• burada da ayni aciklamayi tekrar yapmistir.

    gunes dunyayi aydinlatirken neden evreni aydinlatmiyor sorusuna cevap olarak,

    gunduz ve gece adli iki varliktan bahsetmis, gunes gunduze carparsa aydinlik olurmus ama geceye carparsa olmazmis gibi aciklamalar yapmistir.

    ayrica gunduz'un gostergesi (?) oldugunu, bu yuzden kutuplarda aydinlik geceler oldugunu ancak karanlik gunduzlerin olmadigi gibi seyler soylemis ve halkimizi aydinlatmistir.

    (bkz: bilmiyorum deme erdemi)
  • "bilmiyorum diyebilme erdemine" vurgu yapmış bir ekşi yazarı. bayındır'ın saçmalıklarına verilecek doğru tepkinin en özet hali sanırım bu. zira bir şeyi bilmiyor olabileceğini farketmek, "sanırım bu konu hakkında hiçbir sağlam bilgim yok ya" diyebilmek insanın entelektüel gelişimi için ufuk açıcı bir kilometre taşı olsa gerek. ama ben biraz daha uzunca inceleyeceğim konuyu.

    yaşamın kaos değil düzen olduğunu kabul etmek isteriz her zaman. çünkü kaos zihnimiz için tercih edilen bir şey değil. kaosla mücadele etmek zihin için yıpratıcı. bu yüzden kolaya kaçar ve günlük yaşam içinde koştururken farkında bile olmadan yaşamın aslında düzenli ve anlaşılabilir olduğunu varsaymaya başlarız. bu zihinsel eğilim tıpkı arabanın düz yolda sağa çekmesi gibi düşünülebilir. bu eğilim üzerine inşa ettiğimiz düşünceler ve işler üzerinden kendimiz için güvenli alanlar (comfort zone) yaratırız. ve sönük, sıkıcı bir mahrumiyet bölgesinin içinde kalıp gerçek yaşamdan kopuk yaşarız. ama yaşam aslında düzenden çok kaos içerir. ve kaos, doğanın yapısı gereği bir gün mutlaka gelir ve güvenli alanı yıkar.

    iki tip güvenli alanımız var. birincisi "anne, baba, öğretmen, devlet, tanrı" gibi yüksek rütbeli bir kaynağa duyduğumuz güvenden kaynaklanan güvenli alan. diğeri ise bilmediğimiz bir konuyu geçmiş tecrübelerimiz veya aşırı özgüvenimiz nedeniyle biliyor olabileceğimizi zannederek oluşturduğumuz güvenli alan. ama eğer zekamız iki ayak üzerinde durabilmemiz için yeterliyse ve yaşamı biraz açıkfikirlilikle inceleyebildiysek kaosun bunların ikisini de sürekli yıktığını görebiliriz.

    insan dürüstlükle "bilmiyorum" diyebildiği zaman otomatik olarak öğrenmeye ve bilmeye açık hale gelir. açık olmak ise kaosu kabullenmek ve kucaklamak anlamına gelir. aynı insan herhangi bir konu hakkında güvendiği bir kişinin ya da bir kaynağın da aslında hiçbir şey bilmiyor olabileceğini farkettiği zaman, sözkonusu konuyu kendi başına halletme motivasyonuna kavuşur. bu da kaosu kabullenmek olarak değerlendirilebilir.

    öte yandan, bir insanı uzmanı olduğu konu hakkında açık fikirli bir yaklaşımla dinleyince ve ardından onun uzmanlığının arkaplanında yatan enerjiyi, zamanı, emeği ve hak edişi farkedebilince içinizde garip bir duygu oluşur. işte bu duyguya "saygı" denir. arada bir deneyin, güzel bir duygu. insani bir deneyim. hoşunuza gider mutlaka.

    eminim dünyanın geri kalanında da anlatacağım şeyin değişik versiyonları vardır ama ben üstte anlattıklarım bağlamında türkiye'den bahsetmek istiyorum.

