• tsili, zor bir hayatın hikayesi, badenheim 1939, demir raylar kitapları bizde yky tarafından yayınlanmış, holocaustun çocuk mağdurlarından ve sahiden zor bir hayatın görünürdeki sahibi. badenheim'da balıklardan söz eder, kendi hayatlarının görünürdeki sahibi olan balıklardan. sürekli onları izleyen karl olmasa gittikleri fark edilmeyecek, akvaryumun en güzelleri olan yeşil balıklardan.

    baskısı tükenmiş görünüyor kitaplarından ikisinin.

    düzeltme: yky'deki kitaplarınn hiçbirinin baskısı yokmuş yahu. dile kazandırılması mühim, seneler evvel basılmış kitapların tekrar baskı yapmamasıysa üzücü. bir kitabı da metis'ten yayınlanmış, belki telif meselesidir.
  • akvaryumdaki en güzel balıklardan biri olmuş, kaybolmadan önce fark edilmiş ve 85 yaşında bizlere veda etmiştir.

    bu ara herkesle vedalaşıyoruz, el sallamaya mecal kalmayacak bu gidişle. battaniyeyi burnuma kadar çektim. soğuk ama ben aslında pek üşümem. önceki akşam anneannem dedemin saatini buldu, hengamede ilaçlarıyla birlikte attık diye çok korkmuştuk. senelerin saati, hepimiz en az bir kez tamire verdik ve asla dedemi değiştirmeye ikna edemedik. çok saygılı, nazik bir adam ömrünün büyük kısmında bileklerinde taşıdı, ellerini kavuşturduğunda o saatin bileğinde parlayışını severdim. dedemin uzun, ince parmakları vardı ve çok-güzel-düşünceli-görünen adamlardandı. anneannemin saati bulduğu anı düşünüp düşünüp titriyorum şimdi, dedem o alaycı gülümsemesiyle dinlemeyecek artık beni, iki hafta geçmişken daha iyi idrak ediyorum. ben şimdi kimseye bir şey söylemiyorum da aslında ama sevdiğin bir yazar ölünce üzüldüğünü sanıyorsun ya, deden ölmemiş demek ki henüz. üzülmek aslında öyle bir şey çünkü, en büyük destekçin gidince biraz da bencillikten olsa gerek, yapayalnız hissediyorsun. "rifat bey'in torunu" diye anılmayacaksın mesela artık, dedene başkan diye seslenmeyecekler, rahmetli diye başlayacaklar cümlelerine hep. ölüm epey gerçek, hayat da. ani, hırçın, bilinmez. epey. aharon appelfeld de yeşil balıkları anımsatan yazarlardan, soykırımda kayıp vermiş ve kendi canını kurtarmışlardan. ben çok yeşil balık gördüm ve elimden geldiğince ihmâl etmedim, etmiyorum işte. çünkü dedem böyle biriydi ve hep böyle olmamızı istedi, ona göre tanıttı hayatı bize.
  • a girl from another world romanı, can yayınları başka dünyadan gelen kız adıyla ve philippe dumas resimleriyle yayımlanan yazar. ikinci dünya savaşı sırasında adam ve thomas'ın aileleri tarafından "emanet edildikleri" ormanda saklanarak yaşamaya çalışmalarını ve bu sırada yollarının mina ile kesişmesini anlatıyor roman. aharon appelfeld kendi toplama kampı kaçışından ve ormanda saklanmak zorunda kalışından yola çıkmış yazarken. daha kırılgan, daha gerçek ve sakinliğiyle acıtan bir kitap bu yüzden. örümceklerin yuvalandığı bir patikanın pin'i kadar iç yakan bir adam'ı var bu romanın. akvaryumdaki yeşil balıkların ihmal edilmesi gibi, ormanda belki yaşarlar ümidiyle ailelerinin gizlediği çocukları da burnundan aşağı süzülen yaşlarla yazmış sanırım appelfeld.

