• sol el yüzük parmağına takıyorsanız evli,
    sağ el yüzük parmağına takıyorsanız nişanlı,
    kafaya çok takıyorsanız evde kalmış,
    sikinize bile takmıyorsanız müzmin bekar,

    olduğunuzu gösterir..
  • boşanma duruşması için gittiğimiz mahkeme salonunda hakimenin parmağındaki halka. gözümü alamadım o eski, ince, dümdüz yüzükten. aklıma, annem ile babamınki geldi. aynı böyle, sade, gösterişsiz. hatta parlaklığı gitmiş. koşullar ne olursa olsun çıkarmadılar. sonra bizi düşündüm. on yıllık evliliğin yedi senesi alyans takmadık. belki de o ilk çıkardığımız gün boşanmıştık.
  • hayata tutunmanızı da sağlar.

    bekar ve takı takmayı sevmeyen biri olarak yaklaşık 3 hafta ortalıkta alyansla dolaştım.

    annem geçtiğimiz eylül ayında aniden rahatsızlandı. deü acil servisine götürmüştük; acil serviste annemin başında üzüntülü bir halde beklerken hemşireler acil serviste daha fazla bekleyemeyeceğimi söylediler. annemi orada yalnız bırakmak istemiyordum; üstelik anneme henüz bir tanı da koymamışlardı. tedirginliğimin yerini sinir ve gerginliğe bırakmıştı. o an yanıma bir hemşire geldi ve hastanın nesi olduğumu sordu. ben de annem diyerek yanıtladım.

    hemşire annemi kontrol edip üzerindeki en değerli şeyi bana uzattı. yıpranmış bir alyanstı bu. zaten o an ne yapacağımı bilemeyen, sağa sola bakınan ben, alyansı nereme saklayayım düşüncesine giremedim ve annemin alyansını parmağıma geçirdim.

    annem nöroloji polikliniği, yoğun bakım derken yaklaşık 3 hafta hastanede yattı. bu süre boyunca alyansı bir kez olsun çıkarmadım; çıkaramadım. çünkü ne zaman alyansı parmağımda fark etsem annemi hissedebiliyordum ve onunla adeta karşılıklı konuşabiliyordum. içinde bulunduğum durumu daha iyi anlayabilmek için (bkz: #42315777)

    annem hastaneden taburcu olduktan sonra da alyansı takmaya devam ettim. ilk başlarda parmağımda garip duran nesne birden benim bir uzvum gibi oldu. hatta annem yoğun bakımda yatarken ziyaretine gittiğimde -o an ne söyleyeceğimi bilemediğimden olsa gerek- anneme yüzüğü gösterdim. annem de o sırada belli belirsiz şeyler söylemişti.

    o dönemler çalıştığım yerdeki bir çok kişi nişanlandığımı falan düşünmüştü. alyansı sorduklarında da "hayır annemin yüzüğü" cevabı karşısında afalladıklarını görmüştüm. insanlar da haklılar tabi; ama annemin yüzüğünü çıkarıp evin herhangi bir yerini kaldırmam o an için anneme sırtımı dönmüş gibi bir durum olacaktı benim için. sanki annemin iyileşmesi benim alyansı takmamla olacak gibi geliyordu.

    alyans şu aralar ait olduğu yerde yani annemin parmağında. umarım hep orada kalır.
  • babaannemin teneke gibi incecik alyansı dururdu parmağında, 40 yaşında kaybettiği eşinden yadigar. hiç çıkartmazdı, çocuktum, ara ara parmağından zorla alır, incecik parmağıma takar, her zaman bol gelen o yüzüğün aslını bir gün sevdiğim insanla paylaşacağımı düşünür, kendi kendime sevinirdim. daha o yaştan belliymiş biraz salak bir şey olacağım. olmadı değil, oldu. alyansımızı ilk taktığımız gece öpe koklaya uyuduğumu bilirim. zor geçen bazı günlerde, parmağımı üzerinde gezdirip, görünmeyen bir bağın başladığı yer olarak hissettiğimi bilirim o yüzüğü.

