirisiyle unlu. kisaca diyor ki nedensellik ilkesini akilla (reason) aciklayamayiz, bu daha cok izlenimlerden (impression) tevarus ettigimiz tecrube ve aliskanlikla (custom) ilgili. bos zamani oldugunda "neden nedensellik?" (kendime not: 'nedensellik' de biraz saibeli bi ceviri gibi. sebep ve neden ayrimi mesela?) sorusunu soran her insan hume'un derdinden anlar, anladi da. simdi meselenin genel 'cozum' rotalarini, misal kant'i falan, anlatmaya calisirsam iflahim aglar (ki prolegomena'yi yeni bitirdim, hazmedilmesi var daha onun), o yuzden diyorum ki, en son gordugum aciklamayi masaya yatirayim. oralardan dusuneyim. masa guzel.

    paul carus kant's prolegomena'da hume'un sorununun 'yanlis" formule edilen bir sorudan kaynaklandigini iddia eder. kullandigi uslamlama ise hume'un nesneleri sebep ve sonuc diye etiketlemesindeki hataya isaret etmekle (ki burasi dogru) beraber gorece yeni fizik kanunlarina referans vererek konuyu daha iyi-tanimlanabilir hale getirmeyi ihtiva ediyor. onceden olsa, "vauvaa, fiziiik!" diye gaza gelir ve kutlenin korunumundan hareket eden bu kabil bir nedensellik analizini hayranlikla izlerdim. ve fakat, those were the days, ve ben fevri olmamayi yavas yavas ogreniyorum (o ilk "vauv"dan sonra nefes almak ve konuyu yeniden dusunmek gerekiyor, hep boyle bu). carus'un aciklamasina gore nedenselligin segmentasyonu nesnelerle degil nesnelerin baslangic durumlariyla yapilmali. yani (hume'un favori orneginden ilerlersek), a topu sebep, b topu sonuc degil: (a,b) top ikilisinin ilk halleri (initial state) sebep, (a', b') son hali (final state) ise sonuc. bu noktada, nesneler degil nesnelerin olusturduklari fiziksel duzenekler uzerinden konusursak, meseleyi kutle-enerji kanunlariyla, misal -- ilk akla gelen -- kutlenin korunumuyla, oradan da asagi yukari x=x ozdesligiyle aciklayabiliriz, diyor carus. hatta hume azcik daha ugrasaydi fizikci olurdu, mezkur kanunlara yakinsardi, diye ekliyor.

    simdi, tam bu noktada, "ooo, fizik yine her seyi cozdu!" diye gaza gelmeden once bi oturup soluklaniyorum. azcik dusununce de fark ediyorum ki bu iste, bu cozumde bi fevrilik var: meselenin nesnelerden nesnelerin ilk ve son hallerine haritalanmasi bu yeni alanda sikintisiz yuruyebilecegimizi garanti altina almiyor ne yazik ki. zira ilk halden son hale gecisin dinamigini tanidik ve nispeten iyi temellendirilmis bir dille (matematiksel fizik) anlatmak, "o top ona vurduydu da oburu ote yana gittiydi"nin yerine "momentum haci"yi kullanmak basta tatmin edici gelse de recursive skeptiklige ket vuramiyor. sebeple sonuc arasindaki muktezaligi ne kadar aciklayabiliyoruz momentum deyince? fizik kanunlarinin tasvir ettigi duzenliligin akildaki kokenleri hakkinda ne soyluyor bu bize? the question remains, and hume wins.
    (ortayi aciyorum, vole janli'den gelsin: (bkz: eylemsizlik ilkesi/#351821))

    aslinda benim epey konusasim var bu verimli kitap hakkinda ama simdi nefsime hakim olmam gerekiyor (sonu gelmiyor lan yoksa (daha impression-idea meselesi vardi :/)). treatise'i neden okumak lazim? onu cevaplamaya calisayim kendi capimda: evvela uslup guzel (bunu kant bile teslim eder "boyle muhim konulara boyle temiz bir dille deginebilmek her yigidin harci degil." diye). yazar konuyu basta genel hatlariyla anlatiyor (kusbakisi), sonra detaylara iniyor (kus dalisi). indikce iniyor (hepten dalis). ama bunu yaparken kusbakisi moda arada bir gecerek tabloyu hatirlatmayi da ihmal etmiyor (taklaci). asagi-yukari sifatlandirmasinin yercekimiyle iliskisinden tut nedenselligin elestirisine kadar gidiyor. sadece 'yalitilmis bireysel zihin' anlayisiyla cevrili bir kazi da degil ha bu: yeri geliyor toplum hakkinda da konusuyor hume, bireyle toplum arasindaki paralelliklerden, farkliliklardan bahsediyor mesela. hulasa, zihin hakkinda bir kitap yazmaya heveslensem treatise'in netligini ve verimliligini ornek alirim kendime.

