• her ne kadar içinde ak geçse de akdeniz'in rengi beyaz değil, mavi; daha doğrusu gökyüzü mavisi, azure. hatta orhan pamuk'un çok eski bir yazısının adı tam da buna işaret ediyor: the white sea is azure. 1998'de yayımlanan ve görebildiğim kadarıyla henüz türkçeye çevrilmeyen bu kısa yazısında pamuk, akdeniz'le ve kafa karıştıran etimolojisiyle karşılaşma anını şöyle anlatıyor:

    "it was the early 1960s. ı was nine years old driving with my father from ankara to mersin, a small town beside the mediterranean. ı couldn’t wait. i’d been told that i would see the mediterranean for the first time and that i would never forget it. finally, through a framework of yellow hills, there it was — and ı never forgot it. not the sea, i mean, but the moment of discovery. it had a different blue. ıt was azure, to use a darling word of western literature whose origin is arabic. i had expected a mirage-like sea, a desert sea perhaps, because the turkish word for mediterranean, akdeniz, means the white sea, as it does in arabic. misty or foggy it often is, but the sea i saw was not white at all. it was my first encounter with the problem in turkish of describing this unfathomable ocean."

    "1960'ların başıydı. dokuz yaşındaydım ve babamla birlikte arabayla ankara'dan akdeniz kıyısında küçük bir kasaba olan mersin'e doğru gidiyorduk. sabırsızlanıyordum, çünkü akdeniz'i ilk kez göreceğim ve asla unutmayacağım söylenmişti. nihayet, sararmış tepeleri geçer geçmez karşımıza çıkmıştı - ve bunu asla unutmadım. denizi değil, o keşif anını kastediyorum. farklı bir mavisi vardı. kökeni arapça olan ve batı edebiyatının sevimli bir kelimesini kullanırsam gök mavisi (azure) rengindeydi. aslında serabı andıran bir deniz, belki de bir ıssız deniz bekliyordum, çünkü mediterranean'ın türkçesi olan akdeniz, tıkı arapça'da olduğu gibi beyaz deniz anlamına geliyor. genellikle sisli ve puslu sisli ama gördüğüm deniz kesinlikle beyaz değildi. bu benim türkçedeki bu dipsiz okyanusu tarif etme problemiyle ilk karşılaşmamdı."

    dolayısıyla epeyce dalga geçilmesine rağmen rte'nin akdeniz white sea olarak adlandırılır cümlesi esasında doğru. nitekim farsçada da bu denizin adı beyaz deniz, yani bahr-i sefid. arapçada da bu denize beyaz, "el bahr-ıl abyad", daha doğrusu "el bahr-ıl abyad-ıl mutavassıd" (ortada yer alan beyaz deniz) deniyor. zaten latince adı olanmediterranean kelimesi de medius+terra, yani ortadaki topraklara, denizi çevreleyen topraklara işaret ediyor.

    ee peki o zaman biz niye akdeniz'e ak demişiz sorusunun cevabı şamanizmdeki renk kavramında. türk mitolojisinde renkler başlığında detaylıca ele alındığı üzere, şamanist kozmolojide dört ana yön bulunmakta olup bunlar renklerle ifade edilir. nitekim denizlere ad verirken de bu renkleri kullanmışlar:

    kuzeyin rengi kara ve kuzeydeki denizin adı da karadeniz
    güneyin rengi kızıl ve güneydeki denizi adı da kızıldeniz
    doğunun rengi gök mavisi ve bazen yeşil (turkuaz) ve doğudaki denizin adı da gökçe gölü
    batının rengi ise ak ve batıdaki denizin adı da akdeniz.

