• ikinci bolum

    hani bir onceki yazida anlattik ya buradaki amerikali bir arkadasin ailesini ziyarete gittim diye. simdi aksam evde yasananlari anlatacagim. hadi bakalim.

    2. bolum:

    neyse efendim neredeyse tum gun bunlarin ciftilinde gezdik, bilgiler aldik sonucta yorgun argin ve ac bir sekilde evlerine donduk. hah iste burada basliyor hikaye.

    neyse girdik eve. evin sakinleri ile tanistirilma fasli. klasik nasilsin, ismim su, ben buradan geldim, buraya gidiyorum. sonra bizim arkadasin anneannesi ve babannesi geldi. yasli kadinlar ama gorseniz suratlarina sanki ilk once alci ile mastar cekip uzerine uc kat boya yapmislar. anladigim kadariyla usta iyi degilmis cunki kirisiklari tam olarak kapatamamis. hani gece yatmadan once makyajlarini silip baskule ciksalar "aaaaa maykil bak ben kilo vermisim ay ne guzel" diyecekler. yani oyle boyle degil kilo ile makyaj yapmislar. ayrica kirmizili, fosforlu kazaklar bir tuhaf sac modelleri... sorsan 18 lik gec kiz... neyse gittik tanistik hanimlarla... sonucta yaslilar hurmet gostermek lazim. biri 70 biri 90 yasinda... tuttum elini opecegim birinci teyzenin. ama birden gozumun onunden daha once yaptiklarim gecti ve hemen durdum... daha once ne mi olmustu?

    simdi biz yaslilarin elini operiz degil mi? buraya ilk geldigim zamanlarda birkac yaslinin elini optugumde sapik muamelesi gormustum de. hani klasik capkin numarasi var ya elden opmeye baslar sonra omza kadar cikar. herhalde oyle bir sey yapacagimi sandilar. hele bir de ellerini anlima koyunca bana oyle bir baktilar ki icimden ulan bir halt yedik ama dur bakalim ne olacak diye gecirdigimi hatirliyorum. yani beni boyle polis gorse cinsel tacizden iceri atar pacani da kurtaramazsin. tabii burada yok oyle el opme falan.

    sonra bir kere de amerikali bir erkek arkadasi yanaklarindan opmustum. iste turkiye'de her zaman yapilan sey. alismisiz. o seferde de escinsel damgasi yedik iyi mi? iste bunlar gecti gozumun onunden ve teyzenin elini hemen biraktim. obur yasli teyzeyle de soyle parmak ucuyla tokalastim tamam... simdi durup duruken sapik yaftasi yemeye gerek yok.

    bu amerikalilar gercekten tuhaf insanlar. oyle yakin temas, karsilasinca opusme sarilma falan yok... hatta sonradan bir amerikalidan bu konuda bir sey ogrendim. kolunu yere parallel sekilde kaldir, kendi etrafinda bir tur don... elinle yaptigin daire senin ozel alanindir. bu alana girilmez. ha haneye tecavuz ha bu alana girmek ayni sey. bunlari ogretiyorlar adamlara.

    aaa bak aklima ne geldi. simdi brezilya'daki bir golf sahasinda yilda en az 20 kisi ciddi sekilde sakatlaniyormus. bu sakatlananlarin ortak noktasi teras gibi bir yerden dusmeleri ve bu dusenlerin hepsinin amerikali olmasi. tabii garip bir durum. oraya o kadar turist gidiyor ama sadece amerikalalar sakatlaniyor. adamlar arastirmis ne oluyor yahu diye... iste sonuc:

    simdi brezilyalilar sicak kanli insanlar... oyle el ayak rahat durmuyor. hayir birkac arkadasim var onlardan biliyorum. konusurken falan dokunur eller, sarilir oyle boyle degil baya oynaklar... simdi bu amerikalilar bu golf sahasina gidiyorlar. tabii brezilyalilar da sicak millet. hemen ooo abi nasilsin, hosgelmissin, neredensin diye basliyor muhabbete. birak amerikalinin ozel alanini isgal etmeyi adamlar elliyor, dokunuyor. olacak sey degil yani. sonra ne oluyor amerikali iki adim geri kaciyor. bizim brezilyali durur mu oda pesinden. bu boyle bir sure devam ediyor. eee sonra? amerikali damdan dustu kafayi gozu kirdi. bu olay gercek ha. ben uydurmadim yani...

    iste bu adamlar gercekten boyle. tabii turkiye gibi bir yerde yetisip buyuyen birisi olarak yadirgiyoruz bunlari... neyse konumuza donelim. ne cok sey sokuyorum araya degil mi? gercekten nerede kalmistik...

    neyse bu tokalasma, tanisma fasli bitti. koltuklara oturuldu ama benim aklim yemekte. neredeyse tum gun bir sey yememisiz aciz haliye. simdi misafir var ya evde nasil olsa guzel bir seyler hazirlamislardir... (nerdeeeee?) (gelecegim efendim gelecegim) iste oturuken havadan sudan muhabbetler donuyor. bizim arkadasin dayisi da geldi bu arada. adam hani su ucuncu sinif amerikan filmlerinde figuranlar var ya iste barda otururlar, kot pantolon ve gomlek vardir uzerlerinde. sonra biraz gobeklidir bunlar... tabii kovboy sapkasini da unutmamak lazim... tipki onlar gibi. bir de cenesi dusuk. anlattikca anlatiyor. dedigi tek kelimeyi bile anlamadim dersem yeridir. (daha sonra arkadasin donus yolunda anlattigi kadariyla iyi bir yalanci ve uckagitci imis bu adam. ailede kimse de sevmezmis.)

    iste boyle havadan sudan konusarak yemek vaktini ettik. neyse yemek fasli basladi ya mutluyuz artik. koydular corbayi tabagima... yalniz corba kasiklari yoktu herhalde cunku tatli kasigi ile corbayi yiyecegim diye baya tirmaladim. gerci tirmaladim diyorum ama gene hepsinden once bitirdim corbayi... corba bitti, tabak bos eee mide de bos sayilir. ama bana kimsenin baktigi yok. heheyyy kimsenin umrunda degiliz...

    (daha once baska bir yazima da konu olmus bir bolum burasi (bkz: #5981461)
    turkiye'de oylemi ama... misafirlige gittiginde bilirsin butun gozler senin ustundedir. misafirin memnuniyeti herseyden ustun tutulur.

    mesela yemek masasinda olalim;

    turkiye'de tabaginda yemek bitecek ve ev sahibi sesini cikarmayacak... yok oyle sey... ev sahibi hemem sorar "simdi ne alirsiniz" diye... sen de biraz kibarlik biraz utangaclik yok cok tesekkur ederim elinize saglik dersin. gerci daha doymamissindir ama bunu dersin. cunku bilirsin nasil olsa israr edilecek, nasil olsa en az iki tabak yemek (ayrica en az 5 cesit) daha sana zorla yedirilecek. garanti.... bu yuzden kac kere catlama tehlikesi gecirdim bir ben bilirim.

    ucuncu tabagi yemissindir. evin sahibi sorar.....

    - daha vereyim mi yer misin evladim?...
    - yok ben cok doydum elinize saglik, tesekkurler.
    - genc adamsin bu kadarcik seyle doyulur mu?…yoksa yemegimi begenmedin mi?
    - yok canim olur mu oyle sey yemek cok guzeldi.
    - eeee o zaman neden yemiyorsun?

    iste en can alici soru... "yoksa begenmedin mi?" yiyeceksin baska care yok. zaten bunu soylerken soyle bir dudagini da buzer... yani doymak ve doydum demek evsahibi icin kabul edilebilecek mazeretler degildir. yiyeceksin kardesim misafirsin sen...

    ayip olmasin diye hadi koy bakalim dersin. tam dorduncu tabagi bitermene yakin evin sahibi bombayi patlatir..

    -valla cok az kaldi artik bu dolaba girmez...

    bu sefer sana sormadan tencerenin dibini senin tabagina boca ediverir. catlamazsan ne ala...(bu arada daha tatli fasli falan baslamadi haaa.)

    yemek biter sofradan kalkarsin. caktirmadan pantolonun ust dugmesi acilir, kemer gevsetilir. sonra misafire gosterilen bas koseye oturulur. artik cay, kahve ne varsa birde icecek ikrami fasli baslar... bu sirada evsahibi sohbeti su cumle ile acar...

    - eh artik kusura bakmayin pek bir sey hazirlayamadik. iste ev hali....

    sen hemen cevap verirsin...

    - yaaa olur mu oyle sey? 20 cesit yemek vardi. hepsi cok guzeldi. (icinden gelerek soylersin bunlari. ayrica icinde ev sahibini zahmete sokmus olmanin verdigi bir burukluk veya nasil desem mutlu bir eziklik vardir.)

    sonra devam edersin;

    - ne gerek vardi bu kadar zahmete. bir cay icseydik yeterdi... (yalan!yemissin guzel yemegi... doyurmussun karnini...)

    aslinda ev sahibi en az bir gununu bu yemekleri hazirlamak icin harcamistir ama gene de kusura bakma der. (sanki bir seyler eksikmis gibi hisseder hep cunku.) tipki misafirin doymamasina ragmen doydum demesi gibi. ya da doyduktan sonra bile ayip olmasin diye yemeye devam etmesi gibi... gerci evsahibi tipki doymamis misafirin yemek konusunda kendine israr edilecegini bildigi gibi, kusura bakmayin dediginde de misafirinin "olur mu oyle sey her sey mukemmeldi" diyecegini bilir. (cunku aslinda gercekten hersey cok guzeldir.)

    aslinda ne guzel bir sey bu. sanki kucuk bir mutluluk oyunu oynaniyor iki taraf arasinda. ortada bir kural veya zorunluluk yok ama herkes yapmasi gerekeni cok iyi biliyor. ayrica her sey icten ve son derece yalin bir sekilde yapiliyor.

    eger o gece senin icin hazirlanan ve sadece turk kulturunde rastlanabilecek misafir odasinda kalmayacaksan evden cikarken seni kapiya kadar geciriler. ayrica buyuk bir ihtimalle eline de o gun hazirlanmis yemeklerden meydana gelen bir torba veya yemek kutusu tutusturulmustur. almam dersin yok olur mu sizin icin hazirlandi onlar denir.

    siz mutlu, evsahibi mutlu ayrilirsiniz... ne guzel seyler bunlar....

    devam ediyoruz:

    yahu ben ne anlatiyordum nereye geldik. dur bakayim nerede kalmisiz. su amerikalilarin evinde yemek yiyorduk en son galiba...

    neyse benim corba bitmis, tabak bos kimsenin umrunda degiliz. aklimda da corbadan sonraki yemek var. acaba diyorum ne hazirlamislar. tavuk mu, pirzola mi? sonra artik ne olduysa evin annesi corbamiz var istersen vereyim problem olmaz dedi. valla aynen boyle dedi. bak bak bir de problem olmaz diyor ha. yahu kocaman adamim, bir tabak corba neyime yeter benim be kadin. simdi turkiye'deki gibi naziklik yapacagim dersen, yani yok almayim ben doydum dersen yandin. o gece ac uyursun artik. cunku hih der arkasini doner gider.

    ben de ooo iyi olur corbayi cok begendim dedim. (bu sirada corbadan baska bir yemek daha olmadigini ogrendim. iyi ki sirada ne var diye bir sey sormamisim. cunku arada boyle bosbogazlik yaparim ben. daha once gene boyle bir misafirlige gittigimde yapmistim bu halti. adamlar tavuklu bir sey yapmislar. yedik bitti... doymadim ben tabii ki... eee dedim sirada ne var? biraz bozulmuslardi galiba. ya kardesim misafirini doyuramayacaksan cagirma degil mi? biz de agirladik o kadar misafir. valla yedigi onunde yemedigi arkasinda... biz oyle gorduk.) neyse artik dayadik ekmegi corbaya doyurduk karnimizi. simdi sorarim size turkiye'de boyle bir sey olmasi mumkun mu? yani yabanci bir ulkeden evine arkadasini getireceksin annen sadece bir corba hazirlayacak, ikinci tabagi da istemeden vermeyecek... hehheyyy kan cikar kan...

    yemek fasli bitince salona koltuklara gecildi. tabii cay kahve falan yok. hani evde degil amerika'da yok. neyse... beni davet eden cocuk ben yoruldum dedi ve gitti yatti. kaldik mi tek basimiza ailesi ve yakinlari ile. hayir ortada korkulacak cekinecek bir sey yok ama biz boyle gormemisiz. yadirgiyor insan. gerci aile de kendi halinde. benimle ilgilenen yok. basit birkac konu disinda konusmadik... zaten ben de onlarla ilgilenmiyorum... hali desenlerini falan inceliyordum.

    simdi boyle disaridan bakinca sanki bana karsi bir tavirlari varmis gibi anlasilabilir. ama alakasi yok. adamlar boyle. yani cogu amerikali bu sekilde davraniyor misafirine. iste bu amerikan kulturu yoksa kultursuzlugu mu demeliyim... artik o kadar cok misafirlige gittim ki hicbir davranislarini yadirgamiyorum. yemegin bitince servis yapmaz, misafirinin onune donmus gida koyar, kapiya kadar gecirmez. zaten ben de tam umursamaz oldum. doymayinca daha ne var, ne yiyecegiz diye mizmizlanmaya baslayiveriyorum.(yukaridaki ornektede goruldugu uzere cok pis evsahibi bozarim.)

    neyse bizim esas oglan uyandi artik gidelim biz dedi. izin aldik kalktik. simdi eline saglik falan diyecegim yok ingilizce de boyle bir kelime. ehh ben de her sey cok guzeldi sagolun dedim. ulan ne her seyi sadece bir corba vardi alt tarafi... bir de yemekten sonra dondurma verdiler o kadar. ne her seyi... ne her seyi... (tabii ki elimize verecekleri bir yemek kutusu falan yok.)

    gerci her sey bir kenera bir saygizilik etmediler veya kotu bir davranis icinde bulunmadilar. ama adamlar boyle yapacak bir sey yok. eldeki malzemeden anca bu kadar cikiyor iste... hepsi boyle. dogal yani. onun icin ben de ustunde durmuyorum...

    simdi tum bunlari dusunuce turkiye'ye donmekten korkuyorum. cunku yemekler konusunda o kadar cok sikayet ettim ki beni taniyan herkes sen hele bir gel biz sana herseyi yapariz diyor. eminim nereye gitsem binbir cesit yemek olacak. ve gene eminim o binbir cesit yemek bana zorla da olsa yedirilecek. eger turkiye'ye dondugumde ilk haftayi catlamadan atlatabilirsen daha da bu dunyada sirtim yere gelmez.

    iste boyle bir maceramizin daha sonu. gerci anlatirken araya cok sey karistirdim ama bazi seyleri boylece gozunuzde daha iyi canlandirabilirsiniz.

    sonucta benim icin guzel bir deneyim oldu. yeni insanlarla tanistim. onlarin yasayis bicimini gordum. aaa aklima ne geldi gene. hani dogal hayati gosteren belgeseler var ya... hayvanlari urkutmeden cekim yapabilmek ve onlari dogal ortamlarinda gozleyebilmek icin cok sabirli bir calisma suruduruler. bir sure gectikten sonra hayvanlar bu adamlara alisir ve bu adamlari umursamadan gunluk faaliyetlerine devam etmeye baslarlar. en guzel belgeseller de bu sekilde ortaya cikar.

    iste ben de burada dogal yasam ortamlarinda bir amerikan ailesini gozleme imkani buldum. hatta oyle uzun sure beklememe falan gerek kalmadan. sansliyim degil mi? yani ben varim yokum onlar kendi hayatlarini yasadilar. bu da benim belgeselim olmus olsun. amarican wild family life. vay be. guzel oldu ha.
  • birinci bolum

    hem zor hem de kolay bir durumdur. bircok sey ogrenir insan. daha once arkadaslarima yazdigim mesajlarimdan bir derleme yaptim. ani yazisi gibi olmalarina ragmen bilinmeyen bazi seyleri de ogreneceginizi umuyorum. buyrun.

    1. bolum:

    burada amerikali bir arkadasim var. kendisi turkleri cok seviyor. hani amerikali falan ama iyi cocuk. ben de onu severim. gecen gun beni ailesinin evine goturmek icin davet etti. (ailesi buraya 3 saat uzakliktaki baska bir kasabada oturuyormus). ama bu arkadasin turklere olan ilgisinin kaynagi saniyorum baska. bunun bir turk kiz arkadasi vardi. kiz gecen donem okulu bitirip turkiyeye dondu. anladigim kadariyla bizim bu amerikali turk kizimizi cok seviyor. hatta evlenmeyi bile dusunuyor galiba. ama durum biraz karisiyor bu noktada...

    anladigim kadariyla kizin annesi boyle bir iliskiyi onaylamiyor. kizina da cok baski yapiyormus birak su gavuru diye. hani bizim cocuk demiyor bunlari ama ben tahmin edebiliyorum. zaten gavur desen bir sey anlamaz bunlar. ayrica bizdeki kaynana muessesini de daha tanimiyor. neyse... diger taraftan bizim cocugun ailesinin de turkiye veya turklere karsi bir onyargisi var galiba...

    sonucta amac su saniyorum. kizimizin annesine kendini begendirebilmek icin turkleri ve turk kulturunu tanimak istiyor. diger taraftan ailesi ile turk arkadaslarini tanistirarak kafalarindaki onyargilardan kurtulmalarini istiyor. (bu ailenin cok kati bir bush taraftari oldugunu ogrendim sonradan. iste turkiye'ye olan mesafeli yaklasim da buradan geliyor aslinda. irak savasi sirasinda turkiye'nin amerika'ya tezkere vermemesi burada cok buyuk tepki gordu. ozellikle hukumet yanlisi yayin kuruluslari turkiye'yi asagilayici bircok yayin yaptilar. bircok yanlis sey anlatildi bu donemde. ben de bu olaylari burada yasayan birisi olarak dogrudan olmasada dolayli yoldan bu tavrin veye bakis acisinin getirdigi olumsuzluklari yasadim.) iste bu sebeplerden dolayi bize yakinlasmaya calisiyor. gerci kotu bir sey yok bunda. simdi diyebilirsiniz ki ulan adamlar turkleri sevmiyormus senin ne isin var orada diye. iste onun icin oradayim ya. en azinda bir turk gormus olsunlar.

    neyse ciktik yola. yolculuk asamasinda anlatacak bir sey olmadi. yol vardi biz gittik. zaten yol ve yon kavrami gelismemis birisi olarak nereye gittigimiz konusunda en ufak bir fikrim yoktu.

    herneyse. ogleye dogru evlerine vardik. actik kapiyi girdik. (kapi kilitli degildi. daha sonra bunu sordum neden kapiyi kitlemiyorsunuz diye. hic kitlemezlermis kapiyi. hatta bir keresinde burada tornada oldugu zaman yoldan gecmekte olan bir aile bunlarin evine siginmis. tabii kapiyi acik bulunca girmisler iceriye. bunlarda o gun evde degillermis. aksam uzeri eve donduklerinde evlerindeki yabancilari gorunce baya sasirmislar. zaten elektrikler de kesik. siz dusunun artik. gerci ev sahibi kapimiz herkese acik dedi ama olsun gene de tehlike yaratabilecek bir durum.) biz gittgimizde de evde kimse yoktu... arkadas evi falan gezdirdi sonra evden cikip kardeslerinden birinin ciftligine gittik.

    kardesi amerika'daki sayili pirinc ureticilerinden biri. bu adamla konusurken turkiye'ye pirinc sattiklarini falan ogrendim. isin garibi turkiye'ye sattiklari pirinci, yani pirincin tohumunu gene turkiye'den almislar. burada ters bir seyler var galiba. olacak sey degil. toprak diyorsak toprak, su diyorsak su, is gucu diyorsak is gucu... her sey bir kenera insan kendi malini baskasina verip ondan tekar nasil satin alir yahu... cok ters... hatta adam dedi ki "ilk once jasmin diye uzun pirinclerden gonderiyorduk turkiye'ye ama turkler genelde baldo denen kisa ve dolgun pirincleri tercih ediyor. biz de turkiye'ye gidip bu pirinclerden aldik simdi onlari yetistirip turkiye'ye satiyoruz". gercekten cok ters bir durum.

    ama turkiye'de hukumete sorsan der ki amerika'dan pirinc almak daha ucuza geliyor. aslinda dogru daha ucuza geliyor ama bunun cok basit nedenleri var. yazinin ilerleyen kisimlarinda bu konuda bilgilere de yer verecegim.

    neyse... bizi orada gercekten iyi karsiladilar. ilk once fabrikayi gezdirdiler. iste piric nasil islenir nasil yuklenir onlari anlattilar. baya bir sey ogrendim burada... sonra ciftligi gezmeye basladik. gercekten oldukca buyuk bir ciflik. sonucta yilda milyonlarca ton uretim yapan bir yer. hani adamlar ciftci ama turkiye'de en zengin adamdan daha zenginler neredeyse. cunku devlet gercekten ciftciligi destekliyor burada. ayrica devletin politikasi, fiyati neye mal olursa olsun kendi ulkesini, kendi insani ve kendi urunu ile beslemek yonunde. (sonucta tayland veya cin pirincinin amerikan pirincinden daha ucuz oldugunu ogrendim. ama adamlar bu pirinci ulkelerine sokmuyorlar. turkiye'de almiyor/alamiyor cunku amerika ile anlasmalari var. yani burada amerika'nin politikasi soz konusu. anlasmalari falan amerika yapiyor. sonra ona gore ciftcisine donup turkiye'ye pirinc satacagiz diyor. yani bu adam kendi basina turkiye'ye pirinc satamiyor aslinda.)