    "... her insan kalbinde bir mesaj taşır. cesaretlendirici bir söz bazen yaralara iyi gelir."
  • metis'ten çıkan (bkz: ruhun kuytusunda) leziz ve tehlikeli bir romanı.
    --- spoiler ---

    topluluklarından ayrılıp bir nevi sürgün ve inzivada olan iki yahudi kardeşin, çetin kış ve rutinin öldürücülüğü altında kendi içlerine dönüş ve dönmemeye çabalayışlarını aktarır.
    amalia'nın çocukluğunun dağlanmamış yaraları beyaz gecelerde yüzeye devşirilip dururken, daha sakin mizaçlı ağabeyinin dini tesellileri de ilaç olamaz.
    iki kardeşin birbirlerine olan ilgisi alevlenip dururken pişmanlık, suç, öfke, yenilenen bir dini fedakarlık ve kahramanlık güdüsü, ayrıca koptukları topluma artık geri dönmenin de manasızlaşmasıyla gittikçe yalnızlaşan ve karanlıklaşan bir öykü izliyoruz.
    karakterler artık birbirinden de sürgündür ve malum yabancılaşma ile içkinin bile çözemediği devasa suskunluklar çok gecikmeden bastıracaktır. görev bilinci*boşluk hissi çatışmasına bir de suç ve rasyonalizasyonu eklendikçe kimin neyi istediği bile müphemleşip karakterler birbirine karışmaya başlar.
    çocukluğa dönüş, hayal mı halüsinasyon mu olduğu belirsiz bir geçmişi yineleyiş var. şimdiden ve gelecekten yeni bir şey gelmeyince, anılar evrile çevrile izlenen vhs'ler gibi hem sığınak olur hem de çarpıtılmaları ve yenilenmeleri kaçınılmaz.
    karakterlerin yer yer çaktırmadan yapılan tahlillerinde güzel ve etkileyici bir çocuk olan amalia 'nın hayalperestliği ve tuhaflıklarının annesi tarafından dizginlenmesiyle, yetişkinliğinde böyle sanrılı tereddütlü korkularla dolu bir insan olduğu da görülebilir. kendine has dünyası olan amalia'yı başta gad da tam olarak anlamasa da ilerleyen zamanla onun hayvanlarla, dünyayla, nesnelerle kurduğu ilişkinin kendisininkinden çok da farklı olduğunu kabullenip bu naif ve sıradışı ruha saygı göstermeye ve anlamaya başlayacaktır.

    tüm bunlarla roman andrei zvyagintsev'in (bkz: izgnanie) sini anımsattı.
    --- spoiler ---
  • isminin fonetiğinden etkilendiğim ve
    ‘ruhun kuytusunda’ romanını okuduktan sonra bu etkilenmeyi sabitlediğim yazar.
    ne hoş bir etkilenme:)

    ve spoil edeceğim kitabı;

    yazım boyunca, muhteşem bir _melankolik yapı_ betimlemesi var. psikanaliz kliniğine oldukça geniş fikirler sunan bir roman;
    kendilerini sessizliğe ve yalnızlığa sürgün etmiş iki insan; abi ve kız kardeş,
    yoğun bir inanç ve gelenekle üstlendiklerini söyledikleri, nesillerdir devam eden bir adayış mı dağın tepesindeki şehitliğe yaptıkları bekçilik?
    bazen, içten içe gitme isteği oradan, o sürgünden, ve ama devam eden kalış.
    donmuş bir hareketsizlikle.
    sadece yalnızlıklarından mı bu pınar, diye sormaktan vazgeçtiğim ensestiyöz ilişkileri ve devamında gelen ambivalansif düşünceleri, davranışları...

    kitabın tanıtım yazısında sürgün edilmek olarak aktarılıyor. bu, aklıma lacan’ın melankolik özneler için söylediğini getirdi;
    “ kendi içine sürgün olmak! “
    bu _ol’mak_ bir seçim!

