• hayatımızı sikip atmış hastalık. hastalıkların en orrospu çocuğu.

    biliyorum ki yakınına bu iğrenç hastalığın teşhisi konmuş her sözlük okuru, bilimsel makale okur gibi gelip burda arayacak konunun vehametini.

    bi kaç ay önce anneme bu teşhis konulduğunda burda yazan bütün entryleri okudum. kutsal bilgi kaynağı ya, burdan alırım en ulvi bilgileri dedim. moralimi düzeltecek herhangi bir konuya rastlamadım. herkeste durum aynı mı bilmiyorum ancak dördüncü evre akciğer kanseri diye konduysa o teşhis, burda yazılan çizilen her bok teker teker yaşanıyormuş.

    bi telefon gelir hsbc bankasından, check up kazandınız diye. henüz yeni menapoza girmiş annemi bi götürelim, "madem check up kazandık troidlerinde bi sıkıntı var mıdır acaba?" diye düştük yollara. yapılan testler alınan kanlar çekilen röntgenler derken dahiliye doktoru ciğerde gördüğü lekeden kıllanır. bir de renkli mr ister.

    her şey ne olduysa o zamandan sonra başladı zaten. daha önce defalarca yazılmış teşhis konulduktan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi değildir diye. harbiden dostum, bu hasta olan kişi kadar hasta yakını için de geçerli bir şey. artık gerçekten de hiçbir şey eskisi gibi değil.

    tıp fakültesine sevk edildik çok geçmeden. ciğerlerde cep telefonunundan hallice bir kitle var ve bunun ne olduğu kocaman bir sır. ben yine ukalaca kocaman konuşuyorum. bir insanın 12 cm boyutunda ciğerlerinde bir kitlesi varsa nasıl bu kadar normal olabilir? tamamen bir yanlış anlaşılmadır lan bu diyorum tüm soranlara. akla yatar mantıklı bir durum değil zira annem her sabah 180 metrekare evi temizleyip üstüne kahve içelim mi cihan diye soran bir kadın. saçma sapan gelip yerleşmiş öksürük dışında hiç bir akciğer kanseri belirtimiz yok!

    biyopsi yapılsın dendi. bekledim ki o gerizekalı doktorlar yanlış teşhis koyduklarını deklare edebilsinler. parça alalım dediler. alın dedik. alın ki bizi de rahatlatın.

    iğneli biyopsi yapıldı. uzunca bir süre bekledik patoloji sonucunun çıkmasını. işte o dönem okudum burda yazan her boku. akciğer kanseri denen nanenin ne denli boktan davranabildiğini. dördüncü evreye gelene dek hiç bir belirti vermediğini. süngerimsi yapısının hastalığı çok da güzel saklayabildiğini.

    pazartesi çıkacak sonuçlar dendi, çıkmadı. cuma'ya kaldı dediler; yine koyamadılar teşhisi. sonra o malum telefon geldi.

    -küçük hücreli dışı adenokarsinom.

    51 yaşında olan anneme böylesine havalı bir tanı kondu. hepimiz birbirimize bakıyoruz evde. adenokarsinom. kötünün iyisi lan! küçük hücreli değil en nihayetinde!

    mersin'de yaşıyor annem. mersin'in siktiğim hastanelerine de, doktorlarına da güvenemediğimizden istanbul'da bu işi çözme kararı aldık. ama artık bir kere konu bıçak gibi deldi geçti bütün aileyi.

    çapa'da aldık soluğu elimizde toraks cd'si ve tanı kağıdı ile birlikte. kitle santral merkezde olduğundan ve çok büyük olduğundan ameliyat mümkün değilmiş. pet tarama yapalım dediler. ne durumdayız görmemiz lazım. pet tarama yapıldı. br de onun sonucunu bekledik. zaten hep bi bekleyiş.
    sonuç hiç de hayırlı gelmedi. lenflerde metastaz olduğu gibi sıçramadığı kemik de kalmamış. boyunda kaburgasında kuyruk sokumunda ve bacaktaki kemiklerde metastazlar mevcut.

    kemoterapi yerine akıllı ilaç kullanabilir miyiz diye bir kaç test istediler. alk ve efgr testleri. gen mutasyonuna bakacaklarmış. 20 seneden fazla sigara tüketmiş olan annemin genetiği bozulduğundan olsa gerek bu testler de negatif çıktı. akıllı ilaç denen nane sigara içmeyen insanlarda işe yarıyormuş daha çok. sigara kullanan insanlarda testin pozitif çıkma olasılığı %4'ün altındaymış zaten.
    yani bu umut da yeşerdiği gibi kendiliğinden eriyip gitti hemen.

    kemoterapi dedi doktorlar. kemoterapi deyince aklıma saçların döküleceği geldi. saçların dökülme olayı, kemoterapi denen aşağılık tedavinin en sevimli tarafıymış. en çok saçları gidecek diye üzülürken ben, çok daha ciddi sıkıntıların içinde olduğumuzu farkedememiştim.

    cisplatin ve etoposid verildi ilaç olarak. ilk 4 gün hiç bir yan etkisini göremedik. süper lan annemin vücudu kemoterapiyi gayet rahat tolere edebiliyor sanıyordum ki beşinci gün başladı yan etkiler. tahammülsüz kusma isteği, durudurulamaz öksürük, iki gün kabız üç gün ishal... annem başladı erimeye. kabız, ishal, mide bulantısı, bunlar da sonradan sevimli yan etkiler olarak gelecekmiş. kısa süre sonra bunu da anladık.