    türkiye'de kültürel yapıdan kaynaklanan ciddi bir kolaycılık hastalığı var. görünen o ki güvenli alan yanılsamalarımız artık kontrolden çıkmış halde. bu hastalık hepimize belli bir noktaya kadar da bulaşmış. hatta içimizde bu hastalığın ileri safhalarına geçip vefat etmiş ve fiziksel olarak yaşadığı halde yaşamla ve gerçeklerle bağını tamamen koparmış durumda olanlar var.

    bu duruma bilimsel alanda, "dunning-kruger etkisi" deniyor. bu psikoloji bilimine ait bir tanım ve "az bilgiye sahip kişilerin, kendilerini çok bilgiye sahip kişilerden daha bilgili sanma yanılsamasını" anlatıyor.

    uygarlığımız her ne kadar çok gurur duyulası bir durumda olmasa bile belli başlı zihinsel gelişim aşamalarının ötesine geçebilmiş olduğumuzu söylersem sanırım kimse karşı çıkmaz. diğer canlılara göre daha rahat yaşamamıza neden olan özelliğimiz ise elimizdeki teknik ve teknolojiden başka bir şey değil. bunun temeli ise "sadece ve sadece bilim." bilim özetle, "herhangi birşeyi bilmiyor olabileceğini ya da bildiğin bir şeyin yanlış olabileceğini peşinen kabul etmek ve hep daha iyi anlamak için çabalamak" demek. başka bir deyişle, güvenli alan yanılsamalarını zekice terketmek demek. bu insana doğal olarak elindekini kaybetme korkusu verir. ama gerçek şu ki, güvenli alanlarımızı terketmek herşeye sıfırdan başlamak anlamına gelmez. gerçeklerle uyumlu olan birikimlerimiz her zaman yardımcımız olarak kalır. bu açıdan bilime ve bilim insanlarına "öğrenmeyi öğrenmek" için verdikleri yüzlerce yıllık emek, zaman ve enerji için saygı duymak gerekir.

    bu konu üzerinde düşünürken, celal şengör'ün bir öğrencisine verdiği şu yanıt geldi aklıma, "(...) ya bilimi adam gibi öğreneceksin, ya da bilimden gelen adamlara saygı göstereceksin."

    garip bir tesadüf ki, celal şengör'ün bu sözünü doğru olarak alıntılamak için kaynak taraması yaparken, sözün abdülaziz bayındır'ın da hazır bulunduğu bir ortamda söylendiğini farkettim.

    bu yazıyı da zaten, başlıktan da anlaşılabileceği gibi, abdülaziz bayındır'ın şu videosundaki saçma iddiaları üzerine yazıyorum.

    bütün bu anlatmaya çalıştıklarımın ışığında, türkiye gibi sahte güvenli alanlar üzerine kurulmuş kültüre sahip bir ülkenin abdülaziz bayındır gibi kamuoyu önderlerine sahip olmasını çok da yadırgamıyorum aslında. ama türkiye'de doğup büyümüş olduğum için, ülkemin "balıklara yem olsun diye suya altın para atar gibi" israf edilen insan potansiyeli için üzülüyorum.

    abdülaziz bayındır'ın ışık ile ilgili bilimsel çalışmalarından haberdar olduğunu sanmıyorum. ama haberdar olsa bile ya anlayamamış ya da önemli kısımlarını gözden kaçırmış olduğu kesin. zira kendisinin -amerika'yı yeniden keşfetmeye çalışırken atlantik'te batan sandal misali- sıfırdan çözmeye çalışıp başaramadığı temel hususlar uzun yıllar önce bilim tarafından açıklandı ve hâlâ incelenmeye devam ediyor.

