• yine bir komplo teorisi ile açıklanmaya çalışılan savaş.

    güney eyaletleri finansal anlamda kuzey eyaletlerini geçebilecek seviyede maalesef değildir. hatta güney eyaletlerinin köleliğe karşı çıkmasının en büyük nedeni pamuk ekimine bağlı ekonomilerinin köle ticaretine bağlı olmasıdır. gerçi savaştan sonra bir süre daha çıraklık sistemi adı altında kölelik devam etmiştir o ayrı.

    zaten kuzey eyaletlerinin en büyük avantajı sanayileşmiş ekonomileri ve bu sayede savaşı daha kolay finanse edebilmeleridir. hem ekonomik güç hem de asker sayısı bakımından güney eyaletlerinden daha üstündüler. belirtildiği gibi güney eyaletlerini çok başarılı bir şekilde abluka altına almış hatta new orleans şehrini 1862’de ele geçirdiler.

    köleci güney eyaletlerine karşı bile hain kapitalist bankerleri suçlamakta ne bileyim baya saçmalar saçması. adam sömürünün geldiği son noktaya karşı bankerleri suçlu göstermiş. memleketteki komplo teorileri bitti iç savaş kalmıştı.

    artık huzur içinde uyuyabilirim bu gece.
  • dönemin liberal gücü ingiltere'nin tarafsızlık adı altında köleci güney'i desteklediği savaştır. bu durumun en önemli nedeni güney'de üretilen ucuz pamuğun ingiliz piyasası ve dokuma sanayi için olan önemi; konfederasyon eyaletleri bundan dolayı ingiltere ile serbest ticareti destekliyordu. kuzey ise daha korumacı ve ülke içi endüstriye dayalı bir kapitalizmi savunmaktaydı. başka bir ilginç nokta ise pek çok ingiliz'in gönüllü olarak kuzey ordusunda savaşmış olmasıdır. iç savaş'ın yaşandığı dönemde gayet güçlü olan ingiliz işçi sınıfının köleliğe karşı olması pek de şaşırtıcı değil. bu ingilizler abd'de hala hatırlanıyor.

    british volunteers
  • keşke yine olsa da dünya rahat bir nefes alsa
  • kaos teorisine rağmen, tarih tekerrürden ibarettir deyip bismillah,
    ilkin, amerikan iç savaşı yılları yani 1860'lar.
    kuzey eyaletleri köleliği serbest bırakma düşüncesinde, çünkü fabrikaları için iş gücü ihtiyaçları var, çalıştıracak işçi bulamıyorlar..
    güneyde ise durum farklı, ingiltere'ye bir gemi pamuk gönderiyorlar karşılığında gemi
    sömürgelerden köle dolu olarak geri geliyor.
    kuzeyliler güneyin zenginliğini görüyor ve kıskanıyorlar. çünkü köleler onların işine yaramıyor. güneyliler gibi uçsuz bucaksız
    -kölelerin başında malkom x'in ev fareleri diye adlandırdığı kölelerin elinde kırbaçla beklediği- toprakları yok. fabrikaları var, düşük eğitimli memnun insanların çalışması gereken.
    ve savaş başlıyor.
    yankee'ler iyice gaza geliyor. bi güneyli görünce bar'da viskisini bırakıp pislik, köle sahipleri diye bağırıyorlar. bazılarıysa halbükü pisliğin vurgusunun farkında bile değil.
    bazıları marşlar besteliyor, bazıları sonradan milli olacak
    battle cry of freedom diye,
    diyor ki
    and we'll fill our vacant ranks with a million freeman more..
    yani ve boş kadrolarımızı özgür bırakılmış daha milyonlarca kölelerle dolduracağız.
    art niyeti ve absürtlüğü umarım anlatabildim.
    her neyse,
    işte silah endüstrisinin gelişmediği yıllarda,
    altı yüz bin kadar insan ölüyor.. büyük sayı.
    kuzeyliler yani yankeeler yani demokratlar
    zaferi ilan ediyorlar..
    vakit geçiyor ve abraham lincoln bu kölelere özgürlük fikrini ciddiye alıyor.
    onları eşit vatandaşlar olarak düşünüyor.
    fakat kuzeyin oligarkları, aristokrarları
    güneyli bir puşt silah kaçakçısına bedavadan tetik çektiriyorlar.
    ilk başkan ölüyor. - son olmayacak-
    köleliğin kaldırmasından beş gün sonra.
    ardından güneyi işgal yerine para yardımı yapmaya karar veriyorlar. -ve abd yani modern kapitalizm doğuyor-
  • savasla alakali maas alan son kisinin bugun hayatini kaybettigi savas. 1865 yilinda biten savastan 2020'de hala maas mi alan varmis demeyin, varmis. (1790 dogumlu baskan john tylerin torunlarinin 2020 itibariyle hala hayatta olmasi gibi bir hikaye)