    adamlar ciftcilige gercekten cok bilimsel yaklasiyorlar. en son teknoloji urunu aletlerden var. her islerini lazerli araclarla yapiyorlar. kullandiklari ilactan gubreye cok ince hesaplar ve bilim ile islerini yurutuyorlar. (hatta adamin ucagi bile var tarlalari ilaclamak icin) gercekten bilimsel calisiyorlar. tabii boyle olunca adam sadece bir kisi ile donumlerce araziyi birkac saatte isleyebiliyor. arazi de su yok adamlar taa nerelerden su getirmisler. her seyi devlet destekliyor. haliyle maliyetler dusuyor ve elde edilen urun artiyor. sonuc olarak kilo bazinda buradan pirinc ithal etmek, turkiye'deki bir ureticiden pirinc almaktan daha ucuza geliyor.

    ama burada anlasilmayan bir kisir dongu var. sen ciftcini desteklemezsen, hala bir traktor ve birkac aletle bas basa birakirsan tabii ki ciftcin de cok urun alamaz. ee haliye birim malin fiyati artar cunku ciftcinin harcadigi emek ve para miktarini cikarmasi gerekmekte. (hani hicbir zaman emeginin karsiligini almiyorlar ya zaten.) ama sen ucuz diye disaridan pirinc almaya devam ettikce senin ciftcin daha da kotu bir duruma dusuyor. (aslinda bu turgut ozal'in yumurtladigi bir sey. daha ucuzsa disaridan alirim kardesim anlayisi ile bu noktaya gelindi. halbuki onun yerine birkac yil disini sikip cifticini desteklesen, teknolojinin getirdigi urunleri uygun sartlarda ciftcine versen sen de o seviyeye rahatlikla ulasirsin. yani maliyetlerin duser.)(ama hani bir asagilik kompleksi bir yabanci meraki var ya illa disaridan alacaksin. yurt disindan gelen mal daha kalitelidir daha guzeldir anlayisi.) halbuki bu ornekten de anlasilacagi uzere bizim urunumuzu bize satip bizim sirtimizdan para kazaniyorlar.

    donup turkiye'ye bakiyorum. yeterli su kaynagi, verimli topraklar, tarima en el verisli iklim turkiye'de. ama kendi ulkesinde yetisen bir seyi bile disaridan aliyor. butun ziraat muhendisleri issiz. ne kadar aci bir sey. sonra turkiye'nin ekonomisi soyle, diger ulkelerin ekonomisi boyle. sen kendini gelistirmek veya korumak icin bir sey yapmamissin ki.

    iki sene once de israil'den domates alma konusu gundeme gelmisti. adamlarda su yok, toprak yok. colde borularin icinde domates yetistiriyor ama gel gor ki turkiye domates ihtiyacinin buyuk bir kismini israil'den karsiliyor. hatta hatirlarsaniz antalyali domates uretcileri cikip bu durumu protesto etmislerdi. birkac kamyon domatesi yollara dokmuslerdi.

    hani bunlari zaten biliyordum ama burada gelip kendi gozlerimle gorup, ureticiler ile konusunda kan iyice beynime sicradi. olacak sey degil.

    neyse bu birinci bolum olsun. ikinci bolumde arkadasin ailesi ile karsilastigimda neler oldugunu, aksam yemeginin nasil gectigini anlatacagim. komik seyler oldu. daha dogrusu bana komik geldi. bekleyin efendim. eylemlerim devam edecek.
  • 9 yıldır deneyimlediğim bence mükemmel eylem.

    -amerikan halkı:

    evet, amerikalıların önemli bir kısmı yüzeysel, pratik zekadan yoksun ve genel kültürü zayıf. bu üçü, birçokları tarafından (buna bazı amerikalılar da dahil) aptal ve cahil olarak yorumlanıyor. doğruluğu/yanlışlığı üzerine tartışmalar süren bu yorum bir tarafa, genel kültür ve coğrafi bilgi yetersizliklerinin nedenleri tam olarak anlaşılamıyor.

    1. american exceptionalism:
    amerika'nın dünyanın geri kalanından daha üstün ve benzersiz olduğu inancı.
    2. hyper-patriotism/kültürel şovenizm:
    amerikalı olmayı bir ayrıcalık olarak görüp kendilerini dünyanın geri kalanından ayrı ve üstün tutma.
    3. kibir:
    dünyanın geri kalanından öğrenecek bir şeyi olmadığı ama dünyanın geri kalanının amerika'dan ve amerikalılardan öğrenecek çok şey olduğu inancı.
    4. kültürel, politik ve ekonomik hegemonya:
    hegemon ülkesinin, hegemonyasını kurduğu ülkeleri bilmeye ve anlamaya ihtiyacının olmaması ama hegemonyası altındaki ülkelerin, hegemonu bilmek ve anlamak zorunda olduğu inancı.
    5. izolasyon:
    etrafı okyanuslarla çevrili ve diğer büyük ülkelere göre daha az ülkeyi çevrelediği için diğer kültürlerle doğrudan iletişimin olmaması.
    6. göç:
    abd'ye göç eden ve göç etmeye çalışan diğer ülke vatandaşlarından yola çıkarak benzersiz ve en iyi oldukları fikrini pekiştirme. dünyanın geri kalanının amerikan olmak, amerika'da yaşamak istediği fikrini benimseme. 'onlar bizi öğrenmek ve bizim için çalışmaya gelirken biz neden onları ve kültürlerini öğrenelim' düşüncesi.
    7. eğitim sistemi:
    okulların dünya tarihine çok az zaman ayırması. ayrılan zamanda da amerika tarihini, amerika'yı, halkını ve hükümetini doğrudan etkileyen ülkelerin (coğrafyalarını değil) öğretilmesi.
    8. neden:
    kişisel ilgi ve merak ya da onları birinci dereceden etkileyen bir durum yoksa dünyanın geri kalanını bilmek için de bir nedenlerinin olmaması.
    9. önem:
    dünyanın geri kalanı hakkındaki bilginin günlük hayatları için önemsiz olması ve günlük hayatlarının dünya meseleleri yerine çok daha basit şeyler üstüne kurulu olması.
    10. bireysellik:
    sadece kendileriyle ilgili oldukları, sadece kendi hayatlarına odaklandıkları bireysel yaşam tarzı.
    diğer insanlara olan ilgileri o insanların geldikleri ülke, geçmişleri, gelenekleri vs. değil, ne kadar "fun" oldukları.
    11. medya:
    amerika ile doğrudan ilgili olmadıkça dünyanın geri kalanında neler olduğu hakkında çok nadir yayınlar yapılması. yapılan bu yayınların da genellikle savaşlar ve diğer felaketler üzerine kurulu olması.
    12. dil:
    dünyada en çok konuşulan dilin ingilizce olması sebebiyle başka bir ülkenin dilini öğrenmeye ihtiyaç duymama, meraklı olmama. başka bir ülkeye gitse bile ingilizce ile iletişim kurabileceğini bilme rahatlığı.
    13. seyahat:
    kültürel çeşitliliğe sahip ülke/bölgelere seyahat kayda değer zaman+para+"macera" demek ve tatil anlayışlarının diğer ülkeleri/kültürleri değil, başka eyalet/şehirlerde yaşayan aile üyelerini görme üstüne kurulu olması.
    seyahata çıktıklarında en önemli şey konfor olduğu için, kültürel deneyimler ve yöre insanı ile iletişim yerine onlara bu konforu sunacak ve şımartacak dev otellerde kalmaları.
    14. 'we are big and here, you are small and somewhere else':
    büyüklüğü ve konumu nedeniyle, başka ülkelerde olup bitenler hakkında düşünmesine ve endişelenmesine gerek olmaması.
    dünyada çok az sayıda ülkenin onu, olumlu/olumsuz etkileyebileceğini düşünmesi.
    15. kendi kendine yeterlilik:
    dünyanın geri kalanı olmadan da ekonomik olarak hayatta kalabileceğine olan inanç.
    16. başarı ve para hırsı:
    başarının ve paranın genel kültür sahibi olmaktan daha önemli olduğu inancı. yeni şeyler keşfetmek veya zihni genişleten kültürel deneyimler peşinde koşmak yerine bunların peşinden koşmaları.

    konuyla ilgili şaka: the greeks wake up and their first thought is 'what are the turks doing?'. the turks wake up and think, 'what is nato doing?' nato wakes up and wonders what the russians are up to. russia wakes and asks 'what are the americans doing?' america wakes up and wonders what's for breakfast.
    konuyla ilgili görsel

    -arkadaşlık ilişkileri:

    türkiye gibi kolektivist kültürlerden, arkadaşlık ve sosyal ilişkilerin daha sıkı ve derin olduğu ülkelerden bireysel kültürün baskın olduğu abd'ye gelenlerin abd'de yaşadığı en büyük sorun arkadaşlık ilişkilerinin alıştıkları gibi olmaması. sırf bu nedenle mutsuz olan ve geldiği yere geri dönen veya dönmeyi isteyen milyonlar var.

    amerikalıların büyük bir çoğunluğu friendly, smiley, warmer, nice, polite, small talk severdir. fakat bu demek değil ki amerikalılar ile arkadaşlık ilişkisi kurmak çok kolay.
    diğer ülke ve kültürlere göre abd'de hangout buddy bulmak çok daha kolayken deep friendship epey zor. 'hafta sonu nba maçına ya da x national park'a gidelim?' deseniz sizinle gelecek birçok arkadaş bulursunuz ama 'canım sıkkın buluşup bir şeyler içelim mi/tlfnda konuşalım mı?' deseniz tüm arkadaşlarınız meşgul olur. çünkü diğer kültürdeki insanların yardım için arkadaşlarına ve ailelerine yöneldiği durumlarda amerikalılar yardımı dışarıdan alırlar. sorunlarını terapiste anlatırlar. çocuk yetiştirmede yardım için kitap ve dergi okurlar. finans konusunda yardım için muhasebecilerini ararlar. çocuklarına yardımcı olmaları için öğretmen tutarlar. çünkü onlar için yardım istemek birine bağımlı olmak demektir ve en büyük değerlerinden biri independence olan amerikalılar bu bağımlılık eylemini tercih etmezler. aynı nedenle zor durumda olduğunu bildikleri arkadaş(lar)ına yardım teklif etmekten çekinirler. çünkü bunu yapmak o bireyin bağımsızlığını elinden almak demektir.

    abd'de bir yabancıya söylenen "how are you?/how's it going?/how are you doing?" soruları greeting/salutation için kullanılır. karşı tarafın gerçekten nasıl olduğunun cevabını, o gün başından neler geçtiğini, gün için planlarını ya da hayat hikayesini öğrenmek için değil.ve bunlar şeftali kültüründen kaynaklanır.

    nezaketin, nazik olmanın anlamı her kültürde farklıdır. bizimki gibi kültürlerde being friendly=friends olarak algılanırken amerikalılar için friendly=being polite'dir. bu nedenle, arkadaşça davranıp arkasını getirmediklerinde fake olmak ile suçlanırlar.

    hangi bölgenin ne kadar friendly olduğu konusunda kendi aralarında vardıkları konsensüs: midwest ve south > west > northwest > northeast(new england en kötüsü)
    california'nın, özellikle de la'in fake nice olduğuna inanıyorlar.
    birçok konuda bölgeden bölgeye değişen kültür, friendly konusunda da değişiyor: small talk ve yabancılarla konuşmak gibi eylemler south'da polite bulunurken, aynı eylemler north/northeast'de zaman kaybı görüldüğü için kaba bulunuyor.

    arkadaşlıklar genelde şu gruplara ayrılıyor: family friends, work friends, football buddies, (old) college buddies, beer league teammates, church friends, acquaintances, neighbors, gym friends.

    -amerikalılarla gerçek bir arkadaşlık ilişkisi kurmak neden zordur?

    1. her insanın sadece kendisinden sorumlu, sadece kendi yaşamına odaklı olduğu bireysel kültüre sahip olmaları. bu kültürün getirmiş olduğu 'seninkilerden önce benim ihtiyaçlarım' ilkesi
    2. kişisel dünyaları içindeki günlük rutinleri, işleri, faturaları, aile hayatı, aktiveler vb. ile fazlasıyla meşgul olmaları
    3. mevcut çevreleri/klikleri ile yetindiklerinden yeni arkadaşlar edinmek için istekli olmamaları
    4. uzun çalışma saatlerinden sonra dışarıda arkadaşlarıyla değil de evde kendileri/aileleri ile vakit geçirmek istemeleri
    5. protestan iş ahlakı
    6. low-context kültür
    7. çeşitli nedenlerle (is, okul, fırsat, cocuk büyütme vb.) çok fazla hareket ettikleri için hızlı bir şekilde bağlantı kurup aynı hızla bu bağlantıları bırakmaları gerekliliği

    why the average american hasn't made a new friend in 5 years
    americans have fewer friends than ever before: study
    22 percent of millennials say they have no friends
    average american considers someone a 'best friend' if they've known them for 4 years
    the state of american friendship: change, challenges, and loss
    friends dizisi ustunden amerika'daki arkadaslik iliskilerinin incelemesi

    -kültür:

    "what is the difference between america and yogurt? if you leave yogurt alone for 200 years it'll grow a culture"

    amerikan kültürü o kadar yaygın, o kadar hayatın içinde ve o kadar günlük hayatın bir parçası ki, amerikalı olmayan ve/veya abd'de yaşamayanlar hem bu tip nedenlerden hem de amerikan kültürünün kendi kültürleri kadar eski olmaması ve aynı şekilde yapılandırılmamasından dolayı amerikan kültürünün olmadığını düşünürler.
    abd'nin kağıt üstünde tanımlanmış bir kültürünün olmaması, bir melting pot'un içinde tonlarca farklı kültürün olduğu çok büyük, diversity bir ulus olmasından kaynaklı. ama bu demek değil ki abd'nin dil ile ifade edilemeyecek bir kültürü yok.
    abd'nin bir değil, onlarca kültürü var olduğu gibi bu kültürler biçimlendirilebilir, değişebilir, eksilebilir, eklenebilir durumdalar.

    yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışı (life, liberty and the pursuit of happiness) değerlerinin etrafında dönenden tutun da hayatın içinden birçok şeyi amerikan kültürü olarak tanımlamak mümkün:

    bireyselcilik. bağımsızlık/özgürlük (otoriterliği reddetme). gizlilik/mahremiyet. lise ve college futbolu. spor (futbol, beyzbol, basketbol). 'don't give a fuck' tavrı. 'give someone benefit of the doubt' tavrı. 'live and let live' tavrı. sky is the limit . out of many, one (e pluribus unum). bigger is better. you do you. non tall poppy syndrome. tailgating. amerikan arabaları/klasik arabalar/pick-up trucklar. pazar günleri park yerlerindeki klasik araba sergileri. demolition derby. cars and coffee. roadtrips. blues and barbecue. vacation/holiday/festival (halloween, xmas, thanksgiving, 4th of july). bourbon. fast food. diner. waffle house. drive-thru. to-go/take out. hollywood. blue jeans(levi's). teknoloji. çizgi romanlar. entertainment. müzik (jazz, blues, rock n roll, hip hop, r&b, country, bluegrass). resim (andy warhol, jackson pollock, andrew wyeth). edebiyat (hemingway, twain, poe, faulkner, melville, fitzgerald). tanımadıklarına karşı nezaket. redneck partileri. avlanma. silahlanma. kovboyculuk. girl/boy scout. iş ahlakı/etiği. yaşlılara yönelik tutumlar (retirement homes, nursing homes). çiftlerin evlenmeden birlikte yaşaması/çocuk yapması. tartışma kültürü (agree to disagree, non ad hominem). drive-in filmler. ulusal parklar. kırımızı ışıkta sağa dönebilme. garage/yard sales. block parties. çeşitlilik. rekabet. small talk. tüketim. suburban. marijuana. engelli insanlara saygı, günlük hayatlarında kolaylık. celebrity ve british royal family takıntısı.

    -bireyselcilik:

    bireyselcilik ve bağımsızlık üstüne kurulmuş bir ülke ve toplumdur. tarihindeki ana vurgusu, dış etkenlerden bağımsız bireysel tatmin, bireysel başarı ve kendini gerçekleştirmedir.
    'amerikan rüyası' denilen, isteyen her bireyin abd'ye gelebileceği, kimseye hesap vermeden, özgürce, istediklerinin peşinden koşabileceği ve başarılı olabileceği iddiası bunun en somut örneklerinden birisidir.

    bireyselcilik bir mindset'tir. insanları bir grubun üyeleri yerine unique bireyler olarak görür, topluluklara ve gruplara önem atfedilmez. (bu nedenle bireyci kültürde yetişmiş insanlar kendilerini ait hissedebilecekleri bir community arayışında olmazlar.) bağımsızlığın, bireyselliğin ve özerkliğin önemini vurgular. olayların ana merkezi bireyin kendisidir. sosyal, ekonomik ve politik kurumlar bireyin ihtiyaç ve isteklerine hizmet eder. bireyin devredilemez hakları her şeyin üstündedir, hiçbir siyasi güç veya otorite bunları kısıtlayamaz. bireyler tarafından devlete verilen yetkiler, sadece ve sadece bireylerin haklarını güvence altına almak ve korumak için kullanılabilir ve devletin asıl görevi de budur. kişinin ihtiyaç duyduklarını devletten veya toplumdan beklemek yerine, onu elde etmek için gerekli olan kendi kaderini tayin etme gücü ve bu gücü özgürce kullanabilmesidir. başkalarına bağımlı olmak ve onlara ihtiyaç duymak utanç vericidir. sorunlar, başkalarının yardımı ile değil, kendi başına çözülür. en yakın sosyal çevresi de dahil başkalarının ne düşündüğünü ve ne dediğini umursamadan, istediğini ve kendisini mutlu eden şeyi yapabilme özgürlüğüdür. her birey sadece kendisinden sorumlu ve sadece kendi yaşamına odaklıdır (every man for himself). 'we'den önce 'me' gelir. sosyal ilişkiler, aile ve coğrafi bölge gibi faktörlere değil, kişisel tercihlere bağlıdır. toplumun/topluluğun iyiliği için bireysel çıkarlar feda edilmez. bireyler, kendilerini toplum içindeki konumları ile değil, kişisel özelliklerine göre tanımlar, tanıtır. bu nedenle bireyin toplum içinde anlam kazanmasına türkiye, güney amerika ve asya ülkeleri gibi kolektivist kültürlerde rastlanırken abd'de rastlanmaz.

    abd'ye gelmeden önce abd hakkında yeterli araştırmayı yapmamış, abd kültürünün, o kültürün büyük bir parçası olan bireyselciliğin kendisine uygun olup olmadığı üstüne daha önce düşünmemiş kolektivist kültürcüler abd'ye geldiklerinde mutsuz olurlar. çünkü bireyselciliğin ana damarını oluşturan 'seninkilerden önce benim ihtiyaçlarım' ilkesi, her şeyin birey etrafında dönmesi, topluluklara ve gruplara önem atfedilmemesi, topluluğun başarısı yerine bireysel başarılara önem verilmesi, aile ve sosyal çevreden önce bireyin kendisinin gelmesi, sosyal ilişkilerin istikrarlı, güçlü ve uzun süreli yerine zor, kırılgan ve çaba gerektiren olması, zor zamanlarda tek başına kalmak/bırakılmak vb. durumlar, tüm bunların tam tersinin olduğu kolektivist kültürden gelmişleri rahatsız ve mutsuz eder. tam da bu nedenle bu kişiler, kendileri gibi kolektivist kültürlerden gelmiş asya ve latin amerika ülkeleri insanları ile daha iyi anlaşır ve amerikanların ne kadar sahte ve bencil olduklarından yakınarak hayatlarına devam ederler.