    evime götürün beni dedi. yatağımda olmak istiyorum.

    adana acıbadem hastanesinde civar illerce isim yapmış bir onkolog bulundu. güvenilir gözüküyordu adam. hakkında gayet olumlu şeyler yazılmış çizilmiş internette de.

    ikinci kür kemoterapi ilacını değiştirmeye karar verdi doktor kişisi. dördüncü evre akciğer ca'lı birini tedavi etmenin şansı olmadığını, verilecek olan kemoterapi "yaşam standardını yükseltme ve kalan ömrüne bi kaç ay ekleme" amaçlı olacakmış.

    ne kadar da rahat söyleyebiliyor bunu doktorlar. ben o güler yüzlü doktora annemi kurtarabilecek miyiz diye sorduğumda yine o güler yüzüyle, bir o kadar da net cevapladı:

    -hayır. böyle bir şey söz konusu değil.

    o bu cümleyi kurarken hastaneyi başıma yıktılar gibi hissettim. kurduğu cümlenin enkazından hala kalkmış değilim.

    ikinci kür başladı. cisplatin ve ticari adı alimta olan iki ilaç verildi damardan. kemikler için ise başka bir ilaç.

    bu süre zarfında sırttaki ağrılar giderek artmaya başladı. artık kırmızı reçeteli ciddi ağrı kesicilere başlamıştık bile. contramal damla kullanmaya başladık. codeine şurup hazırlatıyorduk eczanenin tekine öksürüğünü kesmek ve ağrılarını dindirmek için.

    ikinci kemoterapi sonrası zayıflayan bünye nerden olduğunu bilemediğimiz bi bakteri kaptı.
    önce amip oldu. kan değerleri o kadar düştü ki dışardan gelebilecek her mikroba karşı bünye kendini aç hissediyor olsa gerek üstüne zatürre oldu.

    kemoterapi yaşam standartımızı yükseltmekten çok yakıp yıkıyordu önüne gelen ne var ne yoksa. 21 gün mücadele ile geçti. bağışıklık sistemi çöktükçe kanser de agresifleşiyordu. farkında olmadan yaptığı ellerindeki garip kasılmalardan şüphelendim. beyin mr'ı çekilsin istedim.

    çektirdik.

    ne yazık ki beyinde de metastaz varmış. tüm bunlar olurken daha teşhisin konulmasının üçüncü ayındayız. üç ay içinde bu iğrenç hastalık her tarafı sardı bile.

    beyin metastazı için gamma knife uygun görüldü. tek seferde, tek ışınla radyocerrahi mümkünmüş. en büyüğü 1.5 cm olan üç kitle gamma knife ile yok edildi.

    bütün bunlar olurken annem kelimenin tam anlamıyla erimeye başladı. teşbih yapmıyorum, annem terleyerek erimeye başladı. öyle bir terleme ki on beş dakikada bir, kıyafetleriyle havuza düşmüşcesine terliyordu. sonra bir gün bilinci de kayboldu. beni tanımıyordu. sırılsıklam geçen bir haftanın sonunda yoğun bakım günleri başladı. yoğun bakım önünde geçen bekleyişler. o kadar çok terlemiş ki vücudun elektrolit dengesi bozulmuş. sodyum ve kalsiyum değerleri olması gerekenin çok altında. sevindirici haber yaşadığı bilinç kaybının beyin metastazı ile alakası yokmuş. vücutta biten tuz beyin sinyallerinin iletilememesine sebep oluyormuş. tuz yoksa iletken de yok.

    kanser agresifleştikçe sistemleri de bozmaya başladı. antidiüretik hormonun salınımını tamir edilemeyecek şekilde bozdu. günlük sıvı tüketimi 1 buçuk litreyi geçmeyecek şekilde olacakmış bundan sonraki hayatında. bundan sonraki hayatında ona da okay dedik. ne diyebiliriz ki.

    çıkardık hastaneden annemi. elimizde durogesic ağrı bantlarıyla. bi tane yapıştırıyorsun üç gün ağrı falan yok. ama işte sıkıntı şu ki, bu ağrı kesicilere hemen alışıyor bünye. bir uyuşturucu bağımlısı gibi her seferinde daha fazlasıyle tatmin olma yolunda.

    bantlar da etkisini yitirmeye başladı. sırtındaki ağrı dayanılmaz boyutlara gelince ct tarama yapıldı. kaburga kemiğinde kırık. kemikler durduğu yerde kırılmaya başlıyormuş. akciğer kanserinde bunlar normal dediler. normaliteyi sorgulamaz olduk zaten. nefes alamıyorsa normal, kemikler kendi kendine kırılıyorsa çok normal.

    akciğer kanseri senin ben amına koyim!

    yanımda yatıyor annem şu anda. o nefes almakta zorluk çekerek uykusunda, ben elimde laptop bunları yazıyorum. yazıyorum ki hala yanımdayken yazılmış bir yazı olsun. yazıyorum ki ilerde bu entryi girerken annem yanımda yatıyordu diyebileyim. yazıyorum ki annem hala hayatta. az sonra evden çıkıp göğüs cerrahına gideceğiz. kaburga kırığı için ne yapılabilir onu danışacağız. hastalıktan gebersem bile gitmediğim hastaneler bi kaç aydır mabedimiz oldu. bu hastalık sayesinde normal şartlarda asla işimin olmayacağı tıbbi terimler öğrendim. zeytin yaprağının ağızdaki yaralara iyi geldiğini öğrendim. anne sütünün beyin metastazına iyi geldiğini. kemoterapi denen zavallı tedavi türünün kaş yapayım derken göz çıkarabileceğine adım adım şahit oldum. bu hastalık sayesinde hayatımda hiç işimin olmayacağı anti depresanlara başladım. zombiye dönünce attım kutuyu çöpe. bu hastalık sayesinde tam bir orospu çocuğu gibi yaşarken düzenli bi hayata geçtim. kafamı her türlü ayık tutmam gerektiğini öğrendim.

    kanserle savaş diye tabir edilen terimin gerçekten de ete kemiğe bürünmüş bir savaş olduğunu da öğrendim tabi. o bir hamle yapıyor, biz bir hamle yapıyoruz. o bozuyor ,biz düzeltiyoruz. azraille satranç oynuyoruz bildiğin. her hafta farklı bir konuda, farklı bir tedavi uygulanıyor.

    bazen hayat boktan şeylerle sınıyor demek insanı. hep düşünüyorum kanserli hasta için mi daha zor bir durum yoksa hasta yakınları için mi? sınanan annem mi yoksa biz miyiz?

    güzel haberler almanız dileğiyle.

    edit: yüzlerce geçmiş olsun mesajı aldım. elinden ne gelirse yapmak isteyen yazar doluymuş meğersem buralar. çok sağolun hepiniz. desteğiniz ve iyi niyetiniz için binlerce kez teşekkür ederim. güzel haberlerle editlerim umarım bu entrymi.

    edit2: güzel şeylerle editlemek üzere ayrılmama rağmen sayfadan boktan haberlerle geri döndüm altı gün sonra.

    pankreas kanseri için bizim onkolog bir cümle kurmuştu, kendisi pankreas kanserini trafik kazasına benzetmişti: aniden gelir, anlayamadan hastayı kaybederiz bi kaç ayda demişti. allahtan şanslıymışız ki pankreas kanseri değilmişiz. ya öyle olsaydık ne yaparmışız.
    sağolsun. iyi ki söylemiş. hastalığı öğrendiğimizin daha beşinci ayında değiliz, bugün terminal döneme girdiğimizin haberini aldık.

    kalp çarpıntısının sebebini öğrenmeye gittik bi kaç gün önce. kapakçıklarda sorun varmış. akciğer ca ile alakasız bir sıkıntı, beloc yazıyorum, kullanın geçer dedi, eve yolladı eksik olmasın. annemi ekg için küçük odaya bıraktığım sırada, odasına daldım tekrar doktorun. nedir durum annem yokken öğrenmek adına. kalp zarında da metastaz var dedi. kalbe de sıçramış aşağılık tümör. kalp ile zar arasında boşluk yaratıyormuş bu da o boşluk arasında sıvı dolmasını sağlıyormuş. solunum sıkıntısı yaparsa getirin içerdeki sıvıyı boşaltırız, onun dışında yapılacak bir şey yok dedi uzun saçlı doktor. peki dedim. hep teşekkürler hocam diyip çıkıyorum zaten.
    kısaca nur topu gibi kalp zarı metastazı ile döndük eve.

    ertesi gün dindiremediğimiz karın ağrısı sebebiyle dahiliye doktoruna da bir görünelim dedik. kullandığımız ağrı kesicilerin yan etki olarak bağırsak problemlerini dolayısıyla karın ağrısını beraberinde getirebileceğini çoktan öğrendik ancak durum bağırsak problemi gibi durmuyordu. ağrısından kıvranıyor annem. ultrasona soktular fazla bekletmeden. karnına lübrikant sıvıyı sıkan doktor ekrana bakıp bakıp konuştu, o konuştukça asistanı not aldı. bilmediğim bir sürü terimle sıkıntılarım daha da arttı.
    rapor hazırlandı yine anlamadığım terimlerle:

    böbrek üstü bezlerinde ve karaciğerde de metastazlarımız varmış. omuriliği saran lenf bezlerine de çoktan sıçramış zaten kanser. oralar da aynı sebeple su topluyormuş. ağrısı bu yüzdenmiş. başka şeye yormaya da gerek yokmuş.

    şaka gibi her şey. harbiden artık tiyatro gibi geliyor. bu kadar hızlı gelişmesi herşeyin artık gerçekliğini yitirdi bende. hazırlıklı olun dediler. artık her an her şey olabilirmiş.

    hangi hasta ruhlu insan kendinsini annesinin ölümüne hazırlayabilir ki? bunu insanın kendini hazırlayabileceği bir şey mi sanıyor insanlar? herkeste aynı tavır. güçlü ol aynı zamanda hazır da ol!

    peki madem dediniz ya öyle, güçlü de olurum ben. güç alabileceğim hiç bir haber alamamışken.

