• kendisi bizatihi derin bir kavram olan rızanın karşıdakini memnun etmek için ya da insanlık namına* olmayan hali. sözlükte sıkça kullanılıp böyle bi başlık olmaması da enteresan hani. (ara: allah rızası)
  • affedilmeyi istiyoruz. cehennemden kurtulmak istiyoruz… yâni ateşte yanmayalım, âmiyane deyişin ifadesiyle tokmak yemeyelim, şu veya bu biçimde acıya azâba mâruz kalmayalım. yâni bu günkü hayatımızın devamını istiyor gibiyiz! şu duayı okursan, günahlar misli hazan dökülür; şu ibâdeti yaparsan yüksek dereceli sevaplar kazanıp terâzinin pozitif kefesi daha ağır basar, kurtuluruz.

    biraz irtibatlanıp, ilerleyelim…

    cenab-ı hak bizi “insan” olarak yarattı. irâde verdi, akıl verdi… eşref-i mahlukât, mükerrem kılınma…

    insan, önemli bir varlık. cenab-ı hak, öyle yarattığı için önemli ve değerli… bunu bilirsen; şuuruna ererek bilirsen, sorumluluk ve şükür düşünceleri ve duyguları o şuurla beraber gelir. insan, önemli ve değerli ama, dağların taşların kabullenmediği emâneti üstlenme sorumluluğu da bununla birlikte var.

    insana kendini anlatırken, ‘sen nesin ki’den başlamamak lâzım. eğer onda bir sorumluluk şuuru uyandırmak istiyorsan, önemini ve değerini anlatmalısın. rızıklar da nimet, ama akıl daha büyük bir nimet. iman, sevgi, mutluluk, sıhhat de öyle.

    bu dünyadaki imtihan nedir? insanın, değerine önemine sorumluluğuna yaraşır biçimde yaşamasıdır. öyle yaşayacaksın ki, allah’ın rızâsını kazanacaksın. senden râzı olacak. cennet işte bu! cennet, allah’ın rızâsına lâyık görüldüğünü anlama ve görme mutluluğuna erişilen yer. cehennem de bunun tersi! cehennem ateşi, hasretin ve hüsrânın ateşi. müşahhas tanıtım tezâhürlerinin ardındaki öz keyfiyetleri bu.

    sen kendini, ahvâlini beğeniyor musun? herkesin bilmediğine ve görmediğine mâkes olan vicdan aynasındaki görüntünden memnun musun? murâd-ı ilahi, senin bir tekâmül seviyesine gelmeni istiyor. af ile gelir misin sen oraya? cehennemî ceza yok diyelim, bildiğin anlamıyla. rahatlayacak mısın?

    bir matematik hesabı yapar gibi; 3 tane günah 4 tane sevap, 3 de yan taraftan gelir; hayır-hayır, böyle değil… bir sıkıntısından dolayı ömrü boyunca acı çeken bir adam senin yanı başında yaşamış, sen onun sıkıntısını halledebilecek imkâna sahipken onu seyretmişsin. bir ömür boyu seyretmişsin… allah bundan râzı olur mu? böyle bir dilek, dua konusu dahi yapılamaz. affetsin, cehennemine atmasın. bunu umarak mı o irâdi gafleti gösterdin?

    manevî imtihan, bir liyâkat beratını kazanmaya benzer. tekamül edeceksin, bir seviyeye erişeceksin; rızâî onayın mükâfatına nâil olacaksın. dünyadaki diplomalar için bile anlamsız ve geçersiz olan bir şeyi, manevî imtihanın rızâ ve liyâkat beratı için istemek nasıl bir şeydir? sana şimdi 40 tane tıp diploması 50 tane hukuk diploması verilse ne olacak?

    affın da liyâkat şartları var. aynı hale devam ediyorsun; önce nedâmetin sonra tövben yok. adeta bir sistematik devamlılık içinde, bile bile gaflet ve ısrar göstermişsin. hâlâ da gösteriyorsun. ve öyle bir berat formülü arıyorsun ki, bütün bunları yok edip seni rahatlatsın!

    sanki dünyevî hâlin devamını istiyor gibiyiz. ‘din günü’nün bir manası bu işte. yevmid-din var ya… mehiller, örtülü iltimaslar, görüntü aldanışları ve aldatışları; yok orada. orada, öz’ler, hakikatler, keyfiyetler, yürektekiler, beyindekiler, gönüldekiler, bilinmeyenler, görünmeyenler, apaçık ortada! yenişehirli avni bey’in deyişini hiç unutmam. “biz günah etmedik ki insancasına!” diyor. tabii ki günahsız hatâsız kul olmaz. ama insancasına olmalı!

    bizim israflarımız, yüzbinlerce insanı birazcık fedâkarlıkla istihdam dairesi içine almaya rahatlıkla yeter. “yemek yedirip, erzak dağıtmalar vs.” yerine, insanlara iş verin. kendi erzakını kendisi alsın. islâm’da bir “yakın daire” formülü vardır. herkes kendi etrafına ve çevresine gören gözlerle baksın, en mükemmel yardımlaşma ağı kurulur.