    -seyahat kültürü:

    her yıl artan sayıya rağmen nüfusun sadece %42'sinin pasaportu var.
    https://travel.state.gov/…ports-and-statistics.html

    -seyahat etmeme nedenleri:
    1. amerika'dan kültürel çeşitliliğe sahip ülke/bölgelere seyahat kayda değer zaman+para+"macera" demek
    2. no-vacation nation olması
    3. toplumun genelinde seyahat etmek için belirli bir 'wealth' ve 'prosperity'e ulaşmış olma fikri hakim
    4. amerika'nın dünyadaki en güvenli ülke olduğu inancından kaynaklı diğer ülkelerde terör ve şiddetle karşılaşma korkusu var. bu nedenle evde kalmak daha ucuz, daha güvenli ve daha az stresli
    5. çoğunluğun tatil anlayışı diğer ülkeleri değil, başka eyalet/şehirlerde yaşayan aile üyelerini görme üstüne kurulu
    6. farklı kültürlere, farklı kültürlerin mutfağına, farklı dillere ilgi duymuyor
    7. materyalist oldukları için paralarını deneyimler yerine bir şeyler satın alarak harcayıp mutlu oluyorlar
    8. diğer milletler kişisel alanlarını ve mallarını hiç tanımadıkları yabancılarla paylaşmaktan çekinmezken amerikalılar çekindikleri için yapacakları tatil "lüks" oluyor

    -suburban kültürü:

    20.yy ortalarında kentsel yaşamı suç, azınlıklar(göçmenler ve siyahlar) ve fakirlikle ilişkilendirdikleri için kendilerine daha güvenli bir alan olan suburbs inşa etmeye başladılar.
    bugün, nüfusun yarısı suburbs'de yaşıyor ve pandemiden sonra suburb'de yaşamak isteyenlerin sayısı arttı.

    suburbs'de yaşama nedenleri:

    -public değil, private hayatı tercih etmeleri
    -sosyalleşme alanlarının şehir merkezi yerine evleri ve backyardları olması
    -bireysel olmaları
    -geniş alana ve büyük arabalarını park edebilecekleri garajlara sahip olabilmeleri
    -şehre göre daha sessiz ve daha güvenli olması
    -public okulların kalitesinin daha iyi olması
    -ucuz araziler
    -özgürlük
    -daha az hava kirliliği
    -white flight

    -cafe/kahve kültürü:

    avrupa'daki gibi keyif, sosyalleşmek, arkadaşlarla sohbet etmek ve kahvenin tadını çıkarmak ile değil, hız ve kafein oranı ile ilişkilidir. abd'de kahve yudumlanmaz, içilir.
    metropol şehirlerde hayat fast-paced yaşandığından tüm yeme içme sektörü on-the-go üstüne kuruludur. coffee shop'lar oturulup saatlerce muhabbet edip sosyalleşilecek yerler değil, a noktasından b noktasına giderken ayak üstü uğranıp kahve alınacak yerlerdir.
    ilk drive-thru coffee shop olan motor moka'nın 1990'da abd'de açılması bu nedenle tesadüf değildir.
    work-life balance'ın epey kötü olduğu abd'de coffe shop'lar hızlı internet bağlantısının ve prizlerin olduğu, tek başına bilgisayar ile gidilen sessiz çalışma alanlarıdır.
    akdeniz ülkelerinin çoğunda olan gece geç saatte kahve içme kültürü abd'de yoktur. çünkü akşam içilen kahve zararlıdır.

    araba kültürü:

    araba sahibi olmak, abd'nin iki ana kültürü olan özgürlüğü ve bireyselliği temsil eder. bu nedenle satın alınan ilk arabalar kişisel tarihte önem teşkil eder ve hep hatırlanır.
    özgürlüktür, çünkü bir başkasının (eş/dost, otobüs, tren, metro vb.) schedule'ına göre hareket etmek zorunda değilsinizdir ve nereye isterseniz gidebilirsiniz.

    kitlesel motorizasyon abd'de avrupa'dan daha önce gerçekleşti. 1930'ların ortasında abd'de her iki haneye bir araba düşerken, avrupa'da sadece varlıklı seçkinler araba sahibiydi. abd'deki kişisel zenginlik avrupa'dan daha fazla olduğundan abd'deki fakir haneler de araba sahibi olabilirken bu, avrupa'da mümkün değildi. bu kitlesel motorizasyon nedeniyle, ikinci dünya savaşı sonrası dönemde amerikan şehirleri araba merkezli planlanıp avrupa gibi birbirine yakın değil, uzak inşa edildi. otoyollar, şehirleri ve suburbs'u birbirine bağladı.
    araba sahibi olmak, araba üstünden ödenen vergi ve benzin fiyatları da ilk günden bu yana hep abd'de daha ucuz, avrupa'da ise daha pahalı oldu. bu da abd'deki sürüş talebini arttırdı.
    çar-dependent olmadığı ve yürünebilir olduğu için övülen dutch şehirlerinde bugün araba sahibi olmak abd'dekinden daha maliyetlihttps://dutchreview.com/…amsterdam%20city%20centre.

    -sigara ve marijuana tüketimi:

    18 yaşından büyük sigara içen sayısı 38 milyon, düzenli marijuana içen sayısı 35 milyon.
    https://www.cdc.gov/…8-smoking-rates-declining.html
    https://www.washingtonpost.com/…_term=.9d5c6ff4491a

    -diğer ülke insanları kadar sigara içmeme nedenleri:

    1. ev kiralarken evlerin non-smoking olması
    2. bazı şirketlerin çalışanlar için yaptıracağı insurance rate'inin içen için daha fazla olması nedeniyle sigara içenleri işe almaması
    3. marijuana'nın sigaraya göre daha sağlıklı oldugu dusunulmesi
    4. toplumun içenleri trashy, classless/low class görmesi
    5. tobacco üstündeki yüksek vergiler
    6. içenin partner bulmakta zorlanması
    7. park, beach, rest/bar önünde içmenin yasak olması
    8. bina girişlerinden 20 feet kuralı
    9. bazı state/city'de araba içinde 18 yaşından küçük çocuk varsa içmenin yasak olması

    -kültürel bölge farklılıkları vardır: görsel
    "wear a suit on the east coast and you're the boss. wear a suit on the west coast and you're the boss's driver."

    batı'da ve güney'de hayat slow-paced iken, kuzeydoğu'da fast-paced'dir. bunun sonucu olarak west coasters ve southerners laid back ve chill iken, northerners tam tersidir.
    west coasters ve southerners herhangi bir telaşı olmadığından aheste aheste yürürken, northerners için zaman çok değerlidir ve sürekli bir yere/şeye yetişme telaşı vardır bu yüzden small talk sevmez, hafif tempoda koşarak yürür.
    west coasters dolaylı iletişimi tercih ederken northeast insanı direkt iletişimi tercih eder. bu farklılık çoğu zaman iki taraf arasında sorun yaratır ve sonucunda northerners 'blunt, angry, rude' olarak bilinirken west coasters 'fake' olarak bilinir. ("the east coast is kind but not nice, the west coast is nice but not kind")
    west coasters daha iyimser, daha pozitif, daha coşkulu ve daha friendly iken, northerners tam tersidir.
    west coasters'ın hayata bakış açısı 'living well'dir; bu nedenle spora düşkündür, beslenmesine dikkat eder, work-life balance önceliklidir, northerners ise hayata 'work hard, play hard' penceresinden bakar, bunun sonucu olarak northerners günlük yaşamında ve çalışma hayatında rekabetçi ve task/point focused iken, west coasters tam tersidir.
    west coasters işyerinde ve gece hayatında casual giyinirken northerners resmi giyinir.
    güney'de, northeast'te göremeyeceğiniz southern hospitality kavramı vardır: bizim ortadoğu/akdeniz misafirperverliği gibidir biraz, misafirliğe eli boş gidilmez mesela. ama bizden farklı olarak southerners tanıdığı tanımadığı herkese, evde veya public ortamda kibar, zarif ve cömert davranır. small talk, güney'de çarpı 10'dur; southerners, bir yabancıya bir şey soracaksa/cevap verecekse direkt iletişimi kaba bulduğundan önce small talk yapar. kaldırımda önde yürüyen kişinin önüne geçmeyi southerners kaba bulurken bir northerner için bu, dünyanın en normal şeyidir.
    american nations: a history of the eleven rival regional cultures of north america
    the nine nations of north america

    -eyaletler bazı nedenlerden dolayı birbirinden nefret eder:

    south carolina-->ohio
    ohio'dan sc'ye giden tatilciler.
    alaska-->texas
    texas en görkemli eyalet olduğunu düşünür.
    massachusetts-->ny
    ny'dan ma'ye göçenler.
    texas-->oklahoma
    1908 democratic national convention.
    new jersey-->new jersey
    north jersey south'tan, south north'den, central ikisinden de nefret eder.
    florida-->florida
    because why not!
    tüm batı eyaletleri-->california
    ca'den başka eyaletlere göçenler.

    -yazılı olmayan bazı sosyal kurallar vardır:

    sırada, markette vb. başkalarına çok yakın mesafede durulmamalı
    başkalarına dik dik bakılmamalı
    polise rüşvet teklif edilmemeli
    garsona parmak sitlatma ya da ıslak çalarak çağırma eylemleri yapılmamalı
    insan trafiğinin aktığı yol, kaldırım vb. ortasında durulmamalı
    kişisel alana saygı duyulmalı
    samimi olmadıklarınızla fiziksel temastan kaçınmalı
    izin almadan çocuklara ve köpeklere dokunulmamalı
    asansöre, otobüse, tramvaya, trene vb. binerken inenlere öncelik verilmeli
    yola tükürülmemeli, sigara izmariti ve çöp atılmamalı
    samimi olmadıklarınızla politika ve din tartışılmamalı

    -statü sembolleri:

    -sf ve nyc gibi çocuk büyütmenin pahalı olduğu şehirlerde hem paid-off ev sahibi olup hem çocuk(lar) büyütmek
    -çocukların hangi okula gittiği, okuldan sonra hangi aktivitelere katıldığı, hangi özel dersleri aldığı
    -çocukları tatil için galápagos islands'a götürmek
    -erken emeklilik
    -golden door gibi 7 günlüğü $15k'ye mal olan spa'lara gitmek
    -her yıl ailecek çıkılan en az 1 aylık avrupa tatili
    -dünyaca ünlü sanatçıların tablolarına sahip olmak
    -citizenship by investment programı ile uk ve canada gibi ülkelerin vatandaşlığına sahip olmak
    -kgs, litespeed gibi markaların bisikletine sahip olmak
    -büyük şirketlerde a sınıfı hisse senedi sahibi olmak (bkz: berkshire hathaway)

    -the american dream:

    amerikan rüyası somut bir şeyden çok bir fikir. ve bu fikir çoğunlukla kişisel başarı ve kişisel konforla, bunlara ulaşabilmek için bir fırsata ve bu ugurda her bireyin kendi yolunu çizme özgürlüğüne sahip olması ile ilgili. fakat bunlar herkes için aynı anlama gelmediğinden amerikan rüyası kavramının tanımı muğlak, kime sorduğunuza bağlı olarak değişen milyonlarca versiyonu var.
    1870'lerde yoksulluktan kurtulma ve finansal başarı elde etme fırsatına sahip olduğunu düşünenlerin amerika'ya göçüydu. 1950'lerde ekonomik refah, özgürlük ve white picket fence'li ev sahibi olmaydı. 21.yy'da ise öncekilerin toplamı ve daha fazlası oldu.
    bugün, kimisi için okyanus kıyısında ev sahibi olmak, kimisi için ferrari'ye binip yatlarda gezmek, kimisi için sıfırdan milyar dolara ulaşmak, kimisi için angarya işler yaparak son model telefon ve araba sahibi olabilmek, kimisi için market aracını 100 dolara doldurabilmek, kimisi için ucuz et ve içki tüketmektir.

    amerikan rüyası bir vaat ile değil, bir fırsat ile ilgili. rüyayi gerçekleştirmek garanti değil ama o rüyayı gerçekleştirebilmek için gerekli olan fırsat garanti.

    -emeklilik:

    emeklilik geliri üç farklı kaynaktan gelir:

    1. social security: amaç insanları rahat ettirmek değil, emeklileri evsiz birakmamak ve kedi maması yemeye mahkum etmemektir.
    devlet tarafından ödenecek miktar kaç yıl çalıştığınıza ve çalıştığınız süre boyunca kazandığınız paraya bağlı. ancak en yüksek rakamlarla bile ek gelir olmadan rahat bir yaşam tarzı sürmek (çoğunlukla) mümkün olmuyor.
    2. ira: kariyeriniz boyunca gelirinizin bir kısmını yatırıma ayırdığınız durumdur. devlet, insanları tasarruf etmeye teşvik etmeye yardımcı olmak için bu hesaba vergi avantajı sunar. dolayısıyla emekli olduğunuzda bu hesaptan alacağınız para vergiden muaf olur. ayrıca bu hesaptan emeklilik yaşınız gelmeden de para çekebilir ve çektiğiniz bu para için ceza ödemezsiniz.
    bu hesap ortalama bir gelire ve birikim disiplinine sahip birine oldukça rahat bir emeklilik hayatı sunar. ama herkes tarafından tercih edilmez.
    3. 401(k): iş verenler tarafından çalışanlarına sunulan vergisi ertelenmiş hesaptır. çalışanların maaşlarının belli bir yüzdesi kesilip bu hesaba yatırılır. emeklilik yaşınız gelmeden para çekmek isterseniz ceza ödersiniz. işveren 401(k)'e koyduğunuz para miktarını bir oranda eşleştirecektir. bu oran, bir üst sınır olmasına rağmen çoğu durumda belirli bir yüzdeye kadardır.

    -"batı'nın ahlaksızlığı":

    kimse kimsenin ne giydiği, neye inandığı veya inanmadığıyla, ne içtiği, nasıl oturup kalktığı, nasıl kahkaha attığı, medeni durumunun ne olduğu, kiminle yaşadığı, kiminle seviştiği, hangi cinsel yönelime sahip olduğu ile ilgilenmiyor, sormuyor. insanların yaşam tarzlarını kendi inanç sistemi ve ahlak değerleriyle yargılayıp onları ahlaksız olmak ile suçlamıyor. hayat "bana ne" ve "sana ne" şeklinde yaşanıyor.

    -göçmen olmak:

    ellis island immigration museum'un duvarında 1900'lerin başında abd'ye gelmiş italyan bir göçmenin sözü yazar: "i came to america because i heard the streets were paved with gold. when i got here, i found out three things: first, the streets weren't paved with gold; second, they weren't paved at all; and third, i was expected to pave them."
    yüzyıllardır insanlar aradıkları şey her ne ise doğdukları yerde olmadığı için, hayat puzzle'ında eksik kalan parçayı bulup tamamlamak için, american dream'den ne anliyorsa onu gerçekleştirmek için, başarmak istediklerini başarabilmek için, başka seçeneği olmadığı için, doğduğu kültüre ait hissetmediği için...konforlu alanlarını terk ederek, risk alarak, küçük-büyük çeşitli zorluklarla karşılacaklarını bilerek/tahmin ederek abd'ye geliyorlar.

    abd bir gocmenler ulkesi oldugundan, göçmenleri entegrasyon ve asimile etmede konusunda avrupa'dan cok daha iyi oldugundan, avrupa'nın aksine kapsayıcı bir ulusal kimliğe, avrupa'nın aksine güçlü asimile etme geleneğine, avrupa'nın aksine din uygulamaları ve dini çeşitlilik için daha fazla korumaya sahip olduğundan, vatandaşlığı ırk ve himayeye dayandiran ve kimlik takıntısı olan avrupa'nin aksine vatandaşlığı değerlere ve ideallere dayandırdığından abd'de gocmen olmak avrupa'da gocmen olmaya gore daha kolay.
    ustelik, gocmenlerin abd'ye katkilarindan dolayi amerikanlar gun gectikce daha cok gocmen yanlisi oluyorlar. bu da gocmenlerin gunluk hayatini epey kolaylastiriyor.

    göçmenler olarak çoğunlukla shithole ülkelerde doğduğumuz, dolayısıyla gerçek yoksulluğu, gerçek umutsuzluğu, gerçek baskıyı ve gerçek özgür olmama halini dibine kadar bildiğimiz, yaşadığımız için amerika'nın sunduğu fırsatları bir amerikalıya göre daha net görüp daha iyi değerlendirebiliyoruz.
    göçmenlerin birçoğunun patriotic amerikalılar kadar ve liberallerden daha patriotic olmasının nedenlerinden biri abd'nin melting pot olup göçmenleri avrupa'ya göre daha iyi entegre ve asimile etmesi ise bir diğer nedeni de bu. doğup büyüdüğümüz ülkelerin sosyal ve ekonomik anlamda bize ver(e)mediklerini, sunamadığı fırsatları abd verip sunduğu için appreciation duygumuz oluyor. liberaller ise bizlerin geldiği o shithole ülkeleri ve dünyanın geri kalanını, o ülkelerin kendi vatandaşına veremediklerini bilmediğinden ve bizlerin abd'ye geldikten sonra elde ettiği sosyal ve ekonomik hakların, düzgün işleyen sistem ve kuralların içine doğduklarından sahip oldukları privilege'in farkında değiller. olmadıkları için de şımarıklar, abd'ye düşmanlar ve abd'nin sunduklarını küçümsüyorlar.

    michael reagan "lessons my father taught me" kitabında komünist çekoslovakya'dan kaçıp abd'ye sığınmış mülteci arkadaşlarının bir yorumunu alıntılamış:
    "michael, most americans don't understand the country they live in. they don't understand how wonderful america is. you can come to his country with the clothes on your back, not knowing the language and if you're willing to work hard for twenty-six years, you won't have to worry about the next twenty-six. there's no other country in the world where you can do that. it's too bad that americans, born in freedom, don't appreciate what they have here."

    -göçmenlere karşı ırkçılık:

    ırkçılık, amerika'nın sosyal ve kültürel hayatına ayak uydur(a)mamış, bunun için çabalamayan, geldiği 3. dünya ülkesinin adetlerini devam ettiren, amerika'nin degerlerini sahiplenmeyen, sahiplenmek istemeyen göçmenlere karşı daha çok.
    genel olarak conservative, social fiscally conservative, lutheran catholic, nationalist eyalet/şehir/ilçelerde yaşamıyorsanız ırkçılıkla karşılaşma olasılığınız düşük.
    çoğunluğunu demokratların oluşturduğu, suç oranının az olduğu, orta-üst gelir seviyede ve birçok milletten insanın yaşadığı eyalet/şehir/ilçe/kasaba/mahalle seçerseniz başınız ağrımaz; ırkçılık, kadına taciz, güvensiz ortam vb. ile karşılaşma ihtimaliniz minimum olur.

    şimdiye kadar bana yapılmış bir ırkçılıkla veya türk olmamdan kaynaklı herhangi bir kötü durumla karşılaşmadım. (çoğunluk türkiye'yi bilmiyor bile.)
    siyahın beyaza, beyazın siyaha ırkçılığına şahit oldum.

    -vergi:

    federal gelir vergisi, avrupa ve nordik ülkelere göre daha azdır.
    eyalet gelir vergisi eyalet bazında değişir.
    yüksek gelir vergisi dilimleri orta sınıfı değil, yüksek gelirlileri etkiler. bu nedenle geliri yüksek olan bireyler/aileler ve şirket sahipleri yüksek gelir vergisi olan eyaletlerden texas, florida ve nevada gibi gelir vergisi düşük eyaletlere taşınırlar.
    düşük/sıfır gelir vergisine sahip eyaletlerde paycheck'inizdeki vergi kesintisi daha azdır ama o kesilmeyen kısmı sneaky fees şeklinde ve başka vergi kesintileriyle mutlaka ödersiniz ve yüksek gelir vergisi olan eyaletlerdeki fırsat ve olanaklara sahip olamazsınız.

    dünyadaki en mutlu ülkeler olan nordik ülkeler, amerikanlara kıyasla hayvani değerlerde gelir vergisi ve sosyal güvenlik katkı payı (wealth tax değil) ödüyorlar ve ödedikleri bu vergilerin karşılığında eğitim, sağlık, kreş, yüksek emeklilik maaşı, paid sick leave, paid parental leave, yaşlı bakımı, child support ve uzun süreli işsizlik maaşı gibi sosyal hizmetlere ekstra ücret ödemeden erişim sağlıyorlar. ödenen vergiler karşılığında alınan bu sosyal hizmetler suç oranının düşük olması ile birleşince bu ülkelerin insanları diğerlerine göre daha mutlu oluyor.

    amerikanlar ise tax-phobic'tir; devlete, vergi adı altında kendi cebinden zorla para alıp başka birinin cebine para koyma yetkisini vermek istemez. devlet, avrupa ve iskandinav ülkelerindeki gibi yüksek vergi yoluyla bireyi herhangi bir sosyal hizmet satın almaya zorlamasın, bu hizmetleri satın alıp almamak isteğe bağlı olsun'u savunur.

    -1st amendment (ifade özgürlüğü ve nefret söylemi):

    ab üyesi 47 devletin nefret söylemini cezalandıran yasaları olduğundan, nefret söylemi abd'de de suç zannediliyor. halbuki abd, dünyada ifade özgürlüğü sınırını en geniş şekilde çizmiş, neredeyse sınırsız tutmuş tek devlettir. fighting words olmadığı sürece nefret söylemi abd'de 1st amendment altında korunur. ku klux klan'ın bugüne kadar varlığını sürdürmesi ve nefret söylemlerine devam edebilmesi de tam olarak bu nedendendir.
    "while “hate speech” is not a legal term in the u.s., the u.s. supreme court has repeatedly ruled that most of what would qualify as hate speech in other western countries is legally protected free speech under the first amendment."

    2nd amendment (bireysel silahlanma):
    10 yetişkin amerikan'dan 3'ü silah sahibi olduğunu,
    %11'lik başka bir kısım silah sahibi olmadığını ama silah sahibi biriyle yaşadığını,
    silah sahibi olmayanların nerdeyse yarısı gelecekte silah sahibi olacağını,
    kırsal alanda yaşayanların %46'sı, banliyölerde yaşayanların %28'i, şehirlerde yaşayanların %19'u silah sahibi olduğunu,
    cumhuriyetçilerin %44'ü, demokratların %20'si silah sahibi olduğunu,
    silah sahiplerinin %67'si büyüdükleri evde silah olduğunu, %76'sı 18 yaşından önce silah kullandığını,
    10 kişiden 8'i korunma, av, spor gibi nedenlerle birden çok silahı olduğunu,
    tek bir silah sahibi olanların %62'si tabanca, %22'si av tüfeği sahibi olduğunu,
    beyazların %36'sı, siyahların %24'ü, hispaniklerin %15'i silah sahibi olduğunu,
    lise diplomasına sahip olanların %31'i, ünv. mezunlarının %34'ü silah sahibi olduğunu,
    northeast'de yaşayan yetişkinlerin %16'sı, south'takilerin %36'sı, midwest'tekilerin %32'si, west'tekilerin %31'i silah sahibi olduğunu söylemiş.
    http://www.pewresearch.org/…-guns-in-united-states/
    http://www.pewsocialtrends.org/…s-of-gun-ownership/

    -abd'de liberalizm:

    vatandaşların yaşamlarına ve seçimlerine müdahaleci (devlet) politikaları, yüksek vergileri, baskıcı sosyal kuralları, birey yerine hükümeti, sosyal demokrasiyi, servetin yeniden dağıtımını, daha az özel mülkiyeti, bireysel silahlanma hakkını kısıtlamayı, piyasa düzenlemelerini, devlet tekelini, merkezi otoritenin ekonomiye müdahalesini savunanlara liberal;
    small/limited-government'i, düşük vergileri, bireysel özgürlükleri, serbest piyasa ekonomisini, her konuda pro-choice'u, bireyselciliği, özel mülkiyeti, bireysel silahlanmayı, anti-devlet tekelini, sınırlı demokrasiyi, devletin tekelinde olmayan hukuk sistemini savunanlara liberteryen denir.