    1930 dogumlu irene triplett dogdugunda babasi mose triplett 83 yasindaymis. mose amca aslinda guneyli, ic savasta basta konfederasyon ordusunda savasirken sonra kuzeye kacarak birlik ordusuna katilmis ve savasmis. neyse irene teyze zihinsel engelli oldugundan orduda hizmet verenlerin yetiskin cocuklarina verilen yetim maasini omur boyu almis ve bu maas 2020 itibariyle ayda 73$mis.

    habere gore aktif olarak maas verilen en eski savas artik 1898 amerikan-ispanyol savasiymis. halen 33 es ve 18 yetim maas aliyormus bu savasla alakali. bu da boyle bir gereksiz bilgi olarak burda bulunsun.
  • bugünün amerika' sını anlamak için önemli olduğunu düşündüğüm savaş. ken burns'ün the civil war belgeselini paralel internet araştırması eşliğinde izleyerek cephe cephe neden sonuç ilişkileri ile savaşı ve amerikan toplumunda neden olduğu değişimi büyük ölçüde anlamak mümkün.

    terimler ve kişiler;
    birlik ordusu: kuzey ordusu
    konfederasyon ordusu: güney ordusu
    stonewall jackson: savaşın öne çıkan güneyli komutanı
    george mcclellan: savaşın büyük bölümünde birlik ordusunun liderliğini yapan general.
    ulysses s. grant: birlik ordusunu galibiyete taşıyan komutanlar içinde öne çıkan isim.
    robert e. lee: savaşın büyük bölümünde güney ordusunun lideri.

    ***savaşın nedeni***
    köleliğin yasaklanma fikrinin kuzeyde yayılması ve bu uygulamanın federal hükümet tarafından benimseneceğine dair emareler güney eyaletlerinde endişeye neden oldu. federal bir yasanın çıkmasından çekindiler ve bağımsızlıklarını ilan ederek kendi aralarında konfederasyon kurdular. jefferson davis'i konfederasyon başkanı seçtiler. başkan lincoln'ün birçok kez açıkladığı üzere burada temel sorun "vatan bir bütündür parçalanamaz" sorunu. daha küçük bir ülke daha savunmasız olacak ve ayrılmanın önünün açılması bir sonraki aşamada ülkenin dağılması ihtimalini güçlendirecek. kuzeyliler yani federasyon kendilerini union * olarak isimlendiriyorlar.

    bugünün federal devletlerinde böyle bir olay yaşansa, eyaletler ayrılmak isteseler merkezi ordu devreye girer. ancak 1861 amerika'sında federal ordu 20 binden az asker sayısı ile son derece mütevazi bir durumda. elbette bu da savaşı mümkün kılıyor.

    güneyliler daha çok taşralı iken kuzeyliler görece şehirli eğitimli bir nüfus ve taşralılar fiziksel olarak şehirlilerden kendilerini daha kuvvetli görüyorlar. savaşta üstün geleceklerini düşünüyorlar. tüm savaş boyunca bu fikrin doğruluğuna işaret eden bir çok örnek yaşanıyor. ancak savaş başlamadan önce sık sık dile getirilen, bir güneyli 10 yankee * haklayabilir fikrinin abartı olduğu da malum.

