• devlet hastanesinde çalıştığım dönemde çok ağır bir şizofreni hastası başvurdu. ailesine hayatı zindan ediyordu. süreçte, iyi bir takip ve tedaviyle inanılmaz düzeldi.

    aile köyde yaşıyor, yoksul insanlar. bir gün çocuğun babası geldi. elinde bir kiraz ağacı dalı. dalın ucunu bir patatese batırmış.

    ''hocam, davet edip dalından yemenizi isterdim ama yoğunsunuz. o yüzden kirazı böyle getirdim ki dalından yiyebilesiniz''

    oğlunu iyi etmeme karşı duyduğu minneti ve teşekkürü öyle güzel ifade etmişti ki o ağaç dalı..ömrüm boyunca unutamam..
  • bu sene biricik kardeşim evlendi. annem ve babam klasik altın alımlarının dışında anı olarak takması için kardeşime kıymetli taştan yapılmış bir kolye almışlar. bizim ailemizde özel zamanlarda o günün anısı olsun, hep saklansın diye hediye almak bir adettir. mezuniyet, evlenme, çocuk sahibi olma vs. gibi zamanlardan bahsediyorum.
    düğünden önce annem kardeşime kolyesini verdikten sonra “bu da senin” diyerek bana bir kutu uzattı ve ekledi “bunu özel olarak baban aldı sana.” kutuyu açtığımda kardeşiminkine benzeyen, hatta onunkinden biraz daha fazla taşlı bir kolye gördüm. çok şaşırdım. nereden çıktığını sordum.

    annemle babam düğün alışverişinden eve döndükten sonra babam durgunlaşmış. gece olana kadar pek konuşmamış. uyuyamamış da. yatakta biraz dönüp durduktan sonra anneme “yarın gidip bir kolye de pul’a alacağız, sabahtan kuyumcuyu ara erkenden gidelim” deyip öyle uykuya dalabilmiş. adamcağızın uykusunu kaçırmışım demek ki.
    canım babam, küçük kızı evlenirken onun mutluluğunun yanına büyük kızının biten evliliği sebebiyle yalnız kalacağı korkusunu ekliyor. kırk yaşında koca kadın olan kızına, boşanmanın da diğer tüm özel anlar gibi hayatımızda yeni bir dönem açan anlardan biri olduğunu göstermek için hediye alma ihtiyacı duyuyor. böylece üzülmek yerine ne olursa olsun yanındayız, bu da onun nişanesi demiş oluyor. (hediyeden önce de defalarca sözlü olarak dile getirmişti bunu, üzüntüsünün boşanmam değil hayatımı yalnız geçirecek olmam olduğunu, insanlara güvenimi yitirmemem gerektiğini söyledi. hala da söyler.)

    ailemin dışında sosyal çevrem de iyidir. çok rahat bir ortamda yaşıyorum. burada da sık sık yazılan boşanmış kadın parantezindeki hiçbir sıkıntıyı çekmedim. hayatımda hiç değişiklik olmadı. işimden, evimden, dostlarımdan, boşanma sonrası hayatıma giren-çıkan insanların hiçbirinden bu konuya dair en ufak bir olumsuz, art niyetli söz duymadım. canım nasıl istiyorsa öyle yaşıyorum. ama burada istisna olanın ben olduğumun farkındayım.
    yolunda gitmeyen bir evliliği bitirdiği için hayatı cehenneme dönen bir sürü kadın ve erkek var. sorun sadece ayrıldığı kişiyle olsa kabul edilebilir ama zor gününde manevi destek umduğun kişilerden destek yerine aksi yönde baskı geldiğinde yasını tuttuğun şey biten bir evlilik değil, kararan bir gelecek olur.
    isterdim ki bu ülkede doğan her çocuğun babası en az benim babam kadar anlayışlı, merhametli, düşünceli, şefkatli olsun. o zaman çok başka bir ülkede açardık gözlerimizi. hep birlikte gülmeyince benim tek başıma gülmemin tadı hep eksik oluyor.

    bu hediyenin kıymeti maddi değerinde değil altında yatan niyetinde. zaten asıl hediye de şu an boynumda takılı olan kolye değil, sahip olduğum baba. *
  • öğrencilik günleri. sevgiliyle ayrı şehirlerde yaşanmakta, istanbul-izmir. tarih de 30 aralık 2008, yani yılbaşından 1 gün önce, akşam. ortalama 1.5 ayda bir, 4-5 gün filan görüşülüyor sevgiliyle ve o hak da 2 hafta öncesinde kullanılmış, yine tüm para birlikte bitirilmiş, yani bilet alacak para yok, yılbaşına bu yıl birlikte girilemeyecek.

