• kendimi hayatın koşuşturmasına verebildiğimde nispeten hissetmediğim şey... bir an bile dursam hissettiğim şey... halbuki ben durmak her anı yaşadığımı bilerek yaşamak istiyorum...
  • senelerdir her gün insan hikâyeleri dinliyorum. elbette bana mutlu insanlar değil, mutsuz olanlar, acı çekenler geliyor.

    birisi ailesinin ideal evladı olamayışının acısını çeker, bir diğeri kendini terk eden ebeveyninin yokluğunun acısını, bir başkası kendini değersiz gören eşinin verdiği acıyı, birisi sevgilisinin onu terk edişinin, öteki bir tecavüzün açtığı yaranın acısını.

    insanların acılarını dinlerken ne kadar farklı olaylar yaşayıp, ne kadar farklı acılar çekseler de acının insanın ruhundaki etkisinin derinliğini görürüm. bazen insanlar birbirine 'dert ettiğin şeye bak' derler, oysa herkesin derdi kendine özgüdür. kimsenin acısı diğerinin acısıyla kıyaslanamaz.

    halihazırda viktor e frankl'ın, insanın anlam arayışı kitabını okuyorum. frankl bir psikiyatrist ve psikoterapist. ikinci dünya savaşı'nda 3 yıl auschwitz'de esir olarak yaşamış. kitabında, toplama kampındaki deneyimleri üzerinden, yaşamın amacı, acı, travmaya verilen ruhsal yanıtlar gibi konuları yorumlamış. orada okuduğum bir pasaj acıyla ilgili düşüncelerimi öyle iyi anlatmış ki buraya eklemek istedim:

    "bir insanın acı çekmesi, boş bir odadaki gazın davranışına benzer. boş bir odaya belli bir miktarda gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın tamamına yayılır. ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun, acı da insanın ruhuna ve bilincine tamamen yayılır. dolayısıyla insanın çektiği acının büyüklüğü kesinlikle görecelidir."
  • vücudun alışık olmadığı, yapmak istemediği eylemlere karşılığı sanırım. hareket etmekten hoşlanmıyor mu çat bir yeriniz acıyor, sevilmeye alışık mı değilsiniz ne yapıp edip aklınıza soktukları ile canınızı yakıyor, ne bileyim sağlıklı beslenmek istiyorsunuz açlık gibi bir duygu ile can acıtıyor. vücudun bize, kararlarımıza tepki verme şekli de bu galiba.

    aslında buraya kadar bir sorun yok, bunları anlayabiliyorum.

    asıl cevabını merak ettiğim; acıya direnmek mi gerek yoksa kabullenip "tamam abi sen ne diyorsa o" mu demek lazım... bu kısmı netleştirebilsem çok daha kolay olacak hayat. ama emin olamıyorum. canını yakan hareketse daha çok hareketle vücudundaki kiri pası dökmek, ne bileyim sevilmeyi kabullenmeyen vücuda daha çok severek yanıt vermek vs bunlar çözüm müdür? yoksa inatlaşmadan canımızı acıtıp yakmadan yaşayıp gitmek mi gerek bilemiyorum.

    https://www.youtube.com/watch?v=wb0jmy-jyba
  • en çok sabahları saplanır. her şeyi unuttuğu rüyasından uyanıp da içine düştüğü gerçekliği hatırlayınca insan yüreğini incecik yakar geçer karnına yerleşir. çekmeyen bilmez.
    acı çekenleri anlamaya çalışmayın. anlayamazsınız. incitirsiniz.
    acı, geçmez şekil değiştirir, kabuk tutar, kimliğe dönüşür. hiç bir acı öyle zamanla kendi kendine geçmez. acıları içimizde öyle usul usul demlendiririz, izin veririz ancak o zaman onlara rağmen eksiksiz gülebiliriz.
  • olgunlastirir diyorlar ama ben olgunlasmadan kimin neyi anladigini merak etmekteyim.
    acı insani hissizlestiren bisey olgunlasmadan kasit eger ki duygusuzlasmak, hayatin icine duygulari katmadan yasamak ise aci olgunlastirir. yoksa olgunluk oyle aciyla falan olmuyor beyler bayanlar bilin diye soyledim
  • " acıyı görmezden gelmek gerçekte onu derinleştirir. bastırılan şeyin genelde yoğunluğu artar. ailevi acıları konuşmamak çok nadir olarak onları iyileştirmek için etkili bir stratejidir. acı, başka bir zamanda, genelde sonraki nesillerin korkularında ve anormalliklerinde kendini göstererek tekrar su yüzüne çıkar." *
  • kendi acısını tanımlayamayan insanlardan başkasının acılarını anlamasını bekliyoruz ya...

    işte tüm acılar orada oluşuyor.
  • "her birimiz ancak kalbimiz çıkarılınca dinecek kadar büyük bir acıya katlanabilir miyiz?"
    (bkz: mıy /@hanging rock)

    "acı tırmanıyor her yerimden. acı beni ikinci bir ten gibi sarmış. yılanlar gibi deri değiştirebilseydim keşke."
    (bkz: south of no north /@hanging rock)

    "bütün acılar korkaktır, yaşama karşı duyulan aşırı arzu karşısında acı geriler; çünkü yaşama arzusu, düşüncelerimizde var olan ölüm arzusundan çok daha güçlü şekilde bedenimizin her zerresinde mevcuttur."
    (bkz: vierundzwanzig stunden aus dem leben einer frau /@hanging rock)

    ve özetin özeti:

    "acı çekiyorum, o halde varım!"
    (samuel beckett, hiç için metinler)
  • böyle ani acı anlarında, insan hiç olmadığı kadar kendi yalnızlığı ve çaresizliği ile yüzleşiyor. benim gibi çocukluğunda şiddetli ateşli hastalıklar geçirmiş biri için bu hastalıklı bedenlerimiz tanrı'ya isyan etme nedeni. sanırım o kadar itaatkar değilim veya olamıyorum. kendi seçmediğimiz bedenlerimizin, ne olduğunu anlayamadığımız dertleriyle uğraşırken bazen böyle yaşam-ölüm sınırına yanaştığımız olabiliyor. ve özgürlüğümüzün önündeki en büyük engel olan maddi bedenlerimiz: yaşamak zorunda olduğumuz f-tipi hücreler.
  • acıyı yaşamaktan korkanların mutluluğu ve neşeyi araması kadar saçma bir dünya olabilir mi ? etrafta neredeyse tanıdığım bir çok insan acıdan kaçma derdinde. oysa acı kaçınılmaz bir son. tekrar toprağa göz yaşı olarak döküldüğünde, umut, neşe ve tekrar acı olarak hayatımıza giren sonsuz bir kısırdöngü.
hesabın var mı? giriş yap