    gel zaman, eşim yüzüğü olur olmadık yerde daralıp parmağından çıkarıverdiğinden, taşınma günümüzde de parmağı yerine ayakkabılığın üzerine konumlandırdığından, evi taşımaya yardım eden elemanlardan biri "ulan bunu parmağa taksınlar diye yapmışlar, o halde neden takmıyorum?" diye düşünen romantik bi arkadaş olduğundan, gitti yüzük. birkaç ay sonra bendeki tekini bozdurup gittik, yeni bir alyans çifti satın alıp taktık parmaklara.

    sonra yaşadığımız ekonomik sıkıntı sebebiyle onları da bozdurmak zorunda kaldık. sonra da her şey yokuş aşağı zaten. sanki o sikindirik yüzükler hakkaten bizi birbirimize görünmez bir bağla bağlıyormuş da, gittikleri için birbirimizden kopmuşuz gibi.

    içimden deli bir ses diyor ki, o son alyansı bozdurmayacaktın.

    kendime üzerine ayın fazları oyulmuş bir alyans yaptıracağım bir gün. babaannem gibi ölene kadar onu takacağım. her baktığımda ne kadar boktan şeylere değer atfeden bir gerizekalı olduğumu hatırlayayım diye. ayın fazları tamamen kendi zevkim. onun gerizekalı olmamla bir ilgisi yok.
  • dün annemlerin eski kiracısı, çocukluk arkadaşları bir ailenin çocuklarından birine, o ailenin 3 oğlunun en büyük abisine gittik. çocukluk diye bahsettiğim dönemler 1950'ler, bahsettiğim adam da ortanca dayımın aynı zamanda ortaokuldan sınıf arkadaşı. şu an 78 yaşında olan birisinden bahsediyorum.

    rahmetli büyük dayım ona annesinin ölümü üzerine bir mektup yazmış 1970'lerde; ya 1971 ya da 1972 olması lazım tarihinin, o mektubun bir kopyası bir şekilde elime geçmişti, oradan ismini biliyordum bu amcanın. mektup dediğimde de, öyle bir dil ve öyle güzel bir el yazısı vardı ki, cidden inanamamıştım elle yazılabileceğine o kadar düzgün bir yazının ve neredeyse ağlayasım gelmişti kendi çirkin yazım ve türkçem ile kıyaslayınca. sonuçta o mektup beni çok etkilemişti ve neticede işte ben bu adamı, daha doğrusu ismini işte o vesile ile tanıyordum. sonrasında da 50'lerin fotoğraflarını tararken yine gündeme gelmişti bu aile, yıllar sonra da hatta küçük dayımın cenazesi sonrası başsağlığına gelen küçük oğulları ile tanışmıştım falan filan.

    neyse bu hafta sonu, annem, teyzem, ortanca dayım filan ona gideceklerini söyleyince, ben de geleyim dedim. hem fotoğraf çekerim diye, hem de gerçekten merak ediyordum kimdir, necidir diye o mektup yüzünden.

    neyse, benim hiç haberim yoktu, meğerse eşi vefat etmiş yaklaşık bir ay önce, ona başsağlığına gidiyormuşuz diye yolda öğrendim. gittik evine, yeniköy sırtlarında bir evdi, ilk izlenimim olarak adam çok zarif bir beyefendiydi, çok güzel ve zevkli bir evi var diye düşündüm. zaten konuştukça anlamaya başladım, daha doğrusu dayım da tanıttı, anlattı biraz; eşi ile beraber ikisi de mimarmış ve yaklaşık bir yirmi sene önce yine beraber emekli olmuşlar, dünyayı gezmişler filan ve adam belli ki eşine hala çok aşıkmış ve haliyle de çok üzgündü ölümünün sonrasında. annem yolda demişti zaten gençliğinde eşine çok aşıktı diye. zor tabii, kaç yaşında olursa olsun eşini bu şekilde kaybetmek. hatta psikiyatrist olan dayımın artık aileye tanıdık gelen ama başkalarının cidden zorlandığı, ama sanırım onun gençlik dönemlerinden gayet aşina olduğu kışkırtıcı ve kontra esprilerine de gayet güldü bir süre sonra ama yüzü güldüğü zaman bile gözlerinde acı vardı.

