• bundan iki yüzyıl öncesine kadar herhangi bir zaman diliminde yaşasaydınız, dünyanın hemen hemen her yerinde, önünüzde üç ihtimal vardı: ya bir köleydiniz, ya bir köle sahibiydiniz, ikisi de değilseniz bile, köleliği meşru ve normal gören, yani yolda yürürken bir köle ile efendisini gördüğü zaman tiksinmeyen, şaşırmayan, yanlarından geçip giden bir insandınız; tıpkı bugün köpeğini tasma ile gezdiren bir insan gördüğünüz zaman yaptığınız gibi. bu üç profilin dışında tek tük insanlar vardı belki evet, ama bahsedilmeye değmeyecek kadar minicik bir azınlığı temsil ediyorlardı. aristo gibi, tüm zamanların en büyük dehaları bile köleliği gayet doğal ve meşru görüyordu.

    ahlakla ilgili temel sorun, sürekli evrimleştiği, değişerek geliştiği ve her değişimin bir öncekinin reddi ile ortaya çıktığı gerçeğinin kabul edilememesi, ahlakın ısrarla geçmişte aranmasıdır. dünyanın sürekli daha iyiye değil, daha kötüye gittiği şeklindeki muhafazakar karamsarlık, ahlakın geçmişte yaşamış insanların davranışlarında ve ortaya koydukları ilkelerde bulunduğu, yapılması gerekenin de bu ilkeleri muhafaza etmek ve uygulamak olduğu görüşüyle, ahlaki tekamülün önündeki en büyük engeli teşkil eder.

    oysa ki ahlakın itici gücü, tiksinmektir. insanlık tarihi, bizim için ahlakın değil olsa olsa ahlaksızlığın referansı olabilir. çünkü insanlık tarihi dediğimiz şey, köleliğin, keyfi şiddetin, vahşetin, işkence ve vahşice infazların, tecavüzün, sınırsız sömürü, tahakküm ve aşağılamanın, kadının mülkiyet hakkının konusu bir eşyadan ibaret olmasının, grup çıkarları için her türlü rezilliğin meşru görülmesinin, kısacası leş parçalama mücadelesi veren sırtlanlığın tarihidir. ahlaki tekamül, içine doğduğunuz toplum ve tarihi başta olmak üzere, bir bütün olarak insanlık tarihinden yoğun bir şekilde tiksinmeyi gerektirir. bırak geçmişinizle övünmeyi, geçmişi rehber almayı; geçmişinizden tiksinmeden, geçmişle aranıza ciddi bir ahlaki mesafe koymadan, her türlü değer yargısını masaya yatırmadan, ahlaki varlıklar olmanıza ve akla uygun bir geleceği inşa etmenize de imkan yoktur.

    yusuf hakan erdem'in "osmanlı'da köleliğin sonu" diye bir kitabı var, inanmazsınız, osmanlı'da köleliğin nasıl sona erdiğini anlatıyor. osmanlı'da kölelik ağırlıklı olarak ingiliz baskısı ile ortadan kalkıyor, yazar da özellikle ingiliz diplomatların konu ile alakalı resmi yazışmaları üzerinden süreci aktarıyor. ingiltere'de o sıralar ciddi bir kölelik karşıtı lobi var ve ülkenin diplomasisi üzerinde de epey etkili oluyorlar. fakat osmanlı'da ciddi bir direnişle karşılaşılıyor tabi, nihayetinde kölelik meşru bir kurum olarak görülüyor, kendisinden fetva alınmaya çalışılan şeyhülislam "ben allah'ın helal kıldığını haram kılamam" diyor doğal olarak. dolayısıyla öncelikle köle ticaretinin azaltılması, zorlaştırılması gibi yöntemlere başvuruluyor vs.

    bir noktada, ingiliz büyükelçisi sir henry elliot kendi bakanlığına yazıyor, diyor ki bunlar kölelikten tiksinmiyor, halk bu kurumdan tiksinmediği sürece bunun ortadan kalkmasına imkan yok.

    velhasıl, ahlak, geçmişte aranıp bulunabilecek bir şey değil, bilakis geçmişten ve hatta bugünden tiksinerek, reddederek inşa edilebilecek bir şeydir. gidişat gösteriyor ki, çok değil, birkaç yüzyıl içinde, et yemek de kölelik gibi lanetlenecek, veganlık insanlığın ortak kabulü haline gelecek, torunlarımız da bize bakıp tiksinecekler, bizim bugün gıda, tıp, farmakoloji, temizlik ürünleri, kozmetik vb. sektörler için hayvanlara yaptıklarımızı kesinlikle kabul edilemez bulacaklar. biz nasıl geleceğe bir örnek teşkil edemeyeceksek, bizden öncekiler de bize bütünüyle bir ahlaki rehberlik teşkil edemez. elbette bazı konularda rehber alabileceğimiz, çağının ötesine geçebilen nadir insanlar ve topluluklar olabilir, ama asla her konuda değil.

    kadın meselesinde bile, sadece şu son birkaç on yılda kadın mücadelesi sayesinde kat edilen mesafe o kadar inanılmaz ki, elli yıl öncesine kadar yaşamış herhangi bir insanın kadın erkek eşitliği konusundaki görüşlerine bütünüyle itibar etmek imkansız hale gelmiş durumda. kimi ele alırsak alalım, bugün bize falsolu gelecek düşünceleri ve söylemleri illaki olacaktır. çağının en çok ötesine geçebilen, insanlığın ufkunun ileriye taşınmasına en çok emeği geçen insanların bile her görüşünü bugün benimsememize imkan yok.