    -amerikan polisi:

    her teşkilatta olduğu gibi içlerinde kötüleri var. benim gözlemim: suç işlemediğiniz ve suça bulaşmadığınız sürece son derece saygılı, kibar ve yardımseverler. suç işlediğinizde law-enforcement officers'ın ne kadar güç kullanacağını belirleyen prensip force continuum. bunun en üst basamağı deadly force. amerikan polisi en son uygulaması gereken bu basamağı çoğunlukla es geçip direkt silaha sarılıyor.
    çok sık söylenen "ayağından vursa" haklı bir önerme olmakla birlikte gerçekçiliği sıfır. zira amerikan polislerine verilen vuruş eğitimi center mass üstüne olduğundan marksman değiller, dolayısıyla hareket halindeki hedefin kolunu bacağını vurmaları çok mümkün değil.
    polisin kendi ve/veya etraftaki diğer insanların hayatının tehlikede olduğunu hissettiğinde lethal force kullanma yetkisi var. eğitimde bu yetkiyi kullanırken "hits in a particular place" değil, sadece "hits" şeklinde kullanmaları ve tehlike geçene kadar ateş etmeleri öğretiliyor.
    çoğu zaman 1 el yerine daha fazla ateş etmeleri de bu sebepten: tehlike/tehdit oluşturan kişinin 1 kurşun ile yıkılmayabileceği ve tehdit/tehlike oluşturmaya devam edebileceği gerçeği yüzünden. yani birden fazla kurşunun nedeni "shoot to kill" değil, "shoot to stop".

    -sağlık:

    abd nüfusunun %49.6'sı işvereni tarafından sigortalı. %14'u medicare'e, %6'sı özel sağlık sigortasına, %20'sı medicaid'e (düşük gelirliler için devlet sigortası) sahip. %10'u ise sigortasız.
    https://www.kff.org/…olid":"location","sort":"asc"}

    özel sağlık sigortaları kişi sayısı, koruma kapsamı, yaş ve kalıtsal hastalıklara göre değişmekle birlikte aylik $350'dan başlıyor, genelde diş ve gözü kapsamıyor. out-of-pocket max. limit'in ne olduğu ve kapsadıkları sigortanın çeşidine göre değişiyor.
    acil olmayan durumlarda sigorta sahipleri urgent care, walk-in clinics, primary care doctor ya da gp'e (general practitioner) gidiyorlar.

    sigortası ve/veya parası olmayanlar ve ülkede kaçak yasayanlar id ve adres bilgilerini verip acilde tedavi olabiliyor.
    hastane masraflarını ödeyecek durumu olmayanlar için birçok hastanenin charity care policy ve financial assistance policy'leri var.

    sigortasız olan %10 ve/veya sigorta kapsamı dar olanlar hem kendisine çok iyi bakıyor hem de çok acil ve ciddi bir şey olmadığı sürece doktora/hastaneye gitmiyor. grip, alerji, vücut ve dış ağrısı, mide ve cilt sorunu, mantar vb. gibi durumlarda önce cvs, rite aid, walgreens vb. drugstores'dan aldığı over the counter(reçetesiz) ilaçlarla kendi kendini tedavi etmeye çalışıp işe yaramazsa o zaman gidiyor.

    290 bin amerikalı her yıl sağlık nedeni ile yurt dışına gidiyor. özellikle reçeteli ve pahalı ilaçlar (insülin iğnesi gibi) kullananlar.
    tijuana'ya yirmi dakika mesafede olan san diego'da yaşayanlar sadece kendileri için değil, evcil hayvanlarının bakımı ve veteriner için de sınırı geçiyor.

    'dental tourism/dental vacation' kavramı gerçek. diş sorunu olanlar başta meksika, costa rica, panama, colombia, hindistan, tayland, dominican republic, hırvatistan, yunanistan ve türkiye gibi ülkelere gidiyor tedavi için, hem de tatil yapıyor.

    sağlığa daha fazla harcadığı halde avrupalılara göre daha kısa yaşamalarının nedeni aşırı dozda opioid ve uyuşturucudan, sigara tüketiminden, obeziteden, yol kazalarından, intihardan ölenlerin sayısının avrupa'dakilere göre daha fazla olması.

    -eğitim:

    özel okulların ücretleri değişken olsa da yıllık ortalama $38k
    https://research.collegeboard.org/…ent-aid-2021.pdf
    upenn gibi ivy league okullarda ise bu fiyat her şey dahil yıllık $61k
    özel okullar in-state/out-of-state, foreign/lawful ayrımı yapmazken, yapan devlet ünv'lerde bu oran genelde 2/2.5 kat. bazı devlet ünv'lerde banded tuition ile flat-rate in state tuition sistemi var, bu da foreign student ile lawful'un aynı parayı ödemesi anlamına geliyor.
    best value colleges in america by academic quality per dollar

    -evsizler:

    ülkedeki evsiz sayısı 582 bin. bunların %40'i black/african-american, %61'i erkek.
    aralarında hastane faturasını ve/veya kirasını ödeyemediği için, ailesi kapı dışarı ettiği için, ailesi olmadığı ve/veya boktan bir ailesi olduğu için, işsiz kaldığı için, emekli maaşı yetmediği için, sahip olduğu her şeyi kaybettiği için ve alkolik olduğu için homeless olanlar tabii ki var. ama çok büyük bir çoğunluğu uyuşturucu bağımlılığı -özellikle heroin ve fentanyl- ve mental sorunların sonucunda evsiz kalıp sokağa düşüyor.
    https://americanaddictioncenters.org/…uide/homeless
    https://mentalillnesspolicy.org/…-mentally-ill.html
    https://www.health.harvard.edu/…meless_mentally_ill
    sokakta kalmaya devam etmelerinin bir nedeni de artık çoğu evsiz bölgesinin open drug use alanlarına dönüşmesine göz yumulması. bağımlı bir evsiz, başına bir şey gelmeden ve ucuza uyuşturucu bulabilme ve sokakta dilediği gibi kullanabilme özgürlüğünü niye bırakmak istesin? sokağa işemekle kalmayıp sıçtığında, yoldan geçene saldırdığında diğer normal insanların başına geleceklerden muaf tutulmayı niye bırakıp gitsin?

    birçoklarının "tercih" olarak yorumladığı homeless olmak değil, homeless shelterda kalmak yerine sokakta yatmak bir tercih aslında. bunun, kendini sokakta daha güvende hissetmek, shelterda uyuşturucu, içki ve hayvanın yasak olması, bazılarındaki şartların sokaktan daha kötü olması, kalabalık ve kaotik olmaları gibi birçok nedeni var.

    evsizler sokağı ev biliyor, sokakta kendilerine benzeyen/düşünenler ile daha güvenli hissediyor, birbirlerinden başka kimseleri olmadığı için birbirlerinin arkasını kolluyor, sahip çıkıyor. paraya ihtiyacı varsa çalıyor veya uyuşturucu satıyor. bu "comfort zone"u bırakıp ayık olmak, her şeye sıfırdan başlamak, kaybettiklerini geri kazanmaya çalışmak imkansız gözüküyor.
    'tembeller, çalışmak istemiyorlar', 'isteseler evsizlikten kurtulurlar ama istemiyorlar' vb. söylemleri marş edinenlerin es geçtiği minik bir ayrıntı var: o sokağa bir kere girince çıkabilmeyi başarmak, tekrar normal hayata adapte olmak, tekrar hayatın getirdiği sorunlar ve sorumluluklar ile uğraşmak, tekrar iş gücüne katılmak ve yaşanabilir parayı kazanmak zannedildiği kadar kolay değil. hele uyuşturucu ve/veya mental issues evsizlik durumunun bir parçası ise. o sokaktan çıkmayı başarabilenler de tam olarak bu nedenden, imkansızı başardıkları için tebrik edilip göklere çıkarılıyor.

    michael shellenberger'in evsizlerle yaptığı röportajlar
    2018'de uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle san francisco'da evsiz olan tom wolf'un eski evsizlerle röportajlari:

    -askerlik:

    "sadece fakirler askere gidiyor" myth'i yanlış.
    zengin çocuklarının motivasyonu ve hizmet şekilleri de farklı. bazısı enlisted olarak katılıyor, bazısı sadece officer. bazısının aile geleneği. bazısı ileriki hayatında siyasete atılmayı düşündüğü için özgeçmiş olarak kullanıyor. bazısı kariyer yapmak için. bazısı patriotism temelli.
    bu nedenle askere giden/gitmişlere nedenleri sorulduğunda verdikleri cevaplar çok çeşitli.görsel
    https://www.militarytimes.com/…nt-what-many-assume/
    aynı şekilde askerliğin hayatlarına ne kattığı, nasıl etkilediği konusu da çeşitli. kimisi depresyon, anksiyete, cinsel istismar/taciz, travma sonrası stres bozukluğu, intihar gibi şeylerden bahsederken kimisi çok pozitif şeyler söylüyor.

    ordu üstünden vatandaşlık alabilmek için en az 1 yıl u.s army'de görev yapmış olmanız gerekiyor.
    green card'iniz yoksa orduya yazılamıyorsunuz.
    asker maaşları
    askerlerin okul ücretlerinin ödenmesi için gerekli bazı şartlar vardır. bkz: https://www.usar.army.mil/educational-benefits/

    -amerikan olmak:

    amerikan olmak diğer ülkelerin aksine ırka, himayeye ve etnisiteye değil; değerlere, prensiplere ve ideallere dayalı. amerikan olmak yasal bir statü ya da etnisitite değil, bir zihniyet meselesi. bkz: "there are americans being born today in countries all over the world"
    reagan ve lincoln'un konuyla ilgili söylemleri:
    https://twitter.com/…ews/status/1136332607497498624
    https://vindicatingthefounders.com/…ord-speech.html

    -sonuc:

    amerika'da yaşamanın herkes tarafından kabul edilebilecek evrensel bir anlamı yok. çok öznel bir tecrübe, genellemek mümkün değil. kişinin beklentisi, önceliği, karakteri, gittiği eyalet/şehir/kasaba, ilişki durumu, sosyal çevresi, çalıştığı sektör, okuduğu okul, kazandığı para, aldığı burs, tr'ye olan aidiyet duygusu vb. gibi tonlarca değişkene bağlı olumlu ve olumsuz anlamları var.

    birey olamamış, her şeyi hazır bekleyen, birilerinin yardımı/desteği ile hayatta kalmayı alışkanlık haline getirmiş, merak ettikleriniz için basit bir google araması bile yapamıyorsanız, egosu terbiye edilmemiş, burnu önceden biraz sürtülmemiş, psikolojik açıdan güçlü olmayan, zorluklar karşısında kolayca pes eden, sıfırdan hayata başlamanın zorluğunun bilincinde olmayan, sabırsız, kuralları ve sistemi sorgulamayı iş edinmiş, comfort zone'dan çıkınca sudan çıkmış balığa dönen, yeni bir sosyal ve kültürel hayata ayak uydurmada zorluk çeken, türkiye gündeminden kopamayan, duyguları mantığının önünde ve en önemlisi bireyselcilik ve 'every man for himself' mentalitesini benimseyemeyecek biri iseniz amerika'da mutsuz olma ihtimaliniz epey yüksek.

    bana göre abd'yi great yapan özellikleri:

    1. ifade, basın ve din özgürlüğü
    2. kuvvetler ayrılığı
    3. hukukun üstünlüğü
    4. çok kültürlülük/insan çeşitliliği
    5. melting pot özelliği
    6. yemek çeşitliliği (dünya mutfaklarına erişim)
    7. sanat, film, müzik ve resime katkısı
    8. bilime ve eğitime katkısı
    9. ırk veya himayeye değil, değerlere ve ideallere dayalı vatandaşlık
    10. civil rights hareketleri
    11. fırsatlar ülkesi
    12. serbest piyasa
    13. medikal ekipmanlar
    14. sistem ve kurallar ülkesi
    15. hayatı kolaylaştıran ürünlerin/icatların burdan çıkması
    16. yaşam kalitesi
    17. national park sistemi
    18. bireyselcilik
    19. personal space norm'u
    20. transparency

    greatest olmasının önündeki engeller:

    1. sağlık sistemi
    2. eğitim sistemi
    3. adalet sistemi
    4. ırkçılık
    5. yoksulluk içinde yaşayan çocuk oranı
    6. bebek ölüm oranı
    7. gun violence/toplu katliam oranı
    8. obezite oranı
    9. aşırı ilaç kullanım oranı
    10. cinayet oranı
    11. student achievement oranı

    ***********

    harcamalar eyalete ve şehre göre değişse de alım gücü gayet yüksek.
    ortalama bir amerikalının tipik harcamaları: student loan, car loan, car insurance, mortgage/rent, property taxes, utilities, insurance premiums, 401k, health insurance, food/drink, gas, entertainment, pet..

    alınan yıllık maaş before tax olduğundan, yıllık $120k california için $82.887, new yok için $83.921 after tax demek.
    https://neuvoo.com/…ax-calculator/california-120000

    bazı eyaletlerde ev almak kiralamaktan daha ekonomik.
    https://www.attomdata.com/…al-affordability-report/
    https://www.mortgagecalculator.org/…rent-or-buy.php

    yaşamak için en pahalı eyalet hawaii, en ucuz eyalet mississippi. en pahalı şehir san francisco. en mutlu eyalet minnesota.
    https://worldpopulationreview.com/…tates-to-live-in
    https://www.homesnacks.net/…tes-to-live-in-1211594/

    çocuk yaşta evlilik 44 eyalette serbest. bunların altısında min. yaş kuralı 18.
    https://worldpopulationreview.com/…w-child-marriage

    idam cezası 23 eyalette serbest.
    https://deathpenaltyinfo.org/…l-info/state-by-state

    haftalık çalışma saatleri ortalama 34.5 saat.
    https://www.bls.gov/news.release/empsit.t18.htm
    https://www.pewresearch.org/…bout-american-workers/
    https://www.bls.gov/news.release/atus.nr0.htm
    https://ycharts.com/indicators/us_productivity

    nyc, boston, philly, d.c, sf gibi public transit system'in iyi çalıştığı ve yürünebilir şehirler dışında araba bir gereklilik, özellikle suburban'da.
    https://www.walkscore.com/…ities-and-neighborhoods/

    yıllık geliri $30k'den az, northeast şehirlerinde yaşayan 18-29 yaş arasındaki black, hispanic ve göçmenler toplu ulaşımı tercih ediyor. toplu ulaşım ile en çok yolcu taşıyan şehir nyc.
    http://www.pewresearch.org/…lic-transit-in-the-u-s/
    (toplu taşımada, kamuya açık alanda kulaklık olmadan müzik dinleme, video izleme, oyun oynama gibi eylemler mevcut. siyahların bunu neden yaptığına dair genel bir cevap ise müziği kullanarak marking their territory, owning the space sinyali.)

    sokakta her 5 kişiden 1'i (47.6 milyon) akıl hastası. çoğunluğu uyuşturucudan, diğerleri de sürekli sakinleştirici vb. ilaçlar kullanmaktan.
    https://nami.org/mhstats

    sokakta öpüşene/koklaşana pek rastlanmaz. bunun sebebi, kültüre ve ülkeye göre değişen kamusal alanda kabul edilebilir sevgi gösterisi (public displays of affection).

    ülkedeki çocuk sayısı 74 milyon.
    http://www.childstats.gov/…children/tables/pop1.asp

    orta gelirli bir ailenin çocuk 17 yaşına gelene kadar harcadığı para yaklaşık $233k
    https://www.usda.gov/…2017/01/13/cost-raising-child

    ailelerin %56'sı çocuklarının üniversite masrafı için para biriktiriyor.
    https://www.statista.com/…-18-in-the-united-states/
    https://www.fidelity.com/…cator-2020-fact-sheet.pdf
    https://www.cnbc.com/…s-have-saved-for-college.html
    aynı zamanda eyaletler tarafından desteklenen aileler için oluşturulmuş vergi tasarruflu 529 plan isminde tasarruf hesabı var.
    https://www.sec.gov/…s/investorpubsintro529htm.html

    balayı hariç evlilik masrafları ortalama $35k
    https://www.valuepenguin.com/…erage-cost-of-wedding
    florida, chicago, nyc gibi şehirlerde $75k çıkıyor.
    bu miktarlar middle-class'a fazla geldiğinden, son yıllarda 15-20 kişilik davetli grubundan oluşan microwedding'ler yapılıyor.

    evde, metroda, sokakta, her yerde fare var. fare konusunda chicago birinci, los angeles ikinci, new york üçüncü.
    https://www.orkin.com/…kin-top-rattiest-cities-2020

    spor ve spor müsabakaları kültürün ve günlük yaşamın önemli bir parçası.
    https://www.vox.com/…/14/6951261/sports-maps-charts

    kolej sporları ve özellikle american football güney eyaletlerinin günlük yaşamının merkezinde.
    https://www.nytimes.com/…otball-means-the-most.html

    alkol ve sigara satışı için legal yaş tüm eyaletlerde 21.
    https://tobacco21.org/
    https://www.cdc.gov/…minimum-legal-drinking-age.htm

    sigaranın en pahalıya satıldığı eyalet $12.85 ile new york, en ucuza satıldığı eyalet $5.25 ile missouri ve virginia.
    https://worldpopulationreview.com/…-prices-by-state

    eyaletlerin çoğunda park, kaldırım, sokak, araba içi, beach, bar onu gibi public yerlerde alkol içmek yasak.
    la-new orleans, ca-sonoma, ga-savannah, in-indianapolis, nv-las vegas, ne-lincoln, mo-kansas city, al ve tx 3 şehir, pa-erie, ky-louisville, tn-memphis, or-hood river'da public alanlarda alkol içmek serbest.
    https://en.wikipedia.org/…tates_open-container_laws
    alkol satışı mia dade county'de 24 saat, hawaii'de 6 am'e kadar, illinois, kentucky ve new york'ta 4am'e kadar yasal.
    diğer eyaletlerden farklı olarak ca, la, mo, nm, nv ve wi'da benzin istasyonları ve drug store'larda da alkol satışı yasal.
    co, mn, ks, ut ve ok'de ise süpermarket ve benzin istasyonlarında sadece düşük alkollü ve alkolsüz bira satışı yasal.
    https://en.wikipedia.org/…laws_of_the_united_states

    alkolde vergiler spirits, şarap ve biraya ayrı ayrı uygulanıyor. spirits vergisi her eyalette diğerlerine göre daha yüksek.
    bazı eyalet ve şehirler alcohol tax'ine ek olarak sales tax de alıyor. içecek başına alınan vergi birada ort. $0.03, spirits'de $0.05, şarapta $0.03.
    $8'a satılan 6'li biranın federal excise tax'i 29 cent. 10 cent olan state excise tax'i uygulayan 10 eyalet var ve bu 10 eyalette toplam tax 48 cent. bu da 10 eyalet için %6, kalanlar için %3.6 tax demek.
    https://en.wikipedia.org/…tates_open-container_laws
    https://www.nbwa.org/…f-and-puff-review-12-six-pack

    mağazalar, return, refund ve exchange policy konusunda çok iyi:
    https://www.retailmenot.com/…t-return-policies.html

    thrift store denilen 2. el ürün satan mağazalardan her eyalet/şehirde var. 2. el ürün/eşya kullanmak ayıp olmadığı gibi amerikalıların %16-18'si kullanıyor.
    https://daily.jstor.org/…w-thrift-stores-were-born/

    self-service denilen kendi benzinini pompalama ülke çapında sadece new jersey ve huntington ny'de yasak.
    https://www.newsday.com/…s-in-huntington-1.13615815

    sayıca epey fazla insan tüm hayatı boyunca aynı bölgede yaşamaya devam ediyor. ortalama bir amerikalı annesinden sadece 18 miles uzakta yaşıyor.
    https://www.nytimes.com/…24/upshot/24up-family.html

    kişisel alana aşırı önem verip fiziksel kontaktan hoşlanmıyor.
    https://www.state.gov/…tquestions-personalspace.pdf
    https://www.theatlantic.com/…h-social-bonds/412861/

    boş zamanlarını evde nfl, mlb, basketball ve netflix izleyerek ya da uyuyarak geçiriyor.
    https://fivethirtyeight.com/…ng-and-parenting-time/
    https://www.bls.gov/news.release/pdf/atus.pdf

    gün içinde kendilerine ayırdıkları zaman (me time) 43 dakika.
    https://nypost.com/…yptwitter&utm_medium=socialflow

    ingilizce'den başka dil bilen çok az.
    https://www.washingtontimes.com/…ty-an-american-em/
    hatta şakası bile var: what do you call someone who speaks several languages? multilingual. what do you call someone who speaks two languages? bilingual. what do you call someone who only speaks one language? an american.