    bu arada ben de bir yandan onları dinlerken, bir yandan da biraz video ve fotoğraf çektim, bu kadar insanı beraber yakalamışken diye. rahmetli eşi sigara kullanıyormuş ve bahçeye bakan camın yanında koltuğun yanındaki sehpada bir küllük ve içinde izmaritler duruyordu. eşinin son içtiği izmaritlermiş, kıyamamış atmaya. dokunamamış daha doğrusu. dayım, "bu ne, döksene bunları, sen içmiyorsun ya" deyince "yok dursun onlar" dedi ve o zaman dayım, aa, o'nun muydu bunlar deyince söyledi. evin her yerinde seyahatlerinden aldıkları süs eşyaları filan, beraber fotoğrafları, çok hoş dekore edilmiş bir evdi filan, uzun yılların getirdiği dostluk, eski akçaabat anıları filan derken bir kaç saati aşan güzel ve keyifli bir ziyaret oldu, ben de çok ilginç bir hayat hikayesi ve ilginç bir insan öğrenmiş, tanımış oldum dayım kendisini konuşturdukça.

    bu sabah annemlerde fotoğraflara bakıyorduk, televizyona bağladım kamerayı, anneme gösteriyorum işte, "bak şöyle çektim, şöyle çıktınız; dayım da çok kilo almış" filan diye. annem de anlatıyor, şöyle yakışıklıydı bu ikisi, böyleydi filan diye ve o sırada bir fotoğrafa gözüm takıldı ve cidden boğazıma düğümlendi kelimeler. o amcanın sol elindeki yüzük parmağında alyansı vardı. normal zaten o evet, ama oradayken farketmediğim detayı fotoğrafta farkettim; serçe parmağında da alyansın aynısı, bir eşi vardı. yani eşinin alyansını da takmıştı.
    https://instagram.com/p/1zecmyj8kx/

    alyans dediğin öyle olmalı, evlilik dediğin de öyle olacak işte. eşinin mekanı cennet olsun tekrar, allah kendisine de sabırlar ve ailenin geri kalanı ile beraber sağlıklı ömürler versin.
    (bkz: bir hatıra defteri olarak ekşi sözlük)

    edit: imla ve link.
    editin editi: teyzem gösterdi de sonra gençlik resimlerini, annem abartmıyormuş; adam cidden rock hudson türkiye şubesi.

    bilgi: bu ziyaretten tam bir sene geçti, ya da geçmedi; 2015'in mart sonunda, bahsi geçen çocukluk arkadaşı olan doktor dayım yakalandığı hastalık ile 2 hafta içinde ansızın vefat etti. neden sonra aklıma geldi bir ara annemlere sordum yazın, "ne oldu x amca?" diye, hani haberi olmuş mudur diye merak ettim dayımdan. meğersem o da yaklaşık dayımdan bir ay önce vefat etmiş. eşinden sonra fazla yaşamak istememiş belli ki. kardeşi de bize haber verememiş. ama benim bastırıp posta ile gönderdiğim resimleri almış, hatta salonuna koymuş... evvelsi gün bu entri ile ilgili güzel bir mesaj alınca hatırladım ve bilgiyi de paylaşmak istedim. o ve dayım gibi zarif tüm beyefendilerin, geçmişte kalan tüm böyle güzel insanların mekanları cennet, hatta orada da sevdiklerinin yanı olsun.

    eski link çalışmıyormuş: https://www.instagram.com/…sm_gps0mw2xx7tk-mummey0/
  • binlerce model var* yani ilk başlarda öyle geliyor. ürkek bir çift keklik gibi baktığımız ilk kuyumcu vitrininin ardından parlayan dişleriyle çıkan müşteriyiiçeribuyuretçi bizi daha çok model, daha uygun alyans vaadiyle dükkana davet ettiğinde artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiş bulunuyorduk. bu başlangıç, bilinmezlerle dolu ama biraz eşeleyince hemen uyum sağlanabilen alyans dünyasına girişimizdi. bundan sonra istanbul'un muhtelif semtlerinde, birbirinden farklı yüzlerce kuyumcuya girecek ve 'başka yerde böylesini bulamayacağımıza' ikna edilerek gösterilen birbirinin aynı alyanslardan birini seçmeye çalışacaktık.

