• gençlerinin gençliklerini doya doya yaşadıkları ülke. aptal saptal lüks tutkuları yoktur. üretkendirler. eğlenmesini de bilirler.
  • çok yağmur yağdığı için daima yemyeşil ve az tozlu olan ülke. orada bitkilerin yaprakları hep parlaktır ve canlı canlı görünürler. ne insanları ve ne de bitkileri güneşte kavrulmazlar.
  • yağmurlu olduğundan dolayı az tozlu ise ki çok mantıklı camları silmekten kurtulduğumuz ve temiz hava soluduğumuz ülkem.
  • özellikle üniversitede mühendislik okuyan genç arkadaşlara sesleniyorum.

    almanca öğrenin
    almanca öğrenin
    almanca öğrenin

    iş fırsatlarının çok olduğu ve almanca bilinmesi halinde size kapılarını açacak ülkedir.
  • demokrasiyi, özgürlükleri tam olarak oturtmuş ülke. ayrıca bunu da iki dünya savaşından çıkarak yapmış. ders kitaplarında sistemleri okutulası.
  • müsaadenizle biraz şikayet edeyim.

    burda her şey kurallı, düzgün işliyor tamam ama bunun da bi bedeli var. bezdirici bi bürokrasi, yeniliklere kapalılık, ve inanılmaz bi yavaşlık. sanki bütün bu düzen sıkıcı bi orta sınıf aile hayatı yaşamanız için kurulmuş. sanki diil, öyle.

    almanya'ya gelmeden önce tr ve usa'de yaşadım. benim çok hızlıca hallolmasına alıştığım hiç bi şey burda öyle çalışmıyor. gelmeden bunu duymuştum ama alışırım ya n'olacak demiştim, ama artık iyiden iyiye canımı sıkmaya başladı, ve geleli henüz üç ay bile olmadı.

    yaklaşık bir ay önce, iki ay sonrasında taşınmak için ev aramaya başladım. günlerim ekran başında uygun ev bulup mesaj atmakla geçiyor. bu mesajlara dönme süreleri ortalama bir hafta filan. sonra bi şekilde ingilizce almanca karışık anlaşabilirsek evi görme süreci başlıyor. onun için de bi hafta içinde randevu alabilmek süper. abartısız bi tanesi bir buçuk ay sonrasına randevu verebiliyoruz dedi. böyle bi saçmalık olabilir mi? hadi diyelim evi gördün beğendin her şey tamam, ondan sonra başvuru süreci başlıyor. ev sahibine belgeler şunlar bunlarla birlikte evle ilgilendiğine dair bi mektup yazıyosun, sonra o da bu başvurular arasından uygun olanını seçecek keyfine uyan bi vakitte. iki haftadır birinden haber bekliyorum mesela, ve burası bi arkadaşımın devrettiği bi ev. onun da kanunen kendinden sonra gelecek üç potansiyel talipliyi ev sahibine bildirmesi gerekmiş, ev sahibi birini baştan reddetmiş, şimdi ben ve bi başkası varız, ama iki hafta oldu ses yok, ve bu yavaşlık çok normal burda.. bunca bekleme, dünya kadar belge imza vesaireyle kiraladıkları evlerin de bırakın amerikadaki gibi beyaz eşyalarının standart olmasını, mutfağı bile yok. yani bildiğin mutfak tezgahı, dolaplar filan. bunları kendin alıp taşınırken söküp gütürmen gerek. kiraladigin şey sadece dört duvar, ve onu da bunca zahmetten sonra kiralayabilirsek bi de en az bir ay bunlarla uğraşıcaz; mutfak dolapları geldi mi, montajcının keyfine göre bi randevu bulabildik mi, çamaşır makinesini kim kuracak falan filan. şimdiden yıldım valla. basit bi ev kiralayıp taşınma işi minimum üç ay alabilir mi ya, bu nası normal olabilir?