    geneli writing'de misspelling, speaking'de grammar hatası yapar.
    https://www.news10.com/…ost-misspelled-words-in-us/
    wisconsin'da yaşayıp winconsin'ı yanlış yazanlar vardır mesela.

    yetişkinlerin %11'i internet kullanmıyor.
    https://www.pewresearch.org/…internet-who-are-they/

    no vacation nation: çalışan her 4 kişiden 1'i ücretli tatil/ücretli yıllık izin yapmıyor.
    https://cepr.net/…ts/no-vacation-nation-2019-05.pdf

    %20.7'sı dört yıllık ünv, %9'u iki yıllık ünv, %25.9'u lise mezunu.
    https://nscresearchcenter.org/…scnd_report_2019.pdf

    %77'sı ifade, basın, din/inanç gibi özgürlükleri garanti altına alan 1st amendment'i destekliyor.
    https://www.freedomforuminstitute.org/…t-amendment/

    %28'i amerika'nın diğer ülkelerden üstün ve benzersiz olduğuna, %58'i dünyadaki en iyi birkaç ülkeden biri olduğuna inanıyor.
    http://www.pewresearch.org/…r-say-its-the-greatest/

    200 milyon günlük hayatında kredi kartı kullanırken nakit harcama yapanlar az.
    https://www.crnrstone.com/…y-americans-credit-card/
    http://www.pewresearch.org/…ly-purchases-with-cash/
    https://nypost.com/…rely-carry-around-cash-anymore/

    para biriktirme konusunda epey kötü.
    https://www.marketwatch.com/…aging-money-2018-03-11
    https://gen.medium.com/…t-saving-money-8d6050e9ac4a
    https://www.moneyguy.com/…icans-are-bad-with-money/

    çalışanların %78'i paycheck to paycheck yaşıyor.
    http://press.careerbuilder.com/…areerbuilder-survey

    %58'inin tasarruf hesabındaki miktar $1k'den az.
    https://www.gobankingrates.com/…gs-account-balance/
    %40'inin acil ihtiyaçlar için bankada $400'ı yok.
    https://abcnews.go.com/…e-federal/story?id=63253846

    aileler çocukların college masrafı icin para biriktiriyor, biriktirmeyi planlıyor.
    https://educationdata.org/…llege-savings-statistics

    %44'u maddi durumu/ne kadar kazandığı hakkında konuşmayı sevmiyor. yakın çevresi dışındakilerle konuşmayı kaba buluyor.
    https://newsroom.wf.com/…bout-personal-finance-more
    https://www.theatlantic.com/…ut-money-taboo/607273/

    politik, cinsel ve dini görüşler hakkında konuşmaktan hoşlanmıyor.(r.a.p.e: religion, abortion, politics, economics)
    https://www.forbes.com/…avigate-it/?sh=5c95dca92f62
    https://www.pewresearch.org/…or-even-talk-about-it/
    https://www.courierherald.com/…on-heres-the-reason/
    https://www.cnbc.com/…out-anything-than-income.html

    %51'i iş yerinde yemek molasına çıkmıyor. yemeğini ofisteki masasında yiyor.
    https://www.swnsdigital.com/…ding-away-study-finds/

    çoğunluğu günlük hayatında stresli hissediyor.
    https://www.apa.org/news/press/releases/stress

    %18'inde anksiyete bozukluğu var.
    https://adaa.org/…adaa/press-room/facts-statistics#

    52 milyonu hiçbir rahatsızlığı olmadığı halde reçeteli ilaç kullanıyor.
    https://www.drugwatch.com/…9/drug-abuse-in-america/

    %46'sinin aile üyesi ya da arkadaşı uyuşturucu bağımlısı.
    http://www.pewresearch.org/…been-addicted-to-drugs/

    millennials evlenmeyi hiç düşünmüyor/geç evlenmeyi düşünüyor.
    https://www.census.gov/…tions/2017/demo/p20-579.pdf
    https://www.cnbc.com/…me-over-marriage-or-kids.html

    18-44 yaş arası evlenmeden birlikte yaşamışların oranı %59.
    katoliklerin %74'ü ve white protestanlar'ın %76'sı evlenmeyi planlamasalar bile evli olmayanların birlikte yaşamasıni kabul edilir buluyor.
    https://www.pewresearch.org/…habitation-in-the-u-s/

    evli millennials'ın bir kısmı banka hesaplarını ayrı tutuyor.
    https://www.theatlantic.com/…-bank-accounts/558473/

    %25'i evlenmeden çocuk sahibi.
    http://www.pewsocialtrends.org/…-unmarried-parents/

    afro amerikalıların %72'si evlenmeden çocuk sahibi.
    https://www.youtube.com/watch?v=ovp0cuedfua

    51 milyon yetişkin kendini katolik olarak tanımlıyor.
    http://www.pewresearch.org/…out-american-catholics/

    %56'sı incil'de anlatılan tanrı'ya, %33'u bir güce inanıyor.
    http://www.pewresearch.org/…mericans-belief-in-god/

    %56'sı ahlaklı olmak için tanrı inancına gerek olmadığını düşünüyor.
    http://www.pewresearch.org/…eve-in-god-to-be-moral/

    %51'i düzenli olarak dini etkinliklere katılıyor.
    http://pewrsr.ch/2bc81s3

    %34'u evrimi tamamen reddediyor, %25'i evrime üstün bir varlık tarafından rehberlik edildiğini düşünüyor.
    http://www.pewresearch.org/…/2017/02/10/darwin-day/

    %68'i başka ülkelerden gelen göçmenleri desteklerken %26'sı desteklemiyor.
    http://www.pewresearch.org/…who-we-are-as-a-nation/

    ailelerden %68'i evcil hayvan sahibi. sahip olunan köpek sayısı 90, kedi sayısı 94 milyon.
    https://www.americanpetproducts.org/…strytrends.asp
    birçok apartmanda evcil hayvanların eve verdiği zararı karşılamak için bir kerelik ödenen $200-500 ücretli depozit/fee veya aylık ödenen $25-$100 ücret vardır.

    yetişkinlerin %39.8'i, ergenlerin %20'si obez.
    https://www.cdc.gov/obesity/data/adult.html

    %3.6'sinin süt, yer fıstığı, badem, ceviz, yumurta, balık ve kabuklu deniz ürünlerine alerjisi var.
    http://www.npr.org/…-food-allergies-or-intolerances

    çoğunluk evde yemek pişirmeyi sevmiyor. rest.lardan delivery ve pick up siparişi vererek junk food ile besleniyor.
    https://www.usatoday.com/…ands-each-year/708033001/

    bizlerin ve avrupalilarin aksine, patates kizartmasini mayonez ile birlikte yemiyor. hatta bu eylemi utanc verici buluyor.
    https://www.eatthis.com/…icas-most-hated-condiment/
    https://www.reddit.com/…/what_do_you_eat_mayo_with/

    birayı çok seviyor. bud light, coors light, miller lite, budweiser gibi alkol oranı düşük biralar favorileri.
    https://www.nbwa.org/resources/industry-fast-facts
    https://www.statista.com/…nds-in-the-united-states/

    en sevdiği viski bourbon.
    https://www.wearethemighty.com/…ost-american-drink/

    ulusal tatil günleri, yıl boyunca en çok içki tükettikleri günler.
    https://www.alcohol.org/…on/holiday-binge-drinking/

    obsession with ice cubes: tüm içeceklerini bardağı neredeyse tamamen buzla doldurarak içiyor.
    https://www.epicurious.com/…ozen-tv-dinners-article
    https://www.newyorker.com/…an-exceptionalism-on-ice

    giyim zevki avrupa'nın çok gerisinde.
    https://www.washingtonpost.com/…_term=.95dd807efcee

    sandal ve flip-flop giymeyi çok seviyor.
    https://hubpages.com/…le/for-the-love-of-flip-flops

    markete, restauranta, kahve içmeye vb. giderken pijama giyiyor.
    https://www.cnn.com/…chy-clothes-fashion/index.html

    soğuk ayardaki klimaya bayılıyor.
    https://www.nytimes.com/…ering-air-conditioner.html

    yaşamak için apartman yerine single-family home tercih ediyor.
    http://www.chicagotribune.com/…20170418-column.html

    %64.4'ü ev sahibi.
    https://www.census.gov/…s/files/currenthvspress.pdf

    64 milyon tek çatı altında multigenerational yaşıyor.
    http://www.pewresearch.org/…enerational-households/
    https://www.businessinsider.com/…ates-ranked-2018-8

    60 yaşın üstündeki %23 yalnız yaşıyor.
    https://www.pewresearch.org/…ir-waking-hours-alone/

    65 yaşın üstündeki %34, 18-29 yaş arasındaki %20 komşusunu tanıdığını söylüyor.
    30 yasin altındaki %33 komşusunun kim olduğunu bilmiyor.
    komşularını tanıyanların %58'i komşuları ile bir araya gelmediklerini söylerken, %28'i geldiğini söylüyor.
    urban ve suburban'a göre kırsal yerlerde komşusunu tanıyanlar daha fazla.
    https://www.pewresearch.org/…bout-neighbors-in-u-s/
    poll: 66% of americans aren't friends with their neighbors

    %82'sinin arabası var.
    https://www.statista.com/…united-states-since-1990/

    otomobil yerine truck ve suv tercih ediyor. çoğunluğu vitesli araba sürmeyi bilmiyor. otomatikte de iyi değil.
    http://www.npr.org/…-more-trucks-and-suvs-than-cars

    bisiklete binmeyi seviyor.
    https://usa.streetsblog.org/…t-few-make-it-a-habit/

    %36'sı uber/lyft kullanmış/kullanıyor.
    http://www.pewresearch.org/…sing-ride-hailing-apps/

    erkekleri spor yapmayı kadınlardan daha çok seviyor.
    https://www.statista.com/…on-in-leisure-and-sports/

    ingilizce dil bilgisi ve yazımda kötü.
    http://wapo.st/…n7?tid=ss_tw&utm_term=.a3030bb0cd41

    günlük hayatta en çok kullandığı kelimeler:
    awesome, cool, gosh, dude, what's up

    çevreyi korumaya önem veriyor.
    http://news.gallup.com/…ment-alternative-fuels.aspx

    halka açık yerlerde yüksek sesle konuşmayı/gülmeyi seviyor.
    (bunun nedenlerinden biri daha çok küçükken çocuklara "speak up, not to mumble"ın öğretilmesi.)
    https://www.huffingtonpost.co.uk/…modushpmg00000004

    özellikle genç nüfus, hem gün boyu susuz kalmamak hem de şişe suya göre daha ucuz olduğundan 3.78 litrelik galon su ile geziyor.
    https://www.reddit.com/…ricans_drinking_water_from/
  • besinci bolum

    insanin tembellige ve de israfa alismasi demektir aslinda. cunku amerika'daki her sey insanlarin daha az hareket etmesini saglamak icin dizayn edilmektedir. bir urunun reklami yapilirken surekli olarak ne kadar rahat edeceginiz, hic hareket etmeden ve yorulmadan ne kadar cok is yapabileceginiz anlatilir once... ve insan ne yazik ki tembellige hemen alisiyor...

    arabalar? buradaki arabalarin %97'si otomatik vitesli. sonra buradaki arabalarin hepsinde evet hepsinde bardak ve yiyecek konulabilecek yerler var. cunku adamlar arabada yemeye icmeye alismis. vites gecirmek, elini vites topuzuna deydirmek veya debraja basmak icin ayagini oynatmak istemiyor. sonra gene bu insanlar icin arabadan inmeden alisveris yapilabilecek restoranlar ve bankamatikler olusturulmus. yani adamlar arabadan inip iki uc dakikalik is yapmaya bile eriniyorlar. hatta 50 metre otedeki cop kutusuna gitmek icin bile araba kullananlar var...

    peki turkiye'de? her isimizi yuruyerek yapariz neredeyse... erinmeyiz birkac kilometre yurudugumuz icin. dogaldir yani. gerci olayin ekonomik yonu de var. yani benzin sudan ucuz olsa, arabalar da benzinden ucuz olsa belki turkiye'de de herkes araba ile gezecek.

    yemekler? zaten su fast food denen sey buralardan yayilmis her yere. adamalar birakin yemek hazirlamayi, yemek yerken bile eriniyorlar. her sey 15 dakika icinde olup bitmeli... hazirla ve ye hemen... ya da cik disarida ye. zaten burada zengin olmak icin restoran falan acacaksin. sonra donmus gida denen seyler yok satiyor her yerde. mikrodalga evlerin vazgecilmez bir parcasi. 90 saniyede hazir yemegin. bir eve misafirlige gittiginizde bile onunuze donmus bir pizza ve hatta donmus makarna ile cikabiliyorlar. (gerci burada misafirlik kulturu yok ya o konuya hic girmeyelim.)

    peki turkiye'de? bizim evde her gun, her ogun icin yemek yapilirdi. ve gene bu her ogun icin bulasik yikanirdi. eve donmus gida denen sey girmezdi. misafir deyince akan sular dururdu. binbir cesit yemek hazirlanirdi.

    baska ornekler?

    sonra mesela turkiye'de kagit tabak, plastik catal, bicak kullanmazdim ben hic. zaten oyle cok da satilmaz. ama simdi kullan at.. yikama derdi yok bir seyi yok. ne kadar kolay?

    elime kagit havlu aldigimi hatirlamiyorum turkiye'de. ama burada eline su mu deydi hemen cirt yirt bir parca kagit havlu ve burusturup at bir kenera. o kadar da dogal geliyor ki bu yaptiklarim? sanki hep yapiyormusum gibi...

    degisik bir ornek vermek gerekirse doksanli yillarin sonunda hayatimiza giren cep telefonlari ne kadar vazgecilmez hale geldi simdilerde. yani simdi cikip 6-7 yil once cep telefonu olmadan ne yaptigimizi hayal bile edemeyiz. telefonlar elimiz kolumuz oldu simdilerde... onlarsiz bir dunya dusunemeyiz bile. eee acaba 6-7 yil once elimiz kolumuz yok muydu? iste boyle her seye cok cabuk alisiyor insanoglu. (bu arada hala cep telefonum yok. cunku ihtiyac duymadim. onu da belirteyim dedim.)

    konumuza donelim....

    sonra sorarlar amarikalilarin yarisi neden obez diye. evet gercekten de amerika nufusunun %55'i obez. hatta oyle boyle degil... o kadar kilolular ki ayri bir vucut tipi olusmaya baslamis artik. kimi insanlarin gotune koltuk gibi oturulabilir. sonra buradaki bir obezin pantolonunu alip salonumun penceresine perde dikebilirim... abartmiyorum. evet neden boyle bu insanlar? cevap kolay aslinda. hareket etmemek icin yasanan bir hayat, sagliksiz beslenme, tembellik ve israf... geceleri elde bira beyzbol seyretmekten veya bir bara gidip bira icmekten ya da evde bira icmekten olusan bir sosyal hayat...

    evet kilolular... kilolar da gitsin diyorlar. onun da kolayi var. binbir turlu ilac. hepsi de hic hareket etmeden, kosmadan, yorulmadan ve istediginiz kadar yiyerek sizi zayiflatabilecegini iddia ediyor... garip bir celiski. aslinda calisma mekanizmasi kolay bu ilaclarin. sindirim sistemini calismaz hale getirip, ne yerseniz yeyin aninda sicmanizi saglamak. ama bizim oralarda musil hapi diyorlar bu tur ilaclara. onun icin coktur gotu boklu amerikali... yani kaciran coktur altina.

    bu kadar kolay olunca yasam insan tembellesiyor haliyle. sonucta ne gerek var bulasik yikamaya, yemek hazirlamaya veya bir yere yuruyerek gitmeye... ama bu tembellik sadece fiziksel aktiviteler ile de sinirli degil.

    mesela burada kafadan hesap kitap yapamazlar pek. hesap makinasi kullanmak vazgecilmez olmus cunku. hatta ilk ve orta dereceli okullarda tipki matametik dersi gibi hesap makinasinin nasil kullanildigini anlatan derser veriyorlar. yani sadece vucutlari degil, beyinleri de tembellestiriyorlar. hatta bir keresinde 3 ve 1.500.000 sayilarini kafadan cartigim icin dahi diye bakmislardi bana. hani 1.5milyon ya... buyuk sayi tabii. ya da bir markete gidip 5 dolar 3 sent tutan bir sey almak icin 10 dolar 3 sent verdiginizde karsinizdaki insanin saskinligi ile sasiriyorsunuz. ilk once o verdiginiz 3 senti geri veriyor, ardindan da 4 dolar 97 sent uzatiyor elinize.

    eee bush denen adam neden ikinci kez kazandi saniyorsunuz secimleri? sonucta egitim sistemi bile insanlari sistem icin egitiyor. kurallara sonuna kadar uyan, insiyafin "i" sini, mantigin "m" sini bilmeyen ancak cok calisan bireyler yetistiriyorlar. sonra da ellerine her seyi verip tembel yasamalarini sagliyorlar. buyuk evler, buyuk arabalar, kagit tabak ve havlular...

    psikologlar cok is yapiyor buralarda. hatta turkiye'de de yeni bir "trend" (neyse kufur etmiyor ama trendinizi sapayim) olustu. psikologa gitmenin gerekli ve iyi oldugu soyleniyor. ihtiyac diye nitelendiriliyor. gelismis ulkelerdeki psikologa gitme oranlari ornek gosteriliyor. ama buralarda arkadasi uzulunce elini omzuna koyan ve derdini dinleyen birisi yok ki... beni dinlesin diye insanlar psikologlara para veriyor. hi, how are you veya what's up de gec git... selam veya cevap bile beklemeye gerek yok. arkadasini dinlemek, fedakarlikta bulunmak veya bir seyler paylasmak zor buralarda. tipki yemekleri, arabalari veya hesap makinalari gibi iliskiler de cabuk ve kolay tuketilmek uzerine kurulmus.

    sonra tum bunlari dusunup geriye dondugunuzde vay be diyorsunuz. amerikanin, insanlar da dahil olmak uzere dunyanin kaynaklarini nasil carcur ettigini, israfin boyutlarini goruyorsunuz. su gibi benzin yakan araclara ucuz benzin bulmak icin akitilan kanlar, musluklardan bosa akan sular, birileri bir kere kullanip atsin diye kagit tabak veya havlu yapilmak icin kesilen agaclar...

    israfin boyutlarini anlatmak yasamadan anlasilacak gibi degil. insanin ici sizliyor. ornek vereyim... kis, hava soguk... kaloriferler calisiyor. ama enerji ucuz ya, bol bol yakip israf edecegiz ya, o kadar cok yaniyor ki kaloriferler, icerisi firin gibi. ama basimizdaki amerikali bu israfi yeterli bulmamis olacak ki kaloriferleri kapatmak yerine gidip klimayi aciyor iceriyi serinletmek icin. akli almiyor insanin...

    evet cok kolay buralarda yasamak. her sey son derece cabuk, hizli ve endisesiz yapiliyor. her sey bol. insan alisiyor bu kolayliga, bolluga. iste bu kolayligi devam ettirmek icin de baska yerlerde zorluk cikariyor amerika denen ulke...

    garip.
  • yedinci bolum

    yeni bir seyler ogreniyor insan her gun... anlatayim...

    efendim hobilerim arasinda fotografcilik da var. hatta turkiye'deyken ogrenciligim sirasinda fotografcilik falan da yapmistim. neyse...

    bu hobimden haberdar olan amerikali bir arkadasim kendisi icin bir album yapmami istemisti benden. uc dort makara fotografini cektim bunun. sonuc tatminkardi. bu calismanin ardindan (1.5 yil sonra) gun geldi ve bu arkadasimin evlenmeye karar verdigini ogrendim. ve benden dugunlerini goruntulememi istedi. tamam dedim...

    aslinda olayin maddi yonu de var. konusma sirasinda kardesinin bir fotografci ile anlasarak kendileri icin bir album yaptirdigini ve bu album icin yaklasik 5000 dolar para harcadiklarini soylemisti. yani dugunleri icin bir fotografci ile anlassalar odeyecekleri para binlerce dolardan baslayacak. ben mi? sonucta -her ne kadar olaya maddi yonu ile bakip olayi bedavaya getirmeye calistigini da bilsem- bu sahis arkadasim ve ben de amerikali degilim. yani para falan istemedim. zaten verse de almazdim. ki teklif bile etmedi zaten. neyse...

    ama en kotusu o gunlerde evimize hirsiz girdi... bircok degerli seyin yaninda mis gibi fotograf makinami da caldi serefsiz. maddi manevi baya zarari oldu bu serefsizligin... neyse tanidik bir arkadasin ve okulun fotografcisinin yardimi ile fotograf makinasi ve flas problemini cozdum.

    dugun gunu geldi ve dugunun yapilacagi kucuk kiliseye dogru yola ciktik. bu kiliseyi nereden buldular bilmiyorum ama cok aradiklarina eminim. cunku oyle bir yerde ki ben arasam bile bulamam...

    bana dendigine gore dugun aile arasinda olacakti. birinci dereceden akrabalar disinda, yani anne baba ve onlarin anne ve babasi disinda kimse dugune cagrilmamisti. ama dugun bana baya kalabalik geldi. sonra ogrendim ki ailedeki herkes ikinci kez evlenmis... yani mesela gelinin biri uvey olmak uzere iki annesi ve iki babasi var. ayni sey damat icinde gecerli. hatta bu da yetmemis ve nineler ile dedeler de ikinci kez evlenmisler. yani mesela gelinin baba ve anne tarafindan ikisi uvey olmak uzere dort dedesi ve dort ninesi var... tabii ayni sey damat icin de gecerli. off simdi bile kafam karisti ha. bu arada soylemeye gerek var mi bilmiyorum ama bu evlilik gelin ve damadin da ikinci evlilikleri...

