aynı isimde "ahlat ağacı" başlığı da var
  • baba ve oğlun, amaçlarına giderken izledikleri farklı yola bakılması gerektiği kanısındayım. babanın hayali, tecrit halde, kendi ekip biçeceği bir yerde yaşamak. bir sahnede anneden duyuyoruz, bu hep böyle konuşurdu diye. yani hayalleri yeni değil. elde etmek için altılı falan oynuyor ama bir yandan da 30-40 yıldır eşek gibi çalışıyor. sabır var, sebat var. çocuk ise yazar olmak istiyor ama hemen! kaybedecek bir dakikası bile yok. ayrıca amacına giden her yol mubah onun için. tabi filmde de geçtiği üzere, vicdanına yedirebilmesi halinde. işte bu noktada, o 2000 liranın özellikle belirtildiğine inanıyorum. bir arkadaşımın da tepkisi, "aa 2000 lira mı lazım, e girsin çalışsın iki ay" oldu. e nesiller arasındaki fark bu ama. baba hayalleri için yıllarca çalışır, sonra elde ederken; çocuğun niyeti çalışarak, emekle, uğraşla ortaya çıkarmak değil yeteneğini. istediği anda, istediği şeyin olmasını talep ediyor. hem o daha başından inanmış piştiğine. çalışıp biriktirmek ve kitabını basmak onun harcı değil. ailesinden çalmak ama bunu akla uydurmak daha kolay. bu bağlamda, iki neslin yaşam pratiklerini, hayata ve hayallerine bakışlarını yorumlayabiliriz. yalnız babaya kimse, hatta kendi babası (dede, onu da kıraathanede kalabalıklardan uzak, bir başına kalmış görüyoruz, üç nesil paylaşılmış bir yalnızlık bu) inanmazken bile (kuyudan su çıkarma) çabalamaya devam ediyordu. çocuğa kimse inanmadığında (kitabı kimse okumadı bile) çocuk vazgeçti ama baba, dedenin hatasını yapmadı. çocuğunun yanındaydı, onu böyle kazandı. yaşadıklarından ders almıştı.

    yazacak çok şey filmle ilgili de toparlamak için yeterli sebat bende yok. eh ne yapalım, sinan'ın akranıyız.
  • sıradan bir film
  • filmin 3 saat oluşunun bünyemdeki etkisi "bacaklarımı lime lime doğrayan müzmin bir sızıyla, boynumda başlayıp yukarı tırmanan ve şiddetli bir baş ağrısına dönüşmek için fırsat kollayan sinsi bir tutulmadan başka da hiç bir şey değildi." *
  • izledigim ilk nbc filmi oldu ve çok begendim. dogu demirkol ve murat cemcir gerçekten mukemmel oynamislar, tebrik ediyorum.
    aklima takilan bir olay var, sormak istiyorum:

    --- spoiler ---

    hazar erguçlu'nun sadece bir sahnesi olmasina ragmen neden bu kadar one çikarildi acaba kendisi? gerek medyada, gerek cannes'da vesaire...

    --- spoiler ---
  • nbc'ın müthiş filmi. 24 saati dikkate alırsak dün izledim. sanırım o dün artık her günüme ara ara sızacak bir baş yapıtı izledim.

    add sıkıntımdan dolayı uzun filmleri izleyemiyorum, çoğu kez dvd'yi iki ya da üç güne bölerek izlerim. 188 dk. bilgisini görünce "oha, bu kadarı da fazla" dedim ve izlemeye başladım. devamı çölde vaha bulup suyu içine çekip kumların nemini emmek gibiydi.
  • kış uykusu ne kadar nbc filmiyse ahlat ağacı da bir o kadar zeki demirkubuz filmidir.
  • nbc'nin çektiği en zor filmdir muhtemelen. mekan sayısı, mevsimler, doğal efektlerle kandırmacalar derken biraz teknik açıdan sorunlu bir film olmuş. bunları görmezden geldiğimizde de film muhteşem, tartışılacak bir yönü yok bunun. kış uykusu'nun bir tık altı olsa da sinemaya ve klasik bir kitaba doygunluk hissi film biter bitmez sizi buluyor. nbc'nin artık uzun filmlerde iyi tempo ayarlayabildiği de bilimsel bir gerçek. herkes aynı şeyi söylemiş zaten, su gibi akıyor film.