    diğer bi örnek. tam bir ay önce telefonum bozuldu. ben de dedim ok yeni bi telefon almanın vakti gelmişti, bu vesileyle bi kredi kartı çıkartayım, onla alırım. o arada da fi tarihinden bi android telefonum var onla idare ederim üç beş gün. bi iki online çalışan banka varmış ama benimkisi çalıştığım işten dolayı deutsche bank. heheyt koskoca doyçe bank. pandemi mandemi istisnası yapmadan bankalarda her bok için randevu alıp şubeye gitmek lazım. sanki yetmişlerde yaşıyoruz aq. tabii benim banker frau kolsch bir hafta sonrasına randevu verdi. gittim minimum yarım saat süren bi görüşme ıvır zıvır imza onay filan kart başvurumu tamamlamış oldum. verdikleri kartın da bonusu promosyonu hiç bi boku yok, sadece kart. neyse sonra beklemeye başladım kart gelecek. üçüncü dördüncü günden sonra takıntı başladı bende. günde iki üç kere posta kutusunu kontrol ediyorum. bu vesileyle postacının geçtiği saati de belledim. tam on gün sonra kartın şifresi geldi. hala ortada kart yok. bankacı maria'ya mail atıyorum, iki gün sonra cevap verip bekle gelir diyo ahah. 17 gün oldu hala kart mart yok, iyice sıkıldım dedim yeni telefon işini erteliyim, idareten bi refurbished telefon alayım. backmarket diye bi site var refurbished telefonlar satıyolar. özellikle de çabuk gelecek telefonu seçtim, almanya içinden gönderi ve tahmini teslim süresi 48 saat diyo. verdim siparişi salı günü. çarşamba paketleyip kargoya verdiler ups, diyorum perşembe hadi bilemedin cuma gelir. girdim ups takip sistemine, tahmini teslim tarihi haftaya salı... baktım telefonun geldiği şehre, arabayla üç saat. bir hafta nasıl sürebilir ya, bu nası normal olabilir? köyde kasabada filan da yaşamıyorum, bildiğin büyükşehir. tabii ki o gün de işim var evde olmayabilirim. hesap açıp teslim tarihini seçebilirsin diyo, eh açtım tabii, bastım linke; neymiş sadece bi teslim girişimi olduktan sonra bu fonksiyonu kullanabilirmişim. yani gelecek beni evde bulamayacak sonra bıraktığı sticker'da bilmemne numarası olacak ben onla girecem gün seçicem falan filan. kesin bi hafta da ordan gider.

    yani yıllarca günümüz dünyasının hız takıntısından şikayet eden beni bile bezdirdi bunlar. bu artık first world problems filan değil; emlak, bankacılık, kargoculuk gibi işlerden bahsediyoruz. bu derece yavaşlık ve değişimin uzağında kalma normal değil. işimiz gücümüz var yahu, bu kadar basit işlerin benim bu kadar zamanımı harcaması nasıl normal olabilir? şu entry'ye harcadığım mesai bile ziyan. bi de almanlar çok dakikmiş, zamanı etkin kullanırmış filan, hepsi hikaye.

    neyse, belki işler daha yolunda gitseydi biraz zaman kazanabilirdim, ya da tüm bunlarda merkür retrosu'nun da biraz parmağı vardir.. şuracığa içimi dökeyim de önümüzdeki maçlara daha pozitif bakayım dedim :)
  • geçtiğimiz günlerde yazdığım almanya’da genel hatlarıyla üniversite düzeni temalı girdiden (#123538505) sonraki bu yazıda sizlere bünyesinde yaklaşık 2 yıldır önce tez öğrencisi sonra da mühendis olarak çalışmaya devam ettiğim şirketteki tecrübelerimden ve gözlemlerimden bahsetmek istiyorum.

    sürekli olarak yaklaşık 3 yıldır burada öğrenci ve işçi olarak bulunan birisi olarak, almanya’nın oldukça büyük sorunları ve olumsuz yanları olduğunu tecrübe ettim. ancak sanırım kendi özelimde iş hayatım bütün bunların dışında buraya geldikten sonraki en memnun olduğum kazanımımdır. hatta farklı şirketlerde çalışan arkadaşlarımla yaptığım konuşmalara dayanarak, almanya için bile ortalama üstü bir çalışma ortamına denk geldim rahatlıkla diyebilirim. (sorunlar ve olumsuz yanlar daha çok hayatın ve toplumun kendi düzeni ile ilgili olduğundan, bunlardan bir sonraki yazıda bahsedeceğim.)