    arkadaşlarla evde oturulup geyik yapılıyor, yarın napsak nereye gitsek muhabbeti filan. derken o zamanlar umutsuzca platonik aşk acısı çekmekte olan bir sevgili arkadaşım, tuttu dedi ki bana: "sen yarın bizimle gelmiyorsun." aa.. niye yaa.. dedim. "başka bir planın var senin." dedi. ne planı yaa, yok planım benim.. dedim yine saf saf. "var diyosam var işte.." deyip sırıtarak bana bir zarf uzattı.. "ben gidince aç ama bunu."

    gidince açtım. içinden "ben sevdiğimle yılbaşını geçiremiyorum, bari sen geçir canım dostum.." temalı uzunca duygusal bir mektup, ertesi gün için gidiş dönüş uçak bileti ve izmir'de dört yıldızlı bir otelde bir gecelik rezervasyon çıktı..

    arayıp kabul etmeyeceğimi söyledim (mantığım böyle söylüyor, böyle yapıyorum, ama içim yanıyor), "ne yapayım ben onları, k.çıma mı sokayım, gitmezsen yanacaklar, sen bilirsin" diyerek ikna etti beni.. ertesi gün gerçekten de uçarak gittim izmir'e, uçakla değil, kanatlandım da..

    ona ne mi oldu, platonik kaldı, kavuşamadı sevdiğine. ama şimdi daha yenice bir aşka daha tutuldu gibi, bu sefer karşılık da buldu, mutlu sanki..
  • bu hikayenin bir kısmını daha önce yazmıştım ama olsun.

    hayatımdaki ilk ve belki de en önemli dönüm noktalarından birisi, 1990 yılında ankara'nın bir memur mahallesinin bir devlet ilkokulunda okurken dördüncü sınıfta öğretmenimin değişmesiydi.

    o hafif kara tenli, kısa boylu, sert mizaçlı, saçlarının önü dökülmüş, tok sesli, açık kahverengi takım elbiseli adam ilk kez sınıfa girdiğinde bütün sınıf hep bir ağızdan aynı anda “direkten top dönmüş inönü stadı” gibi ses çıkarmış olsak da, kenan öğretmenim adeta o güne kadar okula "zaman geçirmeye” gelen bir sınıf dolusu çocuğa sihirli değnekle dokunmuştu. onların çoğunun hayatlarında ilk kez anıtkabir'e, şehirdeki müzelere, pikniklere, gezilere gitmesini sağlamıştı. okulda bir koro kurmuş ve kendi çabaları ile toplanan ekipman ile konser verdirmiş, hepimizi teşvik edip kompozisyon ve resim yarışmalarına sokup ödüller almamızı sağlamıştı.

    benim içimdeki atatürk sevgisinin, bilime saygının, araştırma, sorgulama, okuma hevesi ve merakın da mimarı kendisidir. üstelik onun bir karakalem çizimini, karikatürünü ya da figürünü çizsem ekleyeceğim ilk şey koltuğunun altındaki bilim ve teknik dergisi olurdu. dergiyi onun sayesinde tanıdıktan sonra semtteki futbol sahasında su satıp o para ile bilim ve teknik alırdım. günlerimin büyük kısmı dergi okumakla ve okuyunca anlamadıklarına cevap bulmak için ansiklopedi kurcalamakla geçerdi.

    beşinci sınıfın sonlarına doğru bir veli izin belgesi imzalatmam istendi. ankara iskitler'de bulunan ve sonradan otel yapılan tübitak binasına gideceğiz ve bilim ve teknik dergisi'nin yayın kurulu toplantısına katılacağız. imzalar atıldı, gittik, oda oda binayı gezdik, bizi misafir ettiler, şaka değil bak küçük tüpte çay demleyip ikram ettiler. biz öyle çay içip pötübör yiyerek bekliyoruz, bir tarafta birileri galaksilerin çarpışmasını konuşuyor, diğerleri satranç tartışıyor, öbür köşede yayın kurulundan birkaç kişi derginin ebatlarının değişmesi ihtimalini konuşuyor falan, garip bir ortam.

