• "adam ve kadın
    bir ömür boyunca
    paralel çizdiler.
    aynı yapılardan çıkıp
    aynı sokaklardan geçip
    aynı yollarda gezdiler.

    hiç mi
    birbirlerine aykırı düşmek istemedi
    bu iki çizgi?
    hiç mi
    birbirini kesmek geçmedi
    içlerinden?

    ben orasını bilmem.

    bildiğim,
    günlerine birlikte başladılar
    birlikte bitirdiler
    aynı çarşaflar üzerinde
    birbirlerine paralel
    gecelerini birlikte geçirdiler.

    hiç mi
    içlerinden
    zikzak çizme isteği
    geçmedi?
    gerçekten bu iki çizgiden hiçbiri
    salt ötekine dikey olsun diye
    kendini asmak istemedi mi?

    ben orasını bilmem.

    bildiğim,
    bir ömür boyunca
    aynı tavır, aynı yüz,
    aynı vücut, aynı ses,
    aynı koku, aynı nefes.

    hiç mi
    yalnız kalmak isteği
    iliklerine işlemedi?
    hiç mi
    öğürmek gelmedi
    içlerinden?

    ben orasını bilmem

    bildiğim,
    bu iki çizgi
    o raydan ayrılmadan
    kömürlerini bitirdiler
    yitirdiler ömürlerini
    bir cehennem azabı içinde yitirdiler.

    hiç mi
    elleri
    birbirinin elinden başkasına değmedi?
    içlerinde bi kez olsun
    başkalarıyla paralel çizmek tutkusu
    filizlenmedi mi?

    ben orasını bilmem.

    bildiğim
    sonsuzda bile birleşemedi
    bu iki çizgi,
    toplum
    birbirine paralel
    mezarlara yatırdı
    bu iki cinsi.

    yani bu iki çizgiden
    hiçbiri hiç
    özgürlük nedir,
    mutluluk nedir
    bilemedi mi?

    ben orasını bilmem

    peki bu köleliği
    kendileri mi istediler ki?
    değilse
    bunun sorumlusu kimdi?

    ben orasını bilmem
    dedim

    bildiğim,
    bu iki çizgi
    birbirine zincirliydi."
  • tanımak istediğim bir adam. anlamaya gönüllü olduğum bir adam*. verdiği derslerden birinde bulunmak için biraz geç kalmışım ankara ya..

    kendisinin ağzından kendisi:
    ..
    kişiliğinde anasının az buçuk arnavutluğu ile, babasının geçmişi belirsiz türklüğünden hiçbir iz bulunmayacaktı. o, evrenkentli olacaktı. kişiliğinin altyapısı, canlının yüzmilyonlarca yıldır yaşama uyarlanma çabasının ürünü olarak kazanılan 'ham yetenekleri' açımlayacak genler ile; bu genlerin ürünü 'boş bant' beynine yapılmış toplumsal 'kayıtlar' idi. ama, başta adı olmak* üzere, bu kayıtların bir bölümünü yadsıyacak, bir bölümüne, bilerek bilmeyerek sahip çıkacaktı.
    ..
    doğumu, bir rum evinde oldu. o doğarken babası, ikinci dünya savaşı nedeniyle çağrıldığı askerlik görevini yapmakta olduğu çanakkale boğazı sularında boğulmaktan kıl payı kurtuluyordu. bir hafta süreyle, anasının, sütün yanı sıra kan ve irin emdiği hasta göğüslerine sülük gibi yapışarak yaşama tutunmaya çalıştı. sonra, kan ve irinle birlikte insan sütünü de elinin tersiyle itti. belki bu yüzden ilerde insanların sömürülmesine karşı çıkacak, kanlı yiyeceklere ağzını bile sürmeyecek, kurban kavramından hoşlanmayacak, savaşa karşı savaş açacaktı. "hiroşima bombalanırken tanrı neredeydi?" diye bir yazı yazacaktı. emek sömürüsüne, sınıf devletine sol, evliliğe, çocuk edinmeye soğuk bakacaktı.
    ..
    ilkokula başladığı gün, işini yitirmiş babasının, kendisine dünyanın en güzel potinlerini yapan o adamın aldığı, burnu çarık gibi yukarıya kalkık lastik ayakkabıları, çocuk onurunu kırdı. bu kırığı, bir yandan okurken bir yandan çalışarak kazandığı harçlık ve kendine güven duygusu ile, sorduğu soruları bildiği için öğretmeninin armağan ettiği alfabe onaracaktı. çocukluk onuru, bir maden ilkokulunda, bir memur kızının defterine 'kızlar kralı sevil' diye yazdığı için, sarışın bir bayan öğretmenin kendisini, kardeşinin ve arkadaşlarının önünde sopayla, evire çevire dövmesiyle bir kez daha kırılacaktı. kırığı, ortaokulda velisini çağırıp "öğrettiklerimi fotoğraf makinesi gibi kapıyor" diyen bir başka öğretmen sarmış olacaktı.oysa, kurcalanıp bozulmamışsa, her çocuğun kafasında böyle bir makine vardı.*