    olay zaten su noktaya kadar kafami iyice karistirmis durumda... bir de bunlar yetmiyormus gibi arkadasim gelip (atiyorum) anne tarafindan uvey dedesi john ile babasinin, baba tarafindan da uvey dedesinin karisi jenifer ile annesinin anlasamadigini ve bu yuzden onlari birlikte fotograf cekilmeye zorlamamami rica etti benden. "yahu dur hele. zaten burada anne baba derken 50 kisi var. neredeyse kiliseye sigmayacaksiniz. ben zaten bir gordugumu hatirlamiyorum sen bir de bana isim verip kimlerin arasinin bozuk oldugunu soyluyorsun" dedim. sonra da "bir fotografci olarak sen benim yetilerime guven merak etme bir tatsizlik cikarmam" diye ekledim. (ahahahaaa... guven tabii... neyse buraya sonra gelecegim.)

    evet gercekten de burada bosanma orani oldukca yuksek. aciklikla soyleyebilirim ki 30 yasini gecip de daha ilk kocasi veya karisi ile yasayan kimseye rastalamadim. rakamlara gore ise evli ciftler arasinda bosanma orani %50 civarinda. yani tipki fast food yemekleri gibi kalitesiz olan iliskilerini, tipki fast food yemeklerini tukettikleri gibi tuketiyorlar.

    simdi denebilir ki ulan turkiye'de sanki iliskiler cok saglikli... koca, karisini dover, ustune kuma alir ama bosanma olmaz. yani simdi bunlarin iliskisi kaliteli mi? evet bosanma orani kendi basina iliskilerin kalitesi icin bir kistas olusturmuyor. ayrica burada ekonomik bagimsizligin getirdigi bir rahatlik da var... ama sunu rahatlikla soyleyebilirim ki -cunku bir amerikali ile evlenmis degilim ama bircok amerikali arkadasim var- turk ve hatta italyan, fransiz, koreli veya japon arkadaslarim ile olan iliskilerim amerikalilarla olandan cok daha farkli ve kaliteli... yani bazi seylerin eksikligini veya boslugunu hissedebiliyorsunuz. yuzeysellik ve maddecilik cok belirgin. hani derler ya kara gun dostu diye... buradakiler sadece aydinlik gun dostu... iste ayni seyin evlilik konusunda da gecerli oldugunu dusunuyorum. yani evlilige yaklasim farkli... bir seyleri paylasmak veya bir yastiga omur boyu bas koymak dusuncesi ile degil "diyelim ki anlasamadim nasil olsa bosanirim" diyerek evleniyor insanlar... neyse biz bizim dugunumuze donelim...

    dedigim gibi birinci dereceden akrabalar var ama ortam cok kalabalik. hemen sagdan basladim fotograf cekmeye... bu arada gelin ve damat pederin onune gectiler. yeminlerini falan ettiler... onlari da cektim bir guzel. sonra sira toplu cekimlere geldi... bu arada bir sey fark ettim. hani fotografciyiz ya. ben yonlendirmeden veya bir sey demeden yerlerinden kimildamiyorlar hatta gulmuyorlar bile... ulan kalk gec oburlerinin yanina degil mi? gelin ve damat ile tek tek fotograflariniz cekilecek, sonra topluca birkac poz... hayir ilk defa da evlilik gormuyorlar ki. ehh her seyi bana birakirsan -ki gelin ve damat da mudahale etmiyor- ben birbirini sevmeyen (atiyorum) john ile mike'i, jenifer ile amanda'yi sen suraya, ben buraya derken yan yana getiririm. zaten kalabaliklar...

    simdi ben bunlara yaklasin diyorum adamlar 3 cm adim atiyor... ama arada hala 2 metre aciklik var. cok komik... ben benim arkadasin bana en basta dediklerini coktan unutmusum. icimden diyorum ki ulan poz vermeyi bilmiyorlar. sonra dustu jeton... bu sefer birini obur tarafa aliyorum ama mesela gelinin 20 tane annesi oldugu icin o grup icinden de sevmedigi birisi cikiyor... valla aklima bir anda oflu hoca geldi. "oynamiyrum ulan, sizi de dugunuzu de sikerum da" deyip kacacaktim "camiden"... yani fotografci olarak calistigim otelde ciplak ciftlerin fotograflarini cekerken bile bu kadar zorlanmamistim. (playboy kizlarinin bile fotograflarini cektim. hadi bakalim... havami da basayim arada... ahahha.)

    neyse bir sekilde "kazasiz belasiz" bu kismi atlattim. sonra gelin ve damat icin ozel cekimler basladi... kucak kucaga, amuda kalkmis sekilde falan derken (amerikali cilgin genclik ya) bir dolu sacma salak pozlarini cektim bunlarin... ama bu arada icimden "ulan" diyorum "bunlar evlendi, hatta damat gelini bir guzel optu ama bunlar bir yere imza falan atmadi... peder hadi kari koca ilan ettim sizi dedi, o kadar. bu nasil evlilik?"

    is sonradan aciga cikti... damat efendi mahkemeden aldigi mavi bir a4 kagidini cikardi... karisi ile doldurmaya basladilar. ama kagidin onu arkasi yazi dolu. tek tek okuyorlar talimatlari. suraya damadin ismi, suraya gelinin ismi, buraya da pederin ismi... imzalari... himm iki sahit diyor burada... aaa sahidimiz yok bizim? (sasirdim. ulan sanki ilk defa evleniyorlar. kac kere doldurmussunuzdur o belgeyi kim bilir?) damat, "anne sahidim olur musun?" dedi. gelin de babasindan istedi ayni seyi... imza atarken falan da cektim bunlarin resmini...

    aslinda iliskilerdeki yuzeyselligi evliligi resmiyete dokerken de gorebiliyorsunuz... bizde evlilik onemlidir... en azindan nikah sahitligi denen bir kurum gelismis yahu. burada gidip mahkemeden bir kagit aliyorlar, kagittaki talimata gore evraklari dolduruyorlar. sonra bir peder veya yargic buluyorlar... bu kadar...

    "sizi bosanana kadar kari koca ilan ediyorum."
  • ucuncu bolum

    turkiye'yi ve turk insanini tanitma firsati yaninda, diger kulturleri ve insanlari tanimak icin de firsat yaratan bir durumdur. daha once yasadiklarimdan ve de yazdiklarimdan (sozluk disinda) derlemeler yaptim.

    1. bolum

    cumartesi gunu (ama neredeyse bir yil onceki cumartesi gunu) buraya yaklasik 60 km uzaktaki baska bir universitede uluslararasi ogrenci gunu vardi ve oraya turkiye'yi temsil etmemiz icin davet edilmistik. eldeki malzemeleri (bayrak, turkiye ile ilgili power point sunumu, resimler, turkiye'den bazi el isleri vs) kapip yola ciktik.

    neyse zorda olsa yolu karisik olan okulu bulmayi basardik. sagosunlar bizi karsiladilar standimiza kadar eslik ettiler. bizim stand icin avrupa odasinda yer ayirmislar. eldeki malzemeleri standa yerlestirdikten sonra basladik musterilerin gelmesini beklemeye.

    tahmin ettiginiz uzere bircok cahil ve onyargili insan standimizi ziyaret etti. tabii bunlarin disinda oldukca sicak ve samimi olan insanlar da vardi. hele turkiye'yi ziyaret edip de olumsuz bir sey soyleyene rastlamadim.

    simdi gelelim bu konularda birkac ornek vermeye...

    yasli bir kadin merhaba bile demeden turkiye guvenli bir ulkemi diye girdi lafa. ayrica standa veya bilgisayardaki sunumumuza bakmadi bile. evet turkiye guvenli bir ulke dedim ama kadin tabii tabii daha yeni bomba patlattilar orada, insanlar surekli oluyor gibi bir seyler dedi. teroristlerin isi oldugunu ve bu tur kotu olaylarin dunyanin her yerinde yasandigini ve munferit olaylarin tum bir ulkeye mal edilmesinin yanlis oldugunu anlattim ama kadin pek orali olmadi. gerci daha sonra keske dunyadaki en buyuk terosist eylem sizin ulkenizde gerceklesti sen ne konusuyorsun, guvensiz bir ulke varsa asil sizin ki diyemedim diye kendime cok kizdim. ne ugrasiyorsun yumusak cevap verecegim diye degil mi? kibirlerinden kirpi gibi olmuslar ve dikenlerini baska insanlara sokmaya calisiyorlar.

    bu arada kendini korumak icin kapanan bir kirpinin yumusak ve en zayif yeri olan karnini acmak icin ne yaparlar biliyor musunuz? kirpiyi suya atarlar... iste benim yapmam gereken buydu belki de... yani kadina soguk dus etkisi yaratacak bir seyler soylemeliydim. evet kabul ediyorum kaba ve hos olmayan bir yontem olabilir ama ise yariyor...

    herneyse biraz da cahillerden bahsedeyim... turkiye'nin denize kiyisi oldugunu bilmeyen, turkiyeyi afrika ulkesi sandigindan bizi avrupa standinda gorunce sasiran, istanbul'u ulke turkiye'yi de onun bir sehri sanan birkac uc ornege rastladik. bunlar disinda istanbul'u baskent sanan, resmi dilimizi arapca olarak bilen, bizim gunluk yasamda diger bazi arap ulkelerinde oldugu gibi develere bindigimizi dusunen insanlara da rastladik tabii. hatta kucucuk bir kiz bile sormustu bu deve sorusunu. turkiye ile ilgili resimleri yani insanlari, arabalari, istanbul trafigini gosterince de pek inanmamisti. kizin annesi de onlar da "normal insan" diyerek kizina aciklama yaparken icinde bulundugu onyargili ve asagilayici tutumu tum ciplakligi ile ortaya sermisti. sonucta o kucucuk kiz nereden bilecek deveyi, meveyi. zaten amerikalilarin cogunun kendi ulkeleri disindan haberi yok ki. aslinda bana bunlar normal geliyor cunku bizi oyle taniyan o kadar cok insan var ki sasirirsiniz... gercekten kendimizi tanitamamisiz. ya da baskalari bizim yerimize cok guzel bir tanitma politikasi guduyor... cok yazik...

    simdi gelelim guzel orneklere... genelde bir turk arkadasi olan veya vakti zamaninda bir sekilde turkiye'yi ziyaret etmis insanlar bize gercekten cok sicak yaklastilar. hatta yarim saat kirkbes dakika sohbet ettigimiz insanlar oldu. turk insaninin sicakligini, mutfagimizin zenginligi, dogal ve tarihi guzelliklerimizin fazlaligini ove ove bitiremediler. hatta soylemesi ayip turkiye'de benim bile gidip gormedigim yerleri bana anlatanlar bile cikti. tabii boyle seyleri duyunca insanin hosuna gidiyor.

    bu arada bizi oraya davet eden profesor tam bir tavla hastasiymis. ama sadece hasta! hatta o kadar hasta ki oynamayi bile bilmiyor diyebilirim. (tabii bunu sonradan ogreniyoruz). zaten adamin bizimle tanistiktan sonra ilk sozu bana tavla oynamayi ogreteceksiniz tamam mi oldu. bu adam internette surekli tavla oynuyormus ve bu gune kadar daha hicbir turku yenememis. hatta gecen hafta beni 13 yasinda bir turk velet paraladi diye anlatip hayiflaniyordu. sonucta sergide gostermek amaciyla goturdugumuz tavla ile (ki goturmemis olsak bile adam kendi tavlasini getirmis. yani kafaya koymus oynamayi) birkac el oynadik. hatta arkadaslar isi o kadar abarti ki hani dukkaninin onunde tavla oynayan esnaflar vardir ya oyle bir hava yakaladilar. ulkemiz ile ilgili bilgi almaya gelenlere de su oyun bitsin geliyorum dediler tipki abla iki dakka sonra geliyorum sen alacaklarina bak diyen esnaf gibi. bu arada profesorun hastaliginin gercekten caresi yok ama birkac puf nokta gosterdik. ne bileyim herhalde isine yarar... eee profesor olmak tavla oynamak icin yetmiyor.

    simdi gelelim diger konulara. haliyle dunyanin her yerinden bircok insan ve onlarin hazirladiklari gosteriler de vardi. biz de diger ulkeler hakkinda ana kaynaktan bilgi almak icin gezdik tabii. bizi en cok etkileyen afrikali arkadaslar oldu. ama oyle boyle degil kafamiza vura vura etkilediler sanki bizi. biliyorsunuz bu arkadaslarin vurmali calgilari meshur. (daha telli veya uflemeli bir calgi gormedim. en azindan ziyaret ettigimiz stantlarda) ya adamlar sabah 9'dan oglen saat 2'ye yani sergi bitene kadar caldilar o tamtamlari. gorsen sanki insaat var. gum gum kafa mafa kalmadi valla. sorsan muzik yapiyoruz derler. ya kardes bizim orada insaat var orada bile o kadar gurultu yok sanki santiyedeyiz anasini satayim diye kendi aramizda cok dalga gectik. bir de dolasan insanlara veriyorlar alin calin diye o tokmaklari. artik onlar da allah ne verdiyse vuruyor. amac ses cikarmak. hatta bir ara ulan bende gideyim calma bahanesi ile su davullarini patlatayim diye aklimdan gecirmedim degil. zaten elimin ayari da yok, eee serde turkluk de var kesin patlatirdim davullarini. en azindan sopalarini kirardim herhalde.

    avrupa ama akdeniz'e kiyisi olan avrupa ulkelerine gelince... genel olarak sicak insanlar. turklere sempati ile yaklasiyorlar. bircok ortak norktamiz var. ancak almanya ve fransa gibi ulkeler genelde biraz daha mesefeli. fransa'nin mesafesi kibirlerinden gelirken, almanlarin mesafesi orada cok "turk" olmasindan kaynaklaniyor. seveni de sevmeyeni de cok. rastladiginiz insana gore durum degisiyor ama bizim gordugumuz almanlar turkleri sevmeyen tiplerdi. abd’'in guneyindeki ulkelere mesela meksika, brezilya veya portekiz'e gelince insanlarin sicakligi hemen kendini belli ediyor. dokunarak iletisim kurmayi pek seviyorlar. bu baslikta daha once yazdigim yazilarda bu temas isine deginmistim tekrar uzerinde durmaya gerek yok.

    bu bolum boyle bitmis olsun. bir sonraki bolumde abd polisini yakindan taniyacagiz. (dizi gibi oldu bea)
  • güzeldir.

    türkiyede de gayet güzel bir hayatım var. buna rağmen amerikada daha doğrusu abdde yaşamayı seviyorum.

    yok simitmiş yok anadilde sohbet ihticıymış yok vapurmuş, yok çaymış. ya bırak ya:)

    adam gibi bi hayat yaşıyorsun. istediğin sevdiğin tüm hobileri yapıyorsun. her hafta arkadaşlarla trip düzenliyorsun. bi hafta kamp, öbür hafta hiking, öbür hafta piste git ferrari kullan, öbür hafta hellikopter turu at. bisiklet al turlara katıl. adamların hepsinin yaşayış şekli bu. bu hafta hiking yapim desen akşamında 5 arkadaş, kayak yapayım desen 10 arkadaş bulursun. böyle bir hayat türkiyede nerde var lan? gidip bi hiking yapalım diye adam arasam 5 ay geçer. akşam iş çıkışı sevdiğin puba git, milletle sohbet et, servis yapan hatunla kaynaş, pubtaki potada 2 basket at, stress at. din baskısı yok (gerçi aşırı misyoner var ülkede ama seni boğmazlar) mahalle baskısı yok, toplum baskısı yok. içki içken kötü gözle bakan yok, kem gözler yok, saygısızlılk yok. kişisel haklara ihlal yok.

    tam bir hobi hayatı. sosyal hayat. her imkan var. anadilde sohbet edesin varsa 500 çeşit teknoloji çıktı yav. al eline ipadi facetimedan tut da her bi sike kadar var konuşma imkanın türkiye ile.

    abdde yaşamaktan sıkılıp memleketini özleyen insan bence hobisiz insandır. tek hobisi mahallede arkadaşlarla çay içmek olan, akşam balkonda gazete okumak olan adam sıkılır tabi orda.

    orda yukarda saydigim hayati yasarken turkiyede ne var? din baskisi, turban, chp mi akp mi, polis siddeti, biber gazi, trafik teroru, zam, vergi, harç, haraç, chp, belediye, siyaset yildirim demiroren, suat kiliç, bulent arinc.

    her gun muhattap oldugun seylerin farkina bak. hayt standardinin uçurumuna bak. sora simitmiş, börekmiş vs:)

    kim ne derse desin, şurda az daha sermaye yaptıktan sonra temelli yerleşmeyi düşündüğün 2 ülkeden biri abd. tek sorunu avrupaya uzaklığı ve kendi içinde de mesafelerin çok uzak olması. cidden tek sorun bu.
  • altinci bolum

    degisik seyler gormek demektir. anlatayim. yaklasik 1 yildir buradaki bir pizzacida part time olarak calisiyorum. toplamda ise buraya gelisimin uzerinden yaklasik 3 yil gecti. iste okuldan ve derslerden kalan zamanlarimi amerikalilarin doyurulmasina katkida bulunarak geciriyorum. gerci bu sayede ben de doyuyorum ya... neyse biz konumuza gelelim.

    bir yunan restaronunda calisiyorum. sahipleri de yunan. restoranda pizzadan bizim bildigimiz doner sekilde, ama sekli disinda donere hic benzemeyen ama cok unlu olan ve gyro diye anilan seye kadar bir dolu farkli yemek yapiliyor. tabii turkiye'den, yuksek lisans yapmak icin ayrildigimda amerika'da gelip doner kesecegim aklimin ucundan bile gecmemisti ya. bu arada doner demisken o konuda biraz bilgi verip insanlara ve iliskilerine gelecegim. nasil avrupa'da doner deyince turkler akla geliyorsa, burada da doner yani gyro deyince yunanlar akla geliyor. cunku akilli ve girisimci bir yunanli amerika’ya geldiginde bu doner denen nanenin patentini ve gyro isminin tum kullanim haklarini almis. yani eger donere benzeyen bir sey satmayi dusunuyorsaniz ve adina da gyro diyecekseniz -ki demeniz lazim cunku oyle biliniyor- bu adamdan izin almadan veya adama para vermeden bu isi yapamiyorsunuz. ayrica adam kendi donerlerini uretiyor ve ben doner satacagim diyorsaniz ve izin isi icin fazla para odemeye niyetiniz yoksa bu adamdan alisveris yapmak zorundasiniz. eee haliyle doner daha dogrusu gyro deyince yunanlilarin buldugu super otantik bir yiyecek akla geliyor buralarda. zaten traditional greek food diye almis patentini. kisaca hem tek tip hem de gercek donerle alakasi olmayan donmus bir sey almak zorunda kaliyorsunuz. yeri gelmisken benzer bir seyin yogurt ve baklava icin de gecerli oldugunu belirteyim. onlarin adini bile degistirmemisler. yunanlilar cok akilli canim.

    neyse... gelelim insanlara. fark ettim de ayri ayri bahsedecegim insanlarin hepsi aslinda bir psikolojik vaka ve hepsi bir yasam tarzini, psikolojik durumu veya benzer yasamlari temsil ediyor.

    aslinda yunanlar ile baya benziyoruz birbirimize. ne de olsa ayni cografyadan, ayni iklimden ve birbirinden etkilenmis kulturlerden geliyoruz. mesela restoranin sahibi lazo'nun musatafa amca, mahmut usta veya osman dayidan bir farki yok. sevgisini icine atan, azarlayan ama icinde kotuluk olmayan, takdir eden ama soylemeyen, cabuk sinirlenip cabuk yatisan, cok calisarak zengin olmus ve parayi gidimla harcayan bir yapisi var. ancak cocuklari icin ayni seyi soylemek mumkun degil. onlar amerikali olmuslar bile. bu arada bizdeki gibi amca, usta vs takilari yok ve karsinizdaki insanin yasi ne olursa olsun sadece adi ile hitap ediyorsunuz burada. bu bana basta baya tuhaf gelmisti ama alistim biraz. yoksa lazo dedigime bakmayin. amca veya usta olacak yasi coktan gecmis birisi.

    calisanlara gelince. savi diye birisi var. lazo’nun yegeni. daha once calisan yoneticilerden birisi kendi restoranini actigi, digeri de turkiye’ye kesin donus yaptigi icin i$e yaklasik 1 ay once falan baslayan yeni mudur. hani meshur bir hikaye vardir. iste vucuttaki organlar kendi aralarinda bir mudur secmeye karar vermisler. beyin demis ki ben olmaliyim her sey benden soruluyor, kalp demis ki hayir ben olmaliyim hic durmadan calisiyorum, akciger demis ki hayir ben olmaliyim oksijen nereden geliyor saniyorsunuz… bir de got cikip ben mudur olacagim demis. diger organlar gulup hadi be gotten mudur mu olur demisler. gotte gotluk yapip kapamis kapaklari. bakmislar vucudu bok goturuyor anlasmislar got ile. iste o gun bugundur butun gotler mudur, mudurler de gottur derler. bizim yeni mudur de bu hikayeye birebir uyuyor. elindeki gucu veya yetkiyi diger insanlari ezerek gostermek cabasinda. ama aslinda bu davranisin kendi ezikliginden veya bir sey olamamasindan kaynaklandiginin farkinda bile degil. surekli olarak insanlarin aciklarini veya hatalarini ariyor. sonra kendine sorsaniz dunya bankasini falan yonettigini saniyordur. ulan pizza yapiyoruz iste… ama farkinda degil ki kimse adami takmiyor ve bildigini okuyor. yani bu isi bu kadar buyutmeye ne gerek var.