    neyse işte sonra toplantı başladı. toplantıyı yöneten kişi bana döndü ve ilk sözü verdi. heyecandan asıl soracağım soruyu unutup zar zor konuşma yetimi geri kazanınca aklıma ilk gelen şeyi söyleyebilmiştim:

    - derginin ebatlarını değiştirmeyin, biz onları biriktiriyoruz.

    herkesi gülümsetmemle başlayan toplantı su gibi aktı gitti. o gün yaşadıklarım 11 yaşında sıradan bir çocuk için muazzam bir deneyimdi. bir sonraki sayıda dergide adım "fahri üye" olarak basıldı. o gün o toplantıda, bana ilk sözü veren ve sorduğum her soruyu bıkmadan usanmadan cevaplayan genç bir mühendis vardı. ben o gün ondan ilham alarak büyüyünce bir mühendis olmaya karar verdim mesela.

    tabi her güzel hikayenin bir trajedisi var. ben askerdeyken dayım olacak arkadaş* gelmiş. hiç utanmamış, biz vatanı korumaya çalışırken benim ilkokuldan beri biriktirdiğim bilim ve teknik arşivime çökmüş. annem de oğlan bizi koruyor biz de onun emanetini koruyalım dememiş, vermiş, ses etmemiş. hala içimde çok fena bir yeri vardır bunun. şunu annem değil başkası yapsa affetmezdim mesela.

    sonra nasıl oldu bilmiyorum, bu hikayenin bir kısmını daha önce yazmıştım dedim ya en başta, bizimki onu mu okuyup annemlere sorup öğrendi, ben mi içip içip dayıma küfredip anlattım bir gün hatırlamıyorum, kıymetli refikam derginin adımın geçtiği sayısını aramaya başlamış. tabi samanlıkta iğne aramak gibi bir şey olsa gerek. bana sürpriz yapabilmek için de iki yılın bütün dergilerini “hem de orijinal boyutlu ve ciltli” olarak bulup almış, tam da doğum günümde.

    heyecanla cildi elime alıp adımı bulmamın on saniye sürmediği o günden beri yakında iki yıl olacak. ama düşününce değil iki veya yirmi iki yıl, bu saatten sonra hayatımın geri kalanında daha güzel bir hediye alabileceğimi sanmıyorum. gerçi asıl hediyeyi on dört yıl önce bugün onunla tanışınca almışım zaten.
    arz ederim.
  • armutlu'da gönüllü çalışılmaktadır, ölüm oruçları zamanı, etrafta tanklar, saçma her şey. ders verilmekte bir sınıfta, kapı çalınır: "örtmenim gelebilir misiniz?", şirin mi şirin bir kız çocuğu. "size getirdim". öğretmenler günü falan diil, hiçbişiy diil aslında, ben de öğretmen diilim, utana sıkıla "size hediye" der. minik avcunu açar bir avuç dolusu ceviz. bir minik avuç dolusu ceviz, gözlerinizi doldurur. alınan en güzel hediyedir, hala bir kaç tanesi bir kutuda saklanır.
  • yıl 2006.
    babamın vefatından 2 sene sonra.
    ilk kez ailemden ayrı başka bir şehirde, yalnız başıma kalıyorum.
    ailemden ayrı geçirdiğim ilk doğum günüm.
    kapı açıldı, eskilerden gülen bir çift göz, içtenlikle!
    elinde koskocaman kırmızı bir kutu.
    tedirginlikle kutuyu aldım...
    kapağını açtığımda bir sürü not kağıdı ve güzelinden bir kalem buldum içinde.
    kapağın arkasında da şu yazı yer almaktaydı;

    "beni her özlediğinde yaz bu kağıtlara iki satır ve sakla sonsuza kadar bu kutuda... yanında değilim sanma kalbinde yaşıyorum unutma. hayat mutlulukların en güzelini yaşatsın ömür boyunca sana... doğum günün kutlu olsun küçük kızım benim seni hep seviyor olacağım. baban."

    bir daha babamı ne zaman özlesem o not kağıtlarına karaladım bir şeyler. hayatım boyunca aldığım en anlamlı hediyeydi. bana babamın eksikliğini hiç hissettirmeyen anneme ve ablama teşekkür ederim.
  • askerdeyken sevgilinin yolladığı mutluluk kutusu. ömrü hayatımda buna benzer bir hediye hala alabilmiş değilim. içeriği nedir, neden bu kadar özel kılıyor; izinde iken sevgiliyle geçirilen vakitte her mekanın,