    terminal döneme girmişiz anlayacağınız. bu dönem ne kadar sürer hastanın bünyesi ile alakalıymış. artık tedavi yokmuş sadece palyatif tedaviler varmış. ağrısını dindirip ona huzur vermek varmış bu süreçte. sahtece gülüp iyileşeceksin merak etme diye şaklabanlık yapma dönemindeymişiz. bu bir ekip işiymiş.
    ekipmişiz biz. ekip olunca her şey daha kolaymış öyle dediler. peki madem. ekip de olalım. tıp da zaten hiç öyle düşündüğümüz gibi ilerlemiş bir bilim değilmiş. elden bazen hiç bir şey gelmeyebiliyormuş.

    umarım o kötü haber için editlemek yerine "böyle güzel bir mucize oldu ben de inanamıyorum" amaçlı editlenir bu entry.

    edit:
    29 ocak 2015 saat 10:09 yazıyor ölüm belgesinde. sadece beş ay ondört gün sürdü mücadelemiz. malesef annemi kaybettik. huzur içinde yatsın.
  • ciddi bir başlık.

    bakın hastalık, şöyle moral, böyle kurtulunur falan demiyorum. başlık.
    (bkz: başlık)

    bir başlık, bir sözlük içeriği zaviyesi ile;

    tüm sözlük ahalisine bir abi tavsiyesidir.

    sözlüğü ciddi hastalıklar konusunda "gerçekleri söylemek" saiki ile de olsa, moral bozucu içerikle doldurmayın. internette zaten bolca var, ve doğal olarak bu kişiler zaten bu içeriğin "içinde yüzüyorlar". burada internette olmayan bilimsel makale yazıyor, tıp dünyasına katkıda bulunuyor olamazsınız. o zaman yapmayıverin.

    ciddi sayıda kişi ekşi sözlüğü, olduğu gibi, yani, şahsına münhasır, ikamesi olmayan, kutsal bilgi kaynağı olarak kullanır. çünkü burada son derece rafine, çoğu yaşanmışlıktan alıntı, samimi paylaşım duygusu yaratan içerikler bulur. velev ki x bir hastalık tam anlamı ile istisnasız %100 mortalite bile barındırsa, yazdıklarınızın hepsi "ilk kurtulan sen/yakının olabilir..." minvalinde yazmalıdır. bu her şekilde böyle olmalı.

    bakın ben bunu sair konularda çok yaptım/yapıyorum. yani "gerçek" bildiğimi, onay, kabul görmeyeceğini bile bile, sallamadan sözlüğe çok yazdım. ama hiçbiri ciddi hastalıklar için değildi. hiçbiri kalp gönül kırmaya, insan üzmeye değmez. hastalık ciddi konudur, "- banane, gerçekleri bilsin, kaldıramıyorsa onun sorunu." demeyiniz.

    neden böyle, çünkü bir tecrübem var, hala içimde yaradır;

    herhalde 2003 civarları falandı. başlık (bkz: ms) yani multipl skleroz. ayrıntısına girmeyelim, ciddi bir hastalık. bizim de bir yakınımız vardı rahmetli, biraz bilgim tecrübem var. "gerçekleri" yazayım dedim. ve başlık altına dün gibi hatırlıyorum tam olarak "direk yavaş ölümdür" gibi bir ifade/benzetme kullandım.

    aradan yıllar geçti. sanırım 2-3 yıl kadar. bir gün bir dm geldi. "- abi bunu böyle yazmışsın, tamam doğru belki ama, ms hastaları hala okuyabiliyorlar. bunu unutma istersen." dedi.

    haklıydı. ben yazıyı hayatında hiç ms görmemiş, yakınında yaşanmamış kişilere "bilgi" olsun diye yazmıştım. niyet buydu. ama yazı çok çok büyük bir hataydı!

    ekran karşısında dondum kaldım. o dm'nin geldiği gün ile, entryi yazdığım gün arasındaki aylarda bir veya birkaç, belki onlarca ms hastası, yakını, anası, babası, evladı bu yazıyı okumuş olabilirdi. ki kesin olmuştur. onların kendileri gerçeği benden çok daha iyi biliyor da olsalar bunu bir de benden, benim kelimelerimle, benim teşbihlerimle, duydular. çok önemliymiş, çok lazımmış gibi... yazıyı anında sildim ama muhtemelen ekstradan üzdüğüm kalpler hep üstümde yüktür. hala bu hatayı nasıl yaptım diye hayıflanır, büyük vebal altına girdim diye düşünürüm.

    ciddi hastalık başlıkları için bir istisna yapın. susmayı veya sadece ve sadece pozitif içerik girmeyi ilke edinin. yoksa siyaseti, partisi, karısı kızı, ilişkisi, magazini, feneri cimbomu, ünlüleri bilmemnesi geçer gider...

    neden biliyor musun?

    geçtim, adamlığı, insaniyeti, iyiliği bilmemneyi,

    bir gün başına bir kötü iş gelirse, sen de sözlüğün ilgili başlığını açacaksın. kendin gibileri o başlıkta görme diye...
  • bana sigarayi biraktiran illet.

    yeni dogmustu kizim, para biriktiriyorduk ve ben hala sigara iciyordum. sonra bir gun, oksurmeye basladim; terlemeler, gogus agrisi... doktora gitmem gerekiyordu, biliyordum.

    tevekkeli degil, her sigara yakisimda akciger kanseri, aklimin karanlik koselerinde golge icinde bir golge gibi geziniyordu, duyuyordum. moral bozan o goruntuler vardi cunku: kanser hastalarinin sorunlarini irdeleyen filmler, belgeseller, bilim-teknik dergilerindeki makaleler, istatistikler, yasal uyarilar, sigara icmeyenlerin hassasiyetleri...