    sonra meksikali bir cocuk var. aldo, 21 yasinda... aldo adinda bir turk sarkici oldugunu ve bu sarkicinin da "ozel" oldugunu anlattigimiz da bu rastlantidan dolayi baya uzulmustu. kizdirmak istedigimiz de sarkici aldo diyoruz. aslinda sarki da soyleyen bir cocuk. hatta oynama sikidim sikidim sarkisini cok iyi biliyor. tarkan baya unluymus meksika'da. sonra bir kiz arkadasi var ki dusman basina. asiri derece de kiskanc. cok kavga ediyorlar. gerci kizi da anlayabiliyorum cunku aldo'nun bir kadin ile birlikte olabilmek icin bir tek kistasi var. kadinin nefes almasi yeterli onun icin. amerika'ya nasil gelmis? meksikalilari amerika sinirindan, tellerin altindan falan geciren mafyalarin araciligi ile girmis amerika’ya. dediklerine gore bu mafyaya 1000-1500 dolar para verilmesi gerekiyormus. daha sonra gene bu mafya araciligi ile belli bolgelere dagitilmislar ve yerlestirilmisler. aralarinda cok siki bir gruplasma ve orgutlenme var ve birbilerini cok iyi taniyorlar. ilk etapta pek guven vermiyorlar ama gercekten caliskan ve cefakar bir millet. mizmizlanma veya naz bilmedikleri bir sey. yani meksikalilar icin kisaca ispanyolca konusan, caliskan ve sicak insanlar diyebiliriz. aldo buraya geleli 1.5 yil olmus ama daha ailesi ile hic konusmamis. neden diye soruyorum onemli bir haber olursa ogrenirim nasil olsa, hayatlari hep ayni diyor ve komsusunun cocugu ile birlikte geldigini anlatiyor. o konusuyormus surekli olarak oradakilerle. bir seyler sakladigi daha dogrusu ailesinden habersiz buraya kactigi belli. meksika'dayken insaatlarda gunde 15 saat falan calisiyormus bir iki dolara. simdi ise halinden memnun...

    amerika’nin bu kacak kisilerle gercekten basi belada ama kapidan atsalar bacadan giriyorlar. kac kacak gocmen oldugunu bilen yok. aslinda cogu insanin da umrunda degil. cunku amerikalinin yapmayacagi veya yapmak icin saatine en az 20 dolar isteyecegi isleri sigorta veya guvenceye bakmadan 3-4 dolara yapiyor meksikalilar. yani alan memnun satan memnun. kanunsuzluk kanunu var yani. bakmis hukumet bas edemiyor bu durumla kisa bir sure oncesine kadar ehliyet, sosyal guvenlik numarasi veya kimlik icin yabancilarin burnundan kan getiren amerika artik pasaport, vize veya oturma izni gibi belgelere bakmadan herkese veriyor bu kimlikleri. daha dogrusu verdiklerini soyluyorlar. en azindan kontrolumuz altinda olsun diyorlar galiba. gerci ben kacak yollardan geldim, elimde hicbir resmi evrak yok diyerek bir resmi kuruma gidip basvuracak kadar aklini peynir ekmekle yiyen yoktur galiba. cunku boyle bir davranis eve kesin donus bileti demek aslinda.

    simdi gelelim diger calisanlara. mesela diana... annesi japon babasi amerikali. o kadar cok konusuyor ki sanki icinde 24 saat canli yayin yapan ve yuzlerce kisilik sunucu kadrosu olan bir radyo var. sonra kih kih kih diye guluyor sanki marsi basmayan bir araba gibi... kocasinin ondan bosanmasi icin gerekli bir sebep saniyorum. cocugu da var ki saniyorum o da anne dirdirindan kacmak icin babasina siginmis. evet kafa sisiriyor ama ozde iyi birisi. ama anladigim kadari ile ozel yasaminda oldukca yanliz. cunku evinde 8 tane kopegi, 2 tane pitonu, 3 tane kedisi, 6 tane tavsani varmis. evi hayvanat bahcesi gibi anlayacaginiz. butun parasini hayvanlara yatiriyor olmali. kisaca ya yanliz kaldigi icin hayanlara yaklasmis, ya da hayvanlara cok yakin oldugu icin insanlar o'nu yanliz birakmis bilemiyorum. degisik bir celiski aslinda. acaba burada evcil hayvan besleme oranlarinin cok yuksek olmasinin sebebi bu yanlizlik duygusu olabilir mi diye dusunuyorum.

    ben genelde insanlar anlatmadikca ozel yasamlarina dair soru soran birisi degilim. ya da onlarin ozel yasamlarini ogrenmek gibi bir niyetim de yok ve ucuncu sahislara da soru sormuyorum bu konularda. ama insanlarla yaklastikca, konustukca ve dinledikce degisik degisik hayatlara ve yasamlara tanik oluyorum. turkiye ve amerika arasindaki farkliliklari daha net olarak goruyor ve yasiyorum.

    mesela gene boyle bir masada oturmusken garsonlar arasinda gecen birkac konusmaya tanik oldum. cindy, basgarson. 40'li yaslarinda bir kadin. boyunca cocuklari var. 2 evlilik yapmis, simdiki kocasinin ise 3. karisi. simdiki kocasinin ilk karisinin eve surekli olarak telefon etmesinden sikayet ediyordu. aslinda burada evlenmek ve bosanmak cok kolay. hatta 40 yasini asip da bosanmamis birisine rastlamak cok zor. evlendigi kisi ile omrunun sonuna kadar yasayan kisi sayisi daha da az olsa gerek. saniyorum bu da kadin veya erkek herkesin genelde ekonomik olarak bagimsiz olmalari yaninda, sevgi, ask veya evlilik gibi kurumlara karsi hissiz yaklasimlari ile alakali. evliligi bir nevi antlasma olarak goruyorlar. hayir antlasma olmasi oyle de iki hayatin birlesmeye karar vermesi saniyorum kagit uzerine atilan imzalardan daha fazla onem tasisa gerek. ama iste burada oyle degil.

    garson kizlar ile oturmusum gene bir gun. hamile olan 18 yasindaki arkadaslarindan bahsediyorlar. sonra konu bu arkadaslarinin escinsel erkek kardesine geliyor. bu cocugun ne kadar yakisikli oldugunu ama erkek arkadasinin pek cekici olmadigini ve daha yakisikli bir erkek arkadas bulabilecegini anlatiyorlar. garip geliyor bu konusma bana. hani escinsellere karsi bir onyargim falan yok ama bu durumun bu denli kaniksanmis olmasi belki de garip geliyor bana bilemiyorum.

    18 yasinda hamile kalma olayina gelince. bu olay da cok yaygin. evlenmeden cocuk sahibi olmak cok kolay burada. herkes destekliyor. yeter ki kurtaj yapilmasin. hatta belki inanmayacaksiniz ama bush secimleri nasil kazandi derseniz bu kurtaj konusu sayesinde diyebilirim. yani demokratlarin soylemlerinin aksine kurtaji serbest birakmayacagim demesi gozu kapali amerikalilar icin yetti. hatta gene bu baslikta amerikali bir arkadasin evine yaptigim ziyaretten bahsetmistim. siradan bir amerikan ailesi olan bu aile bush efendiye sadece bu politikasindan dolayi oy verecegini anlatmisti. neymis kurtaj kotu bir seymis, ayrica dinen de uygun degilmis, herkesin yasamaya hakki varmis. tamam orasi oyle de onemli olan bir cocugu dunyaya getirmek degil, dunyaya geldikten sonra maddi manevi her turlu ihtiyacini karsilayabilmektir.

    peki bu kucuk yasta hamile kalip cocuk sahibi olmak ne kadar yaygin? mesela en basitinden benim bildigim kadari ile -ki gercekten arastirmiyorum, kimseye bir sey sormuyorum- benim calistigim yerde 18 ila 19 yaslarindaki 3 kiz -ki ayni zamanda universite ogrencisi oluyorlar- hamile. 2'si karinlari buyudugu icin isi birakti. son ornek ise sarah. 18 yasinda citi piti bir universite ogrencisi digerleri gibi. annesinin ve babasinin bu konuda son derece destekleyici oldugunu ve cocugunu doguracagini anlatiyor. erkek arkadasina gelince onun pek umrunda degilmis olay. evlenmeyi falan da dusunmuyorlarmis. gercekten garip. 21 yasina kadar icki icmesi ve hatta ickiye dokunmasi bile kanunlara gore yasak olan bu sahislar, daha cocukluktan kurtulmus olmamalarina ragmen cocuk dogurup, cocuga bakma "sorumlulugu" ile rahatlikla yuzlesebiliyorlar. 18 yasindaki kizinin icki icmesine izin vermeyen aile ise, daha cocuk olan cocugun, belki de ilk cinsel deneyimi veya ilk cocukluk aski sonrasi cocuk sahibi olmasini buyuk bir cosku ve sevinc ile karsiliyor. sanki kurallara uymaktan uyusmus bir insanlik...

    baska? mesela jessica. 18 yasinda piril piril bir kiz. daha liseyi yeni bitirmis. sigara iciyor... kiziyorum buna yazik degil mi kendine diye. sadece sigara degil ki diye anlatmaya basliyor. marijuana ve mashroom dedikleri maddeleri nasil kullandiklarini, nasil zevk aldigini falan soyluyor. bu arada ortamdaki diger sahislar da hemen destek cikiyor ve kendi deneyimlerini anlatmaya basliyor ve bunun kendi kendilerine yaratiklari basit bir eglence oldugunu belirtiyor. gercekten uyusturucu ve alkol tuketimi gencler arasinda oldukca fazla. hatta daha soyle biraz samimi olup da hayatina dair bir seyler ogrendigim amerikalilar arasinda uyusturucu kullanmayanina rastlamadim. universite ogrencileri arasinda da o kadar yaygin ki bu durum. hani gerci kendilerini dagitmiyorlar ya da ben denk gelmedim bilmiyorum. (gerci su anda yasadigim eyelet uyusturucu kullaniminda amerika'da birinci ya. bunun da etkisi vardir kesin.)

    uyusturucu ve alkol demisken... bulasikci raudny. gecen gun hastaneye kaldirmislar. vucudunun yarisina felc inmis. nasil mi? asiri derecede icmis, kendini kaybetmis, kusmus, kusmugu nefes borusuna kacmis, nefes alamamis, beyni hasar gormus... simdi felc. ki daha once de 3 kez alkol zehirlenmesi yuzunden hastanelik olmus.

    simdi diyeceksiniz ki ne boktan yermis senin gittigin yer yahu diye. oncelikle yazimda bahsettigim kisilerin cogu universite ogrencisi. ki dahil oldugumuz universite amerika'da unlu bir okul ve ozellikle benim bolumum amerika'da ilk 25 icinde. yani yasadigim yer kotu bir yer de degil ve egitim seviyesi de -ki nufusun yarisi soyle ya da boyle universite ile baglantili- oldukca yuksek. bir diger istatistik daha vereyim. yasadigim yer amerika'da suc oranlarinin en dusuk oldugu yer. (uyusturucu satmayi saymiyorum, yani hirsizlik, gasp vs suclardan bahsediyorum.) gerci boyle diyorum ama 1 ay once bizim eve denk geldi o suc orani da. hirsiz girip almis degerli ne varsa. bizde de coldeki bedevi sansi var ya. gerci bu sayede amerikan polisi ile de tanismis olduk. hani filmlerde gordugumuz veya sovlarda seyrettigimiz acar polisler gibi degiller bunlar. oncelikle bir umursamazlik var ki uniformanin verdigi gucun umursamazligi bence bu. ayrica polis de guven degil de korku veren bir seyler var. yani bir madur olarak bile karakola gittiginizde sucluluk psikolojisini mutlaka yasiyorsunuz. sistem bu baskiyi cok guzel vermis vatandaslarinin ustune. ama nasil olmasin ki. mesela en basitinden bir trafik cevirmesi ile bile yuzlesseniz adam yaniniza gelirken eli silahini tutarak geliyor, sizinle konusurken yuzunu gostermiyor, suclu muamelesi yapiyor. televizyondaki polis sovlari falan da bu duyguyu surekli olarak pompaliyor. gerci onlar da hakli bir bakima. yani silahlarin marketlerde satildigi ve 18 yasini gecen herkesin peynir ekmek alir gibi rahatca silah alabildigi bir ulkedeyiz. garip. bu arada ogle tatillerinde karakollarin da kapandigini tecrube etmis oldum ki o da ayri bir hikaye.

    ama amerikan yasam tarzi dedikleri sey var ya iste saniyorum o bu. yani seks, alkol ve alisveris. devletin koydugu kurallar cercevesinde bu dedigim uc seyi her sekli ile yapabiliyorsunuz. zaten hayatin anlami bu uc sey amerikalilar icin. ya da oyle sartlandirilmislar.

    musterilere geleyim biraz da... her yastan, her seviyeden, her tipte musteri ile karsilasiyoruz. aralarinda sivrilen tipler var ama. mesela tedy ve andy iki kardes. ehehhe edi ile budu gibi oldu yahu. bu kardeslerin bir sorunu var. asiri derece de kilolular. dizlerine kadar inen gobekleri var ve zor yuruyorlar. gerci obezite buyuk sorun burada. duzensiz ve sagliksiz beslenme ve hareket etmeme birlesince ortaya boyle bir sorun cikiyor. amerikan nufusunun yaklasik yarisi obez. neyse kardeslerimize gelelim. iki-uc gunde bir surekli olarak geliyorlar ve benim bir haftada yiyecegim seyi bir ogunde yeyip gidiyorlar. hatta bu restoran acildigi gunden beri yani yakalsik 40 yildir duzenli olarak gelirlermis. duvarda genclik resimleri falan var. kardeslerden birisi calisiyor, digeri ise devletten issizlik maasi aliyormus. gerci yemek yeyip gidiyorlar dedigime bakmayin. en az 3 saat kaliyorlar. hatta dukkani birlikte kapattigimiz bile oluyor bezen. neden? aslinda buyuk bir yanlizlik yasadiklari belli. gerci sadece bu iki kardes degil amerikalilar da cogunlukla yanliz. mesela burada psikologa gitme orani cok yuksek. hani turkiye'de bunu bir gelismislik olarak falan goruyorlardir kesin. yani turkiye'de insanlar psikologa gitmiyor, deli damgasi yemekten korkuyor ama gelismis memleketlerde durum boyle degil dendigini duyar gibiyim. ama bence psikologlara gidisin bu denli fazla olmasinin sebebi yanlizlik. mesela turkiye'de kafasi bozulan birisi gidip bir arkadasi ile rahatlikla konusur, omzunda aglar. ama burada bu yok. onu icin, sadece konusabilmek icin, sadece icini dokebilmek icin insanlar psikologlara gidip para dokuyorlar cogunlukla. bizim kardeslere donersek... oncelikle vucutlari istedikleri bircok seyin yapilmasina imkan vermeyecek sekilde. arkadaslari yok. arkadaslari olsa bile ortak olarak yapabilecekleri bir sey yok. disari cikip gezemezler vs. bunlar da kendilerini bu sekilde oyaliyorlar. yani bir restorana git, hem yemek ye hem de iki insan gor. ayrica biliyorlar ki bunlar musteri ve calisanlar tarafindan gonullerinin hos tutulmasi lazim. hatta oyle bir ortam olusmus ki butun calisanlar sirayla gidip bunlarin masasina oturmak ve en az 15 dakika muhabbet etmek zorunda hissediyor kendini. bedava psikolog hem. kesin bunun hesabini da yapiyorlardir ha. ben de bu bedava psikologlardan birisiyim. gerci ben baslarindan savmak icin samimi gulucuk atan diger calisanlardan biraz farkliyim galiba. aslinda icin icin aciyorum bu kisilere. ama mesela digerleri bu sahislar gider gitmez az bahsis verdiler diye konusmaya basliyorlar. evet kardeslerimiz guluyorlar, mutlu gorunuyorlar ama dedigim gibi buyuk bir yanlizligin icindeler. soruyorum neden evde yemek yapmiyorsunuz diye. sonra disarida yemek yemek hem sagliksiz hem de cok pahali diye ekliyorum. aslinda yemek hazirlamalarinin vucutlari sebebi ile mumkun olmadigi acik. yani bir domates kesmek icin bile olsa tezgaha yaklasamayacaklari, o denli heybetli gobekleri oldugu acik. cevep veriyorlar disarida yemek yemek daha ucuza geliyor hem de kolay diye. evet amerikalilar icin aslinda oyle. yani zengin olmak istiyorsaniz yemek isine gireceksiniz burada. hani turkiye'de biz aksam ne yemek yapalim diye dusunuruz ya, burada aksam hangi restorana gidelim diye dusunuyor insanlar. sonra amerikalilarin neden yarisi obez diye soruyorlar.

    simdi sira keith adli bir sahista. 40 yaslarinda, uzun boylu, kilosu normal ama vucudu sekilsiz birisi. o kadar dar omuzlari var ki kalcalari cok genis olmamasina ragmen uzaktan bakinca bir koniye benziyor. kim bilir belki de hayatin omuzlarina yukledigi agirlik yuzunden cokmustur omuzlari. bu sahis o kadar duzenli ki... mesela her pazar gunu saat 16.15'de telefon acip siparisini veriyor, 16.30'da gelip siparisini aliyor ve gidiyor. siparis verdigi sey de hep ayni. ama kimse ile konusmuyor. parasini veriyor ve cikiyor. anlattiklarina gore yaklasik 15 yildir falan hep boylemis. hic sektirmeden her pazar, ayni saatte, ayni yuz ifadesi ile... acikcasi bu kadar duzen adami duzer be. ama boyle bir hayati olan insanlar da cok. hatta surekli olarak ayni seyler yaparak bu sekilde dikkat cekmeye calisanlari var. yani nasil desem haklarinda konusulacak, ismi soylendiginde aaa hep bunu yapardi denilecek bir seyler yaratma cabasindalar. bana eziklik gibi geliyor bu tur seyler... yani sistemin ezdigi, omuzlarini cokerttigi bu insanlar bu tur seylerle kendilerini ifade etmeye veya var olmaya calisiyorlar...

    bir de sisko kadinlarimiz var. hatta sozlukte son gunlerde populer olan bir baslik var. sokakta gobegi acik gezen sisko kadinlarin amaci diye. burada bu tur kadinlara surekli rastliyoruz. oncelikle dedigim gibi nufusun yarisi zaten asiri kilolu. ancak kilolari ile televizyonlarda dayatilan ve iste ideal kadin diye sunulan bir deri bir kemik mankenler gibi olamayislarinin ezikligini yasiyor gibiler. sonra da bizi eziyorlar. hatta oyle uc ornekler var ki. mesela en az 200 kilo oldugunu tahmin ettigim, bacaklarinda ege bolgesi'nin girintili cikintili kiyilarindan daha fazla puruz olan, ama buna ragmen kisacik bir sort giymis, gobegine kadar sarkan goguslerine ragmen derin gogus dekolteli bir kiyafeti -ki saniyorum ic camasiriydi- tercih etmis bir sahis pizza yemeye gelmisti. ben de vay anasini bir insan bunu kendi vucuduna nasil yapar, hadi kendi vucuduna yaptin bu sekilde disari cikip bunu bize nasil yaparsin be kadin diye kadinin vucudunu incelemeye baslamistim. bir baktim capkin capkin guluyor. ah dedim sictin kac oglum. kadin gidene kadar gidip tuvalette saklandim. aslinda bu tur kadinlar cok burada. alisverise ciktiginizda markette, okulda derse girdiginizde, sokakta yururken, bir restorana gittiginizde her an karsiniza cikabiliyorlar. gerci ayni durum erkeklerde de var. saniyorum amerikanin yarisinin asiri kilolu olmasinin verdigi rahatligin yaninda, o asiri kilolari sebebi ile kaybolan cazibelerini bu sekilde arttirmaya calisiyor olsa gerekler. kisaca bir yerdeki yanlisi veya eksikligi baska bir yanlis veya eksiklik ile telafi yanlisi yapilan...

    bitti. simdilik...
  • onbirinci bolum

    bu bolumde amerikan arabalarindan yola cikip, kultur empeyalizmine varan bir yolculukla karsinizda olacagim.

    dunyanin cogu yerinde amerikan arabalari deyince akan sular duruyor. bu arabalarin ayri bir havasi var. bircok insanin hayallerini susluyorlar. burada kaldigim yaklasik 4 yil boyunca neredeyse bu ruya arabalarin, jiplerin, suv'lerin hepsine binme ve cogunu da kullanma sansim oldu. arabalara baktiginiz zaman etkilenmemek mumkun degil. buyuk, guclu, kuvvetli ve karizmatik bir duruslari var. ancak is arabalari gunluk hayatta kullanmaya gelince biraz degisiyor. hele hele avrupa'dan veya japonya'dan gelmis arabalari biliyorsaniz, kullandiysaniz bu fark bariz bir sekilde ortaya cikiyor. ozellikle 2000 yili ve oncesinde uretilmis amerikan arabalari o kadar acinacak haldeki ki insan gormeden inanamiyor. o mustang'ler, camaro'lar, corvette'ler, jeep'ler, dodge'ler, cadillac'lar nasil olmus da bu kadar nam yapmislar sasip kaliyorsunuz.