    ***savaşın seyri***

    her ne kadar muharebe muharebe yazacak olsam da savaşın seyri, ortaya çıkan denklem hakkında genel birkaç söz söylemek konunun anlaşılması için önemli. denklemin en önemli parametresi güney ordularının generali robert e. lee gibi duruyor. ortaya koyduğu başarılı muharebe yönetimine, kuzey ordusunca cevap verilemiyor. kuzey ordusundaki muharebe alanındaki panik, aptalca stratejiler, robert e. lee komutasındaki güney'de genel olarak görülmüyor.

    sanıldığının aksine bu tip savaşlarda iyi generaller savaş kazanmak için tek önemli kriter değil. zaten generallerin komutasındaki diğer subayların insiyatif almasıyla kazanılan birçok muharebeden de bahsetmek mümkün. bunun dışında asker kalitesi çoğu kez galibiyeti bir taraftan alıp diğerine verebilen çok önemli diğer parametre. güney ordusundaki askerler ve subaylar bu anlamda net olarak daha becerikli olduklarını defalarca gösteriyorlar. bütün bu avantajlara rağmen güney ordusu savaşın sonunda neden yeniliyor. keza güney daha fazla sayıda muharebede başarılı olmasına rağmen... bu sorunun aslında net bir cevabı var; kuzey ordusu muharebelerde kaybettiği teçhizat ve askerin yerine yenilerini koyabilirken güneyde bu imkanlar çok daha kısıtlı. yani aslında savaşı güneyin kazanma ihtimali hiçbir zaman yoktu şeklinde yorumlayan tarihçilerin haklılık payı yok değil..

    not: bu noktada cephe cephe okumak sıkıcı gelebilir. muharebelerle gidişatı anlamak pek ilginizi çekmiyorsa sonuç bölümüne de bakabilirsiniz.

    savaş fort sumter muharebesi ile başlıyor. ilk kurşun güney ordusundan geliyor. muharebe dediysek öyle büyük çaplı değil. artık konfederasyon toprağı olarak kabul edilen charleston'ın yakınlarındaki sumter kalesinde bulunan kuzey birliklerinin bölgeyi terk etmeleri talep ediliyor. ancak bu talep olumlu yanıtlanmayınca 12 nisan 1861'de kale bombalanıyor, neyse ki bu can kaybına neden olmuyor. ertesi gün de kuzey birlikleri beyaz bayrağı çekerek kaleyi boşaltıyorlar.

    ilk büyük çaplı zayiatın yaşandığı muharebe ise 21 temmuz 1861'deki birinci bull run muharebesi veya savaşın yaşandığı bölgenin adı olan manassas muharebesi. (konunun daha iyi anlaşılması için sık sık haritaya bakmakta fayda var.) washington'a 40km mesafede bu bölgede yaşanan muharebenin başında birlik ordusunun başarılı hücumundan bahsedilse de stonewall jackson komutasındaki güney birliğinin direnişi sonuç veriyor ve muharebenin galibi konfederasyon ordusu oluyor. ancak birlik ordusu tamamen imha olmuyor. washington'a doğru geri çekiliyorlar. konfederasyon ordusu ise verdikleri zayiat veya başka nedenlerden birlik ordusunu takip etmiyor. burada genel tablonun aksine endüstriyel kuzey savaş alanına askerlerini yürüterek geliyorken, tarım toplumu güney ordusu trenlerle manassas'a geliyor. bu savaşın sonucunda birlik ordusunun başına george mcclellan getiriliyor. savaş boyunca mcclellan'ın cesaretsizliği ile ilgili birçok olay yaşanacak. ancak günün sonunda benim şahsi fikrim mcclellan aslında ne olduğunu bilen ve ne olmadığını da bilen tedbirli bir general. başkasının komutasında ordunun imha olması ve savaşı güneylilerin kazanması mümkün iken mcclellan galibiyetten emin olmadıkça kaçarak savaşın kaderinde ciddi pay sahibi.

    donanma anlamında savaş boyunca kuzeylilerin net üstünlüğü var. birlik ordusu günün sonunda öyle veya böyle savaş başlamadan önce var olan devlet imkanlarına sahip taraf. konfederasyon virginia bölgesinde denizden abluka altına alınmış durumda. bu ablukayı kırmak için ahşap gemiler çağında * css virginia (uss merrimack) adında güvertesini zırh ile kapladıkları bir gemi yapıyorlar. buna cevap olarak kuzey tarafı ise dönen silindir şeklinde topçu kulesine sahip zırhlı uss monitor'ü inşa ediyor. 8-9 mart 1862'de gerçekleşen hampton roads deniz muharebesi sonucunda, uss virginia karaya oturunca savaş sonuna kadar devam edecek olan denizlerin hakimiyeti birlik ordusunun oluyor.