    herkes her detayı yazmış, tekrarlamaya gerek yok ama fark ettiğim bir detay ise, film mehmet emin toprak 'ın memleketinde çanakkale çan'da çekilmiş(film orada geçiyor yani). emin'in nbc'nin ilk dönem filmlerinde oynadığı karakterleri sinan'da görmek mümkün. acaba gerçekten bir ilham alındı mı emin'den ve çevresinden sormak isterdim nbc'ye.

    nbc'yi taşra sevicilik ve oradan çıkamayışı, safe oynaması ile eleştiriyor olsam da, hala bu ülkede en zımba filmleri de nbc çekiyor.
  • gençler toplanın, filmin anafikrini veriyorum.

    "coğrafya kaderdir"

    --- spoiler ---

    doğar, büyümeye başlar ve büyürken bilinç sahibi olursun.
    bu sırada etrafındaki insanların kendilerine has çabaları vardır. onlar bu çabaları kendilerince bir sebebe bağlarlar.
    doğduğun yer çorak bir yamaçtır, etrafındaki herkes o yamaca su bulmaya çalıştığını söylerler.
    yaptıkları her şey sana komik/mesnetsiz/yetersiz görünür. dipsiz bir kuyuda kazma sallıyordur hepsi. sen yamacın ortasında ayrık duran ahlat ağacı olmayı hayal edersin hep. aykırı, şahsına münhasır, ayrık, başına buyruk. parmakla gösterilen, referans bellenen olmak ister, daha doğrusu bunu hayal edersin. hayal ederken, en yakının (mesela baban) bile beyhude çabalayan gereksiz tiplerden biridir.
    her boku sen biliyorsundur ve diğer herkes boş ve beleştir.
    sonra gün gelir, gerçekle yüzleşir, kuyunun dibine iner ve kazmayı devralırsın. inmeden önce hayallerini, ve dolayısıyla o ana kadar binlercesine büründüğün karakterlerden en sonuncuyu öldürmen gerekir. öldürürken anlarsın ki; bazen, ister kendi evladın, isterse başkası olsun, birileri ahlat ağacı olabilsin diye, ahlat ağacı olmaya çalışmaktan vazgeçip dipsiz kuyuda su bulmaya çalışmak da gerekir. senin beyhude gördüğün o dipsiz kuyudaki çabalar da aslında ulvidir. o gün anlarsın çorak coğrafyada kaderin babadan oğula geçtiğini, devralır ve inersin dipsiz kuyunun dibine, belki birileri ahlat ağacı olur diye.

    --- spoiler ---

    coğrafya kaderdir bizim topraklarda.
  • 2017 yapimi, greta gerwig'in yazip yonettigi lady bird'un mutevazi, bagimsiz, gosterissiz butceyle, oyuncularla kaldirdigi tozu soluyarak soyle cosa gelmisim:

    "(...) 2000'lerin basindaki yasamin akisini, duygudurumu, guclukleri, guzellikleri, kucuk insanciklarin gozunden su katilmamis sut gibi veriyor.
    misal, ii. dunya savasi yillarinin, 80'lerdeki pastel zitliklarin, vietnam savasi'ndaki buhranli gunlerin surusune bereket fotografi, goruntusu, turkusu, filmi cikmistir. oysa yakin donem 90'larin sonu, 2000'ler, bu vaktin insanciklari daha orada duruyor.
    dogrusu, 'lady bird' galiba engin bir deniz uzerine yelken acmis ilk gemilerdendir. (...)"