    insanin uc kurusluk keyfini kacirmaktan baska ise yaramayan seyler! diye dusunuyordum o zamanlar.

    adam sende! diyordum. hep baskalarinin basina gelen bir bela degil miydi o? (savaslar, acliklar, diger felaketler gibi...) hem, ne kadardir iciyordum ki sunun surasinda, elbet birakirim...ama sonra, simdi degil!... ilk nefeste kovuyordum zihnimdeki hayaletleri.

    yeni dogmustu kizim ve para biriktiriyorduk. derken, kan geldi...

    kizim! diye dusundum ilk olarak. acaba daha kac yil yasarim para kazanmak icin! hem, nasil soylerim esime, anneme, babama! o istatistikler, film sahneleri, makaleler golgelerin icinden siyrilip sekil aldi birden. hayalet olmadiklari belliydi...

    esime yalan soyledim, usutmusum herhalde, bir doktora goruneyim, icim rahat etsin diye gulumsedim, huzursuz bakislarina karsilik...

    bunlari dusunuyordum hastaneye giderken.

    rontgen cektiler, mutehassis uzun uzun bakti filme, rapor yazmaya basladi anlamadigim bir dilde. bildigim birkac kelimeyi birlestirip, berbat bir aksanla
    sordum: "nasil?...". "kotu." dedi ifadesiz bir yuzle, zarfi uzatirken. bir ugultu perdesinin ardinda dudaklarinin kimildadigini goruyordum, "uzmani gor, o sana gerekli bilgiyi verecek" gibi birseyler mirildaniyordu sanirim.

    sonra kendimi uzmanin karsisinda otururken buldum. uzun uzun bakti filme. ne kadar ilerlemis, tedavi ne kadar surecek, kac yil omur bicerler acaba diye dusunurken o susmaya devam ediyordu. sonunda patladim:

    kanser degil mi doktor!...

    urktu. endiseyle bakti gozlerimin icine ve ihtiyatla konusmaya basladi: "hayir...agir bir bronsit geciriyorsunuz..."

    basimin donmeye basladigini hissettim. bronsit!... icimdeki derin endiseye tuhaf, delilige benzer bir cosku, bir umut katildi. sayi konusunda ilk defa durust davranarak: "ama ben gunde birbucuk paket sigara icerim doktor!" dedim, "kilo vermeye basladim, ustelik kan oksuruyorum!..."

    hastaneden ciktigimda, hayalet gibiydim. kolumun altinda, endisemi yok etmeye yetecek sayida uzman doktor tarafindan onaylanmis teshis raporu ve bir poset dolusu ilac vardi. aklimda ise, doktorun su sozleri: "sigarayi kesinlikle birakmaniz gerekir. bana "kanser degil mi doktor" diye soran ilk kisi siz degilsiniz ve ben o soruya her zaman menfi yanit veremeyebiliyorum."

    bu, mutlu biten bir oyku degildir. cunku akciger kanserine yakalanma riskinin, sigarayi biraktiktan sonra -en iyimser tahminle- on sene sureyle var oldugunu biliyorum.

    akciger kanseri, bu illetten muzdarip olanlara ve onlarin yakinlarina buyuk acilar yasatan bir hastaliktir. ote yandan, saglik ve tedavi masraflari baglaminda, hasta ve devlet butcesine buyuk mali kulfet getirmektedir. musebbibi ise, (buyuk cogunlukla) sigaradir.

    sigara ve akciger kanseri konusunda yazilanlar, cizilenler, yapilan arastirmalar, kampanyalar ve cekilen film ve belgeseller, "baskalarinin" ya da "hayali" insanlarin hazin veya fiktif oykuleri degildir.

    ve en onemlisi: akciger kanseri, bulasici degildir. onu gormezden gelerek veya kanser hastalari ve yakinlarini dislayarak, kendi kaderlerine terk ederek onune gecilemez.
  • buraya yazdıklarımla umut tacirliği yapmak istemem ama bakın gerçek bir hikayedir bu.

    babam 2008 yılında küçük hücreli dışı akciğer kanseri olan teşhisi ile tedaviye alındı. hacettepe'de doçentler vs. toplandı, "hayatta kalması mümkün değil" dediler. kemoterapi, radyoterapi birlikte verildi. sonrasında ise "tümörde küçülme yok, ameliyat edilemez" dediler.

    bilen bilir, kanserin 1'den 4'e kadar evreleri vardır. babam 3b idi. internetten de araştırdım, kurtulması için umut veren şeyler bulamadım.
    "bir kaç kez daha kemo yapılır, 6 ay sonra kaybederiz" dedi ankara'daki çok bilen insafsız doçentler. baba hırsızları, sevilen yakınların hırsızları, mortalite oranı arsızları. böyle böyle 4-5 ay kaybettik.

