• "whenever you meet a beautiful woman, just remember somewhere there's a man who's sick of shagging her."

    (ne zaman guzel bir kadinla tanisirsan unutma ki bir yerde onu sikmekten baymis bir herif vardir.)
  • bu filmde jude law'u kim giydirdiyse beni de giydirsin.
  • filmin özeti için (bkz: sik sik nereye kadar)
  • bu filmi izlerken ve izledikten sonra içimde kazınan bir sahnesi var ki unutamıyorum.

    filmin kurgusunu anlayıp anlatabilecekler için:

    jude law'ın sonlara doğru karşılaştığı manzara üzerine peki bana bir neden söyler misin? diye sorduğu sahnede ''daha genç'' demesi beni çok etkiledi. aslında kadın ya da erkek olsun hep çabuk eskitip hep daha yenisini istiyoruz ya, işte onu en güzel biçimde izleyiciye yansıtabilmişlerdi.
  • --- spoiler ---
    başından itibaren "heheyt en akıllı benim, hatunları yalar atarım" nidalarıyla ortalıkta dolaşan alfie'nin mevzu bahis kadınların kendisinden kat kat daha akıllı olduklarını idrak edememesiyle film son bulur. sadece kendisinden beklenmeyecek şekilde bir gıdım pişmanlık, geriye şöyle bir bakıp -yine kibirle- üzülmek, gözyaşı, ama hepsi o kadar. gayet tutarlıdır aslında ve "ben böyle bir adamım işte" duruşuyla da finalin gelmesi çok isabetli olmuş kanımca.
    --- spoiler ---

    mick jagger müzikleri ile bezenmiş kaliteli bir eğlencelik alfie; ama şöyle bir durup düşündürten, bununla da çıtasını yükseltmeyi bir hayli başarabilen... jude law cuk oturmuş karaktere, susan sarandon ise filmin en lezzetli sosu.
  • belgesel gibi bir film. biraz konu katılsaymış araya fena olmazmış hani. womanizer adamın aşağılık hayatı üzerine bir documentary.
  • avrupa felsefesini benimsiyorum. önceliklerim şarap, kadınlar ve... aslına bakarsanız hepsi bu kadar. yani şarap ve kadınlar... doğrusunu söylemek gerekirse, ‘kadınlar ve kadınlar’ seçeneğini tercih ederim.
    - alfie elkins
  • 2004 yılı mahsulu, yönetmenliğini charles shyerın yaptığı, tür olarak daldan dala diyeceğim bir türde çekilmiş ingiliz amerikan ortak yapımı film.
    daldan dala bir filmden ne beklenirse zannımca bu filmden de o beklenmelidir. ki film bence bu beklentileri fazlasıyla karşılıyor. hoşça vakit geçirdim.
    başrol oyuncuları jude law, marisa tomei, susan sarandon ve sienna miller gayet başarılı.

    * jude law bir sahnede limosunun içinde sinirinden öncamı yumruklar, öncam gerçekten çatlar. bu sahne öncesi yönetmen shyer, law'dan paparazzileri düşünmesini istemiş. sonuç ortada; öncam çatlar.
    * filmde alfie'nin kullandığı vespa mavi ve beyaz renklere boyanır. bunun sebebi jude law'un tuttuğu takımdan kaynaklanmaktadır. mavi-beyaz renklere sahip tottenham hotspur.
    * alfie'nin evindeki eşyaların birçoğunu jude law kendi evinden getirmiştir.
  • michael caineli ilk versiyonundan farkli olarak manhattani sadece bir arka plan, hos mizansen katkisi olmaktan ote hikayeye dahil etmis filmdir. jude law nerdeyse sex and the city carrie sinin gostermelik erkek versiyonu gibi, gucci takimlarindan, italyan ayakkabilarindan vazgecemeyen manhattan partikulu gibi elegant barlardan, kuytu-seker cafelere girer cikar, manzaranin tadini cikarir, kopru dibinde sevisir. unlu new york trafiginde ilerlerken filmi bolumlere ayiran koca koca "desire", "zero", "wish", "search" gibi billboardlarin onunden gecer. sampanya, iyi sarap, havyarli kanepelerle beslenen fake metroseksuelligin sonu yine new york un yagmurlu gri bir gununde gercekleri ucuz kazagi ve atkisiyla biraz olsun farketmesiyle son bulur.
  • lily allen'ın bu şarkıda bahsettiği alfie, kardeşi alfie allen'dan, yani game of thrones'un theon greyjoy'undan başkası değildir.
hesabın var mı? giriş yap