    geçmişten tiksinmeyi, belli bir insan veya topluma hasretmek de anlamsız elbette. bugün fatih sultan mehmet'ten 6 aylık kardeşini boğdurduğu için nefret etmenin bir anlamı yok tabi ki, zaten yüzyıllar önce yaşamış bir insana karşı nefret veya tiksinti gibi yoğun duygular beslemek pek sağlıklı olmaz. bilakis, fatih'i emsallerinden ve çağdaşlarından ayıran üstün niteliklerine de dikkat kesilebiliriz. tiksinti, bir negatif yüklenmenin sebebi olmamalı, nihayetinde insana dair hiçbir şeye yabancılık çekmememiz, ama kimseden de çağının fazla ötesinde bir şey beklemememiz gerekliliğinin farkındalığına erişmeye vesile olmalı.
  • tartismayi muarizin rumuzuna tasimak isini tersinden yapip, rumuzumdaki tartismayi buraya bocaliyorum, gule gule kullanin.

    ateist nüfus arttıkça suç oranının düşmesi basliginda, ateizmin sucu dusurmedigini ama semavi dinlerin cok kotu bir ahlak ogrettigini soyledigim yazima tek hortumlu fil guzel elestiriler getirdi. sadece ikimizin ilgilenecegi bir yazi olmasin diye bir yandan ahlak hakkinda dusuncelerimi acarak burada cevapladim. ayrica anlamak icin refere ettigim yazilari okumaniza gerek yok, oyle de iyi gunumdeyim:

    "ahlak nedir ki sen iki farklı ahlak ekolunu birbirine göre üstün ya da aşağı olarak kategorize ediyorsun?..ahlakı "ödül ceza ahlakı" ve "empatiye ve rasyonel dusunceye bagli ahlak" olarak ikiye ayıramazsın"

    >> konunun subjektif oldugu asikar ama hayatimizi birtakim varsayimlarla yasiyoruz. tum ahlaki kategorize edemesek de, motivasyonu farkli olan iki davranis cesidini kiyaslayabiliriz: bir universite amfisindeki felsefe tartismasi disinda hicbir yerde, hic kimse, odul alacagi icin iyilik yapan biriyle, odul beklemeden iyilik yapan birini ayni kefeye koymaz ahlaki bakimdan

    (ikinci grubu, odul bekledigini bilmeden iyilik yapanlar olarak da degistirebiliriz eger bencilce olmayan iyi bir eylem yoktura inaniyorsak, ama bu kiyasi degistirmiyor)

    ***

    "doğanın kendisinde ödül ceza döngülerini en az empati ve rasyonel düşünceye bağlı davranışlar kadar hatta belki daha fazla görmekteyiz...insan beynin çalışma mekanizmalarından biri de ödül ceza döngüleridir"

    >>odul-ceza'nin dogada ve yapimizda var olmasi argumanimi zayiflatmiyor (siddet de dogada yaygin ama iyi birsey degil) bilakis destekliyor: eger odul-ceza doganin daha temel bir parcasiysa, dini ahlakin temelleri daha ilkel. halbuki insan bu ilkel durtulerin uzerine cikip daha erdemli davranmali (ironik olarak semavi dinler insani dogadan ayri ve ustun bir yere koyarlar ustelik). semavi dinlerden haberi olmayan yunanlilar, romalilar da erdem ve insanin hayvani durtulerine yenik dusmesi uzerine bol bol yazip cizmislerdi.

    buraya gelecegimi ongorup "bunu sakın deme çünkü empati emareleri çok daha alt seviye bilince sahip canlılarda da görülmekte" demis, yani iki turlu davranis motivasyonunu ilkellikte esitlemeye calismissin.

    ama olmaz. empati memelilerde, giderek karmasikligi dusen birsekilde gozleniyor. sempanze - kopek - kemirgen ve kuslar gibi. bal arilarinda benzer bir empati yetenegi yok, o deney baska birsey. gerci bunun emaresinin gozlemlenmis olmasi da surpriz olmazdi; asil mesele evrimsel skalada odul-cezaya duyarlilik kadar geriye gidebiliyor mu ve karmasikligi ayni seviyede mi.

    oyle birsey yok. mevye sinegi bile odul-ceza ile sartlandirilabiliyorken, ahlak dedigimiz seyin temelini olusturan empatiyi ve karsiliklilik ilkesi ancak daha gelismis canlilarda gozlenebiliyor (ozellikle karsiliklilik, yani adaletin ozu). bu arada konuyla alakali su video super

    sadece bu davranislarin evrimsel surecte ortaya cikis noktalari degil, karmasikligi da cok farkli. bir kopegin odul-cezayla egitilmesi ile bir insanin egitilmesi arasindaki fark gorece az iken, kopegin empati/adalet duygusu bize gore epey guduk kaliyor. biz sadece bir yakinimizin kaybina uzulmuyoruz, baskasinin kaybini dusunerek depresyona girip intihar edebiliyoruz. adaletsizlik karsisinda cileden cikabiliyor, bunlar uzerine erdemler insa edip onlar icin olebiliyoruz.

    belki de soyle demek istedin, zira richard dawkinsin bencil genini refere etmissin: "senin empati dedigin, erdem dedigin sey de eninde sonunda odul-cezanin bir tezahuru. yanimdakiyle iyi gecinirsem suru daha iyi avlanir, onlarin cocuguna bakarsam onlar da benimkine bakar hasta dustugumde. bu davranislari tetikleyen genlere sahip topluluklar hayatta kaldilar ve biz de empatiyi dopaminle odullendiren bir biyolojiye, erdemi yucelten bir sosyal kulture sahip olduk"

    >>haklisin. yani ben hakliyim, haha. sonucta erdemlerin ve empatinin tamamen bencilce bir hayatta kalma gudusuyle ve odul-ceza yoluyla evrimlesmis olmasi, onlari odul-cezaya indirgemiyor (bunun bahsettigin emergence ornegiyle de baglantisi var sansina, yani "yuksek ahlak" daha ilkel temellerden doguyor/emerges). dolayisiyla mesela 1. dereceden odul-ceza olan "kimseyi oldurme cunku onlari ben yarattim ve seni cehennemde yakarim" ahlakiyla, buna 4. dereceden bagli insan haklari beyannamesini ayni kefeye koymak mumkun degil.

    ***

    10 sene once yazdigim iki yazi uzerine:
    "[alternatif bir evrenin alternatif evrimsel surecinde de] genlerin devamlılığı ve korunması için bu ahlaki kuralların ortaya çıkması gerekmiyor mu? evrim bu dünyada ne kadar globalse ahlak da o kadar global değil mi?

    >>bu eski yazilardaki dusuncelerim yanlis olsa dahi -ki ben 6 yasindan beri mantik hatasi yapmiyorum- dinin ahlaki temellerini ilkel ve "ahlaksiz" bulmam ayri bir dusunce cizgisi.

    ve her evrimsel surec ahlaki kurallara yolacmaz cunku ahlakin temellerinin on sarti olan sosyal yasama yolacmaz. hatta gerekli psikolojiyi saglayacak sosyallik seviyesini birak, o psikolojinin kullanacagi biyolojik altyapiya bile yolacmak zorunda degil (farkindalik, bilinc, veyahut sinir sisteminin kendisi). evrim karmasiklasmak, ilerlemek, cok hucreli hayvanlara dogru agaclanmak demek degil sonucta. bunun icin alternatif bir evren de hayal etmek gerekmiyor, kendi dunyamizdaki evrim agacinin cok buyuk kismi bu durumda.

    su ayiltici resme bakmakta fayda var: http://science.psu.edu/…s/circulartimetreelarge.jpg

    buradaki her bir nokta bir turu degil, bir aileyi temsil ediyor (uyesi oldugumuz tum hominidler sadece bir uc yani).

    ***

    kaldi ki, bu noktadan bahsetmenin nedenine, yani dini "gelişkin bilinçlerin kendisini yok etmemesi için yaratıcı tarafından gönderilen uyarılar bütünü olarak" gormene gelince baska sakatliklar da ortaya cikiyor:

    geliskin bilinclerin kendilerini yoketmesinin onemi, yukardaki resme bakinca ne kadar da ufaliyor. gezegen bizi bir tane daha "basarisiz deneme" olarak cop kutusuna atacak alt tarafi.

    zaten o cop kutusuna, simdiye kadar varolmus tum turlerin %99.9'u gitmis. yani madem empati emareleri baska pek gelismemis turlerde de var, odul cezayi da baska turler anliyorlar, o zaman niye din bizi kurtarmak icin geliyor da, onceki sayisiz tur heba olup gidiyor?

    turumuzun gorece kisa tarihinin %99.9'unda dahi ortada bile yok bu kurtarici kurallar. ahlak ve erdem uzerine yazan romalilar, antik yunan, catalhoyuk, avrupaya gelip neandertallerin soyunu kiran homo sapiens, buzul caginda geberen garibanlar... ahlakin temelleri var, sonra yuksek ahlak var, ama semavi dinler cok daha sonra tesrif ediyorlar.

    bilinc, sosyal yasam ve ahlaki temeller, her evrimin kacinilmaz bir sonucu olsaydi dahi, sosyal duzeni saglamak konusunda organize dinler, hele semavi dinler, hele islamiyet tamamen fazlalik.

    romadan ornek vermeye de gerek yok. zaten basligin orjinal tezinde her alan iskandinavya ornegi yeterli: o adamlarin birbirlerini yemeden durabilmelerini saglayan ahlaki normlar judeo-hristiyan etigine mi daha yakin, aydinlanma caginin ideallerine mi? o adamlari birak, bizim bile gunluk kanunlarimiz, surekli bahsettigimiz idealler hangisine daha yakin?

    hatta semavi dinlerin, tam tersine, gelismis canlilarin sosyal dengesini bozucu etki yarattigini soylemek daha gercekci olur. zira istisnai ogretiler haric birlestirici degil ayristiricilar, kotu refah kosullariyla birlestiginde fanatizme cok kolay yolacabiliyorlar. organize dinler olsa da olmasa da kotu insanlar kotu seyler, iyi insanlar iyi seyler yapacaktir ama iyi insanlarin cok kotu seyler yapabilmesi din ile mumkun *

    ***

    sonsuz iskencenin ahlaksizligi konusunda:

    "kuran'daki ebed kelimesi sınırlı zaman aralıkları için de kullanılmıştır"