    öncelikle mülakat sürecinde ve işe başladığımda bir stajyer olarak konumumdan ve ünvanımdan bağımsız bir şekilde insanlardan değer ve saygı gördüğümü hissettim. bunu başlangıçta, bölüm şefi iş görüşmesinde planladıkları yüksek lisans tezlerini bana bir sunum yaparak açıkladığında ve benim hangisini yapmak isteyeceğim konusunda tartıştığımızda veya çalışanlar ile tanıştığım ilk toplantı gününde henüz çiçeği burnunda bir stajyer olduğum için kös kös oturmamı beklemek yerine konuya fikir verip katkıda bulunmamı isteyerek beni toplantıya aldıklarında hissettim. bu arada, x hanım veya y bey şeklinde bir saygıdan bahsetmiyorum yanlış anlaşılmasın. herkes ilk günden itibaren zaten birbirinin iznini aldıktan sonra senli benli konuşuyor veya ismi ile hitap ediyor. isterse söz konusu kişi şirketin sahibi olsun. ilk başlarda, benim yaşım kadar iş tecrübesi olan insanlara isimleriyle hitap etmek garip gelse de alıştım hatta çalışanlar arası hiyerarşik gerginliği azaltıyor.

    insanlar tavır olarak oldukça kibarlar, çalışanlara üstler asla emir vermiyor üslupları çok sağlıklı hatta özel bir zaman baskısı yok ise şefler önce çalışana ne kadar zamana ihtiyacı olduğunu soruyor ve işin planı ona göre yapılıyor. bu yapılırken patronmuş, müdürmüş, mühendismiş, stajyermiş ayırt edilmiyor.

    aklındakini ekibe söyleme konusu oldukça önemli. her toplantıda şefler tarafından üstüne bastırıla bastırıla herkes için söyleniyor. lütfen bir fikriniz varsa söyleyin, zira ortada bir eleştiri veya fikir yoksa ciddi problemlerimiz var demektir, düşüncesi hakim. bu ve bunun yanında yukarıda bahsettiğim hitap için sadece isim kullanma olayından ötürü fikirlerimi daha rahat bir şekilde beyan edebiliyorum. eğer öne sunulan fikir mümkün olmayan bir şey ise, ne garipseniyor ne de dalga geçiliyor, sadece neden olamayacağının sebebi açıklanıyor.

    çalışanın mesleki gelişimi oldukça önemli, firma her çalışandan mesleki açıdan kendini geliştirebileceği özel kurslar bulmasını istiyor ve buna neredeyse zorluyorlar. eğer çalışanın bu kursu alması şirkete mantıklı gelirse, kursunuzun bütün masraflarını karşılıyorlar. mesela geçen haftalarda baya baya çalışanlara teker teker hangi kursları istiyorsun diye sordular ve şu anda kursları organize etme aşamasındalar.

