akgün akova
-
"gittiğim bütün hekimler aynı şeyi söylediler söz birliği etmişcesine
"aşk hastalığıdır bunun adı ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra"
oysa ne yalan söyliyeyim,
ben yanlızca
bir kuyruklu yıldıza
çarptığımı sanmıştım
yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken
yüreğim bir patlamayla aydınlanınca." -
izmir tüyap ta 1995 yılında tanışmıştık şairle. aşağı yukarı şu şekilde bir diyalog geçmiştir aramızda;
-sen ne okuyorsun şimdi
-inşaat mühendisliği
-çocuk bahçelerini siz yıkıyorsunuz
-hayır , biz onaracağız.
yikik bir cocuk bahcesi gibiydi yuzu kitabını almıştım son paramla, şöyle imzalamıştı üstad;
"özgür, hani çocuk bahçelerini sen onaracaksın ya, biz de oynayacağız"
biz dediği sunay akın ve kendisiydi, sunay akın o zaman iftar programları sunmaya başlamamıştı yani henüz.
akgün akova "baba bana bağırma" ile , cem yayınlarından çıkan yarısı turuncu yarısı beyaz sade kapaklı kitapları ile, "pepetye" ile okumalarıma girmiş, bir daha çıkmamıştır, iyiki çıkmamıştır. -
"yol ıslanmasın diye
şemsiye açanlara...
baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna
yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan bakanları
çiğleri, meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların
hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
uğur mumcu'yu biz yapan bombanın
hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba
baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
buenos aires'te olsaydım diyorum içimden
eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen lenin heykelleri vardı
sovyet rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba
baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için
baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir." -
pencere ve balkon adlı yazısını okurken bir paragrafın ilk cümleleri dikkatimi çekti:
"kim ne derse desin, pencereleri en çok şairler sever. pencere yalnızca evlerin değil, bazı şiirlerin de gözü, hatta gözbebeğidir. yannis ritsos, "barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun gökyüzünün dolmasıdır içeriye" der." -
-
bazıları için kitabına sahip olmak tamamen tesadüfler sonucudur. lise yıllarımda şimdi trt binası olan yerde tüyap kitap fuarı vardı. kesinlikle kitap falan çalmadan! dolaşırken sunay akın'ı görmüştüm. kitaplarını imzalıyordu. sıraya girip, mahalle genci havasıyla "sunay abi herkes çalıyor, burada bir kültür haline gelmiş. ben beceremiyorum" diyerek imzalı kitabını istemiştim. adam bu halimi sevmiş olmalı, bir kaç kitabını ve telefon numarasını vermişti. "istediğin zaman okuyacak olmak şartıyla kitap isteyebilirsin" demişti. tabi o zamanlar benim için cep telefonunu görmek bile mümkün değil. telefon numarasını kaydetmek diye bir kavram hayatıma yerleşmemiş bile. adam not kağıdı yerine akgün akova'nın bir kitabının üzerine yazıp vermişti. hala kitabı ve telefonu saklarım.
-
şiirin kendisi için tanımını, tarifini şu sözlerle dile getirmiş* güzel insandır*
" bi gün amsterdam dayım ,orda bi köprü vardır` :ne kadar da müphem`, altından kanal geçer, o sırada kar yağıyor, etraf bembeyaz, kanalsa simsiyah , köprünün altından bana doğru gelen bembeyaz bir kuğu farkettim , ve o an dedim ki şiir karlı bir havada köprünün altında bütün güzelliğiyle arzı endam eden kuğudur. az sonra sesler duymaya başladım iki genç köprüde birbirlerine doğru koşuyordu , erkeğin elinde gül demeti , kararımı değiştirdim .şiir, karlı bir havada altından kuğu gecen köprünün ortasında iki sevgilinin kucaklaşmasıdır . rahatlamıştım . ardından o taraftan bağırışlar yükselmeye başladı , gençler köprüde kavga ediyordu , gülleri kanala fırlattı haşarı oğlan , ve şiirin, karlı bir amsterdam gecesinde köprüde kavga eden iki genç olduğunu anladım .( kendisi baya durmuş, izlemiş kanalı ve olan biteni ,bu yüzden 3 5 tane daha şiir tanımı yapmış oracıkta ) en sonunda kanalı temizleyen bir araç geldi , kuğunun üzerindeki gülleri içine çekerken kuğuda araçtan kaçmaya çalıştı . ben de dedim ki asıl şiir budur " -
sunay akın kadar şanslı olmayan, piyasa olmayan şair. beyaz şova çıkamamıştır bir türlü. zaten çıkmasın, şiir damarı bozulmasın , böylesi çok daha iyi.
-
çok küskün kelimelerle yazılmış, çok umutlu şiirlerin altından adı olan şairdir.
ezberimde fersah fersah dizeleriyle yürüyorum ömrümü.
arada kendi kendime okuyorum, karanlığımdan bir anlığına olsun sıyrılıyorum.
fikrimce, küçücük yaşlarında hastalıklara karşı kocaman savaşlar veren çocuklara yazılmış en güzel dizelerin sahibi de bizzat kendisidir...
"ameliyat odasına
alındığında bir çocuk
kapıda
ağlaşarak onu beklerler
yaşamın
kolay bozulan
bir oyun olduğunu bilen
oyuncakları" -
yeniden birini sevmenin ne olduğunu anımsattığın
yüzümde tahtlar devirdiğin,
saraylar yıktığın için
düşlerinin içinden geçecek
uzun kanatlı kuş sürüleri diliyorum sana
ve severken seni,
sevdikçe seni
hep çocuk kalacağım, biliyorum
demiş bir şair, müstesnadır
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap