• muhtemelen çocuklukta okuduğunuz kitaplardır ve muhtemelen size ufak bir travma yaşatmıştır. en azından sanırım benim için öyle.

    yıllar yıllar önce kemalettin tuğcu'nun bir kitabını okumuştum. aslında adına daha önceden bakmıştım ama şimdi yine hatırlayamıyorum. hala kitabın hikayesini unutamam. tam her şey düzeldi derken, roman mutlu bir sonla taçlandırılacak derken,

    --- spoiler ---

    çocuk öldü. bildiğin öldü. böyle boktan bir hayat yaşayıp çocuk yaşta ölmek olur mu yahu?

    --- spoiler ---

    aylarca ve hatta görüldüğü üzere yıllarca hikayeyi unutamadım ve 2 hafta filan ağladım.

    çocuklarınıza kemallettin tuğcu romanlarını okutmayın, okuyanları uyarın.
  • bir halk kütüphanesinde okumuştum kendisini. iki bayan ve iki erkekten oluşan bir uzay ekibinin maceralarını konu alıyordu. aslında çok fazla bir macera da geçmiyordu galiba. genelde uzay aracının içinde oluyorlardı. esas oğlan karakterindeki komutanla bayanlardan biri arasında zamanla bir aşk kıvılcımlanıyordu. yalnız bu aşk yazar tarafından o kadar güzel geliştiriliyordu ki iki saatte falan bitirmiştim kitabı. başka şeyler de oluyordu ama hiç hatırlamıyorum. hatırladığım tek şey var o da yazarının yabancı olduğu. çok güzel bir kitaptı. gören, duyan yardımcı olursa süper olur.
  • "şimdi bir yüzük vardı..."

    "ailesini kaybetmiş bir çocuk büyücü olduğunu fark ediyor..."

    "bir ekmek için 12 yıl yatan biri vardı..."

    "yaşlı bir kadını doğrayıp altınlarını çalıyor ve 400 sayfa bunun iç muhasebesini yapıyordu"

    "şemsi diye bir adam vardı, bu türkçe bir kitaptı sanırım"
  • kitabın başlarında garip yeteneklere, özelliklere ve korkulara sahip insanlardan bahsediliyordu. mesela bir tanesi sebepsizce eldivenden korkuyordu. bir tanesi ise telekinezi özelliğine sahipti. yanılmıyorsam bir diğeriyse sadece bakışlarıyla ateş yakabiliyordu. bu insanlar birbirlerini tanımıyorlar. her birinin hikayesi ayrı ayrı ele alınıyordu. bu garipliklere sahip insanlar hiçbir surette neden ve ne zamandan beri bu özelliklere sahip olduklarını bilmiyorlardı. ancak bir gün bir tanesi bu korkularından kurtulabilmek için bir psikolğa hipnoz oluyordu. ve hafızasının iki günlük bir kısmına bir türlü ulaşılamıyordu. öncesi var, sonrası var ancak o iki gün yok.

    -spoiler-
    meğerse yol üzerindeki bir cafe/motel tarzı konaklama yerinde belirli bir tarihte(o ulaşılamayan iki gün vardı ya hani, heh işte o tarihler) kalmış olan insanların uzaylıların dünyaya gelişini görmesi ve bunun üzerine devletin olaya el atıp bu insanların hafızalarındaki o bölümleri silmesi sonucu bu insanlar, yukarıdaki gereksiz korkulara ve garip yetilere sahip olmuşlar.
    kitabın adını sanki fısıltılarolarak hatırlıyorum ama internette bir türlü bulamadım. okuyan varsa ve beni kitabın orijinal adından ve yazarından haberdar ederse müteşekkir olacağım. muhtemelen kitabı okuyalı 10-15 sene oluyor.

    edit: yuh!. 10 dk içinde bulundu.
    kitabın adı: yabancılar
    yazarı: dean r koontz
    preem palver'e teşekkürler.
  • lütfen bu başlıkta cevabı bulayım! zira yoksa bu akşam uyku yok gibi görünüyor. çocukken okuduğum bir kitaptı. okuduğum büyücülük içeren ilk kitap olabilir sanırım masallardaki peri meri saymazsak. kitaba dair çok az şey hatırlıyorum. bir kedi vardı orası kesin, konuşuyordu da galiba kitabın ana karakteri olan çocukla. kedi ringa balığını çok seviyordu, çocuk ona harçlığıyla falan biriktirip alıyordu ringa balığını. büyük kitaplar (büyü kitabı olmalı) sahaflar falan hatırlıyorum. o kitapların içinden çıkan büyü tarifleri, tüyler falan. tüy kesin, evet, bir tüy olayı vardı. kaynatmalı karıştırmalı büyüler. başka da bir şey hatırlayamıyorum gibi sanki. bir yapındırın be, hadi be!

