• ya allah kahretmesin bi kitap vardı bayaa klasikti diye hatırlıyorum bi adam vardı bunun oglu mu kızı mı ne oluyodu ya da evlat ediniyodu sonra ölüm gelip bundan çocuğu mu alıyodu napıyodu üç beş hikayeden olusuyodu sanki kitap ölüm üzerine yok bilmem ne üzerine gibi. ulan utandım şimdi kafka falan cıkar da.
  • 80'li yillarda okudugum bir kitapti. ama kitap 70'lerden kalma olabilir. bir gerilim kitabiydi. bir kadin ve ikizi bir adama oyun oynuyordu. kadinlardan biri oluyordu ama aslinda olmemis, hepsi adama hazirlanan bir oyundu. nefes nefese okudugum, filmi cekilse ne guzel olur dedigim bir kitapti.
  • celal üster'in kitap tanıtım yazılarının birinden hatırladığımı sandığım, türkçeye yeni çevriliyor olabilecek bir roman:

    bir huzurevi var. bu huzurevinin yanında da bir mezarlık. savaş durumu gibi bir şeyler oluyor ve mezarlığın yönetimi, ihtiyaçları olan gelirleri sağlaması için huzurevine bırakılıyor. defin işlemlerini gerçekleştiriyorlar ancak o zamanlarda tahta veya tabut temini konusunda sıkıntı var. bu yüzden varolan tek tabutu kullanıyorlar. bir gün askeri bir tören yapılıyor ve komutan tabutun gömülmesi talimatını verince...

    ~ o zamanlar ya internete aktarılmamış ya da iyi arayamamışım, bu kadar yıl sonra pat diye buldum. izak babel'in odessa öyküleri adlı kitabındaki "düşkünlerevinin sonu" öyküsüymüş. celal üster'in yazısı şurada:
    http://www.cumhuriyetarsivi.com/…er/2011/12/1.xhtml

    öykünün başlangıç kısmını daha okunabilir şekilde alıntılayayım:

    düşkünlerevinin sonu

    kıtlık yılları süresince odessa’da hiç kimse, ikinci yahudi mezarlığı'nın yanındaki düşkünlerevinin sakinlerinden daha iyi koşullarda yaşamamıştı. kumaş tüccarı kofman bir zamanlar, karısı izabella’nın anısına mezarlık duvarının hemen bitişiğine bir düşkünlerevi yaptırmıştı. bu yakınlık café falkoni’de çok şakalaşmalara neden olmuştu. ne var ki, kofman’ın haklı olduğu anlaşılmıştı sonunda. düşkünlerevinde kalan kadın-erkek yaşlılar devrimden sonra mezar kazıcılarının, dua okuyucularının, ölü yıkayıcılarının işini üstlenmişlerdi. edindikleri siyah örtüsü gümüş işlemeli meşe bir tabutu yoksullara kiralıyorlardı.

    o zamanlar odessa’da tahta bulunamıyordu. kiralık tabut bir gün boş kalmıyordu. ceset, evinde de, ayin süresince de meşe tabutta kalıyor; mezara kefenle indiriliyordu. üstelik, unutulmuş bir yahudi geleneği de böyleydi.

    bilge kişiler kurtçukların cesede ulaşmasını engellemenin yanlış olduğunu, söylüyorlardı. çünkü murdardı. “topraktan geldin, toprağa döneceksin.”

    bu eski geleneğin tekrar canlanması üzerine düşkünlerevinin sakinleri o yıllar kimsenin rüyasında göremediği kadar zengin bir hayat yaşamaya başlamışlardı. akşamları zalman krivoruçka’nın meyhanesinde yiyip içiyor, yiyemediklerini de yakınlarında oturan yoksullara veriyorlardı.

    onların bu mutlu yaşamları alman mahallesinde çıkan bir ayaklanmaya kadar sürdü. çatışma sırasında almanlar garnizon komutanı gerş lugovoy’u öldürmüşlerdi.

    gerş lugovoy’u büyük bir törenle toprağa veriyorlardı. birlikler mezarlığa bandolarla, seyyar mutfaklarla, arabalara yüklü makineli tüfeklerle gelmişlerdi. açık mezarın başında konuşmalar yapıldı, yeminler edildi.

    tümen komutanı lenka broytman avazı çıktığınca bağırarak şöyle dedi:

    “yoldaş gerş, bolşevik rus sosyal demokrat işçi partisi’ne bin dokuz yüz on bir yılında girmiş, propaganda ve iletişim çalışmalarına katılmıştır. bu arada yoldaş gerş, bin dokuz yüz on üçte nikolayev kentinde sonya yakovskaya, ivan sokolovıy ve monozon'la ağır işkencelere katlanmıştır...”

    düşkünlerevi sakinlerinin başkanı arye-leyb arkadaşlarıyla birlikte hazır bekliyordu. tümen komutanı lenka konuşmasını bitirir bitirmez yaşlılar, bayrağa sarılı cesedi çıkarmak için tabutu yan çevirmeye kalkıştılar. lenka kimse görmeden mahmuzuyla bir tekme attı arye-leyb’e.