    >> islamiyet ozelinde yazmadim, protestan doktrininde ornegin cehennem sonsuz. islam ozelinde bakarsak kuranin bu konuda acik bir durusu yok. celiskili ayetler var, ceviriye gore degisiyor. bu kadar onemli bir konuda, peygamberin ziyaret saatleri konusundan daha net bir tutum izlenmis olmaliydi. kuranin durusu acik olsa dahi, islamiyet kuran'dan ibaret degil, yasayan bir kultur. sonucta sonsuz azab kavrami kulture islemis. ornegin 1.5 milyar muslumanin sadece yarisi sonsuz azabin olduguna ve birilerinin bunu hakettigine inaniyorsa bu yeterince kotu bir ahlaki temel. hatta her mumin bu azabin sonlu olduguna inansa dahi, biz kimseye 5 dakika dahi iskence yapmiyorken, millete sonsuzluk boyunca degil de "sadece" 5 ebed (bir iskence sure birimi) iskenceyi reva gormek, inananlara iyi bir ahlak mi asiliyor?

    gerci bunun da ortaya cikisini ve aydinlanma cagi sonrasi dahi bu kadar sure ayakta kalmasini anlayabiliyorum, zira marxin o hep eksik ve yanlis alintilanan din toplumlarin afyonudur yazisi aslinda bunu aciklamakta: bu dunyada gorulen adaletsizligi telafi etmek istiyoruz. ahlakin iki temelinden biri olan karsiliklilik ilkesini hayata geciremedigimiz icin (goz gore gore calip cirpan ustalarimiz, uzun omurlerini sit alani uzerindeki konforlu villalarinda noktalayacaklari icin ornegin) sinirlenip diger uca kayiyoruz: iskence/azab/ceza neyse adi, onun dogasini dusunmek ve elestirmek yerine onun oldugunu bilmenin avuntusunu yasiyoruz. marx da zaten bunlari dini asagilamak icin degil, mevcut ekonomik duzende ezilen cogunlugun acziyetini gostermek icin yazmisti.

    fakat is buradan sonra boka sariyor. ornegin islamiyette sirk kosmak affedilmeyecek bir gunahtir, yahut affedilmesi en zoru diyelim. ne alaka? bunun adalet istemiyle aciklanacak, hakli gorulmese dahi en azindan marx'in yaptigi gibi empati yapilacak bir yani yok. kulliyen hegemonya kurmakla alakali, mevcut beseri iktidar yapisini ekarte edip daha da kuvvetli bir otorite kurmaya yarayan ve sonra derece ahlaksiz bir kural. kimseye zarari olmayan bir ateist, semavi dinlerin ahlakina gore bir tecavuzcuden daha fazla iskence gorecek, musrikler katillerden daha asagilik olacaklar mesela. "iyi insanlarin kotuluk yapmasi icin din gerekir" derken bunu kastediyorum, bu asiri bozuk bir ahlaki terazi.

    ***

    "en psikopat en aşağılık dediğin ahlak yine senin algının tezahürü, senin kıyaslaman. bu kadar subjektif bir konuda, duyguların eleştirel düşüncenin önüne geçtiğinden bu satırları yazdığın aşikar."

    >> eh tabii, herkesin tum dusunceleri onlarin algisinin bir tezahurudur. ama konu subjektif diye kiyas yapamiyor degiliz, basta da bahsetmistim. bu kiyasa duygusal hezeyanlar, ateste yakilma korkusu filan yolacmiyor. sadece dusunebildigim en kotu seyi dusundum: tecavuz, pedofil, cinayet, soykirim, hatta sonsuza kadar yokolmak veya hic varolmamak... milyarlarca canliya yapilacak sistematik ve sonsuz iskencenin (yahut sonlu ama gayet rastgele bicimde suca gore degisen) bunlardan daha kotu olduguna karar verdim. bu sansli davetlilerin icinde olmasaydim da sirf empatiyle bu sonuca varmak zor olmazdi. dolayisiyla boyle bir ahlaki sistem ciftdusun olimpiyatlarinda yarisircasina adalet, sefkat, merhamet gibi kavramlar ile yuceltilmemeli.

    zaten gezegen tarihinin kendisi boyle bir toplu iskence seansi: milyonlarca yildir surekli aci ve korkudan ibaret omurlerini birbirlerini parcalamakla geciren trilyonlarca canliyi dusununce, sadece cennet/cehennem inancina sahip olan degil, bunlarin ust kumesi olan ve sevgi dolu bir yaratici tanri inancina sahip tum dinlerin ahlaki ogretilerini sorgulamak gerekiyor.

    ama orjinal yazida da belirtmistim: kompartmantalizasyon (tanimi yok sozlukte) allah'in bir mucizesi iste; o sayede cogumuz, refah seviyesi gibi dis etmenler tolere edilebilecek durumda oldugu surece, iyi insanlar olarak devam ediyoruz hayatimiza
  • en az insan kadar canlı. haliyle, kimi zaman, en az insan kadar ölü.

    ama sabit ve stabil değil asla.

    güçlü tutulması için beslenmesi, tazelenmesi, yeri geldiğinde sil baştan yenilenmesi gerekiyor. kökü kuruduğunda dallarından bir parça kurtarıp yeni bir toprakta kurtarılması gerekiyor.

    bu yüzden insanın kendisini veya başkalarını ahlaklı/ahlaksız olarak nitelendirmesi oldukça tehlikeli. ara ara bakmak lazım “acaba ne durumdayım?” diye.

    bu da kolay bi iş değil. hekimin kendi sağlığını kontrol etmesi gibi, doğru neticeye ulaşması zor.

