• her şeyin matematiksel bir mantıkla tanımlandığı, şaşmaz bir kesinliğin ve doğruluğun tek geçerli değer olduğu bir dünya ve bu dünyada tek akıldışı, irrasyonel şeyin aşk olarak gösterildiği filmdir. filmin sonunda kadın, dedektife, "seni seviyorum" der ve film biter...
    " yeryüzünde bomboş bir alana düştüm, sonra insanlar beni görmeye geldi ben onlardan kaçtım sonra onlar beni takip ettiler, böylece öncü oldum" diyen bu tutkulu, çocuk ruhlu, kışkırtan kışkıttıkça iletişime giren deli-dahi godard, alphaville'de bize modern dünyanın güvenli, rasyonalize,ölçülmüş biçilmiş, wittgenstein'ın deyimiyle " neredeyse sürtünmesiz" bir hale getirilmiş olduğunu, ancak "anlam" üretmeyen bu dünyayı, sistemi yıkabilecek tek şeyin aşk olduğunu söylemeye çalışır gibidir...
  • --- spoiler ---
    herşey söylendi...
    kelimelerin anlamları değişmedikçe ve anlamlar da kelimeleri değiştirmedikçe. acının bir yakasında günlük hayatını yaşayanların, diğer yakasında yaşayanlara göre farklı bir dine ihtiyaç duyacakları apaçık değil midir? bizden önce, burada hiçbir şey yoktu, hiç kimse. burada tamamen yalnızız. burada eşsiz, tüyler ürpertici derecede eşsiz. sözcüklerin ve deyimlerin anlamı artık algılanmıyor. tek başına bir sözcük veya resimdeki bir ayrıntı anlaşılabilir. ama bütün anlamı yakalanamaz. bir zamanlar 1'i bilirdik. "2" yi de bildiğimize inanırdık. çünkü 1+1=2. "+" nın anlamını bilmek gerektiğini en başta unuttuk. insanların yüzyıllardan beri yaptığı yanlışlıklar insanlığı yok edecektir. ben, alpha 60... bu yok oluşun yalnızca mantıksal aracıyım.
    --- spoiler ---

    godard'ın bilim-kurgu tarzındaki bu filminde lemmy caution adında gizli bir ajan alphaville'nin yaratıcısı profesör von braun'u öldürmeyi ve alpha 60'ı yok etmeyi amaçlamaktadır. duyguların, kelimelerin, bu kelimelerin anlamlarının yok edilişi ve sıradan insanlardan duygusuz bir üstün ırk yaratma çabası... duyguların yitirildiği bir şehirde caution, profesör'ün kızı olan natacha von braun'a aşık olmuştur. 'ölü şehir' den sıyrılmaya, aşkın farkına varmaya çalışan bir kadına...

    --- spoiler ---
    sesin, gözlerin, ellerin, dudakların, sessizliğimiz, sözlerimiz, giden ışık ve dönen ışık... ikimiz için tek bir gülümseme... bilme ihtiyacıyla, bizim görünüşümüz değişmeden gecenin gündüzü yaratmasını izledim. ey herkesin sevgilisi ve tek bir kişinin sevgilisi ağzın sessizce mutlu olma sözü verdi."uzaktan uzağa" der nefret, "yakından yakına" der sevgi. okşanmak bizi çocukluğumuzdan çıkarır. insanın şeklini git gide aşıkların karşılıklı karşılıklı konuşması olarak görüyorum. herşey hareket halinde... yaşamak için ilerlemek yeterli, sevdiklerine doğru ilerlemek... sana doğru gidiyordum, durmaksızın, ışığa doğru. gülümsemense, bu beni iyice ele geçiriyor. kollarınsa sisi deliyor.
    --- spoiler ---