    evet, hava guzel: kizila calan mavi bir gokyuzu esliginde, boyleyken boyle. a minor treatise of a treatise of human nature. end of transmission.
  • (warm passions | violent passions ile devam edilmesine)

    kitabin guzel ozelliklerinden biri de, neredeyse tamamen 'kapali' olmasi. kapalilikla kastim, diger filozoflara referansin azligi: hume, bir konuyu anlatirken, mumkun oldugu kadar kendi gozlem ve analizlerine agirlik veriyor, diger filozoflarin fikirlerine, dizgelerine olan referans sayisini ise minimize ediyor. en fazla edebiyattan alintilarla destekliyor (daha dogrusu ornekliyor iste) anlattiklarini. yoksa, "locke soyle dediydi de aslinda orda yanildiydi." kabilinden hesaplasmalara yer ayirmamis. hos, ayirsa "name-dropping yapiyon haci." diye cikismak aklievvellik olur, o da ayri mesele.

    edebiyattan orneklerle desteklemek demisken, yine aklima schopenhauer geldi (ki zaten schopenhauer'i unutmak mumkun degil?). arthur agabey'in uslubunun enteresan ozelliklerinden biri mesela, hem gayet temiz, anlasilir olusu, hem de cesitli dillerdeki deyislerle beslenmesi. soyle ki: schopenhauer, bir fikrini anlatirken, bazen, dildeki (almanca, ingilizce veya latince, degisiyor) zimni onkabullere dikkat ceker. yani, misal, alir cok kullandigimiz bir ibareyi, kendi fikrinin anahtar noktalariyla eslestirir. guzel bir sekilde yapar ha bunu da, oyle havada kalacak sekilde degil. "hakkaten la?" diyesi gelir insanin.

    back to hume. wp ve vp diyordum (bu kisaltmalari kullaniyorum warm passions ve violent passions icin). passion'in etimolojik kokenini arastirmamis olmamakla birlikte, diyebilirim ki, tahminen kelime "passive" ile, yani pasiflikle bir sekilde alakali. arzu diyecektim, vazgectim, ihtiras daha iyi gibi geldi. neyse, kelimenin tam karsiligi bir yana, aslinda hume'un tesbitinin guzelligini teslim etmek gerekiyor en basta. akla (reason) atfedilen genel ustunlugu sorgulamaya yardimci oluyor esasen. hume'un "vulgar yaee." diye hedef aldigi, elestirdigi ortalama mulahazayi acmaya calisayim ben biraz:

    birincisi, toplum zaten kendi basina homojen degil. ikincisi, buradaki elestiri, bence acikcasi, 'sokaktaki adam'dan ziyade, pseudo-entelektuel denebilecek tiplere gidiyor. pseudo-entelektuel de fazla oldu aslinda: wannabe-intellectual diye de iyice alasagi etmek istemiyorum ama, aklimdaki kitleyi asagi yukari su hatlarla ozetleyebilirim: bir sekilde bir yerlerden bazi isimleri duymus, hadi en iyi ihtimalle bazi kitaplari da okumus (ki cogu 'ikinci elden' bunlarin, yani kant okumaya tenezzul etmez de gider ozet mozet okur. hadi ozeti hakkini vererek okusa iyi: onu da yapmaz), zihin felsefesi hakkinda edecegi iki kelam bulunmamasina ragmen "insani", "ozgurlugu" cozmus gibi davranan ayakli sloganlar. bu adamlara sorsak, aslolan "akil", "akil rulez". "akli izledigimiz zaman" her sey duzelecek. buyurgan olmalarini gectim, aydinlanma'nin bayraktarligini yapmalari aslinda cidden uzucu bir noktaya geldigimizi gosteriyor. bilmiyorlar ki, hume olsun, locke olsun, kant olsun, bu insanlar, ki aydinlanma denince zikredilmesi olmazsa olmaz ilk isimler, 'aklin sinirlariyla' da ugrastilar. yeri geldi nedenselligi sorguladilar, yeri geldi carsaf carsaf antinomiler, meta-elestiriler sundular.

    daha fazla ifrit olmadan wp | vp'ye donuyorum. kendi kaba tanimimi biraz daha acayim, hatta elestireyim: wp'ye "toplumsal", vp'ye "bireysel" demistim. yahut, sirasiyla "vicdani" ve "icgudusel". birincisi, bu her zaman boyle olmak zorunda degil. ihtirasin tecrube edilisindeki siddetle karakterize edilen zihinsel durumu toplum-birey ikili kategorizasyonundaki konumlanmaya gore kodlamak her zaman mumkun olmuyor (ben denedim). "kabaca boyledir" diyebiliriz, ama neticede kabaca tabii. vicdanin ne kadar gayri-icgudusel oldugu sorusunu es gecersem, "vicdani" ve "icgudusel" daha iyi bir ayrim gibi, ordan devam ediyorum. hatta, "vicdani" yerine, "dingin" diyorum (bu kelime icin bir duzeltme gelebilir). hume'un wp ile kastettigi, izafi 'durgunluk' aslinda. vp hen-hen-hen bir yapayim-edeyim-yerimde-duramayayim'a isaret ederken, wp, hele-bi-otur-soluklan-yegenim'i temsil ediyor.

