• osmanlı padişahlarının halife oldukları için kendilerine uygun gördüğü ünvan.
  • islamiyet öncesi türk hükümdarlarının da kendilerine yakıştırdığı bir sıfattır.

    (bkz: tengri teg tengride bolmis)
  • (bkz: tanhu)
  • göçebe, yarı-göçebe türkler batıya doğru göçettikçe ilk olarak tarımsal temelli toplumla ve gelişmiş yazılı kültürle sonrada islamla tanıştılar.

    tarım temelli toplumla tanışmak; yönetenlerin tarımdışı faaliyetlerde uzmanlaşmış(şehirli geliri ile geçinen) kişiler olduğu, yönetme işinin istikrar ve gücünün doğrudan üretimin bir fonksiyonu olduğu yani siyasal gereksinmelerin(kanun koyma, adalet, istikrar vd.) karşılanmasının tarımsal üretimden aldıkları payın karşılığı olduğunu öğrenmek demekti.
    dolayısıyla tarımdışı faaliyetlerin devamının ve istikrarının, doğrudan üretimin istikrar ve üretimiyle eşdeğer olduğu düşüncesi devletin ve toplumun bekası için üreticilerin korunarak adil yönetilmesi gerektiğini zorunlu kıldı.
    bunu göçebe gelenek ve askeri toplum yapılarından gelen talan geleneğini islam'ın fetih anlayışına eklemleyerek ilkin yusuf has hacip sonradan daire-i adliye adını alacak şekilde formüle etti.
    bu epey köklü bir değişiklikti, göçebe hayvancılık, toplayıcılık, dokumacılık ve talan ekonomisinden yukarda söylenilen zihniyete, üretim biçimine, meşruiyet bağlamına geçiş.

    islamla tanışmak ise talan ekonomisinden fetih ekonomisine geçiş anlamında tamamlayıcılık ile eski inançları yeni dine eklemleme anlamında senkretik(bağdaştırmacı) bir halle yürümüştür.
    bu tür sosyo-ekonomik, kültürel bağlamdan siyasal bağlama geçiş öyle bir odadan diğer odaya geçiş gibi olmamasına rağmen biz yine de siyasi bağlam içinden islam'ın bir sosyal, siyasal mukavele olarak nasıl iş gördüğünden bahsedelim.
    öncelikle islam toplumu ve devlet hayatı kadim sasaniler'den bir hayli etkilenmiştir.
    türklerin klasik islam geleneklerinden ve sasanilerden din-devlet birliği de demek olan caseropapismi padişah-sultanda cisimleştirmeleri, sultan-halifenin müslümanların dini lideri, devletin ve orduların başı ünvanıyla yani hem aşkın(islam) hem de içkin olarak(örf-i sultani) ile tahtta bulunan sultanın kamu işlerinde sarsılmaz bir yetkiyle işgörme yetkisi demekti.
    peki iş görürken elindeki metinsel ve insani malzeme neydi?
    böylece en başından bu yana gölgesini hissettiğimz platon'un ideal devlet modeline vardık; platon ideal devletin filozof-kral, koruyucular sınıfı ve besleyiciler sınıfından oluşması gerektiğini söyler.
    dolayısıyla padişah burada herşeyi bilen filozof-kralı; askerler, yöneticilerin oluşturduğu seyfiye ile bilgiyi üretme ve yayma, devlete ideololjik zemin üretme anlamında ilmiye sınıfı koruyucuları ve en nihayetinde besleyici reaya sınıfını da üretenler ve vergi verenler oluşturur.

    bütün bunlar yusuf has hacip nizam-ı mülk izleğiyle, osmanlı'da önce adalet teorisi(daire-i adliye) sonra da nizam-ı alem denilen ideolojik argümanlarla yerine oturtulur.
    artık bu nokta da islam sadece bir din ve kurallar bütünü değil devlet ve doğrudan üretici arasındaki ürün-adalet akışını sağlayan bir mukavele, bu ilişkiyi kutsayan, meşrulaştıran bir üst doku olmuştur. işte bütün bu kurulu düzenin yürümesi padişahın adil olmasına bağlıdır. sasani-moğol geleneğinde "doğru kanunlar" diye bilinip osmanlı'da irade-i şahane adını alan (doğru)kanunları çıkarmak neredeyse sonsuz yetki sahibi kişi olarak padişahın sorumluluğundadır.

    "padişah adil olmadığı zaman ne olur" diye bir soru için ise, alaşağı edilir diyebiliriz. şeri hayat biçimiyle en az ilgisi olan en kunt muhalefet kaynağı olarak yeniçerilerin ikide bir şeriat istemelerinin nedeni de budur; bu padişah adil değil biz hayatımızın, malımızın, mülkümüzün padişahın (iki dudağı arasında demek olan) örfi hukuku değil sıradan müslümanı örf hukukuna karşı koruyan ve bir hak olarak adalet istemi olarak şeriat'ı isteriz yani...
    bu alaşağı etme de iki içerik yardımcı olur; ilki; avrupa monarşilerinin tersine monark değil monarkın yönetme yetkisi kutsal sayıldığı için osmanlı'da, nasılsa osmanoğlu hanedanından birileri hep vardır düşüncesi.
    ikincisi ise, "adil olmayan bir müslüman sultanın emri altında yaşamaktansa adil olan bir gayri-müslim hükümdarın tebası olmak daha yeğdir"in verdiği muhkem ama saklı potentia.

    ya devlet başa ya kuzgun leşe'nin kuzgunlarını da misal j.c. scott'dan apararak zayıfların silahları başlığında anlatmak da ukte olsun.
  • bireyin kendisidir
  • (bkz: papa)
  • kanuni'nin fransuva'ya yazdigi mektupta bahsettigi bir tanimlamadir. tabiki kendisi icin:

    ben ki,

    sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren allah’ın yeryüzündeki gölgesi, akdeniz’in ve karadeniz’in ve rumeli’nin ve anadolu’nun ve karaman’ın ve rum’un ve dulkadir vilayeti’nin ve kürdistan’ın ve azerbaycan’ın acem’in ve şam’ın ve halep’in ve mısır’ın ve mekke’nin ve medine’nin ve kudüs’ün ve bütün arap diyarının ve yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı sultan bayezıd hân'ın torunu, sultan selim hân'ın oğlu, sultan süleyman hân’ım.

    sen ki,

    françe vilayetinin kralı françesko (françois, fransuva)’sun.

    sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istida etmişsiniz (istemişsiniz). her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim.

    padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir. gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele. (allah hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun.) bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz. böyle bilesiniz.
  • (bkz: şirk)
  • peygamberi onun kulu ve elçisiyken, gölgesi olmak çok büyük birşey demektir. sanırım o yüzden bu kadar adam padişahları geri istiyor. inandılarsa demek.
hesabın var mı? giriş yap