    şimdi bütün bu anlatılanların ardından bir karmaşayı açıklığa kavuşturalım. atatürk'ün eliyle batıyı göstermesine bakıp rota oluşturuldu diyerek izmir'e yönelen askerlerin, atatürk'ün garb, yani batı cephesi komutanlığına hitaben yazdığı ordular! ilk hedefiniz akdeniz'dir. ileri! yazılı emri üzerine "rota yeniden oluşturuldu deyip antalya'ya hücum ettiğini; hatta, ordudaki gayrimüslim askerler için emrin `armies your first goal is the mediterranean, forward!`
    şeklinde ingilizceye çevrildiğini düşünenler olabilir. cevap çok basit aslında:

    atatürk'ün bu emri verdiği 1922'de ege denizi'nin adı akdeniz; yani ege denizi diye bir adlandırma yok. öylesine yok ki sezen aksu&şehrazat ikisili o yıllarda yazsalardı, şarkının adı kalbim ege'de kaldı değil, "kalbim akdeniz'de kaldı" olurdu. hatta pop müziği sanatçısı ege, 1922'de doğsaydı kendisine akdeniz derdik. nitekim bu ihtimali düşündüklerinden olsa gerek, ege'nin ataları, türk kozmolojisinde ak rengiyle temsil edilen batıda (izmir'de) doğan çocuklarının -adında olmasa da- soyadında şamanist geleneklere uygun davranmışlar (bkz: levent ak)

    1922 tarihli başkomutanlık meydan muharebesinden tam 19 yıl sonra, 1941'de ankara'da toplanan birinci coğrafya kongresi'nde türkiye'nin yedi ana coğrafî bölgeye ayrılmasıyla birlikte batıdaki denize ege denizi, güneydekine ise akdeniz denmiş ve olay kapanmış.
  • bir bahçeye girdiğinizde zeytin, portakal, mandalina, limon, yeni dünya, nar, incir ve daha fazla ağacı bir arada görebiliyorsunuz. dağlarında kekik ve ada çayı kokusu birbirine karışıyor. torosların zirvesini çam ve zeytin ağaçlarının arasından izleyebiliyorsunuz. o zirvede bulunan kar sularının beslediği çağlayan nehirlerde serinleyebiliyorsunuz. hele ki kayaların arasından fışkıran su kaynakları benim gibi iç anadolu bozkırından ömürlük ekmek çıkaran biri için ölçüsüz bir bolluğu ifade ediyor. bugün akdeniz'e doydum. yalnız günün sonunda tabii ki bir buğday tarlasında soluğu aldım. çünkü iç anadoluluk bunu gerektirir :)

    görsel
  • google translate sağolsun, şundan eminim ki en azından bu civardaki bütün dillerde karadeniz, karadeniz. black sea, mar noire, cerno more, vb. demek ki bu denizin adı türkçe'ye orjinalinden tam çeviriyle geçmiş. diğer dillerde mediteran'ın versiyonları şeklinde olan akdeniz ise sadece türkçe'de akdeniz, ve bu durum için geçerli her hangi bir sebep ortada yok. benim süpersonik iddiam şudur ki "akdeniz" aslında "okyanus"tur!.. türkçe batıya doğru gelirkene evvela farsça'nın içerisinden geçip akabinde yunancayla karşılaşmadı mı efendiler!.. ve henüz buralara ulaşamadığı sıralarda uzaklarda bir yerlerde bir denizden haberdardı değil mi? e, farsça'da ve yunanca'da dünyayı, yani bilinen bütün karaları çevreleyen uzaktaki denizin adı okyanus-okeanos değil mi? kanaatimce türkçe'de bu uzaktaki deniz ile uzaktaki mediteran birbirine karışmış ve mediteran olmuş sana okyanos!.. sonracıma okyanos da olmuş sana akdeniz!.. (okyanus>okdanus>akdenüs>akdeniz) (yaşasın uydurmasyonel etimoloji:)) bu tamamen götümden uydurduğum geçişin olamıyacağını iddia ediyorsanız, sizden malesef anatoli'nin anadolu'ya dönüşmemiş olduğunu bana ispat etmenizi istiyeceğim...

    edit: yengeçli bir yiyeceğimizin isminin akdeniz lokumu ile okyanus lokumu arasında gidip gelmesi iddiamın en mükemmelinden süpersonik bir ispatı değildir de nedir a dostlar!..
  • şüphesiz en iyi tanımını braudel yapmıştır:
    " zeytin ağacının kuzey sınırı ile palmiyenin güney sınırı arasında kalan bölge."
  • ilk zamanlar ege denizi bu adla anılmıştı türklerce. türklerin denizlere ad koymadaki olayı her yöne bir renk adı verip, o yöndeki denizi de o isimle çağırmakmış. batıya "ak", beyaz ama aslında batıdaki deniz demişler, ege denizi de olmuş sana akdeniz; e kuzeye de kara düşmüş tabi bu arada (diğer yönleri bilmiyorum)... gel zaman git zaman ege denizi aslında bir parçası olduğu bugün akdeniz olarak adlandırdığımız denizle beraberce akdeniz olarak adlandırılmaya başlanmış, hatta ege adaları osmanlı'nın akdeniz vilayetini oluşturmuş; atatürk'ün ilk hedefiniz akdeniz'dir lafı da ege için söylenmiştir, güneydeki akdeniz için değil. sonra iki denizi ayıralım demişler (ve tahminimce 1930lardaki 1. ulusal coğrafya kongresinde) batıdaki denize (büyük bi olasılıkla yunanca "egeos"tan bozma) ege denizi, güneydeki denize yanlış bir biçimde akdeniz demişler (ki bu akdeniz olayı karadeniz olayının tersine başka hiç bir dilde bu biçimiyle kullanılmaz).
  • ayna'nın nefis şarkısıdır. gençlik şarkısıdır. neyle çekildiği belli değildir, çamur gibidir ama olsundur, önemi yoktur. ayrıca aynanın solisti amca bu klipte dustin hoffman'a benziyordur.

    http://www.youtube.com/watch?v=ry0tlowcvti
  • halikarnas balıkçısına göre "insanoğlu akdeniz'de anasının kucağındaki kadar rahattır".
  • ilhan koman'ın güzelim heykelinin adı.

    önceden böyle görünüyordu: http://4.bp.blogspot.com/…2ni/s1600/ilhankoman1.png

    dün akşam şu hale geldi: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26834759.asp

    akdeniz heykeli dün akşam tıpkı diğer heykeller gibi (afganistan'dan ırak'a kadar her yerde) tahrip edildi. israil'i protesto edenler önce heykeli yıkmaya çalışmış, bunu başaramayınca da heykelin kolunu kanadını kırmayı denemiş ve bunda başarılı olmuşlar.

    akdeniz'e zarar veren, onu yok etmek isteyen zihniyet ülkemizi yöneten zihniyettir.

    o ve onun gibi insanlar heykele düşman, sanata düşmandır. her fırsatta referans verilen osmanlıların kültür ve sanatta vardıkları noktaya yaklaşmak bir yana giderek uzaklaşıyoruz. her fırsatta referans verdikleri sultan ikinci abdulhamid iyi bir kitap okuru ve sanata düşkün bir kişiydi. onun yıktırdığı bir heykel yoktur. ama onu kendine örnek alanlar kitap okumadığı gibi sanata da saygı duymuyor.

    ne yazık ki 1923'teki cumhuriyet ideallerinden uçarcasına uzaklaşıyoruz. liseler imam hatip okullarına dönüştürülüyor, etrafımızdaki ülkelere terör ihraç ediyoruz.

    akdeniz büyülü bir heykeldir. ülkemizi, insanı, tarihi, kadını, güzelliği, doğuyu, denizi ve sanatı düşündürür.

    onu kötü ruhlu insanlardan kurtarmalıyız. çünkü insan ölür ama sanat yaşamalıdır.

    sanat unuttuğumuz şeyleri bize hatırlatır, insan olduğumuzu, ölümlü olduğumuzu duyurur.

    akdeniz, sanattır. yaşamalı, hatırlatmalı ve düşündürmeye devam etmelidir.

    edit: (bkz: akdeniz heykeli'nin kolunu kırmak)
  • taksim nevizade'de yer alan ve şehir eşkiyalarını barındıran gereksiz mekan. öyle ki; tuvalete midesi kötü olduğu için giren cinsiyeti dişi olan arkadaşınıza yardım etmek istediğinizde sayısını bilemediğiniz kişi tarafından ölümünde "dalınarak" karşılanacağınız bomboş mekan. kısa ve öz diyorum ki; zannedersem tek eksiğiniz yarraktı.

    akdeniz gereksiz mekandır, öyle de kalacaktır. hiçbir şekilde hiçbir tanıdığımın da gitmemesi için elimden geleni yapmak farz olmuştur.
  • ilk ve üstün uygarlıkların kurulmasına sahne;aynı zamanda sebep olmuş coğrafya...
hesabın var mı? giriş yap