    ortaokul çağlarında, yaşamın yükünün küçük omuzlarında taşıyamayacağı kadar ağırlaşması üzerine, bir mangal kömürle kendine kapattığı odadan, güzel bir uyku çektikten sonra sağ çıkmasaydı, dünyada adam senel diye biri olamayacaktı. bu olaydan kısa bir süre sonra, bir müteahhit kızına tutulacaktı. kafasını bir kez daha 'sınıf gerçekliğine' çarpacaktı. aşkın, sevgiyi sömüren toplumsal bir hastalık olduğunu ise neden sonra anlayacaktı.
    ..
    üniversitede, bir gün cebine attığı yüz gramlık leblebi bitene kadar başkentin* gecekonduları arasında dolaşırken, kafasında iyi bir toplum projeleri geliştirmeye başladı. ama geliştirdiği ütopyadan başka bir şey olmayacaktı. üstelik bu düş ona özgün bir düş de değildi, marx'ın yeryüzü cennetine benziyodu.

    iş yaşamı sırasında, arkadaşları derneklere, örgütlere girerken, hiçbir örgüte katılmaması, düşüncelerinde ve eylemlerinde yalnız kalmasına neden olacaktı. ama bunu kontr-gerilla ya anlatamayacaktı. orada elektriği tattı. falakada insanlık onuru kırıldı. ancak 'insanlığa' inancını kıramadılar. kırık, insanların günlük sorunlarını çözmeye yardımcı olurken, hem kendi sorunlarını çözmüş olduğu hem de gizligüçlerini ortaya döküp geliştirdiği yıllarda, yeniden kaynaştı. ne var ki, gözetmen olarak bulunduğu bir sınavda, kendisine de emanet olan bir kalemi verdiği öğrenci salondan "ş. kürt ayağa kalksın" denerek sivil polislerce alınıp götürülürken, bir şey yapamaması yanı sıra, ona gerekebilecek kalemi istemek gibi bir aptallığı ile kişiliğinde açtığı (ya da ortaya çıkardığı) yara hiç kapanmadı.
    ..
    *
  • teleandregenos ütopyasında evlilik hayatı kitabının başında şöyle geçiyor:

    yazarın asıl ismi alâeddin şenel'dir
    ama o bunu kabul etmiyor.
    "insanın dışında ve insanın isteğinin dışında
    'asıl' denebilecek hiçbir şey olamaz" diyor.

    "alâeddin" mistik bir isimdi.
    ben hümanistik bir isim özledim.
    işte bunun için ismim "adam" olsun istedim
    "adam" oldu.
    var mı itiraz eden?
  • insanlik tarihi dersinde, ilkel tarim bahsi gecerken, cantasindan bir orak cikartip bize gosteren adam...

    cantanin icinde orakla birlikte, spor ayakkabilar ve bir yarim ekmek de vardi ayni zamanda...
  • hemen ve direk (bkz: alaeddin şenel), çünkü değerli hocamız bazı kitaplarını böyle imzalar.
  • teleandregenos ütopyasında evlilik hayatı ve (bkz: ozmos kronos) adlı ütopya romanlarının sahibi. hacettepe üniversitesindeki intihar söyleşisinde kafaları bir hayli karıştırmış , intihara psikoloji boyutundan mı mi felsefe boyutundan mı bakmam gerektiğine dair soru işaretlerimin oluşmasını sağlamış, aşmış insan.
  • "sağcı düşünüşün kritik tarihi" eserinde üstat şöyle diyor: "organizmacı görüşten eşitsizlik adına çıkarılabilecek verimli neticelerin sözünü daha önce etmiştik. bunun gibi aileyi toplumun kaynağı olarak görmek ve toplumu ailenin büyük bir şekli olarak görmek de sağcı düşünüşte sık kullanılan ve eşitsizlik adına neticeler çıkarmaya yarayan bir benzetmedir nitekim aristoteles topluma benzettiği ailenin üyeleri arası ilişkilerini inceleyerek, bundan toplum adına neticeler çıkarma çabasındadır. (burada benzetmelerle düşünüşe eğilimli sağcı düşünüşün bu mantıksal hatasına bir daha dikkati çekelim: bir şey hakkında o şeyin kendisinden değil de ona benzetilen ayrı bir şeyden neticeler çıkarıp, o şeyin özellikleri imiş gibi sunmak) "

    üstat 68 basımı olan kitabıyla bugünkü nesli aydınlatıyor. toplumumuzun (anne babamızın, öğretmenlerimiz veya devlet büyüklerimizin) sürekli tekrar ettiği benzetmelerin hiç de mantıklı ve masum olmadığını gösteriyor üstat.

    sürekli tetikte, sorgulamalı genel geçer yargıları insan.
hesabın var mı? giriş yap