    filmin; bilmediği, unuttuğu kelimeleri hatırlamaya ve caution'a bir şeyler söylemek için çabalayan aşık bir kadın'ın "sizi seviyorum" sözleriyle sonlandırılması olağanüstüydü.
  • 70 yaşına merdiven dayamış bir adamın* the jet set ile başlayıp apollo ile sonlanan 1.5 saatlik konser performansında neredeyse sürekli zıplayıp dans ederek üst perdeden vokal yapması ile, acaba yaşlanan o mu yoksa bizler mi diyerekten hayatı sorgulatan; dünya müziğine bir dönem damgasını vurmuş kült bir grup olarak, bir şehrin bir sokağındaki otopark alanında bile konser vermeyi kabul edecek kadar mütevazi, sıcak ve samimi bir duruşa sahip olduklarını gözler önüne seren; 10 parçasından 6'sının çalındığı debut forever young albümlerinin efsane statüsünün hakkını veren ve sounds like a melody'nin o müthiş (extended) synth finalinin synth-pop müzik tarihindeki en başarılı outro olduğunu tekrar bizlere kanıtlayan bir konsere* isimlerini yazdırmış olan dev gruptur kendileri.

    verdikleri harika konser ile ilgili olarak 2 konuda kırgınım kendilerine. birincisi the breathtaking blue albümünden hiç bir parçaya yer vermemiş olmaları; diğeri ise, madem jerusalem'i söylediniz, tam da sırası değil miydi ki, savaşsız, huzurlu ve barış dolu bir dünya istediğimizi söylemek ve bir utopia öğleden sonrasında savaşları durduracağımızı haykırmak ?

    seviyoruz sizi, yine gelin.
  • (bkz: jean luc godard)
    daireyi tamamlayacak cesareti olmayanların cehennemidir alphaville; malumunuz, kuzeyde hep kar yağar ve güney sürekli güneşlidir. korkusuyla yüzleşenler ise çoktan eşşşek cennetini boylamıştır. gerçekliğin insanların beynine kazındığı ss havuzlarında şimdi'den ötesi yoktur, olmamıştır.
  • jean luc godard'ın, hollywood'un bilim kurgu klişelerinden sıyrılan ve ışın kılıçları, uzaylılar, zamanda yolculuk gibi basmakalıp sembolleri kullanmaksızın, günlük hayatın içine sci-fi yerleştiren, 1965 yapımı distopyası. üç yıl sonra kubrick'in çektiği 2001 a space odyssey filmindeki h.a.l. 9000, alpha 60'dan mı esinlenilmiş acaba diye düşündürtmüş ve insanların duygusuzluğa mahkum edilmesi, otoritenin emirlerinin kayıtsız şartsız uygulanması gerekliliği, doğru ve yanlış kavramlarının statükonun buyruğu ile belirlenmesi açısından 1984'e benzemektedir.

    filmin en dikkat çekici kısımlarından birinde, alpha 60 mevcudiyetinin yegane temelini şu şekilde açıklamaktadır:

    sözümona, kapitalist sözcüğünün veya komünist dünyanın özü, insanlarının, beyin yıkamanın veya finansın gücünün boyunduruğu altına girmesini sağlayan kötü bir iradeden ziyade; kabaca, herhangi bir örgütlenimin tüm kendi eylemlerini planlamasına ilişkin doğal bir başarma ve elde etme tutkusudur.

    bir diğer dikkat çekici sahne ise, asimile olamayan ve intihar da etmeyenlerin infaz edildiği havuz sahnesidir ki, karısı öldüğü için ağlayan bir adamın, "mantıksız" davrandığı "normal dışı" bu eylemi, kurşunlanmayla karşılık bulur. otorite, ağlamayı mantıksız; ağlayarak mantıksız hareket eden insanları öldürmeyi ise mantıklı bulmaktadır ve tabii ki, otorite neyi mantıklı buluyorsa, doğru olan da budur. zira, söz konusu uygarlıkta "neden" sorusunun sorulması suçtur ve bunun yerine "çünkü" denilmelidir. duygusuz, ruhsuz, sevgisiz olanlar, "normal" vatandaşlar; içindeki insanı öldüremeyenler ise, yok edilmesi gerekenlerdir!

    işte tam da bu noktada, godard'ın herhangi bir teknik prodüksiyona girmeden, robotlaşmayı kanlı canlı insan üzerinden anlatması, takdire şayandır kanımca.