    "reason is, and ought only to be the slave of the passions."

    hume'e gore, insan, ihtiraslarin(in) kolesi olmaya mahkum. ilik veya sicak ihtiras, fark etmez. hume'un schopenhauer'le epey benzestigini yineleyeyim, zira schopenhauer ihtiraslari irade'ye genelleyerek benzer bir sonuca varir (farki bu mahkumluktan "kurtulmanin', bu mahkumlugu hack'lemenin yollarini aramasinda, hatta onlardan bazilarini gostermesinde). gerci bu tarz "aforizmalar" felsefecinin dusuncelerinin tam resminin iskalanmasina da neden olabiliyor (veya felsefeci kasitli olarak boyle izafi yuzeysel bir cumleyi yumurtluyor). mesela hume burada tabi olunanla 'bildigimiz' ihtirasi ('sicak' olan, 'hizli' olan) mi kastediyor, yoksa 'ilik' olanlari da kapsayan kendi genel ihtiras kavramsallastirmasini mi? ilki olmasi daha muhtemel. aforizmaya takilmadan, wp | vp ayriminin 'kendilik tekniklerindeki' oneminden devam ediyorum.

    "mpg123 --loop 2 -@ blaizer.list"

    'kendilik teknigiyle' kastettigim ne? su: bir insan, tecrube ettigi icebakisin, daha dogrusu tevarus ettigi icebakis metodolojisinin, ardindan, 'kendini' wp | vp'lerindeki salinimlara, 'titresimlere' gore insa eder. benim genelde gozlemledigim, tahmin ettigim metod bu (oznelestirme, oznelesme, tahakkum gibi faktorleri es geciyor, toplumsal paternlerin, rotalarin bireydeki 'canlanisiyla' idare ediyorum simdilik). ve rahatlikla diyebilirim ki, modern, daha dogrusu sekuler dunya gorusu, ozneyi, vp'ye gore kurar. yani, et yeme 'istegi' mi belirdi icinde? o sensin. uckurunun ucasi kacasi mi var? o sensin. soz konusu vp ise, 'ihtiraslar' diyemezsin, "ihtiraslarim" demelisin. 'kateden arzular' diyemezsin, "arzularim" demelisin. baska ne yapabilirsin ki? ve bir an once "tatmin olman lazim". niye? cunku, sana acikliyorum, beni iyi dinle, sen, ancak ve ancak, bu bahsettiklerim dogrultusunda davrandigin olcude sensin. tip ne soyluyor? ancak x,y yaptiginda z hormonlarinin salgilanacagini, mutlulugunun, mutluluk kavrayisinin da asla ve kat'a bu hormonlara dayali metriklerden kacamayacagini anlatiyor. dimitri isyan etti de noldu? kimyaya halel geldi mi? hayir. beni dinle..

    (boyle uzadikca uzuyor bu)

    yani, diyorum ki, bu tarz ne yazik ki epey yuzeysel bir kendilik algisi katediyor insanlari. 'arzularin ozgurlestirilmesi' kabilinden bir hedef mevcut. yani "icimizde" dolanip duran bazi arzular var, bunlari "ozgurlestirirsek" her sorun hallolacak. sekuler veya modernle, felsefedeki dizilisi kastetmiyorum bu arada. aydinlanma ve aydinlanma sonrasinda, ihtiraslara yuklenen anlam stoikten anti-puritene kadar varyans gosterir. kastettigim, odaklandigim, bundan ziyade, direkt pratikteki, medya ve "insan bilimleriyle" ittihaz edildikce edilen soylem-davranis coklusu. siyaset teorisine soyle ya da boyle bulasmis heyecanli insanlarin da hatrini gonlunu gozetmiyorum su noktada (here comes the ifrit): muhtevasina dair zerre tefekkure yelken acmadigin surece o diline doladigin 'ozgur irade' tahayyulunun kime ne faydasi olacak? 'liberal' diye kufur niyetine kullandigin kelimenin kokenlerine gittiginde senin hayatindan, olmasi-gereken seklinde ortaya doktugunden cok da farkli olmayan bir dunya gorusunu, bir ahlak algisini gordugunde nereye atacaksin temellerini o "burjuva x'i" sablonuyla, danteliyle susledigin guzeller guzeli binalarin? zihne dair en ufak bir tetkikin, tahkikin olmadigi halde, hangi yuzle 'toplum' hakkinda bir 'model' ortaya koyuyorsun? hah, kant'a "utangac materyalist" dedin ya, iste o an cok sevimli oldun sen benim gozumde.

    (bi yuzumu yikayip geldim. from ifrit to normal mode.)

    "arzularin ozgurlestirilmesi" gayesi, kendi idealini de iskaliyor aslinda. an-be-an bir ihtiras manyakliginin insani 'mutlu' edebilecegini iddia etmek alikliktir. cileciligin mantigi da zaten "aci lazim bana. aciyi getirin." misali mazlum iniltilerde degil acininin minimize edilmesi icin ihtiraslara itinayla yaklasmakta yatar. illa arzuya dayali bir saadet anlayisi benimsenecekse, "arzunun ozgurlestirilmesinden" ziyade, "arzunun yogunlastirilmasina" yogunlasmak daha makul mesela. tam da bu noktada, hume'un wp | vp ayrimina geri donerek, sahsen bende 'ise yaradigini' gordugum bir hibridlestirmeden, 'donusum' silsilesinden bahsedeyim.