    iş rutini olarak ise, pandemi sürecinin en başından beri sadece kompleks teknik konuların konuşulduğu uzun toplantılar için büroda buluşuyoruz. onun dışında evden çalışıyoruz. bu sürede hiç kimse bilgisayar uygulamasından benim saat kaçtan kaça, ne kadar online olduğumu takip etmiyor. standart bir mesai kavramı yok. önemli olan istenen zamanda benden beklenen çalışmaların teslim edilmesi. kimse saat öğlen 3’te yürüyüşe çıkmama karışmıyor, şayet bir toplantı yoksa. eğer işi yetiştirmek ile ilgili bir sorunum yok ise, istediğim zaman parka gidip biramı içerek mola verebilmek veya arkadaşlarımla konuşabilmek daha özgür hissettiriyor. ancak tabi ki bu avantajın götürüsü olarak da bazen akşam 8 de toplantı yapmak veya hafta sonları çok gerekiyorsa çalışmak zorunda kalmak gibi durumlar da var. neyse ki böyle yoğun dönemlerden sonra gönüllü bir şekilde hafta içi tatili veriyorlar. sonuçta esnekliğin tadını her gün çıkartabildiğim için oldukça olumlu bakıyorum şimdilik bu düzene. uzaktan çalışma olduğu için uzaktaki bir arkadaşımı ziyarete gittiğimde birkaç gün fazla kalıp orada çalışabiliyorum veya ofise yakın herhangi bir şehre mazeretsiz taşınabilme imkanım mevcut. doktor randevusu, banka işi vb. gibi gün içinde mutlaka dışarı çıkılması gereken durumlarda oldukça anlayışlı bir tavırla karşılaşıyorum. hatta stajyerken bir keresinde doktor randevum var diye benim için toplantı saatini kaydırmışlardı.

    yan haklar konusu ise şöyle, çalışanlara genelde yemek parası dahi verilmez. bu sebeple herkes evden yemeğini getirir. yol masraflarınız karşılanır. zorunlu olmasa da noel zamanı genellikle bir maaş ikramiye verilir. bu dönemde tatildir eşe dosta hediyedir derken masraflar arttığı için oldukça faydalıdır. yıllık izin ise, yeni mezun işçi de bölüm şefi de 30 iş günü yıllık izin hakkına sahip oluyor. sanırım aksi belirtilmedikçe ülke genelinde böyle bu. bu sebeple insanlar sık sık yaz, bahar, kış tatiline çıkabiliyorlar. hatta bazı firmalar yaza doğru çalışanlarına tatil parası bile veriyorlar. yine çok standart olmasa da yıl sonu kazancına göre performans ikramiyesi verilebiliyor. bu yazacağım yan hak olarak sayılır mı bilemiyorum. sanırım oldukça özel bir durum. şirket, çalışanların birbirlerine ve şirkete olan bağlılığını artırmak için noel zamanı kutlama amacıyla çalışanlarını bir hafta sonu tatile götürüyor. evet baya millet ailesini çocuğunu alıp tatile geliyor hep beraber oyunlar oynanıyor yemekler yeniyor güzel bir ortam gerçekten. bütün organizasyonu ve masrafları şirket üstleniyor.

    gelelim maaş konusuna, öncelikle medeni hal ve çocuk durumuna göre vergi sınıfınız belirleniyor. ancak her vergi sınıfı için standart bir vergi oranı yok zira aynı vergi sınıfı içerisinde maaşınız arttıkça vergi oranınız da artıyor. maaşlar ya saatlik ya da yıllık brüt şeklinde konuşulur ve sözleşmelere işlenir. ülke genelinde maaşlar rakam olarak düşük olsa da birim para değerli olduğu için alım gücünüz her zaman belirli bir seviyenin üzerinde kalıyor. ancak vergiler ile beraber gelen yüksek sosyal güvenlik payları ve oldukça düşük yıllık maaş zam oranları sebebiyle daha üst bir alım gücü seviyesine çıkmanız sistem tarafından engelleniyor. mesela işçilerin %5’i gibi düşük bir oranı asgari ücret kazanıyor olmasına rağmen ki bu bekarlar için net 1200€ civarı oluyor, ülkedeki net maaş ortalaması 2020 yılında sadece 2084€. bu miktarın üstü de zaten insanlar arasında iyi bir maaş olarak kabul ediliyor. genel olarak konuşacak olursak, bekar ve çocuksuz akademik eğitimli elemanlar için ise net 3000-3500€ bandına çıkabilmek 5-6 yıl üstü tecrübe gerektiriyor. tabi ki istisnaları bulunur bunun ama genel olarak durum bu şekilde.