    http://www.imdb.com/title/tt0058898/
  • kahramanımızın eline kitap aldığı ilk sahne (otelde yatakta): le grand sommeil: yani raymond chandler'ın "büyük uyku"su (metis ve everest)

    ikinci (takside): capital de la douleur (paul eluard) - acının başkenti

    (takside şöför nereye gideceğini sorduğunda) "moi, de toute façon je voyage au bout de la nuit, alors ça m'est égal": "zaten gecenin sonuna yolculuk yapıyorum, fark etmez" diyerek ferdinand céline'e gönderme yapar

    filmin en güzel sözü:

    n'est-il pas évident qu'une personne vivant de façon habituelle d'un coté de la souffrance exige une autre sorte de religion ; qu'une personne vivant de façon habituelle de l'autre coté ?

    acının bir yakasında günlük hayatını yaşayan bir kişinin, diğer yakasında günlük hayatını yaşayan bir kişiye göre farklı bir dine ihtiyaç duyduğu apaçık değil midir?

    « que ce soit dans le monde dit capitaliste ou le monde communiste il n’y a pas une volonté méchante
    d’assujettir les hommes par la puissance de l’endoctrinement ou celle de la finance mais uniquement
    l’ambition naturelle à toute organisation de planifier son action. »

    ister kapitalist denen dünyada ister komünist dünyada olsun, insanları, beyin yıkamanın veya finansın gücüyle boyunduruk altına alan kötücül bir iradeden ziyade; sadece, her örgütlenmenin kendi eylemlerini planlamaya yönelik doğal bir tutkususu vardır.

    alpha 60'ın sorusuna yanıtlar ve alıntılar:

    « le silence de ces espaces infinis m'effraie », blaise pascal
    "bu sonsuz uzayların sessizliği beni ürkütüyor"

    « je crois aux données immédiates de la conscience », henri bergson ;
    "bilincin doğrudan verilerine inanıyorum"

    « quel est le privilège des morts ? ne plus mourir. », friedrich nietzsche
    "ölülerin ayrıcalığı nedir? bir daha ölmemek"

    «car vous serez devenu mon semblable, mon frère », doğrudan charles baudelaire'in kötülük çiçeklerinde giriş şiirinden ilhamla
    "zira bana benzer hale geleceksiniz, kardeşim"

    le temps est la substance dont je suis fait. le temps est un fleuve qui m’emporte, mais je suis le fleuve. c’est un tigre qui me dévore, mais je suis le tigre. c’est un feu qui me consume, mais je suis le feu. (jorge luis borges.)

    zaman beni oluşturan cevher
    zaman beni sürükleyen bir nehir ama nehir benim
    beni parçalayan bir kaplan ama kaplan benim
    beni tüketen bir ateş ama ateş benim
    evren ne yazık ki gerçek ben ne yazık ki borges’im

    ................

    ta voix, tes yeux, tes mains, tes lèvres,
    nos silences, nos paroles,
    la lumière qui s’en va, la lumière qui revient,
    un seul sourire pour nous deux,
    par besoin de savoir, j’ai vu la nuit créer le jour sans que nous changions d’apparence,
    ô bien-aimé de tous et bien-aimé d’un seul,
    en silence ta bouche a promis d’être heureuse,
    de loin en loin, ni la haine,
    de proche en proche, ni l’amour,
    par la caresse nous sortons de notre enfance,
    je vois de mieux en mieux la forme humaine,
    comme un dialogue amoureux, le cœur ne fait qu’une seule bouche
    toutes les choses au hasard, tous les mots dits sans y penser,
    les sentiments à la dérive, les hommes tournent dans la ville,
    le regard, la parole et le fait que je t’aime,
    tout est en mouvement, il suffit d’avancer pour vivre,
    d’aller droit devant soi vers tout ce que l’on aime,
    j’allais vers toi, j’allais sans fin vers la lumière,
    si tu souris, c’est pour mieux m’envahir,
    les rayons de tes bras entrouvraient le brouillard.