    "degismeyen tek sey degisimin kendisidir." (hehe, saka lan saka, asil alinti simdi geliyor: )

    "hume's treatise is the foundational document of cognitive science."
    (fodor, hume variations)

    .. diyordum ki sigaramin bittigini fark ettim. cay da bayatladi. gol olmaz zor olur. arkasi yarin diyeyim o zaman.
  • hume'un an enquiry concerning human understanding'i ile basladigim serinin (the natural history of religion, treatise) benim icin gayet verimli oldugunu dusunmemin sebeplerinden biri, bitirmemin uzerinden iki ay gecmesine ragmen, bu kitaplar hakkinda yazmak istediklerimin tukenmedigini gormem aslinda biraz da. zira, hem onceden aklima takilanlari etrafli bir cerceve dahilinde -- daha dogrusu bu kabil bir cerceveden hareketle -- ifade etme imkani, hem de butunluklu ve en onemlisi devasa konsantrasyonlu bir tetkiki izlemenin akabinde gelen o heyecan ve ilhami tecrube edebilme sansi buldum. "bir kitap okudum hayatim degisti." degil, "hayatim zaten guzel gibi degisiyordu, bir de uzerine bu kant-hume-locke silsilesi geldi iyi oldu.", oldu. iyi oldu.

    baslangicta uyarayim sonradan sikinti yaratmasin: eger konudan konuya atlamalari gorur ve treatise'den cok kendi fikirlerime (quasi-tesbitlerime) odaklandigimi dusunurseniz, yanilmis olmazsiniz. o halde, "niye buraya, treatise'in altina yaziyorsun ki?" sorusunun cevabini vereyim: cunku bu kitaptan 'hareketle' vardim buradaki cumlelere ve olsebep diyebilirim ki mezkur kelimelerin konteksti olmasa bile cikis noktasi, terminali treatise'dir. muavin diyor ki o detone-ve-derbeder sesiyle: kelimeler bizden, cay kahve mesrubat sizden. bilet ise gidis-donus: yani terminalden ciktik, biraz uzaklasip yine terminale (treatise'e) donucez. skeptik_bozkirlar'i tercih ettiginiz icin tesekkurler, komiklikler.

    hume'un treatise'de davranis ve degerlere dair yaptigi tesbitlerden biri 'karsilastirma' ile ilgili . nesnelerin 'kendilerinde' niteliklerinden ziyade coklular (benzer veya farkli nesneler network'u) icindeki izafi konumlarina gore degerlendirdigimizi vurguluyor ve hatta burada yine "warm passions || violent passions" ayrimiyla orneklendirdigi gibi verimli bir dogal-yapay deger ayrimina gidiyor. adalet vesair konseptlere dair soyledikleri hakkinda (hopefully: henuz) konusmak icin kendimi yeterli gormedigimden, bu ayrimi sadece hatirlamakla yetiniyor ve az once bahsettigim 'karsilatirma'nin, daha dogrusu karsilastirma egiliminin topluluk-birey iliskilerinde nasil etkili oldugunu anlatmak istiyorum.
    (an itibariyle terminalden ayrilmis bulunuyoruz)

    kitabin is-ought eksenli bir uzayda koordinatlastirilmasinin zor oldugunu evvela bir hatirlatayim. zira hume genelde neyin nasil olduguyla ilgili kapsamli islevsel aciklamalara girisiyor. ben simdi mezkur karsilastirma paterninin sosyal alandaki misalleriyle biraz da olmasi-gerekeni-tasvir-etmese-de-olan-hakkinda-soru-isareti-koyan dusunceler uretmeye calisayim:

    (insanlar arasinda) karsilastirma ve (daha da onemlisi) karsilastirilma isteginin kokeninin ne oldugunu dusunurken sevindirici (mi uzucu mu olduguna karar veremedigim) bir noktaya geldigimi fark ettim az once: david the skeptic'in sosyal "arenadaki' cesitlemelerin uzerinde durmamis olmasi, onun tesbitini bu alanda kullanamayacagim anlamina gelmiyor tabii. eger basit nesnelerin degerlerini, karsilastirma egilimimiz uzerine bina ediyorsak, bu ayni zamanda izafiligin insanlar arasi iliskilerde de neden bu kadar tercih edildigini aciklar. oyleyse olanin neden boyle oldugu hakkinda basit ve tatmin edici bir aciklamaya sahibim demektir. lakin "olanin' varyansi, dinamigi beni tatmin ediyor mu, karsilastirmak ve karsilastirilmak "beni' ne derece tanimlar, iki dakika koseye cekildigimde gordugum manzaradan ne kadar memnun kalirim,.. diye diye nefes almak istiyorum. from 1738 back to 2011.