    nesillerce de sürmüş olsa o gelenek, kutsal da sayılsa oranın bekçiliği, karın aylarca görünemeyecek kadar örttüğü yolları olan tepedeki evde, sadece kardeşiyle, birbirlerine dahi yokmuş gibi üstelik, çoğu zaman hiç konuşmadan orada o olma_yı seçmek...
    ve aksi olacakmış gibi düşünülebilecekken, kaba bir yorumla, ‘mutsuz, depresif, soğuk, isteksiz, bıkkın, sanki hiç bir şey yapmazlar. yataktan dahi çıkmazlar’ denebilecekken,
    ikisi de çok çalışıyor.
    yaşamak
    ve yaşatmak oraları ‘gayeler_i’nce mi?
    ne _’dersiniz?_i alın kendinize’....
  • unto the soul* romanını iki günde okuyup bitirdim. yazarın dilinin oldukça akıcı olmasından ve hikayeyi anlatış biçiminden mütevellit okurken hiç sıkılmadım.

    kitabın epey kasvetli bir havası var. bir dağ zirvesinde yahudi mezarlığına gözcülük yapmak için tek başlarına yaşayan iki kardeşin iletişimsizliği, vicdan azabı ve ilerleyen sayfalarda birbirlerine yabancılaşmaları güzel işlenmiş. sonunu kitabın ortalarında tahmin edebiliyorsunuz ama zaten insanda şok etkisi yaratma amacı taşıyan bir kitap değil bu. andrey zvyagintsev ya da nuri bilge ceylan filmlerindeki gibi ağır ama abartısız bir karamsarlığı var.

    --- spoiler ---

    gad’ı hikayenin başından beri hiç sevemedim. kendisine verilen göreve ve görevin kutsal olduğuna dair inancına sıkı sıkıya sarılmış, sinik bir karakter. sürekli tekrarladığı biz sözden bahsediyordu kardeşi bir yerde, “bu bizim vazifemiz” diyordu galiba. kendini tamamen görevine kaptırmış ama tuhaf bir şekilde öyle inançla da dolup taşmıyor. mezarlıkta geçirdiği ikinci yıldan sonra ibadet etmeyi bile bıraktığı yazıyor. o yüzden bu görev aşkı bana daha çok düzenini değiştirmekten kaçınmak için bir bahane gibi geldi.*

    amalia’ya gad’ın aksine daha çok ısındım, küçüklüğünde annesi tarafından psikolojik/fiziksel şiddet görmüş, içine kapanmış bir kadın. taraflardan birisi böyle olunca sağlıklı bir iletişim de imkansız hale geliyor doğal olarak. zaten kitapta en çok ön plana çıkan tema bu: iletişimsizlik. söylenmek isteyip söylenmeyen cümleler, kelimelerin kayboluşları, sessizlikler… ne amalia gad'a söylemek istediklerini söyleyebiliyor ne de gad amalia'ya.

    --- spoiler ---

    “insanlar ikiyüzlü. kirden arınmadan ibadet edenin duaları kabul olmaz. […] etten kemikten yapılmışları kandırırsın da yukarıdakini kandıramazsın.”
  • 2004'ün 'eseri fransızca'ya çevrilen edebiyatçı' dalındaki prix medicis sahibidir.
  • harun elmatarlası.
  • israil'in önde gelen yazarlarından appelfeld, 1932'de romanyada doğmuş, henüz 9 yaşındayken yaşadıkları ilçeyi ele geçiren naziler annesini öldürerek babasını ukranyadaki bir toplama kampına götürmüştür. sovyet ordusuna aşçı olarak alınmadan önce 3 yıl boyunca ormanda saklanmıştır. daha sonra 1946 yılında filistine göç etmiş yazar, orada öğrenimini tamamlamak için ibranice öğrenmiş ve ardından bir çok kitap yazmıştır. an itibariyle negev'deki ben-gurion üniversitesinde edebiyat dersi vermektedir.

    türkiyede son olarak kendi hayatından izler taşıyan demir raylar romanı ile kitap dünyamıza adım atmıştır.

    detaylı bilgi ve entrymin orjinal kaynağı için; http://en.wikipedia.org/wiki/aharon_appelfeld
  • israil ordusundan emekli olan yazar halen ben gurion üniversitesinde ibrani edebiyatı dersleri vermektedir.kitapları otuz dile çevilmiş bugüne kadar ve amerikan sanat ve bilimler akademisi üyeliğine seçilmiştir.
hesabın var mı? giriş yap