    ozellikle 1990'li yillara kadar bir iki yil kullanilip atilmak uzere dizayn edilmis amerikan arabalarinin, amerikan piyasasina japon ve avrupa arabalarinin girmesi sonrasi kalitesizlikleri o kadar belli olmus ki, o yillarda amerikan otomobil piyasasi buyuk krizler yasamis. cunku siradan bir amerikali arabasini bir iki yil kullandiktan sonra tipki gomlek degistirir gibi degistirmeyi o kadar dogal bellemis ki, mesela bir japon arabasini hicbir sorun yasamadan 5 yil boyunca 300bin km kullanabildiginde bu buyuk bir etki yapmis. iste amerikan devi firmalarinin avrupa ve japon otomobil devleri ile antlasmalar imzalayip ortakliklar kurmasi da bu donemin sonucu.

    ancak ne olursa olsun hala buyuk eksiklikleri var amerikan arabalarinin. benzin tuketimleri cok fazla. genelde 6 veya 8 silindirli, 3 litre ve ustu motorlari olmasina ragmen beygir gucu ve performans konusunda daha kucuk motorlari olan, daha az benzin harcayan avrupa ve japon otomobilleri karsisinda bellli bir artilari yok. duz yolda cabuk hizlanan ancak virajli yolarda buyuk yol tutusu problemleri yasatan bu arabalar guvenlik konusunda acinacak durumdalar.

    peki tum bu eksilere ragmen neden hala amerikan arablarina agizlardan sular akitilarak bakiliyor? ya da amerika'da mesela 20bin dolara alinabilecek sifir km ford mustang'e benim ulkemede 100bin dolar'dan fazla para harcatan bu imaj nereden geliyor? ya da burada maddi durumu cok iyi olmayan kisilerin kullandigi jeep cherokee'ler amerika disinda nasil olup da bir prestij gostergesi olabiliyor? aslinda bu sorularin bircok degisik cevabi var. ben kendi bulduklarimi anlatayim.

    dedigim gibi amerikan arabalarinin duruslari, motorlarinin cikardigi ses, sahip olduklari luks insani etkiliyor. hatta bu etki o kadar guclu ki bence insanin egosuna hitap ediyor. yani bu arabalar kendi gucunu, guclulugunu kanitlamak isteyen, ya da ne kadar egitim almis olursa olsun icindeki guce tapma veya taptirma gudusunden arinamamis insanligin vahsi yanina, ham yanina hitap ediyor. bir ornek vermek gerekirse maddi olarak ayni seyiyeyi paylasan iki muhendisi dusunun. benzer okullardan gelmis olsunlar, benzer islerde calissinlar... yakisiklilik duzeyleri de yakin olsun. ama birisi kucuk ekonomik bir araba kullansin. digeri ise kocaman bir jipe sahip olsun. simdi de arabalarinin kapilarini bir kiza actiklarini hayal edin, ortaya cikan etkileri dusunun. lafi uzatmaya gerek yok... karsimiza buyuk bir fark cikiyor aslinda. iste amerikan arabalalari insanin bu yonune hitap ediyor ve iste bu yuzden bariz eksiklerine ragmen mesela toyota'nin asla sahip olamayacagi bir imaja sahipler. ve hatta o yuzden toyota avrupa'da veya japon'ya da piyasaya surmedigi, surse bile satamayacagi 6-8 silindirli, 3 litre ve ustu modelleri ile cikiyor amerikan piyasasina.

    tabii bu imajin bir baska yani daha var. "pazarlama!" anlatayim.

    mesela futbol dunyanin her yerinde oynanan, buyuk kalabaliklar tarafindan takip edilen, buyuk paralarin dondugu bir spor, daha da dogrusu bir sektor. futbol ile ilgili olarak cekilmis kac film biliyorsunuz? hani ben futbolla alakasi olan bir adam degilim. takim tutmam etmem ama futbol hastasi arkadaslariniz olunca az cok bilginiz oluyor bu konuda. bir de bu yaziyi yazmadan once kucuk capli bir arastirma yaptim ve gordum ki tum dunyada ana konusu futbol olan, futbol ile ilgili cekilmis uc bes film var sadece. ki o filmlerden ikisini de amerikalilar cekmis. peki simdi gelin ve amerikan futbolunu veya beyzbolu dusunun. dunyada amerika disinda oynanmayan, takip edilmeyen, resmi ligi olmayan iki spor dali... ve simdi bir tane beyzbol takimi bilmiyor olmaniza ragmen bu konu ile ilgili kac film ile karsilastiginizi veya seyrettiginizi dusunun. hani gittik yerinde de gorduk beyzbol denen naneyi. ruhsuz, yavas, uzun bir oyun. maci seyretmeye gidenler de piknige gitmis gibi bira icip sosis yiyorlar. ama fimlere baktiginizda ulan ne super oyun, ne karizmatik bir sey bu diyor insan. gerci olayin baska bir boyutu daha var. konuyu dagitmadan iki cumle ile ondan da bahsedeyim. bayzbol, amerikan futbolu ve basketbol surekli molalarin alinabildigi oyunlar. bu aralarda ise televizyon reklamlari alinabiliyor. ama futbol'da yok oyle bir sey. milyonlarca seyircisi olmasina ragmen yapisi yuzunden bolunmesi mumkun degil. yani her ne kadar buyuk bir sektor olursa olsun, ne kadar cok para donerse donsun reklam yayinlamaya uygun olmayan yapisi yuzunden pazarlanma konusunda digeleri kadar guclu degil veya sirketlerin ilgisini cok cekmiyor. neyse... kaldigimiz yerden devam edelim. mesela sukran gunu denen seyi dusunun. evinde televizyon olan herkes sukran gununun ne oldugunu, bugunde nasil bir sofra hazirlandigini bilir. iste imaj ve kultur transferi ya da satisi denen sey bu. ayni sey amerikan arabalari icin de gecerli. pazarlama...

    yilda trafik kazalari yuzunden yaklasik 50bin kisi yolarda can veriyor burada. hani bu olumlu kazalara kac amerikan arabasi karisiyor, kacinda arabanin kendisi can kaybina dogrudan katkida bulunuyor bilmiyorum ancak amerika yollarinda boy gosteren arabalarin yarisindan fazlasinin amerikan arabasi oldugu, amerikan arabalarinin sadece amerika icin gecerli olan guvenlik standartlari ile degerlendirildigi, ancak euro ncap gibi testlerde sinifta kaldigi, hatta ve hatta trafikteki araclarin buyuk cogunlugunu olusturan suv ve kamyonet siniflarinin araba katagorisine girmediginden hicbir ciddi guvenlik testine tabi tutulmadigi dusunuldugunde arac guvenliginden cok, verimsiz ama guzel ses cikaran motorlarin, arac seklinin veya icindeki dvd calarlarin insanlarin ham ama daha cok para harcayan yanina daha cok hitap ettigi net bir sekilde ortaya cikiyor.

    bir ornek olmasi acisindan belediyeleri dusunun. mesela bizim gibi gelismekte olan veya gelismemis ulkelerde belediyeler yer altina yatirim yapmak istemezler. yani kanalizasyon sistemi, su sebekeleri veya elektrik tesisatinin yer altina alinmasi gibi konularda pek harcama yapmak istemezler. cunku o harcamalar yer altinda kalacagindan ve kisa bir surede aslinda ne buyuk bir hizmet yapildiginin farkina varilamayacagindan park, bahce, cicek, kaldirim gibi herkesin gorebilecegi konulara yoneliyorlar. insanlar da vay be calisiyor bizim belediye deyip bir sonraki secimde gene oy veriyorlar. hani bunlar yapilmasin mi? elbette yapilsin ama mesela sehrin alti kan aglarken ustunu suslemek, yani icini bos birakmak iste anca insanlarin o vahsi yanina, egosuna veya guc gosterisi duygusuna hitap ediyormus gibi geliyor. benzer sey amerikan arabalarin icin de gecerli. yani belediyelerin yer altina yatirim yapmamasi gibi, amerikan otomobil ureticileri de arabalarin gorunmeyen kisimlarina, yani sasilerine, motorlarina, guvenlik ozelliklerine veya verimliliklerine yatirim yapmaktan ziyade, deri koltuklara, dvd calarlara, guzel sesi olan motorlara yatirim yapiyorlar. bu sayede araba icin yaptiklari yatirim miktari duserken, imaji veya satis miktarlari artiyor. ya da arabayi gordugunuzde de vay be super diyorsunuz, agzinizin suyu akiyor, ruyalariniza giriyor... gerci amerikan piyasasinda en azindan fiyatlari uygun. yani ucuzlar. ama amerika disinda iste o imaj ve kultur pazarlama yetenegi ve ekonomik guc sayesinde bambaska bir sekilde karsimiza cikiyorlar. kim bilir belki de benim ulkemde bir ford mustang'e 100bin dolar veren tipler oldugundan buradaki ford mustang'ler bu kadar ucuz.

    tum bunlari gordukten sonra dunyadan haberi olmayan ama dunyayi yoneten amerikalilari, ve tum dunyayi cozdugunu sanan ama bir boktan haberi olmayan ve kendilerini somurten ucuncu dunya ulke vatandaslarini, emperyalizmi ve paranin gucunu daha iyi anliyorum.
  • dorduncu bolum

    gelelim ikinci bolume,

    neyse efendim isimiz bitince ciktik universiteden ve dustuk yollara. ugramamiz gereken bir yer vardi oraya ugradik ve basimiza gelen ilginc seyler de iste burada yasandi.

    neresiydi ugramamiz gereken yer?

    bir araba tamirhanesi...

    yaklasik 1 ay once (ama bir yil onceki bir ay once) kurban bayrami vesilesi ile verilen bir yemege (yasadigimiz yere yaklasik 150 km uzakta) gidiyorduk. bu sirada arabadan garip sesler gelmeye ve ardindan da kaput altindan duman cikmaya basladi. anlasildigi uzere araba artik daha fazla gitmek istemiyordu. bizde kendisini kirmadik ve uygun bir yere cektik. arabadaki uc turk olarak arabaya gerekli ilk mudahale tarafimizdan yapildi ancak birakin mudahalenin ise yaramasini ne yalan soyleyim arabanin ne derdi oldugunu bile anlayamadik. zaten mudehale dedigim motorun kaputunu acmak, sagi solu soyle bir sarsmak, akan, kokan, kopan bir sey var mi diye bakmak. neyse...

    sonucta bir cekici cagrildi ve araba en yakindaki araba tamircisine cekildi. hafta sonu oldugu icin tamirci kapaliydi ve arabayi oraya birakmak zorunda kaldik.

    yalniz burada o kadar cok araba yolda kaliyor ki adamlar sistemi oturtmus. (sonradan ogrendigimize gore bu tamirciye gunde ortalama 20 araba geliyormus. onun icin adamlar arabayi biraktiktan sonra arabanin anahtarini birakmak icin ozel bir kutu yaptirmislar. ayrica arabanin sahibinin bilgilerini ve arabanin sorununun yazilacagi kagitlari birakmislar ve ozel bir posta kutusu yapmislar. yani her sey dusunulmus. acikcasi turkiye'de haftasonu hic kimsenin olmadigi bir araba tamircisine gidip arabamin anahtarini bir kutuya atmazdim.) neyse caresiz arabayi orada biraktik. zaten birakmasak da onun bizimle gelmeye niyeti yoktu.

    nihayetinde bizim oturdugumuz yerden bir arkadasi arayip yerimizi tarif ettik ve arkadas gelip bizi aldi ve geri donduk. zaten bayram kutlamasina katilmak icin de oldukca gec kalmistik. her sey bir kenera kavurma falan vardi ben onlardan yiyemedigime yaniyorum.

    neyse efendim... hafta icinde tamirci ile yurutulen telefon konusmalari sonrasi arabadaki soruna yaklasik 40 dolarlik bir malzemenin kirilmasinin neden oldugunu ogrendik. yanliz bu 40 dolarlik malzeme arabanin motorundaki her seyi etkilemis ve subaplar yamulmus. (sebebi triger kayisi denen parca. amerika'da ikinci el araba alanlar mutlaka triger kayisinizi kontrol ettirin. kendisi 40 dolar ama motorun icine edebiliyor.) sonuc olarak 1600 dolarlik bir fatura cikmis ortaya. (gerci cogu iscilik ya olsun) zaten arabanin degeri satsan 2000 dolar. sonuc olarak yeni bir araba almanin daha mantikli olduguna karar verildi. arkadasim* arabasini tamirciye 300 dolara satti. ancak tamirci bu parayi vermedi cunku arizanin ne oldugunu anlamak icin yaptigi isciligin karsiligi olarak 300 dolar istedi. yani 0 dolara araba orada kaldi. ama burada oyle... motoru bozulan arabanin kasasi ne kadar iyi, ici ne kadar luks olursa olsun verilen para 300 dolari gecmiyor. ki goruldugu uzere o parayi da alamiyorsunuz cogu zaman.

    arkadas bir ay sonra falan yeni bir araba aldi ama yanan araba hala tamircide tabii ki... gerci araba ile bir iliskimiz kalmadi ama arabanin icindeki cd, gunes gozlugu vs. gibi almak istedigimiz birkac sey var ve onun icin bir kere daha oraya gitmemiz gerekiyor. ama bizim bulundugumuz yere yaklasik 100 km uzaklikta olan tamirhaneye oyle ha deyince gidilmiyor. zaten dersler, okul falan da var.

    iste (birinci bolumde de anlattigim) bu universitenin verdigi uluslar arasi ogrenci gununden ayrildiktan sonra tamirciye ugramaya karar verdik. hem bundan guzel firsat mi olur? tabii ki ugrayacagiz oraya... gelmisiz dibine kadar... (nasil bagladim konuyu ama)

    konumuza donecek olursak... uc arkadas tamircinin oldugu yere gittik. baktik ortada kimseler yok. hadi dedik su kapilari bir yoklayalim... aaa kapi acik daldik tabii iceriye... kapi acik olduguna gore tamirci de acik olmali degil mi? ama ortalikta kimseler gorunmuyor. basladik, kimse var mi, biz geldik, aloo nerdesiniz oglum, hey salaklar biz geldik, bak calip goturuyoruz dukkani diye bagirmaya. (tabii bu son soylediklerimizi turkce soyluyoruz) ama ses yok. bu arada kendi aramizda da sakalasiyoruz. oglum uzaylilar gelmis goturmus herkesi, sapik bir katil belki de hepsini oldurmustur, hadi bizi yakalasinlar katil diye...

    tabii uc merakli turk olarak ortalikta gezmeye, sagi solu ellemeye basladik ama kimse yok... sonra birden alarm calmaya basladi. alarm caliyor ama hic kendi ustumuze alinmiyoruz ha... biz daha iceride tur atiyoruz. hatta sevindik bile alarm caliyor diye... icimizden, nasil olsa bu sesi duyarlar ve herneredeyseler simdi gelirler diye geciriyoruz. aradan 5 dakika gecti baktik gelen giden yok. anladik ki bu alarm bizim icin caliyor... neyse ciktik disariya ve beklemeye devam ettik. bu arada burada alarmlar dogrudan polise bagli. yani birkac dakika sonra polis gelmesi lazim. iste bunun icin oradan ayrilmamaya karar verdik. zaten etrafta gizli kameralar var. (bu arada ne kadar gizli olduklari da tartisilir cunku biz hepsini gorduk ve hatta el salladik kameralara.) yani orayi terk etsek bizi sip diye bulurlar ki bu noktadan sonra olayi aciklamak mumkun olmaz herhalde. iste kameralara el salliyoruz, birbirimizle dalga geciyoruz derken ufukta iki polis arabasi gozuktu. tam isabet!

    polisler geldikten sonra "gencler ne isiniz var burada?" dedi (saka saka gencler diye bizim polisler hitap eder) son derece supheli gozlerle bizi suzup burada ne isimiz oldugunu anlamaya calistilar.

    biz de anlattik. iste arabamiz bozuldu, buraya biraktik, icinde esyalarimiz var onlari alacagiz, geldik kapi acikti, alarm caldi, biz bir sey yapmadik, valla sucsusuz...

    bu arada polislerden biri gidip acik olan kapidan iceriye soyle kafasini uzatti ama girmedi iceriye. (ooo biz iceriye daldik, dolastik, masadaki zile bastik, brosurleri elledik, bilgisayari kurcaladik, telefonlara baktik.) ama adamlar ne olursa olsun gene de guvenligi elden birakmiyor. hem zaten arama izni falan olmadan polisin oyle iceri girmesi falan da yasak. yani orada iceriye girse ve oranin sahibi bunu ogrenip mahkemeye gitse polisin basi cok agrir. iste onun icin polis iceriye girmedi, kim bilir belki de "suc" delillerini bozmak istemedi. sonra kapiyi cekti sertce. kapi kitlendi. anladik ki bir gun once (cuma gunu) adamlar giderken kapiyi kitlemis ama tam kapatmamis... eeee haliye biz iceri girince de alarmlar otmeye baslamis. bu arada polis kapiyi araladiktan sonra alarm tekrar otmeye basladi. iste bu olay da bizim soylediklerimize guzel bir delil oldu...

    buranin polisleri bir garip. insandan cok robota benziyorlar. kurulmus birer oyuncak gibiler, cok havalilar. tuvalete bile siren calarak gider bunlar. herkes gozlerinde potansiyel bir suclu ve hatta teroristtir. ve bu yuzden insan suclu olmasa bile, bir polis ile karsilastiginda suclu psikolojisinne burunuyor. kotu gercekten... neyse...

    polisler olay ile ilgili bir rapor tuttu ve gidebilirisiniz dedi. diger polis de gidebilirisiniz ama isterseniz gitmeyin, dukkanin sahibi simdi gelecek nasil olsa dedi. biz de sevindik ooohhh iyi oldu isimiz gorulecek diye. 5 dakika sonra da dukkanin sahibi geldi. arabasini doldurmus 6 kisiyle... bize bir bakiyorlar gorseniz. bir de korkmuslar, tirsmislar belli hallerinden. hatta ne guluyor lan bu hirsizlar diye kafayi da yediklerine eminim. neler oldugunu anlattik adamlara. daha dogrusu polisler anlatti. ama inanir misiniz adam hala bizden korkuyor gibiydi. hatta orada polisler olmasina ragmen bize yaklasmak istemedi ilk once....

    araba bozulduktan sonra bizim iletisim kurdugumuz adam gelmemisti ve onun icin bizim isimiz de olmadi. adam simdi sizin arabanin anahtarini bulamam siz mayk'la konusmussunuz o gelsin sonra falan diye geveledi. direttik ama olmadi. isimiz de olmadi ama yasadiklarimiz guzel bir tecrube oldu bize...

    bundan sonra oyle bilmeden etmeden dalmayiz her yere... hani bizden once orada olumsuz bir sey yasanmis olsa (burada marketlerde ekmek satar gibi silah satiliyor. kimin ne halt yiyecegi belli degil yani) ve bizde alarm calinca kacsak, daha dogrusu arkamizi donup gitsek saniyorum amerika'da kalacagimiz bundan sonraki sureyi, olay acikliga kavusana kadar hapiste gecirebilirdik. zaten adamlar buluttan nem kapiyor. hani turkiyede olsa buyuk bir problem olmaz belki ama burada ufak seyleri cok buyutuyorlar.

    gerci adamlar bir tuhaf. dikkatli olmak lazim. mesela silah alirken yas siniri yok. hatta hicbir sinirlama yok. git yogurt aliyor gibi al silahi marketten. is sadece paraya bakiyor. gerci 18 yasini gecmeden kursun satmiyorlar ya. (tabii bu gercekten yeterli bir guvenlik onlemi !!!!)
    ama diger taraftan sigara ve alkol tuketebilmek icin 21 yasini gecmen sart. kazara 21 yasinin altinda icki icerken yakalasan is ickiyi satan ve icen icin hapis cezasina kadar gidebiliyor. ama diger taraftan 15 yasinda ehliyet alip 5 tonluk koca bir jip kullanabiliyor buradaki cocuklar. yani burada kurallar bir garip...

    icki konusunda bir ornek vereyim. ogrenciler toplanmislar evde parti yapiyor. gurultuden rahatsiz olan komsu polisi aramis. polis eve gidiyor sessiz olun bakiyim demeye.... aaa birde ne gorsun evde icki iciliyor. bir kimlik kontrolu 21 yasin altinda hepsi... kisi basina 600 dolar ceza yazmislar. yani evde icerken bile sakat, ne olacagi belli olmuyor. ama silah alip tasimak sorun degil.

    durun bir de silah konusunda bir ornek vereyim. aldigim derslerin birinde buradaki icme suyu aritma tesislerini ziyaret edecektik. gitmek istedigimiz tesislerden birisi askeri bolgede ve iceriye girerken haliyle araba da, arabanin icindekiler de araniyor. hocanin dedigini aynen aktariyorum:
    "geziye giderken eger silahiniz falan varsa yaniniza alamayin oldu mu cocuklar? kapidan iceri silahla sokmuyorlar." ben saka yapiyor sandim ilk once. ama acikladigina gore daha once baslarina gelmis boyle bir olay. icki icmeye yasi yetmeyen !!! bir universite ogrencisinin ustunde askeri bolgeye girerken silah bulmuslar. sonucta cocugu iceri almamislar. (ama sadece iceri almamislar. yoksa silah tasimak suc degil... hoca da iceri giremezsiniz diye soyledi zaten.)

    ya iste burasi boyle bir yer. turkiye'deki gibi dusunurseniz basinizi belaya sokmak cok kolay. buradaki garipliklere alismak lazim.
hesabın var mı? giriş yap