    yil 2011, hala karsilastiriyor ve karsilastiriliyoruz. asgari bir karsilastirma duzeyinin toplumun "isleyisi' icin gerekli olusu, tek tek kat eden "baskalarina gore su su konumdasin, o halde susun." soylemini vazgecilmez kilmaz. isin kotusu karsilastirma-karsilastirilma duzenegi bireyi hep arzulama-arzulanma'dakine benzer bir sakatatliga surukler. kiyas silsilesiyle buyuyen insanin etrafini algilarken, anlamdirirken kullandigi uzayin temel eksenlerinden birini, yan yana getirip skalarlastirmanin eyleyenlere uygulanmasindan ibaret kalir.

    yil 2011'i geyik olsun diye, araya-back-to-the-future-ekleyeyim geek'i olsun diye yazmadim. ustelligine kurban olmak 'zorunda" kaldigimiz teknoloji ve haliyle kitle iletisimin zaten bir garip metronomla titreyen algilarimiz uzerinde yarattigi tahribati zikrederek baslayabilirim mesela. cag uzay veya atom cagi degil, malumat cagidir, beyler. 'bilgi" gibi ne idugu belirsiz bir referans yumagiyla anlatmaya calissam bu asri, eskilerin hakikatine, hikmetine, iradesine haksizlik etmis olmaz miyim? onceden dakika basi x ile sinirli olan kiyas sayisi simdi hem sosyallige manasiz bir vurgu yapan bilim rahipleri hem de "sosyal' medya diye anilan mecraya ayni minvalde bir onem atfedenler sagolsun uctu kacti. amacim "din, devlet, televizyon, bilim.. bunlar cok yanlis." diye gaza gelen fevri neferin izinde bir slogani degil, tedbiri elden birakmazsak nasil bir hizla kendimizi bu malumat yigininda kaybedecegimize dair belki tabiri caizse bir uyariyi not dusmek.

    tahribatla neyi kastediyorum? tam olarak sunu: "normalde' bu kadar persona'yla, persona olmasa bile en azindan malumatla doldurulmaya, bu kadar veriyi yayildigi olcude hizli islemeye meyyal degiliz. hizli islemek bir yana, hizli 'davranmaya" da alisik degiliz. dahasi, mulahazanin cesitliligi ve dagilimi babinda zaten elimizde az sayida cluster varken, neyin ne olduguyla ilgili temel sorulari bile malumat bombardimani nedeniyle iskaliyor, televizyonun qualia olduruculugunden ve alisverisin boslugundan kurtuldugumuzu zannedip bu kez kendimizi tek tiklamalarla, en kotu cift tiklamalarla bina edilen golge-davranislar tarafindan sarmalanmis halde buluyoruz.

    biraz mola. genel rotadan cok sapmayi dusunmedigim icin azcik soluklanayim, konuyu toparlayayim diyorum. interneti, televizyonu, bilgisayari cihazi mihazi birakip alt-konseptlere geri donuyorum. karsilastirma ve sosyallik. sosyallik etrafinda donen genis bir kritik degil aslinda amacim: ki bunu su an yapabilir miyim, mecburi sosyallige skeptik yaklasitigimi soylemekten baska ne diyebilirim bilmiyorum. bahsedeceklerim, genis olcekli net onermelerden ziyade insan davranislariyla ilgili ufak tefek gevelemelerden ibaret olacak. bu yuzden cok sey beklemeyin ama caylarinizi da saglama alin ki engebeli yolda titreyen otobusun azizligine ugramalar olmasin.

    karsilastirma paterniyle ilgili bir not daha: baslangicta bunu nesnelerin kiyasinin oznelere tasinmasi seklinde basit bir aciklamayla gecistirmis olsam da, simdi tekrar baktigimda goruyorum ki, toplumda bireylerin karsilastirilmasina neden olan temel motivin kokeni eyleyenin etrafina indirgenmis bir algi-karar dunyasinda degil, rekabetin "genel fayda' bakimindan islevli olmasinda yatiyor. o halde eger elimde konseptin kaynagi hakkinda boyle bir iz varsa, cok uzaga gitmis olamazlar diyerek yoluma devam edebilirim:

    (vazgectim. biraz daha 'garanti' bir yol izliyorum. tamam tamam, acikcasi: tirstim. caylari rahat icin. otobana cikiyoruz.)

    karsilastirmanin kurucu ve yayici bilesenleri. kurucuyla eyleyensiz duzenekleri kastediyorum, kurumlari yani. devlet (vatandaslik ve "gorevler"), okul (ogrencilik ve "not"), hastane (saglik, saglamlik ve "guc"). bunlar, ilk aklima gelen kiyas 'kuruculari'. eyleyensiz, daha dogrusu kokenleri gorunur eylenlerinin, hiyerarsi extremum'larinin ardinda olan kurumlar. yayici bilesenler ise: birincisi, kurucu merkezlerin dis temsiller ("outlier-representation"), yani kurumun soylemini hiyerarsik konumlari (siyasetci, ogretmen, doktor) vasitasiyla cismanilestiren ozneler. ikincisi, acik, somut ve tecrubeye dokunan seviyede cismanilesen kiyasi ittihaz eden eyleyen coklulari (arkadas gruplari, envai cesit topluluk, internet persona'lari..). ucuncusu, kurucu ve yayici bilesenlerin etkilerinin agirlikli ortalamasi, yani cikti: kiyasi zihninde yasatan, onu bizzat kendini insa etme yontemi olarak (genelde mecburen) olumlayan, ve yerine, olumlama miktarina gore onceki bilesenlere tekrardan ileten, yayan nokta. birey.