    2019 icin, yurdumuz icin, issizlikten iceri, gencligin kararmis ufuklarindan iceri, fukaraliktan, tasranin aci ayazindan, gorup de dokunamamaktan, bilip de erisememekten iceri sut gibi akan ahlat agaci var.
    tabii, amerikan pastasi degil bu. dissiz damaksiz agizda erimiyor.
    yurdumuz bir zaman sahane sairler cikarirdi. sonra oykuculer, romancilar. mizahcilar, karikaturculer. simdi filmciler geliyor. soyleyecek sozu olan, ama topragin bagrinda kalip gunese cikamamis cok var.

    bunlarin arasinda ceylan, 70'lerde gelse bu birikimle dehset bir oykucu olabilirmis. ama simdi film ceviriyor. urunlerini, kendimizi izler gibi kemiriyoruz. ve not olarak, diyaloglarini oldukca gelistirdi.
    rus klasik romanlarini okur gibi, durup dusune dusune, kendini metnin icine katip sara sara izlemelik, donusmelik urunler verdi.

    burasi boyle.
    hadi bir de yeni nesil gozuyle yorumlayalim.
    bizim dana, filmin girisinde cemcir'i gorunce (cok beyendigi "isler gucler" gibi bisey sanip heralde) sirita sirita ekranin karsisina oturdu. uc - bes dakikaya kaslarini catip "ama bu niye yavas??" diye sordu.
    ayiptir soylemesi, bebelerin telasina filmi birkac gune yayarak izleyip bitirebildik. muteakip gunlerde film yeniden basladikca kaslari yine catilan danamiz, en son dayanamayip "bu buyuklerin filmleri niye hic bitmiyo?" diye yapistirdi. gol oldu.
  • film ilk çıktığında gidemedim. izleyen arkadaşlarımın hepsi, hikayesi sana benziyor mutlaka gitmelisin dediler. nuri bilge ceylan filmlerini severdim de. şiddetli bir merak duygusu uyandı içimde. bir türlü fırsat bulamayıp izleyememiştim ve yaklaşık üç hafta önce izledim. izler izlemez bir şeyler karalamak gelmedi içimden. yemek yedikten sonra tatlıyı hemen yememek gerekir, biraz beklemek.

    filmi düşündüm, tarttım, hatta rüyamda gördüm. film gerçekten benim bir yanımı anlatıyordu. iç dünyamda yaşadığım karmaşıklıkları gördüm. kitabını basmak isteyen fakat basamayan bir gencin hissettiklerinin çok iyi aktarıldığını söyleyebilirim. özellikle yerel bir yazar ile gerçekleşen konuşmalara şahit oldum diyebilirim, tabii ki bu kadar sofistike olmayan bir biçimde.

    bir buçuk yıl önce bir kitap yazdım. bir roman yarışmasına katıldım. bu sırada, atanamamış bir öğretmen olmamdan mütevellit özel sektörün eğitim gayesini aşıp ticarethaneye dönüştürdüğü bir kurumda insanlara imtihan bilgisi satıyordum. yarışmayı kazanamadım, yayınevleri geri dönmediler. kendim bastırmayı düşündüm ülkede kağıt krizi peyda oldu. askerliğimin bitişi ve artan evlilik baskısı, bir mesleğe sahip olmak fakat o mesleğin yan sanayisini icra ediyor olmak, bu sırada estetik duygularımın yaşantım üzerine ağır basması ve bir durumu, olguyu sürekli olarak ifade etme isteğim: bunlar hayatımın özetiydi. sözlüğü bu amaç uğruna çokça kullanmışlığım da oldu.

    filmi benim için etkili kılan çanakkale'de çekilmiş olmasıydı. çanakkale'de okuduğum için o sepya atmosferi, sarıçay'ın üzerinde ölü süzülmüş martıları, o sürekli kitap aldığım kuytu-karanlık kitapçıyı görmek, o masraftan kaçılmış fakat caddeyi pek de sevimli kılmış sokak taşlarını, farkında olmadan kendini hissettiren poyrazın salladığı ağaç yapraklarını izlemek; çok karmaşık duygular içine sürükledi beni. ahlat ağacı, benim için sadece bir durum hikayesini konu edinen sanatsal bir film değil, hayatımı hafif teğet geçmiş bir fısıltı oldu.
hesabın var mı? giriş yap