    sonra uludağ üniversitesindeki çılgın bir adamla yolumuz kesişti bir şekilde: cengiz gebitekin. "ben bunu ameliyat ederim" dedi. "zaten bu şekilde şansı yok ama opere edilebilir" dedi. duyunca öyle kızmıştım ki bu doktoru bulana. umut tacirliği, boşa koşuşturma falan diye. başkentteki koca koca proflar çözememiş, o zaman henüz doçent olan bu abi mi yenecekti bu ölümcül hastalığı? bu doktorun dediğini istanbul'da çapa'ya bir doçente gidip muayene ücreti ödeyerek sordum. bütün laboratuvar sonuçlarını aldım elime, çıktım karşısına. dedi ki "bunu halledebiliriz ancak omuz sinirlerine çok yakın, birden fazla doktorla yapmak lazım ameliyatı". florence nightingale'den azmi hamzaoğlu'na yönlendirdi bir de o görsün diye. gittim tabi. babamı da zorla istanbul'a getirdim. azmi hoca filmleri vs. tekrardan florence'da çektirmemiz istedi. para vs. hiç önemli değildi elbette. babam kızdı falan ama çektirdim. azmi hoca baktı sonuçlara, "bu rahatlıkla ameliyat edilir" dedi. şok olmuştum. yani ankara'dakiler baştan mı savmıştı babamı?

    diğer taraftan artık inancım gelmişti. bursa'ya döndük ve cesur yürekli adama ameliyat olmak istedik. ilk ameliyata girişimiz kötüydü, direkt çıkardılar kalp yetmezliği var diye. bir ay içinde anjiyo, stent falan. 1,5 ay kadar sonra yeniden ameliyat. yanlış değilsem 8,5 saat sürdü. bir akciğerin önemli kısmını aldılar, bir kısım kemiğe bulaşan yer de vardı, o kaburgaları da aldılar. sinirlerinde pek bir problem yoktu, kolunu oynatmada sıkıntı olmadı ameliyat sonrasında.

    küçük hücreli dışı 3b bir kanser hastasını yaşatmayı başaran adam olmasa babam çoktan vefat etmişti. mortalite notu düşkünü ankaralılara ise bir laf etmek istemiyorum ama onlar yerine keşke daha iyi doktorlarımız olsaymış diyorum.

    edit: 2024 itibarıyla ameliyatın üzerinden 15 sene geçti.
  • bir kış günüydü, kış eğitim kampına giderken son kez eniştemi hasta yatağında ziyaret etmiş ama babama durumu ağırlaşırsa çağırın demiştim.
    kamptan döndükten sonra acı haberi aldım, meğerse ben kamptayken vefat etmiş ve bana söyleyememişler...
    ağlaya ağlaya tekirdağ'dan kırklareli'ne diz boyu kara rağmen kullanmıştım arabayı...
    çok seviyordum eniştemi, çocukları olmadığı için o da beni çok severdi, oyuncaklarımı o alır, beni ananemdeyken o gezdirir hatta kahveye götürüp bulmacanın inceliklerini anlatırdı...
    10 sene oldu onu kaybedeli...

    dün ise yine maceralı, karlı bir motosiklet yolculuğundan döndükten sonra annem odama geldi ve nasıl söyleyeceğim bilmiyorum dediğinde aklıma mustafa amca geldi... aile dostumuzdu, tekirdağ'a döndüğüm için çok sevinmiş, ee ibo parlatırız diyordu.
    netekim durumu ağırlaşmış, akciğeri artık hizmet etmez hale gelmeye başlamıştı... kemoterapi görüyordu...
    sigarayı hastalıktan önce bırakmıştı oysa... toparlar diye umut ediyorduk...
    onun hastalığından bir süre sonra da kızında meme kanseri çıkmış ve o da kemoterapiye başlamıştı... ne acı dimi her ikisi açısından, mustafa amca kendinden çok kızını düşünürken, kızı da yeni doğmuş çocuğundan çok babasını düşünüyordu...
    haberi alınca bişi diyemedim yine, işyeri de tekirdağ'a biraz uzak olduğundan son görevimi yapamayacağım mustafa amcama...

    akciğer kanseri eniştemi sigarayı bıraktıktan 2sene sonra bulmuş ve resmen eritip aramızdan almıştı, aynı şekilde mustafa amcayı da sigara illetinden yakalayıp bitirdi gözümüzün önünde... yine bir kış vakti... yine karlı bir trakya gününde...

    içmeyin aganın içmeyin, şu sigarayı kendiniz için olmasa da aileniz için, sizi seven insanlar için içmeyin...
    al işte ailemde kimse içmiyor olmasına rağmen aldı götürdü iki sevdiğimiz insanı...

    kanser illetinin seni ele geçirmesine izin verme okuyucu, bunu okuduktan sonra inadına yakma bir sigara...
  • hastalıktan çok insanların can sıktığını gösterdi bana şu anda. adam annesine teşhis kondu, belki iyileşir çünkü küçük hücreli değilmiş diye umutla yazıyor, adam tam 3 dakika sonra "kurtuluşu yok, imkansız" falan diye entry giriyor altına, gören de beklemiş zanneder.