    buldum ulan editi: buldum lan buldum. karbonel o kedi! kediler kralı kitap da. çok mutluyum sözlük, zira yine senin sayende buldum pek dolaylı ve geç olsa da.
  • çocukluğuma dair bir kitabı yeninden okumak istiyorum.
    yanlış hatırlamıyorsam şu mavi ciltli ve dışında kuşe kapağı olan ufak boyutlu milliyet çocuk kitaplarındandı.
    kahramanımız istanbullu bir çocuk.
    çalışıyor, para biriktiriyor, büyük variller alıyor. varillerle kendine bir sal yapıyor, sonra bu salla da tüm istanbul boğazını geçiyordu.
    adını anımsayan olursa minnetar olurum.
  • osmanlı'da geçen bi vampir hikayeli roman.. tv'de fantastik yerli romanlar üstüne konuşan iki kişi bahsetmişler bundan, kitapta vampirlere yippur ya da ippur gibi bi şey deniyormuş, internette bu ufak bilgiyle arayınca bulunmuyor. sözlükçüler bilir belki dedik..

    edit: dilmacevirmen'in mesajıyla, kitabın ismi "upirlerin fısıltısı" - çağan dikenelli.
  • on sene önce falan okumuştum sanırım, bilim kurgu romanı. bir tane her yönüyle mükemmel şekilde insana benzeyen bir android var. adını madını hatırlamıyorum ama zenciydi. dünya inanılmaz şekilde mekanize olmuş, bütün üretimi robotlar yapıyor. otobüslerde şoför yok, telepatiyle çağırıyorsun falan. bu zenci robot arkadaş mutsuzdu ve intihar etmek istiyordu ama programlamasında engellenmiş olduğu için intihar edemiyordu. sonra hamile bir kız çıktı. bir yerlerden bir yere gittiler bu kızla, o arada beyaz bir adam da girdi işin içine. yolculuğun bir noktasında adamların eski bir tost makinesi fabrikasını ziyaret ettiklerini hatırlıyorum. sistemdeki bir bozukluk yüzünden üretilen tost makineleri hep bozuktu, kalite kontrol de haliyle robottu ve çıkan bütün ürünler bozuk olduğu için piyasaya çıkmasını onaylamıyor, hepsini çöpe atıyordu. bu fabrikada yıllar yılı üretim aralıksız olarak böyle sürmüş meğersem. adam da yıllardır tost makinesi görmedim falan diye düşünüyordu. neyse sonunu yazmayacağım spoiler olmasın da adını hatırlayan olursa yeşillendirmesini rica ederim. yıllardır ismini hatırlamaya çalışıyorum kitabın.

    edit: ahanda kendim buldum ya lan. şu tost makinası muhabetini google'a yazınca çıktı! neyse kitabın adı mockingbird, yazarı walter tevis.

    (bkz: #15927415)
  • 80'li yillarda okudugum bir kitapti. ama kitap 70'lerden kalma olabilir. bir gerilim kitabiydi. bir kadin ve ikizi bir adama oyun oynuyordu. kadinlardan biri oluyordu ama aslinda olmemis, hepsi adama hazirlanan bir oyundu. nefes nefese okudugum, filmi cekilse ne guzel olur dedigim bir kitapti.
  • celal üster'in kitap tanıtım yazılarının birinden hatırladığımı sandığım, türkçeye yeni çevriliyor olabilecek bir roman:

    bir huzurevi var. bu huzurevinin yanında da bir mezarlık. savaş durumu gibi bir şeyler oluyor ve mezarlığın yönetimi, ihtiyaçları olan gelirleri sağlaması için huzurevine bırakılıyor. defin işlemlerini gerçekleştiriyorlar ancak o zamanlarda tahta veya tabut temini konusunda sıkıntı var. bu yüzden varolan tek tabutu kullanıyorlar. bir gün askeri bir tören yapılıyor ve komutan tabutun gömülmesi talimatını verince...