    ilk okuyuşumda çok etkilenmiştim, hâlâ o etkiyi taşırım. rumeli göçmenlerini istanbul halkı yardım için yakalamaya çalışıyor, tren istasyonunda. onlar da görünmeden kaçmaya çalışıyor. çünkü yardım almak güçlerine gidiyor, alışmamışlar böyle şeye! şimdi bir avuç bir şey dağıtmak için insanlar izdiham meydanlarında birbirine kırdırılıyor…

    tavırlarımızda olgunluk yok. verme tarzı, verilen şeyden önemlidir. allah rızâsı için ise, sen borcunu tediye ediyorsun. sen de allah’ın kulusun, o da. inanma planında var olan budur. ona bin defa allah râzı olsun dedirtmende bilesin ki allah’ın rızâsı yoktur. onun senden alacağı yok, ama sen ona borçlusun!tevazuunu takın, şükran zerafeti içinde mihnetle değil minnetle uzat elini.

    ah kavramlar ah!

    el’le, dil’le, gönül’le… bunun toplu ifadesini güncel ihtiyaca göre verelim; şuur’la! “o şuur bu toplumda var” kanaati yerleşmişse, en sağlam teminat gerçekleşmiş olur. anayasalar o teminatı veremez. yurtlar, okullar, kurumlar ne durumdaymış. o şuur’un varlığı hissedilmedikçe, kontrol mümkün değildir. bir ilgi rüzgârı eser ve geçer…

    ahmet selim, aksiyon 07.11.2005
  • dilencilerin favori kalıbını dışarda bırakırsak, allah'a inanmayan bir insan olarak inandığını ifade edenlerin turnusol kağıdıdır bu tabir benim için. allah razı olsun dendiğinde, kişinin bunu samimiyetle mi yoksa alışkanlıkla mı söylediğini hemen anlarsınız.

    samimiyet içereninde, kendi iç dünyanıza göre bir anlam yükleyip mutlu olmanız mümkündür. özellikle yardımınızı utana sıkıla talep etmiş yaşlıca bir insandan duyulduğunda, temennisinin içtenliği dünyaya yeniden inanmanızı sağlar.
  • herkes bunun için bişeyler yapıyor. olur a cennete girerler. bencilce şey sanırım allah rızası. allah için değil.
  • gerçek müminler için cennetten önce gelmelidir:

    (bkz: tevbe 72)
  • bencilliği gizlemek için uydurulmuş ilahi söylem.
    yapılan iyilikleri "salt allah rızası için" yapmak ikiyüzlülüktür.
    birine iyilik yapıyor, mutlu ediyorsun ama işin ucunda cennet var, allah rızası var bunu düşünüyorsun ki durum böyle olunca aslında iyilik falan da yapmamış oluyorsun sadece kendini kandırıyor ve kendini düşünüyorsun. ışte ne zaman yaptığımız iyilikleri karşılıksız yaparsak o zaman çok daha sevimli olacağız ve dünya daha yaşanabilir bir hal alacak.
  • bırak artık ahiretteki akıbet endişesini
    düşün ; cömert bir patron razı olduğu işçisinin,
    hiç ikramda bulunmadan yükseltir mi payesini ?
  • nefsimiz her ne kadar allah rızası için değil de kendisi için harekete geçecek halde olsa da, bir iyilik yaparken "allah iyi davranışı sever, allah bu şekilde olan davranışlardan memnun olur, belki allah'ın rızasını kazanmaya vesile olur" diyerek harekete geçebiliriz.
  • ameller niyete göredir diyor efendimiz. o halde hangi işi yapıyorsak sadece allah rızâsı için yapmalıyız.
    cenâb-ı hak buyuruyor:

    bismillâhirrahmânirrahîm

    “onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).” (furkan, 23)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

    “şu dört şeyden sorgulanmadıkça kulun ayakları kaymaz: ömrünü nerede geçirdiğinden; bedenini nerede eskittiğinden, ilmiyle ne kadar amel ettiğinden; malını nereden kazanıp nereye harcadığından.” (tirmizî, sıfatü’l-kıyâme, 1.)

    hz. peygamber (sav) şöyle buyurur:

    “kıyâmet günü bir takım mühürlü sahîfeler getirilir; allah’ın huzûruna dikilir. cenâb-ı hak, meleklere; “şu, şu amelleri atın; şu şu amelleri de kabul edin” buyurunca melekler: “ya rab izzetine yemin ederiz ki biz hayırdan başka bir şey görmüyoruz, nasıl atalım?” derler. allah teâlâ cevaben: “bu amellerin sahibi de çok iyi bilir ki, bunlar benden başkaları için yapılmıştı. bugün, benim rızâmı arayarak yapılan amellerin dışındaki hiçbir ameli kabul etmiyorum.” buyurur. (münzirî, tergîb, ı, 37)

    her güne bir esma-ül hüsna (allah’ın en güzel isimleri)

    el-kaviyy: pek güçlü, çok kuvvetli, tam bir kudret sahibi, hiçbir zaman aczin yol bulamadığı mutlak gâlip, her şeye gücü yeten demektir.

    kısa günün kârı

    yaptığımız ve yapacağımız bütün ibadetleri allah rızası için yapmalıyız.

    lügatçe

    zerre: çok küçük parçacık.
    sahîfe: sayfa.
  • "evvelâ rıza-yı ilahî ve iltifat-ı rahmanî ve kabul-ü rabbanî öyle bir makamdır ki; insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. insanların teveccühü; o teveccüh-ü rahmetin in'ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir.. çünki kabir kapısında söner, beş para etmez!"

    -mektubat, rnk.
hesabın var mı? giriş yap