• bir kez maruz kaldım, 37 yaşındayım sadece bir kez. vicdanı olmayan insan mı olur lan, diye gülüp geçenlerdendim. yazmaya niyetlendim ama kelimelere dökemeyeceğim öyle belli ki.

    zalim zulüm görüp o hale gelmiştir, o aşamaya getiren bir olayı vardır geçmişinde.
    gaddar katı, empati yapamayan insan benim gözümde

    acımasız bilerek, planlayarak, o duygu altında ezilmenizi isteyerek yapar yapacağını. geçmişinin hırsını almak değil amacı, kendine yapılmayanı dener üstünüzde. katı görünmek için zaman harcamaz hatta aksine sevecen yaklaşır. benim anladığım uygulama sebebi, dur bakalım ne yapacak basitliğinde. o yüzden bu kadar acı veriyor olmalı. çünkü; amacı, düşüncesi, ilgisi, ulaşabileceği bir bok yok, öylesine deneniyoruz.

    zekanız aklınız fikriniz de koruyamıyor sizi. beyin daha komplike durumlar için tasarlanmış. lan gel bir bak, bir gariplik var diyorsun. pehh, sikseler gelmem hafız!! diyerek çıkıyor devreden.. mantık yok sanırım ben de, o çağrıma cevap bile vermedi.

    içimi boşalsın, artık utanmayayım kendimden diye yazdım bunları. hani başkasına da olmuş mu, bende mi aptallık diye başlığa bakan biri olursa, okusun da bir kendisi değil bilsin diye..

    arkadaşım olur öyle arada, utanma kendinden, korkma insanlardan.. yapacağı varmış onun, öylesine hemde..
  • "bizimle birlikte yaşayan canlılara karşı en büyük günah onlardan nefret etmek değil, onlara kayıtsız olmaktır. bu, acımasızlığın esasıdır."

    george bernard shaw
  • bencil olduğunu kabul etmiş kişinin, kibrinden kurtulduktan sonra, kendisinin ve başkalarının çektikleri acıya karşı takındığı tavra ilişkin niteleme. böyle bir kişi umut aracılığıyla gerçekleri ötelemediği için işkence yapmayandır.
  • sevgi yitimi. insan, hayvan, bitki, bütün canlılara sevgisiz yaklaşma, hatta uzak durma hali. takdir yitimi. özeni, emeği, çabayı takdir edememe, hatta kayıtsız kalma hali. merhamet yitimi. düşmüşe, acize, muhtaca merhamet edememe, hatta görmezden gelebilme hali. kaygısızca zarar verebilmek, yardımı esirgemek, bencilliğe esir olma hali. vicdansız gaddarlık. gaddar vicdansızlık.
  • "içimizi kemiren yıkım, insanın iliğine işlemiş olan acımasızlıktır. tümümüz, bu zehirle can vereceğiz. bizden sonra geleceklerin vay haline!" *

    apartmanın en üst katında oturan bir komşumuzun evinde birkaç aile toplanmıştık. balkondan mevlana kapısını seyrederken iyimser olmaya çalışıyordum ama o yapı bir türlü izin vermedi bana. (sonunda biri akıl etti de tekrar masaya çağırdılar beni.)

    rakımdan bir büyük yudum aldım ve anlatmaya devam ettim: "işte ondan sonra kardeşim hidayet..."

    samimiyet buhranına kapılmıştım yine. benim için sıradan bir durumdu konuşmak -ne kadar rezil olursam o kadar iyi- ama onlar benim gibi düşünmüyorlardı: ne mitya umurlarındaydı ne de mutsuzluğu. iki kadeh içip evlerine dönmek, gecenin ne kadar eğlenceli ya da sıkıcı olduğuna dair aralarında bir iki kelam etmek ve uyumak istiyorlardı. bunu ben de isteyebilirdim pekala ama bu "acımasızlık" olurdu.

    bir an gelir, her şeyin netleştiğini hissedersiniz. gençlik denen o tuhaf karmaşanın artık görüşünüzü engellemediğini ya da alkolü azaltmanız gerektiğini filan.

    her neyse, onlara bir sürü hikaye anlattım o gece ve ne kadar kusursuz insanlar olduklarını anladım.

    daha önce hiçbiri ağlamamıştı mesela. ağlamak onların anlayamayacağı kadar basit bir zaaftı. o gece o masada oturan insanların tümü hayatları boyunca doğru yaşamışlardı: doğru ailelerde büyümüşler, harika eğitimler almışlar ve her zaman "kazanan" butonuna basmışlardı. onlara göre her şeyin bir şeyi vardı ve bu değiştirilemezdi. (allahın belası masada karpuz bile yoktu oysa.)