    gündüz denen bilimkurgusal, daha doğrusu "dinkurgusal" bir varlıktan söz etmiş kendisi. bu varlığın kaşifi demeyelim de, müellifi olan abdülaziz bayındır'ın içine düştüğü bu utanılası durumunun altında yatan şey az önce bahsettiğim güvenli alan problemi. adam kuran-ı kerim adlı arap mitolojisi derlemesinin hayata dair her şeyi açıkladığına öylesine inanmış ve kendisini bu "güvenli alana" öylesine kapatmış ki, kafasını çevirip hayatın gerçek kalelerini görmek yerine kendi alanında kumdan kalelerle oynamayı tercih ediyor.

    ve diğer insanların kendisine yönelik iyi niyetli eleştirilerine de kulak vermek yerine, "onlar da yakında benim sayemde öğrenecekler" gibi kibirli yanıtlara sığınıyor. maalesef kendisi zihniyet olarak o kadar ortaçağ'da kalmış; o kadar dar görüşlü ve o kadar cahil ki, ve ayrıca cahilliğini farketmekten de o kadar uzak ki, aklına ipe sapa gelmez bir şey geldiği zaman sanki kendisi yeni birşey keşfeden bir bilim adamıymış da diğer insanlar onu henüz anlayamıyormuş gibi düşüncelere kapılıyor.

    bir konudaki mevcut görüşleri yok sayıp konuyu sıfırdan inceleme ve alternatif bir bakış açısı üretme çabası bilimsel felsefe bağlamında olumlu bir iş olsa da, "bilmiyorum diyebilmenin büyük bir erdem olduğu" gerçeğini de görmezden gelemeyiz.

    bir gericinin kendisini ilerici zannetmesi ve aldığı tepkiler üzerine galileo misali pozlar vermesiyle karşı karşıyayız. bu trajikomik durum cehaletiyle övünen tayyiban türkiye'sinde artık sıradan ve günlük bir durum haline gelmiş olsa bile, aslında vücudunda beyin olan bir varlığın düşebileceği en acı durumlardan birisi.

    bu, türkiye'nin entelektüel sefaleti.

    abdülaziz bayındır'ı kendi iyiliği için ve kaybolan bireysel itibarını tamir edebilmesi için miladi 2016 yılında yaşamaya davet ediyorum. umarım kendisinin zihninde bulunan, cehalet kaynaklı "gece adlı karanlık varlık," bilimsel aydınlanma ile karşılaşır ve "gündüz adlı aydınlık varlığa" dönüşür.

    bu iyilik temennimin gerçekleşeceğinden de adım gibi eminim bu arada. çünkü kendisi ömrünü tamamlayana kadar "arap mitolojisi temelli güvenli alanını" terketmeme inadını sürdürse bile, bir gün her insan gibi onun da ömrü sona erecek ve kaotik varoluşun koynuna geri dönecek. işte o zaman eğer bir bilinç devam ettirme imkanı olursa, sözünü ettiğim güvenli alanı da terketmek zorunda kalacak. çünkü o an gelince varoluşun kaotik doğası, o güvenli alanı da ortadan kaldıracak.
  • abdülaziz bayındır abinin üzerine gereksiz yere fazla gitmişler videodan dolayı. en yaygın görüşü dile getirmiş sadece, nasıl bir beklenti vardı anlayamıyorum. avrupa'da kiliseye karşı nominalizm ortaya çıkmadan evvel herkes kelimelerin metafizik varoluşlarına inanıyordu ki; buradaki gibi "gündüz" ve "gece" de metafizik birer varlıktılar. yani güneş olmadan da gündüz parlak olur; gizemli "gündüz" varlığı yüzünden gündüz oluyor, güneş ışınları yüzünden değil (eskinin en yaygın fikirlerinden bu, mirasyedi olmuşuz birden.) neden? dil bir metafizik fabrikası çünkü. ağızdan çıkan her kelime bizim algımızda bir şekilde gerçeklik kazanıyor. o yüzden yemin ve lanetlerden korkar eski toplumlar, fıkıh kitaplarının önemli bölümü yeminler üzerine dayalı, bir kelime ağızdan çıkınca gizemini anlayamadığın şeyler döndüğünü düşünüyorsun; iki dudağımın arasından üfleyerek üçgen daire, ya da yuvarlak altıgen diyebilirim, bunların maddi gerçekliği yoktur ama dil ile yaratabilirim bunları. o yüzdendir ki 1600'lerde baruch spinoza "köpek kavramı havlamaz" dediğinde şok oldu herkes, kahvesini filan üzerine döktü, "töbe de spinoza! töbe de!" diye yakasını çekiştirdi adamın.
  • güneş gider tanrıya secde eder tekrar doğmasına izin verilir, gündüz böyle oluşur diye biliyorum ben. bence eksik anlatmış.