    öte yandan ahlakın bir çok görünümü var elbette. bunlar içinden ahlakın kendisini en açık ve somut şekilde gösterdiği alan iş ahlakı olabilir. bi insan kendisini yoklayacaksa ilk buraya bakabilir. çünkü elindeki işin hakkını verme gayretinde olmayan birinin ahlaktan bahsetmesi, başka konularda ahlak üzerinden ahkam kesebilmesi komik geliyor bana. hele ki başkalarının ahlakından söz ediyorsa..
  • iyilik ve kötülük kavramları konusunda vardığım sonuç şu;

    çok basitleştirirsek insanların iyilik diye adlandırdığı şeyler insanların uzun vadeli çıkarlarını; kötülükler ise kısa vadeli çıkarlarını kapsamaktadır.

    vereceğim örneklerdeki önemli nokta şu: bu sadece "normal şartlar altında" ve temel bir ekonomik/entelektüel güce sahip olmanız halinde çalışacaktır. bu kısmı daha sonra açıklayacağım.

    dürüst bir insan olarak bilinirseniz uzun vadede daha konforlu bir hayata ve büyük ihtimalle uzun süre tutunabileceğiniz bir işte sabit bir gelire ya da sosyal güvenceye sahip olursunuz. dolandırıcılık ise sosyal kredinizi tek seferde çekme imkanı tanır. adalet. haksızlıklara göz yummak kısa vadeli bir çıkardır, bu haksızlıklar size uygulanmadığı sürece göz yummak veya bizzat bu haksızlıklardan yararlanmak gittiği yere kadar işinize yarar fakat uzun vadede bu sistem bozulduğu zaman ayarını bozduğunuz kantarın sizi tartma ihtimali her zaman mevcuttur.

    buradan iki şeyi anlayabiliriz. ilk olarak ahlakın muhatabı, öncelikli olarak belirli bir çıtanın üzerindeki kişilerdir. yine verdiğim örneklerden gidersek; sosyal kredinizi koruyabilmeniz için öncelikle ondan fayda görebileceğiniz bir sosyal kredinizin olması gerekmekte, adalete inancınızın olması için öncelikle sistem tarafından bir "eşit" olarak tanınmanız yani adalet sisteminin içinde olmanız gerekmektedir. bundan dolayı da esasında "ahlakçılık" bir küçük burjuva meşgalesidir. işçi sınıfı, ahlakın uzun vadeli çıkarlarından yararlanabileceği temel birikime çoğunlukla sahip değildir; sermayenin/egemen sınıfın ise ahlakı istediği tarafa eğip bükebilecek gücü vardır yani ahlaki normlara uymaktan gelebilecek çıkara ihtiyacı yoktur. neye ihtiyacı vardır? kendi çıkarlarını korumak için kendi ahlak kurallarını bir araç olarak kabul ettirmeye.

    ikinci nokta ise ahlaki normların uygulanabilmesi için bir "normal" ihtiyacıdır. olağanüstü durumlar, savaşlar, krizler, afetler vs. çoğunlukla uzun ve kısa vadeli çıkarları karşı karşıya getirir ve bu durumlar "ahlaki çöküş" diye adlandırılan olaylara gebedir. olan şey aslında insanların önceliklerini yeniden değerlendirmesi dışında pek bir şey değildir. insanlar olandan da çok, beklentilerine göre hareket eder. eğer beklenecek bir "umut" yoksa bu durumda dürtüsel davranışların baskın çıkması olasıdır. bu da yine başta bahsettiğim gibi kısa vadeli çıkarların öne çıkmasıdır.

    bu konuda tek "irrasyonel" (kendi içinde rasyonel fakat maddi gerçekle çelişkili şekilde) değişken din olabilir. din söylediğim sebepler dışında irrasyonel bir beklenti ile uzun vadeli çıkarları (cenneti) ortaya koyarak ahlaklı olması için hiçbir sebebi olmayan kişilerin içselleştirdikleri takdirde ahlaklı davranmasına neden olabilir. fakat manipülasyona çok açık olduğu için de aynı zamanda araçsal bir yönü vardır. araçsallaşmış ahlak kadar "ahlakdışı" bir şeye de nadir rastlanır. adeta büyük bir dolandırıcılığın aktif şekilde parçası olmak veya adaletin temeline dinamit yerleştirmek gibi bir şey.
  • ahlak kazanmak icin dine gereksinim duyan [dolayisi ile de ne kadar dindar olsa da ahlakli olamayan] insanlardan tirsiyorum.
  • ahlaki ve etigi doganin ozunde var olan kanunlardan biri sanmak hatadir. bu ikisi de sonucta insanla dogmustur, belki de sempanzeyle. yani "bilincli bir canlinin turdesini oldurmesi evrensel olarak ahlaka aykiridir" demek sacmadir. genel-gecer tek dogru matematiktir, o da su ana kadar ki gozlemledigimiz evren icin gecerlidir. bir kara deligin icinde su anki matematigimiz ve fizik yasalarimiz dahi gecerli olamaz, birkac bin senelik kicikirik bir ahlak anlayisi mi olacak?