    eminim olumsuz tecrübeler yaşayan göçmenler de vardır iş hayatında ama en azından kendi özelimde sonuç olarak almanya’nın buraya göç etmemdeki ana etmenlerden biri olan sağlıklı bir çalışma ortamı kriterini karşılayabildiğini görmek çok memnun edici.

    bir sonraki yazıda ise günlük hayat, sistem ve toplum düzeninden bahsedeceğim. bis gleich!
  • geçenlerde ard kanalında cyberstalking konulu bir program izlerken muhteşem bir avukat yorumuna denk geldim.

    "der täter hat mehr recht als das opfer."
    opferschutz und täterschutz var diyor, in deutschland diyor.

    yani suçluların kurbanlardan daha fazla hakka sahip olduğu ülke. çok basit örnek veriyorum, çocuk tecavüzcülerini şartlı tahliye verip serbest bırakır çünkü pedofili suç kapsamına girmeden önce tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır.

    bu olay yani suçlunun hakkına sahip çıkma, haksız yere ceza alan, suçu işlemeyip ceza alanlar için kurtarıcı olabilir. fakat misal cyberstalking denilen şey ile iki kadının hayatını mahveden, işinden gücünden eden, binlerce euro borcun içine sokan, tehdit eden, şantaj yapan adamlara da bir şey yapılamıyor. ne o teeetarşutz.

    kahrolsun bağzı kanunlar.
  • bu başlıktaki her şeyi okuyun, ama hiç bir şeyi genellemeyin. neden mi? ustasından gelsin:

    “almanya hiç bir şey ifade etmez, ama münferit her alman çok şey ifade eder” - goethe, 1808
  • ülke içerisinde belki de ırkçılığa en az maruz kalacağınız bremen'de birkaç gün önce büyük bir ırkçılık olayı ortaya çıktı.

    bölgedeki onbinlerce eve sahip olan ev kiralama firmasından brebau 'nun sistematik olarak ayrımcılık yaptığı belgelendi. belgeler bir çalışan tarafından sızdırılmış ve yaptıkları gerçekten kötü.

    mesela kendilerine ev bulmak için başvuran herkesi kısaltmalarla kategorize etmişler.

    almanlar de,
    türban/başörtüsü takanlar kt (kopftuch),
    batıdan göçenler we,
    siyahiler e40
    sinti ve roman

    almanca bilgisi ise çok önemli. akıcı değilse, iyi bilmiyorsanız şansınız az.

    almanya'nın çoklu kültüre en açık yerlerinde bile böyle şeyler olabiliyor.

    birkaç ay önce arkadaşımın çocuğu oldu. karısı alman kendisi türk. eşi bu şirketlerden birinde çalışıyor ve patronları bu olay duyulmadan önce yabancılara ev vermemeye çalışın diyerek onları uyarıyormuş. ben de bunu duymuştum ama çok önemsememiştim. çocuklarına, kadının yani çocuğun annesinin soyadını verdiklerinde durumun ciddiyetini anladım. arkadaşım "çocuk ileride rahat etsin." diye böyle yaptık dedi.

    birçok insan alman olan eşinin(kadının) soyadını yeni doğan çocuklarına vermeye başladı.
    elbette bu ırkçılığa karşı bir çözüm değil fakat insanlar çocuklarının geleceğini düşünüyor.

    almanya'da yaşayan ya da yerleşmek isteyenlerin gözü korkmasın. ırkçılık her yerde var. önemli olan bu tür uygulamalara karşı dik durabilmek. almanya'ya gelince ilk yabancı siz olmayacaksınız. gizli ırkçılıktan göstere göstere yapılan ayrımcılığa kadar her şeye maruz kalma ihtimaliniz olacak ama bu durumu kabullenmek yerine her yerde ve her şekilde ırkçılığın karşısında durmak zorundayız.

    https://www.google.com/…smarkt-bremen-1.5300030!amp
hesabın var mı? giriş yap