    karsilastirmanin sosyal alanda uygulanisi hakkindaki gevelerimi (gevelemelerimi) burada kisitliyorum, ki hem konu dagilmasin, hem de baslangic noktama (treatise) geri donebileyim. dondum: treatise'in bende bir cesit 'kaotik iyi' insan tasviri cagrisimi yarattigindan bahsetmistim. iyi'lik onkabulum klasik anarsi zamanlarimdan (those were the days) kalma esasinda. tam egiyordum, bukuyordum, ne isim versem ne desem diyordum ki, bu alacakaranlik kitap cikti karsima. neticede, 'yatistirilmis skeptik' hume'un gurur, sevgi, merhamet.. temali cumlelerini okurken, "hah." dedim ve ismini 'iyinin ve kotunun otesinde' (vay arkadas) degil 'kaotik iyi' koydum. bence, en azindan planescape'in hatrina, iyi oldu. yani.

    kaotik iyi demisken, hume'un 'dortlu' (dort dugumu (node) olan coklu (manifold, veya graph)) network incelemelerine dahil bir tesbitinden bahsedeyim (node-manifold-graph isimlendirme silsilesi bana ait. yani hume bu kelimeleri degil 'ikili iliski' ('double relation') kabilinden bir isimlendirmeyi tercih ediyor genelde). 'of the mexture of benevolence and anger with compassion and malice' ('alcakgonulluluk ve ofkenin, merhamet ve cakallikla karisimi uzerine') altbasliginda, david agabey diyor ki, bir zihin bir digerinin ihtiraslarini tahayyul ettigi (gozlemledigi) zaman, ters-yansima seklinde isimlendirilebilecek bir isleyisle ilerler (bu ismi de ben salladim). burada, ters-yansima ile kastettigim, tahayyul edenin tahayyul edende gordugu ihtirasi (duygulanisi) takiben, gordugunun ziddini tecrube etmesi. hume bunu, nese-huzun (joy-grief) ile orneklendiriyor. tam bu noktada iste, cumlelerin netligi ve ilskilerin basit lineerligi (ki 'lineerlik' aslinda en azindan matematikte, veya matematikteki anlamiyla ortusecek sekilde kullanildiginda, guclu olmasi muhtemel bir mimariye isaret edebilir: o yuzden 'basit lineerlik' dedim) soru isareti uyandiriyor.

    birincisi, ornege has olarak soyluyorum, x'in ardindan ~x'in (x'in "tersinin') tecrube edilmesini, genel gecer bir kural olarak alabilir miyiz? x olarak soyutlamayi gectim, sirf huzun-nese orneginde bile, boyle net ve dogrudan, huzunse-nese-neseyse-huzun kabilinden konusabilir miyiz? zira, isleyisin semasi, spesifik ihtiras kategorisi bir yana, tahayyul edenle edilenin iletisiminin karakteriyle beraber, ihtirasin (zihinsel durumun, halet-i ruhiyenin) kendine has olmasi muhtemel bilesenlerinden de etkilenmez mi? en azindan (too much en azindan), mezkur semanin muhtevasi, toplum boyunca goruntulendiginde, kumelenmis (clustered) bir tablo cikarmaz mi karsimiza? (derin bir nefes aliyoruz, caylara dikkat) ikincisi, iste 'insan dogasinin" dogasinin da insaninin da titredigi kisim, hume'un (veya onun kadar yetenekli olan digerlerinin) gozlemlerine, cikarimlarina, bilhassa netlikleri ve butunlukleri bakimindan hayran kalmadan edemiyor olmamiza ragmen, ne kadar guvenebiliriz? mevzuyu kapitalizm-komunizm eksenine kilitleyenlerin tasavvur dunyalarina, niyetlerine, hakikat arayislarina guvenebilir miyiz, diger yandan?

    absolutely nothing we trust.

    to hume it may concern,

    hume ve treatise isimlerini zikretmedigim surece, daha cok, basta belirttigim gibi, hume'un konsept, fikir ve kategorilerinden hareketle kendime yol acmaya calistigim bir yazi oldu bu. daha dogrusu, belki ilerde yazacagim daha kapsamli (ve insallah uzerine daha cok emek harcanmis) bir tahkikin 'anahtar noktalarini' ihtiva eden bir yazi, diyebilirim. karsilastirma'yla baslayip malumat mesrubat derken biraz kendimi kaybetmis gibi gozuktuysem, surc-i lisan ettiysem, bilhassa hume'un hatrina, affola. treatise hakkinda (ve evet yine treatise'den 'hareketle') yazmak istediklerimin en az bir bu kadar daha oldugunu (daha 'warm passions || violent passions || fuko' var, 'halk psikolojisi, felsefe ve edebiyat' var, cok var) bildigimden, hem iyice daginiklasmasin hem de su hem'lerim artik bir son bulsun diye, bitiriyorum bu yaz-yaz-bitmedi-haci-abi denemeyi.