    birkac milyon yil once, ben daha kisa pantalon giyerken de dogada olum vardi, yamyamlik vardi, o zaman ahlaksizlik degildi de simdi ne degisti? ne degistigini soyleyim, birkac tane fazla noron baglantisi ve karmasik sosyal iliskiler. bu konu hakkinda ahlaksal olay yoktur da uzun uzun yazdim, tekrarlamaya gerek yok. burada ise ilginc bir ornekten bahsetmek istiyorum.

    douglas adams isimli sahane sahsiyetin is there an artificial god isimli konusmasinda verilmis bir ornektir. asli, john reader isimli cambrigdeli bir antropologun man on earth isimli, izole edilmis kulturlerin gelisimini inceledigi kitapta bulunur. bu izolasyon sayesinde kulturlerin olusumu ve bu olusumdaki etkenler kolaylikla saptanabiliyor.

    ornegimiz yakin zamana kadar sadece pirincle gecinen ve cok kucuk ama kalabalik bir ada olan bali. pirinc cok verimli bir urun lakin isciligi cok ve ozellikle bu kadar ufak bir yerde bu kadar insani beslemeyebilmek icin buyuk bir koordinasyon gerektiriyor.

    bali halki inanilmaz dindar, oyle ki dini ogeler hayatin her alanina hakim. dini kutlamalar ve bayramlar, gelenekler, torenler, kilise tarafindan cok ayrintili tanimlanmis ve sasilacak(!) bicimde, butun bunlarin tarihleri pirincin ekimi ve hasadiyla birebir ortusuyor. dahasi toplumun genel ahlaki oyle ki pirinc muthis saygi goruyor (bizde ki ekmek gibi) ve ilgili konularda dalga gecmek, musrif davranmak ahlaksal olarak da yasaklanmis.

    kisaca butun ahlaki sistemleri bulunduklari cografyaya ve iklime gore ayarlanmis, din bile!! bunlarin arasindaki birebir ekilesim, bu kulturun izolasyonu sayesince cok acik, fakat ayni sonuclari diger kulturler icin de cikarmak hata olmaz.

    sonucta bazi ahlaki deger yargilari toplumdan topluma degisiyor (pirinc vs ekmek) bazilari ise herkesin ortak yargilari oluyor. ornegin adam oldurmemek, hirsizlik yapmamak gibi. peki neden bunlar her toplumda ortak? cunku cografyadan veya iklimden bagimsiz olarak, bu davranislar her toplumun isleyisini bozar. insanlar anarsiden uzak dururlar cunku hayatlarini korumak ve sosyal duzeni devam ettirmek isterler, ahlaki bakimdan anarsiyi uygunsuz bulduklarindan degil. bu yuzden de ahlak sistemi gelisimi surecinde bu tip duzen bozucu davranislari kotu olarak etiketlemistir. tekrar edeyim, buradaki esas, hayatin devamliligidir; herkesin icinde bulunan evrensel bir ahlak anlayisi degil!
  • "ahlâk, bizden yaptığımız şeyi sevgiyle yapıyormuşuz gibi davranmamızı bekleyen şeydir."

    comte-sponville
  • bak kocum sana iki hikaye yazayim buraya da ne yapmaya kalktigini belki, bir ihtimal bir gun anlarsin.

    islam'dan onceki zamanlarda ruhban sinifindan bir zat (efendi), gunahlardan arinmak ve yaradana yaklasmak icin daga cekilmis. bir gun seytan gelmis dagdaki yerine, calmis kapiyi; tanri misafiri. girmis oturmus. demis ki efendi, yemek yer misin? demis ki seytan sagol yemem. allah benden yeme-icme ihtiyacini kaldirdi. sasirmis efendi, sormus, acaba nasil oldu? hosuna gitmis, ne guzel yemenin icmenin ihtiyactan cikmasi. yolunu bana da soyle ben de bu hasletlere kavusayim demis. bir buyuk gunah isledim, sonra cok af diledim allah da beni bununla mukafatlandirdi demis seytan. sen de bunlardan kurtulmak istiyorsan uc gunah var onlardan birisini isle, tevbe et demis. adam oldurmek, icki icip sarhos olmak ve zina etmek. efendi yok olmaz demis, bunlar buyuk gunahlar hicbirisini yapamam. sonra oturmus dusunmus, adam oldurmek ve zina kisisel degil ama icki icip sarhos olmak bir tek beni baglar. baslamis kafayi cekmeye sabah aksam. seytan bu ya gitmis, beldenin amirinin kizini hasta etmis. amirin adamlarinin kulagina da su su bolgede boyle aziz boyle kerametli bir efendi var, olsa olsa kizi o iyilestirir demis. alip kizi goturup efendiye teslim etmisler. efendi zil zurna sarhos, ne yaptigini bilmez halde hasta ve mecalsiz kiza tecavuz etmis. sabah bir uyanmis ki durum vahim. bakmis isin icinden cikamayacak kizi oldurup gommus arka tarafa. tabii haber cikmayinca amir endiselenmis, salmis adamlarini efendinin oraya. arayip tarayip gomulmus kizi bulmuslar, tutup efendiyi cikarmislar huzura. asin demis bunu amir ofkeyle, hazirlayin daragacini hemen asin. gecirmisler efendinin kafasina bir bez, ustune de ipi, gelmis seytan bu sefer gercek kimligiyle, fisildamis kulagina efendinin, demis ki bak is buraya kadar geldi. artik oleceksin, isin bitmek uzere. son bir umut, birak allah'i bana iman et, ben de seni kurtarayim. efendi tamam demis. hem kelle gitmis, hem iman.