    çocuklarını olabilecekleri en iyi şekilde yetiştirmişlerdi mesela, kuşak çatışması bile yaşamıyorlardı onlarla. (tanrım! beni neden terk ettin!)

    benim gibi çelişkiler içinde boğulmuyorlardı. her şey çok netti onların hayatında. düzen çok önemliydi, hatta hayatın temeliydi. düzen yoksa ve "benim gibi sorunlu ailelerde" yetişmişse insan, işte ortaya böyle bir durum çıkıyordu. ama beni yine de seviyorlardı. bazı olumsuz hava koşullarına maruz kalmış iyi bir bitkiydim ben. -ama bahçelerine ekmek isteyecekleri kadar değil tabii.

    gurur duydukları çok fazla şeyleri vardı. (onlarla aşık atamazdım şems abi) işlerine, evlerine, eşyalarına ve çocuklarına tapıyorlardı. (benim de bir kızım vardı ama onunla gurur duymam gerektiği hiç aklıma gelmemişti -ki kendimi onun varlığı ya da başarıları üzerinden ifade etmem "acımasızlık" olurdu.)

    mevlana kapısını unutmaya çalıştım bütün gece ve bir zamanlar mağralarda yaşayan bu insanları anlamaya çalıştım. içtenlikle sorduğum bütün sorulara içtenlikle cevap verdiler.

    sonunda anladım. sorun bendeydi.

    kapalı kapılar ardında itiraf edilen kayınvalide cinayetleri, babalara ailenin küçümsenen çocuğu olunduğu için duyulan öfkeler, kardeş rekabeti, kuşak çatışması filan... hepsi yalandı. (bütün bu saçmalıklar, kendimi biraz daha haklı hissetmek için kıçımdan uydurduğum palavralardı.)

    dünya aslında iyi bir yerdi!

    birkaç kadeh rakı içmiştim ve birtakım masallara inanıyordum. en iyisi evlerimize dönmek, o gece yaşananlar konusunda bir iki kelam etmek ve uyumaktı.

    ama o gece yapmadım bunu: orada anlamsızca duran mevlana kapısına baktım ve "bu acımasızlık olur" dedim. (dışımdan)

    beni aşağı zorla indirirlerken, "hepiniz ikiyüzlü orospu çocuklarısınız!" diye bağırdığımı hatırlıyorum.

    umarım dışımdan bağırmışımdır. çünkü başka türlüsü "acımasızlık" olurdu.

    sabahattin kudret'e ve sokak lambasindan gelen ses'e içelim!
  • kartopunun içine taş saklamaktır.
  • bir insan hastalığı. zira, hayvanlarda acımasızlık ya da zalimlik diye adlandırabileceğimiz bir davranış biçimi gözlemleyemedim bu yaşıma kadar [nüfus kağıdı yeterince eski]. uygarlığın -sözümona- ilerlemesi, postmodern zamanlar, ilişkiler, yaşamlar... hepsi acımasızlığı körükleyen etkenler. ve insanoğlunun da işine geliyor böylesi. üstelik, herhangi bir körüğe ihtiyacı bile olmamasına rağmen. hamurunda, emdiği çiğ sütte var zaten bu.

    acımasızlık, yedi ölümcül günah'tan da tehlikeli, azgın bir sel ruhumuzdan taşmaya çalışan. barajı kurmayı becerebilen [esasen, bunu yapmayı samimiyetle isteyen] kendini (ruhunu) kurtarıyor; geri kalanlara geçmiş olsun!

    son olarak, acımasızlıkla bir yerlere varmayan çalışanlara ya da böyle davranmayı bir marifet sayanlara gelsin şu özlü söz:

    "zulm ile âbâd olanın âkıbeti berbâd olur!"
  • "ne demek istediğimi kavrayabiliyorsan, acımasızlık sevginin en yücesi, en zorlusudur." yevgeni zamyatin - miy
  • sevginin içinden kibri sıyırın. ortaya çıkan boşlukların üzerinde tepinmekte ısrar ederken bir yandan da düşmemek için size ellerini uzatanın karşısında, ellerinizi uzatmadan içine düştüğünüz kayıtsızlıktır acımasızlık.
  • genelde canı çok acımış olan kişilerde görülen hastalıklı bir durum.
hesabın var mı? giriş yap