    sesin, gözlerin, ellerin, dudakların,
    sessizliğimiz, sözlerimiz,
    giden ışık ve dönen ışık...
    ikimiz için tek bir gülümseme...
    bilme ihtiyacıyla, bizim görünüşümüz değişmeden gecenin gündüzü yaratmasını izledim.
    ey herkesin sevgilisi ve tek bir kişinin sevgilisi
    ağzın sessizce mutlu olma sözü verdi.
    "uzaktan uzağa" ne nefret,
    "yakından yakına" ne sevgi.
    okşanmak bizi çocukluğumuzdan çıkarır.
    insanın şeklini git gide aşıkların karşılıklı karşılıklı konuşması olarak görüyorum.
    kalp tek bir ağız oluşturur.
    her şey rastgele, tüm kelimeler düşünülmeden söyleniyor
    duygular akıntıya kapılmış sürükleniyor, insanlar şehirde döneniyor,
    bakış, söz ve seni sevmem
    her şey hareket halinde... yaşamak için ilerlemek yeterli,
    sevdiklerine doğru dümdüz ilerlemek...
    sana doğru gidiyordum, durmaksızın ışığa doğru.
    gülümsüyorsan, beni iyice ele geçirmek için.
    kollarının ışınları sisi aralıyor.

    ve işte şiirin okunduğu sahne

    http://moineauenfrance.blogspot.fr/…aul-eluard.html
  • benim otuz yıllık tutkumdur. şu anda kızım, babasının tam da alphaville'e tutulduğu yaşta. o derece köklü bir bağım var alphaville ile...

    big in japan'i sevmem. sounds like a melody, eh işte... forever young için idare eder diyebilirim ancak. alphaville deyince sadece bu şarkıları sıralayan, başka da bir şey bilmeyen tayfanın alphaville ile uzaktan yakından ilgisi olamaz bana göre. herkes bizim gibi ileri seviye fan olmak zorunda değil elbette. ama alphaville der demez big in japan lakırdısını duymak harbiden sinir bozucu.

    benim için sıralama yapmak zor ama, naçizane, en sevdiğim yirmi alphaville şarkısını sıralayayım. ekşi sözlük'te alphaville maddesine bakanlar, hiç değilse bu şaheserlerin isimlerini görsünler.

    1. hurricane (crazy show, 2003)
    2. wonderboy (crazy show, 2003)
    3. astral body (dreamscapes, 1999)
    4. elegy (limited single, 2003)
    5. oh, patti (prostitute, 1994)
    6. the voyager (afternoons in utopia, 1986)
    7. flame (salvation, 1997)
    8. still falls the rain (crazy show, 2003)
    9. ain't it strange (prostitute, 1994)
    10. heaven on earth (catching rays on giant, 2010)
    11. first monday on y3k (crazy show, 2003)
    12. return to paradise (crazy show, 2003)
    13. lassie come home (afternoons in utopia, 1986)
    14. anyway (the breathtaking blue, 1989)
    15. pandora's lullaby (salvation, 1997)
    16. heaven or hell (the breathtaking blue, 1989)
    17. iron john (prostitute, 1994)
    18. in the mood (forever young, 1984)
    19. apollo (prostitute, 1994)
    20. girl from pachacamac (crazy show, 2003)
  • askin zaferi-a victory of love isimli guzide parcasinin hep ihmal edildigi grup... bi de jerusalem diye bi sariklari vardir ki,konser versiyonunu dinleyenlerin o geceyi sarhos olmadan bitirmesi zordur...
  • 95 yılında, yeni albümleri prostitute'in tanıtımı amaçlı turne kapsamında türkiye'de verdikleri konserin ardından, alt kemancı'da sahneye çıktıklarına şehadet eden (tek şarkı falan söylemediler, bildiğin konser) 40-50 kişiden biri olduğum için kendimi şanslı hissetmeme vesile olan gruptur.
  • forever young da guzeldir ozellikle giris tonlari
hesabın var mı? giriş yap