    sahin. ucuyor havada. asagida fare ayacigi bagli tasa. ustunde elek, altinda sopa. adam taslarin arasinda. elinde ip bagli sopaya. sahin donuyor taa yukseklerde. dondukce donuyor. karga, soruyor gecerken "be ey keskin gozlu sahin, gormez misin tuzaktir? hala neyin pesindesin?". ben de biliyorum asagisi tuzak diyor sahin. gozum goruyor, iste avci da orada. aklim da dusunuyor yaparsam hamlemi buyuk ihtimalle yakalanacaksin yapma. ama iste orada tuzak, burada ben; orada o tuzak burada ben oldukca, hamlemi yapacagim, avci da.

    mevlana'ya sorarsan baska anlatir sahin hikayesini sana. nefsi mevlana'nin dusmanidir. belki yunusun. nefsin senin dusmanin olamaz, sen onun esirisin. oldurmeye yeltenirsen kendini de oldurur gidersin. once onunla yasamayi sonra onu tanimanin yollarini ogreneceksin. iki gun sirma gibi kebaplardan uzak durusunu ucuncu gun yagli bir bucuk iskenderle kutlatir o adama. seni suya susuz goturup susuz getirisinin ustune de bir bardak sek rakiyi likir likir icirtiverir. burada yaniyormus ayagina yatip safsata yapmakla olmaz bu isler. vicdanmis. sokaktaki piclerin adi vicdan artik. kasarlanmis orospunun da rumuzu ahlak. insaf pezeveklerinin elinde, en son senin nefsine gelene kadar kimbilir kimin neresinde. anlat sen bize burda marks'tan, sartre'dan, yukaridaki hikayedeki ruhban sinifindan zatin onunde diz coktugu karamazoftan. ama daha tanimadan kadini kadindan, bilmeden nefsi nefsinden bahsetme. sonra cikar allah'in meczup bir kulu karsina, herkesin ortasinda sayar sana teker teker bir tek senin bildiklerini, kendi icindeki karanlikta. her zaman bilip de sesinin bastirip dinlemediginin gercekligini gosterdiler mi adama, cumleler ve kelimeler yavaslar kafanda. mal gibi kalir ne mal oldugunun ancak o zaman gercegine varirsin. iste ilk andir o nefsini gordugun, selami cakar ancak bir mukabelelesirsin. o kadar. vicdan? ahlak? nefis? sen kimsin bunlardan konusacak? daha andan habersizsin.
  • "bir ayartıya kendini kaptırdıktan sonra değil, ayartı daha içte kıpırdanmaya başlar başlamaz ona tepki gösterip karşı koyabilen kişi ahlaklıdır yalnız. vakit vakit ahlakdışı eylemlere girişip sonradan pişmanlık duyarak, pek yüce ahlak kurallarını kendine amaç edinen ve davranışlarını bu kurallara uydurmaya çalışanlar, işin pek kolayına kaçmakla suçlanacak kişilerdir." sigmund freud.

    freud, ahlakı öyle yüce bir mertebeye yerleştirmiş ki, okuyunca insanın kendini ahlaksız hissetmesi işten değil. bu mertebeden bakınca insanoğlu yekten kolaycı ve ahlak yoksunu; ahlak da, sadece günahsız ve hatasız insanlara özgü bir mükemmellik miti... kişi hakiki mükemmeli tanıdığı vakit, bunu insandan beklemenin abes olduğunu anlıyor allah'tan... bize gösterdiği kadarıyla, freud'un tanrı'yla arası biraz limoni... tanrı'yla arası limonilerde ilginç bir ahlak anlayışının geliştiğini daha bir sürü örnekte tespit etme olanağı bulabiliriz. tövbe, istiğfar, pişmanlık, affetme ve affedilme gibi kavramları yadsıyan insan, tabiatıyla elinde kalan son dala, yani kusursuzlaşmaya tutunuyor. freud da egosuna, nefsine hiç yumuşak davranmamış, hatırlarsak. genel geçer ahlak kurallarına bırakın uymayı, bu kuralları en uç noktasına kadar yaşayıp yaşatmış üstelik.

    ahlak, doğarken mi mevcut, "işin fıtratında mı var", yoksa sonradan öğrenilme mi? a priori olması bana daha mantıklı geliyor açıkçası. âlimden zalim, zalimden âlim doğduğuna göre, bu işte bir hikmet olmalı... peki kusursuzluk eğilimi doğuştan mı, sonradan mı? işte bunun yanıtı ayan. besbelli doğuştan. zira insanın elinde olmayan süreçlerin kusursuzluğu dışında, beşeri bir kusursuzluk modeli mevcut değil.