    aslında o ana kadar bu kadar seçici ve kararsız insanlar olduğumuzun farkında değildik. herkes kadar kararsızlaştığımız dönemler olsa da genelde istediğimiz şeyleri bilir, arasak da o istediğimizi arayana kadar bocalardık. birbirimizi bulduğumuzda bile bu kadar düşünmemiştik. tanıştığımız an kanımız ısınmış ve çok fazla kurcalamaya fırsat kalmadan aşık oluvermiştik. işler alyans seçme noktasına kadar geldiğinde ise zaten birlikte uzun bir yol kat etmiş, birbirimizin isteklerini ve uzak durduklarını da ezberlemiştik. ama alyans yeni bir konuydu. ben yirmi yedi yıllık hayatım boyunca altın bir takı taktığımı hatırlamıyorum. o ise saat takmaya askerde nöbet saatlerini kaçırmasın diye koluna taktığı beş liralık casio saatten sonra alışmış, dönünce yıllardır çekmecesinde bekleyen saatini koluna takmıştı. iş alyansa gelince nasıl bir model istediğimizi değil ne zamanlar bu alyansı çıkaracağımızı düşünür olmuştuk. şimdi ise kuyumcu parlak dişleriyle bize gülümsüyor ve biz o gösterdiği çekmecedeki alyansları beğenmedikçe arkasında hazırda bekleyen çırağına "bir çekmece daha uzat!" diyordu sabırla.

    alyans modelleri sıra sıra önümüze geliyor, biz her seferinde "çok taşlı, çok kalın, çok ince, çok parlak, çok beyaz, çok mat, çok sarı" diyerek geri çeviriyorduk. adam istersek cilasında, renginde ve tasarımında değişiklikler yapabileceğimizi, kendi alyansımızı tasarlayabileceğimizi söylüyordu. bu kez çekmeceler baştan iniyor, "bunun şurası sarı olsa, burası da beyaz" diye kendi tasarımımızı yapıyor sonra o şekilde görmedikçe bir anlamı olmayacağına karar verip vazgeçiyorduk. biz bir türlü karar veremezken, adamın parlak dişleri teker teker tezgaha dökülecek, yüzünde kırışıklıklar belirecek, ayakları tutmayacak ve adamcağız karşımızda birden yaşlanıp çökerek ölecek gibi hissediyordum. adam içinden elli yaş yaşlanıyor dışından bize alyans beğendirmeye çalışıyordu.

    en sonunda seçenekleri iki modele indirip bunlar için fiyat aldığımızda adamın da tüm gücü tükenmişti. bu iki alyans arasında da bir seçim yapmamız gerektiğini hissedince bizi "bunların ikisi de çok güzel ama içinizde tereddüt kalmasın, bir kaç dükkan daha gezin, yine gelip bunlardan birini alacaksınız" diye postaladığında gözlerinde diğer kuyumcuların da kendi çektiği eziyeti çekeceğini düşündüğünü ele veren bir zevk parlaması görüyordum. bundan sonrası istanbul'un yedi tepesinden üç buçuğunu saran küçüklü büyüklü kuyumcularla yaşanan maceralar..

    artık alyans konusunda hafiften uzmanlaşıyorduk. girdiğimiz dükkanlarda duyacaklarımızın sırası belliydi; önce en bilindik modeller gösterilecek, beğenmedikçe daha karmaşık olanlar dizilecek sonra renk, model ve cilada istediğimiz değişiklikleri yapabileceğimiz söylenecek ardından pes edilip başka bir dükkana yollanacaktık. satıcılar kendi içlerinde önce ikiye sonra dörde sonra sekize bölünerek çoğalıyordu. ilgili satıcı, müşterilerden baymış satıcı, kararsız müşteriyi gözünden tanıyan ve bu konuda hırslanmış mutlaka alyanslardan birini satmaya çalışan satıcı, kararsız müşteriden hemen kurtulmaya çalışan satıcı diye gidiyordu. istediğimiz gibi bir alyans bulamayacağımıza iyice ikna oluşumuzla alyansların dümdüz altın halkalardan ibaret olduğunu, herhangi bir modelleri olmadığını sandığımız gün arasında kocaman bir uçurum vardı artık. satıcılar "isterseniz" diye söze girince biz "model, renk ve cilada değişiklik yapabilirsiniz" diye tamamlıyor satıcıyla düet yapıyorduk. en son, bir alışveriş merkezinin iki renkli yuvarlak kolonlarını alyansa benzettiğimizi fark edince silkinip kendimize geldik ve alyans dünyasına ilk battığımız yere geri döndük adamın da kehanetinde belirttiği gibi.