    -oturulan bankın (teee sarıyer' de),
    -oynanılan tavlanın(üstünde koca mavi leke vardı, onun için tophane'ye gitmiş),
    -yenilen yemek (fransız sokağı )
    (bkz: dilara's abracadabra/#22011862)
    (bkz: sarhoş köy tavuğu/#22011834)
    -gece arabasından indiğim noktanın(kalamış ),
    -şarap eşliğinde ilk seni seviyorum dediği cafenin,
    (bkz: lal cafe/#2516403)
    -birlikte moda çay bahçesinde kahvaltı yapılan masanın manzarasının,
    - 26.03.2005 20.00' da türkiye'nin arnavutluk'a 2 gol attığı a milli dünya şampiyonasi 2006 grup eleme maçında bağıra bağıra sesimizin kısıldığı inönü koltukların,
    -kız kulesi'ne gittiğimiz teknenin,
    -köprü ayağında üniversite tesislerinin,
    -geziye çıktığımız teknenin ve tekneden aa süper görünüyor dediğimiz noktadan güneşin batışının,
    -uçağa binmeden önce sigara içtiğimiz ayaklı küllüğün,

    bütün bunların fotoğraflarını çekip hepsinin arkasına tarihi, saati ve o esnada geçmiş olan konulardan bir cümle yazmış, bunun yanı sıra bozulan traş makinamın yerine yenisini almış, çok sevdiğim çakıl taşına benzeyen şekerlerden 2 torba ve bulamadığım backwoods'tan da 2 paketi süsleyip püsleyim göndermişti.
    maddi anlamda büyük görünüyor mu dediğim gibi hayır ama manevi anlamda hala yüzümü gülümsetir. sonra ne mi oldu? askerlik yapan birçok genç gibi terk edildim. kendisi hakkında en son haber aldığımda evlenmiş bir de ikiz bebeleri olmuş. mutludur umarım.
  • siyah bir gömlek.
    parasızlığın insanın boğazını sıktığı zamanlar. ben öğrenci, annem meteliğe kurşun atar bir noktada, aylak aylak yürüyoruz tahlil sonucu beklerken.
    vitrinde gördüm o gömleği. bele oturan bir model, yakası da bir asortik. ne kadar güzelmiş dedim istemsiz. annem gel girelim bir bakalım dedi. gerek yok dedim. annem hadi hadi dedi tuttu çekti beni mağzaya.
    küçük de bir dükkan ürünlerin üzerinde fiyatları yazmıyor. ben fiyatını sormak isterken annem bedenini buldu, bir dene önce dedi. denedim, tam üstüme göre. o arada tezgahtar hanım geldi, fiyatını sordum. normalde çok olmayan bir rakam söyledi ama o anda bize çok tabi. ben hemen çıkardım gömleği, teşekkür ettim, annem bir tereddüt etti, çantasına baktı, bir şey diyemedi, çıktık mağzadan.
    ben hastanede sıra beklemeye devam ederken annem bir ara ortadan kayboldu, döndüğünde elinde gömlek vardı.
    "doğum günü hediyen" dedi.
    doğum günüm geçeli bir ay oldu anne dedim. doğum gününde alamamıştım, şimdi aldım artık dedi, güldü.
    o yokluğun ortasında belki son parsını vermişti o gömleğe.
    öyle sevdim ki o gömleği, öyle değer verdim ki, özel günlerde giyeceğim diye sakladım, öyle çok özel günler de olmadı sonra, doğru düzgün giyemedim de.
    artık bana olmuyor o gömlek ama hala saklıyorum. annemin ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor bana her gördüğümde.
  • bir iple kurdela yapılmış,
    saça düşen ilk aklar...
    not: zamanında dosttan öte bir arkadaştan alınmış olup, "bunlar olurken yanımdaydın," mesajı alınmıştır.
    (bkz: elinde büyümek)
  • bir ayna...
    icinde ki yazida,
    "gunlerdir senin icin
    senin kadar guzel bir sey ariyorum
    bulabildigim tek sey bu aynada gordugundur..
    seni seviyorum"

    edit: sevgiliye degil sevilen herkeze..anneye kardese etc...
hesabın var mı? giriş yap