    medikal olarak bilgi vermek gerekirse prognozu ne kadar yayıldığına ve hastalığın alt türüne göre değişir. berbat bir prognozu olduğu ve çoğu kişinin en çok korktuğu kanser olduğu doğrudur ancak bunun sebebi genellikle belirti vermediği için son dakikada fark edilmesinden kaynaklanır. erken veya orta evre akciğer kanserlerinde küratif rezeksiyon denilen akciğerin olaylı kısmının alınması artı kemoterapi ve gerekirse radyoterapi ile hastalık remisyona sokulabilir, hatta komple tedavi de edilebilir. adamın yakınının hangi evrede olduğunu, alt türünün ne olduğunu nereden biliyorsun ki direkt "kurtuluşu yok" diye moral bozuyorsun? bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın şurada amk.
  • şu an 75 yaşını süren ve 30 senedir sigara içmeyen dedemde çıkmış hastalıktır. hayatı köyde en organik gıdalarla beslenerek, dertsiz tasasız rahat içinde geçiyordu. ailede de şu ana kadar hiç böyle bir vakaya rastlanmamıştı. son 30 yılı bir insanın yaşayabileceği en sağlıklı şekilde geçiyordu ve hem fiziki hem ruhi açıdan son derece iyiydi. hatta öyle ki; babam ile yan yana geldiklerinde ikisini kardeş zannediyorlardı. demek ki değil bir süre, sigaradan bir nefes bile çekmek kanser oluşumuna yetebilir.

    hastalığın henüz metastaz yapmamış olması büyük şans. doktorun dediğine göre bu durumda (metastaz yapmadan) gelip iyileşerek gönderdiği çok hasta olmuş.

    28.08.2009: dedem kanseri tamamen yenmiştir.

    22.05.2010 : tedavinin sonunda kanserli hücre görülmemesine rağmen 9 ay sonraki kontrollerde böbrek üstü bezlere ve akciğer'in alt kısmına metastaz görülmüş. tedavi tekrar başlıyor ancak bu sefer pek umut yok gibi.

    16.11.2010 : dedem normal yaşamına devam ediyor. doktorların metastazdan bahsetmesine, artık kanserin yayılacağını söylemesine rağmen son kontrollerde kanserin gerilediği görüldü. ve şu anda kanser tedavisi görmeden hayatına devam ediyor. tedavi ve hastalık biraz güçsüz düşürdü ama hâla tüm ihtiyaçlarını kendisi karşılayabiliyor.

    21.12.2010 : kanser beyne sıçramıştır. yolun sonu.

    06.01.2011 : kemik taraması temiz çıkmıştır.

    02.02.2011 : dedem hala yaşıyor, tabi buna yaşamak denirse. kemiklerinin üzerinde ambalaj gibi duran deri topluluğu. sürekli yatan, uyuyan, arada sırada yiyebilen, çok nadir konuşan, genellikle bilinçsizce duvara, tavana bakan bir canlı. 2 gün önceki kan tahlilleri de normal çıktı üstelik. doktorlar 1 ay önce 4-5 gün demişti neredeyse 1 ay oldu.

    15.02.2011 : dedem vefat etmiştir. ışıklar içinde yatsın.
  • babasını bu hastalığın küçük hücreli cinsinden kaybetmiş bir hasta yakını olarak bu mna koduğumun illetiyle muhattap olmak zorunda kalanlara birkaç tavsiye;

    - moralinizi yüksek tutun. yalandan değil, gerçekten hayatınızı aynı şekilde devam ettirmeye çalışın.

    - internetten her okuduğunuza sarılmayın (bu yazı da dahil), en doğru yolu her zaman doktorunuz gösterecektir.

    - hastalığın hangi evrede olduğu hastanın kurtulup kurtulmayacağını belirlemez. evre sadece hangi tedavinin hangi dozda uygulanacağına karar vermek için tıbbi bir terimdir. yani 4. evrede bir hastanın kurtulma ihtimali var ve sanıldığı gibi bir mucize değil.

    - kanserden kurtulmak için tek ve kesin bir çözüm yoktur. doktorunuz birçok değişkene ve hastanın genel durumuna göre karar verecektir, ona güvenmekten başka bir şansınız yok.

    - hasta olan kişinin tedaviye vereceği yanıt her zaman değişir. kemoterapi illa saçları dökecek veya radyoterapide cildinde yaralar oluşacak diye bir durum yok. örneğin babamda kilo kaybı ve halsizlik dışında gözle görülür bir değişiklik olmamıştı ama tekrarlıyorum, bu durum kişiden kişiye değişecektir.

    - özellikle kemoterapi sürecinde beslenme, moral ve hijyen çok önemli. kemoterapi denilen şey aslında zehir ama hastalıktan kurtulmak için muhtaç olduğumuz bir zehir. hasta daha iyi olmak için önce daha kötü olmak durumunda. bu dönemde diğer hastalıklara karşı da daha savunmasız olduğu için hijyen ve beslenme çok önemli. kanser hastalarının genelde yüz maskesi kullanmasının nedeni budur.

    - tedavi süresince hastanız ciddi bir iştahsızlık çekecek, bu dönemde bal yemesinin ve elinden geldiğince su içmesinin ciddi katkısı var. bal bağışıklık sistemini ayakta tutuyor ve en azından ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlıyor. bunun dışında elinden geldiğince yemek yemesi gerekiyor, bir lokma bile olsa. bunun dışında kansere iyi geldiği iddia edilen sürüyle gıda var, bunları da tüketebilir ama doktorunuza danışmadan birşeye kalkışmayın lütfen.

    - hasta eğer kendini biraz da olsa iyi hissediyorsa dışarı çıksın, yürüsün, günlük işlerini yapmaya devam etsin. sürekli yatmak kişiyi psikolojik olarak daha çok yıpratıyor.