    edit: arkadas bilgisayara aktarirken amma cuvallamisim. deftere yazarken bile cuvallamisim ve mutant cumleler cikmis ortaya. onlardan bazilarini (gorduklerimi) duzelttim.
  • (idea-impression'dan devam edilmesine)

    hume'un treatise'de savundugu, daha dogrusu savunmak zorunda kaldigi, hatta aralarda "vay ben nettim, sorgulamayaydim daha iyiydi." diye yer yer ardindan yakindigi, 'marjinal" bir mulahaza daha var, 'benlik' (kendilik, self) fikrinin temellerindeki sikintilara dair. soyle diyor (asagi yukari): kendime baktigimda, zihnimi bastan asagi inceledigimde, allah askina beyler, sadece bir algilar silsilesinden baska bir sey goremiyorum. madem ki, tum fikirler (idea), temsiller, tecrubeden, izlenimlerden (impression) tevarus ediliyor, o halde, bu ben'e karsilik gelen izlenim nerede? hani, sorarim size, nerede?

    carus'un hume'un nedensellik elestirisine istinaden dile getirdigi 'cozumun' esasen sorunun ana derdini iskaladigini anlatmaya calismistim. ve fakat, simdi, yani izlenim-benlik meselesinde, nesneleri degil nesneleri ihtiva eden duzenekleri goz onunde bulundurmayi oneren mezkur uslamlamayi, biraz degistirerek, daha dogrusu, rotadaki anahtar noktalari alarak kullanabilirim. ilk hamle: izlenim-silsilesi (veya algi-silsilesi, veya 'bir dizi algi') degil, izlenim network'u (veya algi network'u). silsile, gelisi guzel dagilmis olmasi daha muhtemel bir cokluyu imlerken, network, baglantililiga isaret eder. yani, algilar silsilesi demek yerine, eger algilar network'u dersek, ve network'u network yapanin dugumlerinin 'alakalari' (alaka cok yuksek) oldugunu dusunursek, zihnimize dair gordugumuz tabloyu, daha iyi anlatmis oluruz.
    (edit: simdi hatirladim. hume treatise'de algilarin baglantilarini kabul ediyordu. tatminsizligi de buna ragmendi. isimiz var.)

    ikinci hamle: zihin izlenimlerden ibaret degildir. zihin, fikirlerden de ibaret degildir. bir fikre, algiya, fikir-tohum'a, her zaman, onu cevreleyen bir ceper (ve ceper-devami, ceper-uzanti) eslik eder. yani, fikirler, ve izlenimler, asla ve asla, oyle kendi hallerinde, tarlanin ortasindaki korkuluk gibi, serentenin kenarindaki uzum gibi durmazlar. onlar daha cok 'yogunlasmalar' gibidirler. zihnin dalgalanmalarinin ekstremum noktalari olmalari, bizi onlarin varliklari konusunda supheye dusmekten alikoyar. hatta, daha da ileri giderek (burada hume'un sinirlarinin disina cikiyorum), diyorum ki, bilinc, oyle 'ustte', 'altta', 'ustte gibi gozukup de aslinda altta', 'icte', 'dista' vs. degildir. bilinc dagitilmis (distributed) haldeki akil segmentlerinin, bazen senkronize, bazen de asenkronize bir sekilde alip verdigi nefestir. zihnin havasinin odagi, bilinctir.

    ucuncu hamle: irade. hem (klasik) karar verme yetisi anlaminda, hem de frankfurt munzevisi'nin dizgesindeki temel gerceklik anlaminda irade. irade ulan. unlemsiz. izlenimlerin, dunyaya dair algilarin, fikirleri belirlemeye muktedir olusu, zihin hallerinden hareket faz uzayina erisen, uzanan, dar-veya-genis-tartisilir bir 'irade alaninin' mevcudiyetine ket vurmaz. hasa, harekete gectigim zaman, elimi klavyeye uzattigimda, aktif olan, muktedir ve belirleyici olan, izlenim degil, fikir degil, izlenim-silsilesi veya fikir-silsilesi degil, iradedir. iste, bizi biz yapan da, dahasi bizde 'ben' diye bir yogunlasmanin, bir odagin bulundugu inancini olusturan da bizzat bu alandir, bu tam-tecrubedir. nasil ki, zihnin yogunlasmalari fikir ve izlenimleri olusturuyorsa, o yek iradenin (lavin) yogunlasmalari da sahislari (volkanlari) olusturur.

    yine de, bu kabil bir aciklama, bizi 'benlik' fikrinin, fikir-pratiginin kokenlerinin 'akilda' bulunduguna (ya da akilla bulunabilecegine) ikna etmez. ama, nasil ki nedensellik ilkesinin kokenlerini tam tatmin edici bir argumantasyonla aciklayamiyorsak, ve fakat, ayni zamanda sebep-sonuc iliskisinin pratikteki ise yararliligini da yadsimiyorsak, benligin, yani 'benlik' fikir-pratiginin de yari-teorik islevini teslim edebilir, onun genel zihin tasvirimizde onemli bir yer tuttugunu kabul edebiliriz (ben ederim yani, bence siz de deneyin).