    dükkanda bizi karşılayan ve tüm modelleri sabırla gösteren adam artık yoktu. o günden sonra işi mi bıraktı, inzivaya mı çekildi belli değil. onun yerine henüz bizimle tanışmadığı için yaşam enerjisini koruyan başka biri vardı. ama çıraklar bizi tanıdı elbette. yeni adam "biz alyans bakıyorduk ve size de uğramıştık, tüm modellerinize de tek tek baktık" dediğimizde bizi ciddiye almadı ama ufak ufak ortadan yok olan çıraklar duruma uyanmıştı haliyle. adam, kaçmak için yeterince hızlı davranamayan zavallı bir çırağa seslenip "sağ üstteki çekmeceyi uzat" dediğinde çırağın aslında orada olmayan bir müşteriyle ilgileniyormuş gibi yapması da bir işe yaramadı. titrek eller çekmeceyi uzatırken biz aydınlanmış yüzlerimizle; "bütün modelleri zaten biliyoruz, şu şu kod numaralı modeli gösterebilirsiniz" dedik. tören günü parmaklarımıza don lastiği geçirme kararımızdan hemen sonra "yine de bir ihtimal" olarak o modeli görmek istiyorduk. adam ikna olmayıp yine de çekmeceleri bir bir önümüze dizerken içimizden istemsizce "bu çok ince, bu çok şatafatlı, bu çok sarı.. bunu ve benzerlerini kapalıçarşı'da zaten görmüştük vasat" diye sıralamaya başlamıştık bile. "hayır hayır hayır o modeli gösterin de gidelim.."

    anne babalarımızın parmağındaki özelliksiz ve olması gerektiği gibi normal altın halkadan git gide uzaklaşmamızın ve
    alyanslarımızı sadece bir gün takıp sonra bir daha hiç takmamaya karar verişimizle bu dünyanın bütün alyans modelleri arasından alyans seçemememiz arasındaki korkunç tezat bizi delirtmek üzereydi. işin bağlılık, çoluğun çocuğun ölümümüzden sonra bakıp bizi hatırlayacağı özel anlamlı takı kısmını geçeli yüzyıllar olmuş gibiydi. bize asla alyans satamayacağı on kilometre öteden belli olan bir başka satıcı "amaan alyansın ne önemi var ki, iki insanın bağlılığı bir halkaya mı bağlı, alın gidin bir tane, beğenmezseniz atın gitsin" diyerek bir çift teneke yüzük uzatmış, adamı dövecek gibi olmuştuk ki bu da artık alyans modellerinin çeşitliliği karşısında beyin devrelerimizin yeterince karıştığının kanıtıydı.

    sonunda kırmızı, yeşil ve sarı altın karışımlı, üzerinde burgu burgu kartal, atmaca, gül, ağaç kabartmaları olan, yedi milimetre genişliğinde on gram ağırlığında acayip alyansların arasından azami asalete sahip 'normal' bir alyans bulduğumuzda her şey geride kaldı. bu tek çift yüzüğü, yüzüklerin efendisini, tabanlarımızın ve kararsızlığımızın su toplaması ve türkiye sınırları dahilinde meydana getirilmiş tüm alyans modellerini ezberledikten sonra hak ettik. çocuğumuzu takı tasarımcısı olması için teşvik etmeye ve ona dünyanın en sade ve güzel alyanslarını tasarlaması için ailevi baskı uygulamaya karar vererek alyanslarımızı aldık. tam maceraydı.
  • çok kıymetli, çok.