    - eğer şanslıysanız ilk tedavide başarıya ulaşabilirsiniz, hasta tedavi görmeden sadece 3 aylık kontrollerine gitmeye başlayabilir ama kanser hep orada olacak ve birgün tekrar ortaya çıkacak, bunu aklınızdan çıkartmayın.
    o gün gelinceye kadar elinizden geldiğince mutlu olmaya, birşeyler paylaşmaya çalışın. akciğer kanseri tanısı konulan bir hastanın 5 seneden fazla yaşama şansının %5 civarı bir rakam olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

    buradan sonraki maddeleri eğer hala tedavi sürecindeyseniz veya herşey iyiye gidiyorsa okumanıza gerek olmayabilir.

    - eğer kanser tekrarlarsa istatistiksel olarak kurtulma şansı daha da düşüyor ama yine de moral bozmadan, bıkmadan devam etmek gerekiyor. hastanın kendini salmasına izin vermeyin, bunun en iyi yolu sizin kendinizi salmamanız. dediğim gibi günlük yaşantınıza devam etmeye çalışın.

    - belirli bir noktadan sonra eğer hasta tedaviye olumlu cevap vermiyorsa birçok şey başaşağı gitmeye başlayacak. kanserin dışında ona bağlı başka hastalıklarla savaşmak zorunda kalacaksınız.

    - hastanın moralini yüksek tutmak için yapmacık olmayın, normal davranın. sadece üzüntünüzü kapının dışında bırakmayı öğrenmeniz gerekiyor.

    - belirli bir noktada sapasağlam görmeye alışkın olduğunuz kişinin altını değiştirmek, yemeğini yedirmek, kusmuğunu temizlemek gibi pek sevimli olmayan ama onun iyiliği için seve seve yapmaya katlanacağınız şeylerle karşılaşabilirsiniz. üzgünüm.

    - eğer hasta bakımına evde devam ediyorsanız bir noktadan sonra hastanızı hastaneye kaldırmanız gerekiyor, ben bunu kabullenmekte şahsen çok zorlandım ama evde yapabilecekleriniz sınırlı ve yetersiz. bu dönemde hastada ajitasyon ile karşılaşabilirsiniz. tek yapabileceğiniz tatlı dil ve sabır ile hastanızı rahatlatmak ve bunun onun iyiliği için olduğunu anlatmak.

    - örneğin hasta bu dönemde ilaçlarını almak istemeyebilir, sanrılar görebilir, çok kısa süre içerisinde farklı ruh hallerine bürünebilir. bu sanrıları azaltmak için sakin, huzurlu bir ortam yaratmanız gerekiyor.

    - sanrıların ve huzursuzluğun en büyük sebeplerinden birisi de kandaki üre oranının yükselmesi, bunun önüne geçmek için bol su tüketimi gerekiyor.

    - eğer kanser olan kişi ile paylaşmak, konuşmak istediğiniz bir konu varsa ertelemeyin. teşekkür etmek istiyorsanız, özür dilemek istiyorsanız, sevdiğinizi söylemek istiyorsanız beklemeyin. babam ile 20 küsur senede konuşmadığımız şeyleri 2 senede konuştuk, onu kaybettiğimiz gün söylemek isteyip de söylemediğim, duymak isteyip de duymadığım hiçbir şey kalmamıştı.

    - eğer bu hastalık olmasaydı bile onu birgün kaybedecektiniz, bunu kabullenmeye çalışın. en azından veda etmek için fırsatınız var, bunu değerlendirin.

    yazının başında da belirttiğim gibi ben konu hakkında uzman değilim, sadece zor bir 3 sene geçirmiş ve sonucunda babasını kaybetmiş bir insan yavrusuyum. sizi en doğru yönlendirecek kişi doktorunuzdur, lütfen bu illetin çaresini internetten veya sağdan soldan aramayın.

    benim yaşadıklarımı birebir yaşayabilirsiniz ya da bambaşka şeylerle karşılaşabilirsiniz ama yazdıklarımın sizin için en ufak bir yararı olursa ne mutlu bana.
  • şiddetli başağrısı, acil servis, mr, tomografi, biyopsi, beyin ameliyatı, ve tanı akciğer kanseri beyin metastazı..

    kemoterapi, radyoterapi..

    böbreklerin iflas etmesi, aylarca yatalak..

    akciğerlerin su toplaması, iğne deliğinden nefes almak..

    ve bir gece sabaha karşı 5te annenin ismini acil serviste anons ederler.. kalbi durdu, 20 dakika kalp masajı yaptık fakat cevap alamadık başınız sağolsun..

    o gece inanamadım, kalp masajı yaparken kaburgalarına zarar verdiler mi diye düşünüp durdum. aylar geçti inanamıyorum, hala kaburgalarını dert edip duruyorum..
  • 1,5 senelik uzun bir mücadele sonucu babamın yenmeyi becerdiği hastalık, tüm o radyoterapi, kemoterapi ve 30 yıllık sigara ciğerin yarısını almış götürmüş durumda ama kalan ciğer gayet çalışıyor, resmen üzerimden anlatılmaz bir yük kalktı, tamam belki bundan sonraki hayatı çok ultra kaliteli olmayacak ama en azından babasız kalmadım, ne diyeyim odin diğer savaşanlara güç versin.
hesabın var mı? giriş yap