    zaten biz bilim insanı olarak din adamlarını seçtiğimizden değil mi bütün bu başımıza gelenler?

    tek 1 tane fosil görmedikleri halde canlılardaki evrim onlara soruluyor.
    modern tıbbi geçtim alternatif tıpla bile ilgileri olmadığı halde tıbbı, hastalıkları onlara soruyorlar.
    işsizlikten kıvranan tarihçilerimiz, arkeologlarımız, antropologlarımız var. geçmiş medeniyetleri, tarihsel olayları yine onlara soruyorlar.
    okurken canları çıkan fizikçilerimiz var, tüm fizik konularının cevapları yine bunlarda.

    iyi ki gece ve gündüzü sormuşlar, higgs bozonu'nu sorsalardı cevabı ülkenin geleceği adına daha özetleyici olabilirdi.
  • ulen bugün neler okudum neler araştırıp öğrendim, tam uyuyacak vakit buna tıklamaz olaydım. hepsini yaktı piç etti. yine az gelişmiş bir ezik olarak uyuyacağım. lanet gelsin.
  • abdulaziz bayındır hocamı severim. bu olayını açıklaaycağım ama önce keramet ve mucize kuran dışında yok olayına katılmadığımı söçylemek isterim. anadolu köylüleri çok keramet gördükleri evliyalar vardır. bizim ailede de dedelerimden faaln keramet sahibi ermiş var arkadaşlar. bir ara hikayesini anlatabilirim kimilerini.. kader konusunda söylediklerine ise genelde katılıyorum ve mükemmel yorumlar yapmış. değil mi allah illa herkese evleneceğini yazsa neden bize kuran'da evlenin falan desin, haşa allah hepten bom boş mu konuşuyor..

    şimdi uzayda ışık var ama karanlık görüyoruz değil mi? ama uzayda da güneş var, güneşler var. ama güneş ışıkları atmosefere değince her taraf ışık oluyor. burda evet güneş aydınlatıyor ama yardımcı faktörler söz konusu. atmosferde ışığı yayan ve belki bir süre tutup ışıldama yapan maddeler var. belki kimini göremiyoruz, tespit edemiyoruz tam henüz.. bunu anladınız değil mi? yani uzay, dünya gibi olsa yani atmosferi (uzayında kendine özgü bir atmosferi var. tabi hava yok belki ama karanlık maddeden tutun çok değişik maddeleri içeren katmanlar var diye biliyorum ve bu katmanalrda 7 kat olabilir deniyor) belki daah doğrusu katmanı, katmanları var ve ışıyabilirdi. uzay ışısa uzayı gece karanlık görmeyecektik ve eblki gece de olmaaycaktı bu sebepten. gece gündüze yakın veya öyle ıpışık, aydınlık olacaktı..

    videoyu tekrar izleyip yorum yapabilirm belki ayrı mesajda. kuran'da yasin suresi 38.ayet yaşar nuri öztürk meali :'' gece de onlar için bir mucizedir. gündüzü ondan soyup alırız da onlar karanlığa gömülüverirler.''

    abdulaziz bayınır sanırım bunu demek istedi. demek istemedi ise de yanlış yapmış ki o bir insan olabilir.
  • hocamızın, gündüzümüze çarparak bizi aydınlattığı yorumdur.
hesabın var mı? giriş yap