    ahlak doğuştan gelse de gelmese de, açığa çıkması, kişide boylu boyunca görünmesi zaman ve tecrübeyle oluyor sanıyorum. bu noktada ben, freud'un bir nevi püritence söyleminden uzaklaşıyorum. kişinin bir ayartıya, bir iğvaya karşı koyabilmesi için önce ayartıyı, ayartı olarak tanıması lazım. ayartının alnında "selam ben ayartıyım, seni ayartmaya geldim" yazmıyor kuşkusuz. hmm, öyleyse kişinin ahlaklı olabilmesi için önce akıllanmış olması gerekiyor. yani ayartıyı ve ayartı olmayanı birbirinden ayırabilme yeteneğini kazanmış olması... bu yetenek doğuştan mı, sonradan mı? şu açıdan bakalım: yetenekler doğuştan da gelse kullanılmazsa körelir, kullanılırsa gelişir. olmayan şeyin körelmesi ve gelişmesi mümkün değil. ahlak için de geçerli bu, var olan şeyin ilerleyip gerilemesinden bahsedilebilir ancak. sonradan olan hiçbir şeyin olmadığına doğru ilerliyorum ben yavaş yavaş, öyle görünüyor.

    ahlakı dinlere içkin görenler var, görmeyenler de var. kanımca, ahlak dine değil, din ahlaka içkin. yani önce ahlak vardı. din, bunun sınırlarını belli eden ve ulaşma yollarını gösteren bir yol, yordam, yöntem. biri amaç, biri araç.

    freud, verili yöntemi dışlayıp kendi yöntemiyle amaca ulaşmaya çalışanlardan. olabilir, insan yöntem geliştirebilme melekesini haizdir muhakkak. fakat yöntemin doğru olup olmadığını, dahası amaca ne kadar ulaştırdığını ne ile ölçecek? burada da bir ölçü sorunu ortaya çıkıyor.

    ahlakın amaç olması, bir sürü ahlak problemini ortadan kaldırıyor. bir insan, karşılığında bir şey bekleyerek dürüst olabilir mi? ahlak araçsallaştığı, eylemin kendisi dürüst olmaktan çıktığı için olamaz. freud'un meşhur iki kavramı var, haz ilkesi ve gerçeklik ilkesi. üstat, insan ne zaman haz ilkesinin yerine gerçeklik ilkesini koyar o zaman sağlıklı bir yetişkin olur, diyor. bu ilkeleri bahsettiğimiz insana uyarlayalım. bu insan haz ilkesiyle mi yoksa gerçeklik ilkesiyle mi hareket ediyor? bir karşılık beklediği, o karşılığı aldığında haz duyacağı için cevap belli. peki gerçeklik ilkesiyle davranmış olsaydı ne olacaktı? hakikate uygun hareket edecekti. karşılık beklemenin eylemin özünü zedeleyeceğini baştan bilerek davranacak, kendini haz uğruna kandırmayacaktı.

    ahlak, hiçbir yöntemin alt kümesi olmadığı için, ateisti de teisti de ahlaklı olabilir. hatta ateistler, cennet ve cehennem gibi karşılıklar bağlamında düşünmedikleri için riya oranını da hayli düşürebilir. gerçi, onları da daha büyük bir tehlike bekler. o tehlikenin adı ayartı. ayartı, dinli ve dinsiz ayırımı yapmayan alabildiğine kalendermeşrep, alabildiğine hümanist bir olgudur. hepimizin ahlakı, her an denenir. ateist, insanüstü bir gayretle tüm ayartıların üstesinden geldi diyelim. o an en büyük ayartı belirir. ateist bu gayretini ve başarısını kendine mal eder ve her mal etme gibi bu da, kişiyi kesif bir kibrin içine sürükler. beşer böyledir, neyi kendim yaptım zannederse kibirlenir. doğuştan. başarısını kendine mal etmez belki, diye buna çocukça karşı koyabiliriz. eh fikri gereği, bir ateist için kendinde kendinden öte bir varlık yoktur, yani ateist için kendi kendidir. tabiata mal etse, bu sefer de ateist olmaz deist olur, panteist olur. başka mal edecek ne kaldı? gel de çık işin içinden...

    ahlak, hudutsuz bir kavram olduğu için üzerine ne kadar düşünsek az. yine freud, insandaki iyilikseverliğin bile içindeki kötülüğe karşı hissettiği suçluluk duygusundan kaynakladığına değinir. üstat, vicdanın bu suçluluk duygusunun gelişmiş hâli olduğunu savladığı için aslında insanın kötülükle işe başladığı, daha doğrusu cinsel motivasyonlarından ötürü anasına babasına kötülük etme hissiyle yüklenmiş olarak yola çıktığı fikrine dayanır. bu suçluluk duygusunun kaynağını da, muhtemelen dinsel pratiklerde arar. bu noksan bir arayış olsa gerektir. öte yandan, freud'un her şeyi ana baba sevi-öfkesine bağlamasına çok katılmasam da, insanın yolculuğunun kötülükten iyiliğe doğru bir yol izlemesi bana da makul görünüyor. çocuklar iyi midir kötü mü? çocuklar saftır. fakat bu saflık, içine riya karışmadığı için saflıktır. çocuk için bir iyilik-kötülük algısından bahsedebilir miyiz? iyiliğin, irade ve aklın ulaşabileceği en yüce nokta olduğunu düşünüyorum. irade ve aklın belirlediği "şuur" denilen alanın dışında bir iyilik yahut kötülük olabilir mi?

    fiilen ahlak, fikren etik, bayinizden ısrarla isteyiniz.
  • orospucocuklarinin kendini tanri zannederek, uzerinden baskalarini yargilama hakkini kendinde buldugu erdem.
hesabın var mı? giriş yap