    sirada: warm passions | violent passions (film ismi gibi oldu).
  • hume bu eser için ölü doğdu ama neşeli kişilğim sayesinde bu durumun üstesinden gelebildim der. öyle böyle bir eser değildir. alınıp okunması yetmez çalışılması da gerekir.
  • of the understanding bolumu soyle cumleler ihtiva eden itiraf'vari bir yaziyla kapaniyor:
    (http://ebooks.adelaide.edu.au/…vid/h92t/b1.4.7.html)

    "... here then i find myself absolutely and necessarily determined to live, and talk, and act like other people in the common affairs of life. but notwithstanding that my natural propensity, and the course of my animal spirits and passions reduce me to this indolent belief in the general maxims of the world, i still feel such remains of my former disposition, that i am ready to throw all my books and papers into the fire, and resolve never more to renounce the pleasures of life for the sake of reasoning and philosophy. for those are my sentiments in that splenetic humour, which governs me at present. i may, nay i must yield to the current of nature, in submitting to my senses and understanding; and in this blind submission i shew most perfectly my sceptical disposition and principles. but does it follow, that i must strive against the current of nature, which leads me to indolence and pleasure; that i must seclude myself, in some measure, from the commerce and society of men, which is so agreeable; and that i must torture my brains with subtilities and sophistries, at the very time that i cannot satisfy myself concerning the reasonableness of so painful an application, nor have any tolerable prospect of arriving by its means at truth and certainty. under what obligation do i lie of making such an abuse of time? and to what end can it serve either for the service of mankind, or for my own private interest? no: if i must be a fool, as all those who reason or believe any thing certainly are, my follies shall at least be natural and agreeable. where i strive against my inclination, i shall have a good reason for my resistance; and will no more be led a wandering into such dreary solitudes, and rough passages, as i have hitherto met with.

    these are the sentiments of my spleen and indolence; and indeed i must confess, that philosophy has nothing to oppose to them, and expects a victory more from the returns of a serious good-humoured disposition, than from the force of reason and conviction. in all the incidents of life we ought still to preserve our scepticism. if we believe, that fire warms, or water refreshes, it is only because it costs us too much pains to think otherwise. nay if we are philosophers, it ought only to be upon sceptical principles, and from an inclination, which we feel to the employing ourselves after that manner. where reason is lively, and mixes itself with some propensity, it ought to be assented to. where it does not, it never can have any title to operate upon us..."

    yani, "sahne arkasini" anlatmak gibi bi olaya girmis david hume. bence cok da guzel olmus. zira merak ederim, filozoflar, dizgelerini olustururken, nasil ruhsal sureclerden gecerler, neler hissederler, vs. sonucta, buhran yasamamis olsaydi, sasirirdim. ayrica, bildigim kadariyla, boyle sahne arkasi'vari bir hissiyat paylasimi kolay bulunmuyor. adam o dusuncelere ulasirken hangi yollardan gecmis, neler hissetmis, genelde bilgimiz ikinci elden cumlelerle sinirli kaliyor. bu yuzden, of the understanding'in, yani treatise'in ilk bolumunun kapanisi cok samimi, cok tatli olmus. david agabey, usa ve inanca dair olan umutsuzlugundan bahsederken, oyle bir ozdeslik tecrubesi yaratiyor ki insanda, sevmemek mumkun degil. supheyle yaklasirken, "hmm, la bi dur" diye itinayla bakarken, okurken bile, insan isbu yaziyi gorunce, hakkini vererek okumak istedigi kitaba, daha bir istekle, daha bir merakla sariliyor.

    of the passions. go go go. hieeeyyt.

    edit: abuk bi kelime silindi.
  • "humean", ne guzel kelimedir (kantian!):

    "now if we consider the human mind, we shall find, that with regard to the passions, it is not the nature of a wind-instrument of music, which in running over all the notes immediately loses the sound after the breath ceases; but rather resembles a string-instrument, where after each stroke the vibrations still retain some sound, which gradually and insensibly decays."
  • gariptir, schopenhauer de irade ve tasarim olarak dunya'yi 30'una yaklasirken yazmis (tam yasini bulamadim, 28 olabilir). ve yine gariptir, schopenhauer'in kitabi da 'derin bir olum sessizligiyle' karsilanmis. adamlari sakallari yok diye dinlememisler resmen, nihe. ve evet (veveve), soyle diyebiliriz artik: "hume'un treatise'i yazdigi yastasin" (fatih out, hume in) veya "$opi'nin irade'yi yazdigi yastasin." (vurgulu: $oopi'nin iiradeyii yaazdigii yastasiiin)
  • hume'un felsefesinin genel hatlarını belli eden ve vaktinde pek de popüler olmayan kitabı. kavrayış üzerine, tutkular üzerine ve ahlak üzerine başlıklı üç ciltten oluşur.
hesabın var mı? giriş yap