    ~ o zamanlar ya internete aktarılmamış ya da iyi arayamamışım, bu kadar yıl sonra pat diye buldum. izak babel'in odessa öyküleri adlı kitabındaki "düşkünlerevinin sonu" öyküsüymüş. celal üster'in yazısı şurada:
    http://www.cumhuriyetarsivi.com/…er/2011/12/1.xhtml

    öykünün başlangıç kısmını daha okunabilir şekilde alıntılayayım:

    düşkünlerevinin sonu

    kıtlık yılları süresince odessa’da hiç kimse, ikinci yahudi mezarlığı'nın yanındaki düşkünlerevinin sakinlerinden daha iyi koşullarda yaşamamıştı. kumaş tüccarı kofman bir zamanlar, karısı izabella’nın anısına mezarlık duvarının hemen bitişiğine bir düşkünlerevi yaptırmıştı. bu yakınlık café falkoni’de çok şakalaşmalara neden olmuştu. ne var ki, kofman’ın haklı olduğu anlaşılmıştı sonunda. düşkünlerevinde kalan kadın-erkek yaşlılar devrimden sonra mezar kazıcılarının, dua okuyucularının, ölü yıkayıcılarının işini üstlenmişlerdi. edindikleri siyah örtüsü gümüş işlemeli meşe bir tabutu yoksullara kiralıyorlardı.

    o zamanlar odessa’da tahta bulunamıyordu. kiralık tabut bir gün boş kalmıyordu. ceset, evinde de, ayin süresince de meşe tabutta kalıyor; mezara kefenle indiriliyordu. üstelik, unutulmuş bir yahudi geleneği de böyleydi.

    bilge kişiler kurtçukların cesede ulaşmasını engellemenin yanlış olduğunu, söylüyorlardı. çünkü murdardı. “topraktan geldin, toprağa döneceksin.”

    bu eski geleneğin tekrar canlanması üzerine düşkünlerevinin sakinleri o yıllar kimsenin rüyasında göremediği kadar zengin bir hayat yaşamaya başlamışlardı. akşamları zalman krivoruçka’nın meyhanesinde yiyip içiyor, yiyemediklerini de yakınlarında oturan yoksullara veriyorlardı.

    onların bu mutlu yaşamları alman mahallesinde çıkan bir ayaklanmaya kadar sürdü. çatışma sırasında almanlar garnizon komutanı gerş lugovoy’u öldürmüşlerdi.

    gerş lugovoy’u büyük bir törenle toprağa veriyorlardı. birlikler mezarlığa bandolarla, seyyar mutfaklarla, arabalara yüklü makineli tüfeklerle gelmişlerdi. açık mezarın başında konuşmalar yapıldı, yeminler edildi.

    tümen komutanı lenka broytman avazı çıktığınca bağırarak şöyle dedi:

    “yoldaş gerş, bolşevik rus sosyal demokrat işçi partisi’ne bin dokuz yüz on bir yılında girmiş, propaganda ve iletişim çalışmalarına katılmıştır. bu arada yoldaş gerş, bin dokuz yüz on üçte nikolayev kentinde sonya yakovskaya, ivan sokolovıy ve monozon'la ağır işkencelere katlanmıştır...”

    düşkünlerevi sakinlerinin başkanı arye-leyb arkadaşlarıyla birlikte hazır bekliyordu. tümen komutanı lenka konuşmasını bitirir bitirmez yaşlılar, bayrağa sarılı cesedi çıkarmak için tabutu yan çevirmeye kalkıştılar. lenka kimse görmeden mahmuzuyla bir tekme attı arye-leyb’e.

    “çekil oradan,” dedi. “defol... cumhuriyetin sadık bir hizmetçisiydi gerş...”

    donup kalmış ihtiyarların gözü önünde lugovoy’u, üzerinde magen david ile eski bir yahudi duası olan gümüş işlemeli siyah örtülü tabutla birlikte mezara indirmişlerdi.

    cenaze töreninden sonra arye-leyb şöyle dedi arkadaşlarına:

    “öldük biz artık, arkadaşlar. firavunun eline düştük...”

    ...

    (can yayınları, ergin altay çevirisi)
hesabın var mı? giriş yap