    “çekil oradan,” dedi. “defol... cumhuriyetin sadık bir hizmetçisiydi gerş...”

    donup kalmış ihtiyarların gözü önünde lugovoy’u, üzerinde magen david ile eski bir yahudi duası olan gümüş işlemeli siyah örtülü tabutla birlikte mezara indirmişlerdi.

    cenaze töreninden sonra arye-leyb şöyle dedi arkadaşlarına:

    “öldük biz artık, arkadaşlar. firavunun eline düştük...”

    ...

    (can yayınları, ergin altay çevirisi)
  • yazarını bile hatırlayamadığım bir kitap var. tahminen 10-15 yıl oldu okuyalı. kahramanın adı hüseyin olabilir.
    bir adamı arıyordu. aradığı adam katil miydi? bir otelde kalıyor, arkadaşlarıyla buluşuyor... (güneydoğuda geçiyor olabilir olay?)
    kitabın sonunda aradığı adam kendisi çıkıyordu. (çoğul kişilik bozukluğu gibi bir şey)
  • muhtemelen çocuklukta okuduğunuz kitaplardır ve muhtemelen size ufak bir travma yaşatmıştır. en azından sanırım benim için öyle.

    yıllar yıllar önce kemalettin tuğcu'nun bir kitabını okumuştum. aslında adına daha önceden bakmıştım ama şimdi yine hatırlayamıyorum. hala kitabın hikayesini unutamam. tam her şey düzeldi derken, roman mutlu bir sonla taçlandırılacak derken,

    --- spoiler ---

    çocuk öldü. bildiğin öldü. böyle boktan bir hayat yaşayıp çocuk yaşta ölmek olur mu yahu?

    --- spoiler ---

    aylarca ve hatta görüldüğü üzere yıllarca hikayeyi unutamadım ve 2 hafta filan ağladım.

    çocuklarınıza kemallettin tuğcu romanlarını okutmayın, okuyanları uyarın.
  • yemin ediyorum aklımdan geçmişti bu.

    ya dean r. koontz, ya stephen king. muhtemelen koontz. iki çocuk var, deniz kenarında yaşıyorlar, iyi arrkadaş bunlar. sonradan çocuğun teki psikopat çıkıyordu, diğeri de götü kurtarmaya bakıyordu. makalay kalkin'le frodo'nun filmi gibi.

    çok ibne kitaplar bunlar, piç kitaplar. göt kitaplar.
  • "şimdi bir yüzük vardı..."

    "ailesini kaybetmiş bir çocuk büyücü olduğunu fark ediyor..."

    "bir ekmek için 12 yıl yatan biri vardı..."

    "yaşlı bir kadını doğrayıp altınlarını çalıyor ve 400 sayfa bunun iç muhasebesini yapıyordu"

    "şemsi diye bir adam vardı, bu türkçe bir kitaptı sanırım"
  • osmanlı'da geçen bi vampir hikayeli roman.. tv'de fantastik yerli romanlar üstüne konuşan iki kişi bahsetmişler bundan, kitapta vampirlere yippur ya da ippur gibi bi şey deniyormuş, internette bu ufak bilgiyle arayınca bulunmuyor. sözlükçüler bilir belki dedik..

    edit: dilmacevirmen'in mesajıyla, kitabın ismi "upirlerin fısıltısı" - çağan dikenelli.
  • şimdi bu kitap klasiklerden diye hatırlıyorum. rus filan muhtemelen yazar ama çok da emin değilim tabi. kitaptaki adam ölüyor ama önce bi farketmiyor öldüğünü. sonra başka ölüler ona öldüğünü mü söylüyordu neydi, bu diğer ölülerle beraber bi dükkanın önünde sıra beklemeye başlıyor karşı tarafa mı ne geçicek artık, beklemesi gerekiyor orda.
  • bir halk kütüphanesinde okumuştum kendisini. iki bayan ve iki erkekten oluşan bir uzay ekibinin maceralarını konu alıyordu. aslında çok fazla bir macera da geçmiyordu galiba. genelde uzay aracının içinde oluyorlardı. esas oğlan karakterindeki komutanla bayanlardan biri arasında zamanla bir aşk kıvılcımlanıyordu. yalnız bu aşk yazar tarafından o kadar güzel geliştiriliyordu ki iki saatte falan bitirmiştim kitabı. başka şeyler de oluyordu ama hiç hatırlamıyorum. hatırladığım tek şey var o da yazarının yabancı olduğu. çok güzel bir kitaptı. gören, duyan yardımcı olursa süper olur.
hesabın var mı? giriş yap