    bugün elleri şiştiği için anneminkini çıkarmak zorunda kaldık. ilk ameliyata girerken çıkarmıştı. taburcu olup eve geldikten sonra, o en konuşamaz, en derdini anlatamaz haliyle yüzüğünü takmak istemişti. kortizonu bıraksak da etkileri hala geçmedi işte. hala şişlikleri var annemin. artık elini acıtmaya başlamış, babam da "çıkar istersen hanım, çok sıkmış yüzüğün" deyince zar zor çıkardık.
    küçücük düz bir alyans. içinde nişan tarihi yazıyor, az önce fark ettim. babam nikah tarihini de, anneme süpriz olsun diye aynı güne almış. yüzüğün içindeki tarihten tam 1 yıl sonra, aynı günde evlenmişler. bilmiyordum bunu.

    çocukluğumdan beri karşı koyamadığım tek aksesuar yüzüktür benim. teyzelerimin takı kutularından, parmağıma olmayacağını bile bile hep yüzükleri aşırırdım. sonra onların düğünlerinde anneannem hep çok özel anlamı olan yüzükler taktı kızlarına. lisede sormuştum "bana da var mı o güzel yüzüklerden?" diye, "seninki annenden sana geçecek" demişti. geçen hafta temizlik yaparken tesadüfen buldum onu da. annemle açtık kutusunu. nişanlanmama ramak kalınca sandıktan çıkartıp, yatak odasındaki çekmecelerden birine koymuş. evlenmemi, yani o adamla evlenmemi hiç istemediği halde, çıkarmış yüzüğümü. ilk kez o gün söyledim "anne biz ayrıldık" diye. "benim yüzümden" deyip ağladı, "ben hasta olmasaydım" dedi... konuşturmadım, ağlatmadım annemi daha fazla. "kaç para eder bu?" şebekliği yaptım kutudaki yüzük için. "eşek" dedi annem bana, güldük...

    en özel günlerimin hediyeleri de hep yüzük oldu ailede. 18. yaşım, mezuniyetim, gidişim, dönüşüm vs. pırlantada hiç gözüm olmaması bundandır belki de. buna rağmen 2 kez taktım onu da. biri de tek taştı üstelik. geçti hepsi. ama alyans öyle değil. onu takınca bir ömür çıkarmamacasına takıyorsun. ömrüne kazıdığın adı, kalbine giden damarın olduğu parmağında taşıyorsun.

    üniversitede aklıma dövme yaptırma fikri ilk düştüğünde, "yahu alyans yerine sağ yüzük parmağına yaptıracaksın bir tane; dövme o zaman dövme olur" demiştim. ben evlenene kadar bin kere moda, binbir kere demode oldu o fikir. ama alyansın modası hiç geçmedi, geçmiyor, geçmeyecek.
    az önce öyle bir geçer zaman ki'nin ali kaptan'ı bile, veda mektubunun yanına alyansları koyunca geliverdi aklıma bunlar. hani bu saatten sonra hiiiiiiiçççççç ihtimal vermiyorum ama, bundan böyle ne tek taş isterim, ne burma bilezikler. olursa incecik bir küçük alyansım olsun parmağımda, üstünde o'nun parmak izleri. yıllarca çıkmasın, ne parmağımdan ne de hayatımdan.
  • kuyumcuya "yuzuk" seklinde telaffuz edildiginde -yaninizda sevgiliniz de varsa- "opera pasaji'na filan gidin kardesim, ugrastirmayin bizi" bakislari attiran ve akabinde "ciddi bir sey mi olsun?" sorusunu getiren materyal. evet mümkünse catik kasli, dedigim dedik bir sey olsun. goz actirmasin, kodu mu oturtsun..
  • evliliğin 20. senesinden sonra kuyumcuya verilip kolye alınan yüzük...
  • bu yüzük hakkında bir de şöyle bir özlü söz* vardır.

    "there are three rings in the marriage...

    engagement ring* , wedding ring and the suffering."
hesabın var mı? giriş yap