    6-7 nisan 1862 shiloh muharebesi ile savaş devam ediyor. shiloh yakınlarındaki ulysses s. grant'in birlik ordusuna, sidney johnston ve beauregard komutasındaki konfederasyon ordusu ani bir saldırı gerçekleştiriyor. ilk aşamada birlik ordusu başarılı şekilde karşı koysa da sonrasında geri çekiliyor ve owl creek bataklığı içinde sıkışıyor. stratejik nokta olan horn nest'e saldırıya geçen johnston vuruluyor. ve konfederasyon ordusunun komutası böylelikle beauregard'a geçmiş oluyor. horn nest'in top ateşi ile dövülmesi ve bir miktar birlik askerinin teslim olması sonucunda konfederasyon başkanı jefferson davis'a savaşı kazandıkları bildiriliyor. ancak ertesi sabah carlos buell'in getirdiği takviye birliklerle savaşın seyri tersine dönüyor.

    sonraki önemli muharebe 31 mayıs - 1 haziran 1862 arasında gerçekleşen seven pines muharebesi. birlik merkezi nasıl washington ise, konfederasyon merkezi de richmond. birlik ordusu komutanı george mcclellan kuvvetlerini richmond yakınlarına konuşlandırıyor. fair oaks'taki muharebelerde karşılıklı kayıplar yaşansa da savunma pozisyonunda konfederasyon tarafı hattı büyük ölçüde tutmayı başarıyor. bu savaş sonunda konfederasyon ordusunun liderliğine efsanevi general robert e. lee getirilir. ve lee o kadar becerikli o kadar iyi bir general ki savaş sonuna kadar neredeyse hiç tartışılmadan ordu lideri olarak kalacak.

    richmond yakınlarında konuşlanmış birlik ordusu konfederasyon için sıkıntılı bir durum oluşturuyor. 25 haziran -1 temmuz arasında yaşanan yedi gün muharebeleri lee'nin taarruzu ile başlar. mcclellan geri çekilmek zorunda kalır. richmond yakınlarından başlayan geri çekiliş. yarımadanın ucuna kadar devam eder. birlik ordusu james nehrindeki gemilere sığınır. bu muharebeden sonra mcclellan birlik ordusu liderliği görevini john pope'a teslim eder. ancak mcclellan hikayesi burada bitmez.

    john pope , mcclellan'ın aksine, sürekli daha çok asker istemeden gerekli noktalardan taarruz etmesi beklentisi ile göreve getirilmiştir. çünkü savaş uzuyordur ve güney ordusu imha edilerek artık nihayetlendirilmesi istenmektedir. pope ordusunu kuzey virginia'ya getirir. yine manassas'ta 28-30 ağustos 1862'de gerçekleşen ikinci bull run muharebesinde birlik ordusunun uğradığı bozgun birinci bull run'ın çok ötesinde olur. pope görevden alınır, ordu liderliği tekrar mclellan'a teslim edilir.

    lee ikinci bull run zaferinden aldığı cesaret ile ordusunu kuzey'e taşır. 17 eylül 1862'de maryland yakınlarında antietam çayı civarında konuşlanan ordulardan, önce mccellan liderliğindeki birlik ordusunun ihtiyatlı bir saldırıya geçmesi ile antietam muharebesi başlar. ancak taraflar anlamlı bir üstünlük sağlayamazlar. aslında sharpsburg da stratejik bir köprü ele geçiren birlik ordusu askerleri galibiyete yakın taraftır ancak ambrose powell hill komutasındaki konfederasyon kuvvetleri yetişirler ve köprüyü geri alırlar. lee ertesi sabah ordusunu savaş alanından uzaklaştırıp, güneye geri döner. mcellan'dan lee 'yi kovalaması istenir ancak o bunu ihtiyatsız bularak kabul etmez. ve yeniden görevden alınır.

    antietam stratejik bir muharebedir. kuzey güney savaşı zaman zaman hollywood filmlerini andırır. o son darbe vurulamaz bir türlü. tam kazandık, savaş bitti derken yenilir taraflar. ilk yumruk ile rakibin sendelemesini sağlayan taraf ikinci yumruğu atmaya giderken ağır bir darbe alır kendi köşesine geri döner.

    lincoln 22 eylül 1862'de 1 ocak 1863'ten itibaren geçerli olmak üzere konfederasyon topraklarındaki tüm kölelerin * sonsuza kadar özgür olduklarını ilan eder. bu hamle güneydeki kölelerin efendilerine karşı koyması ve güneyi zayıflatmayı hedefliyor ama bununla birlikte birlik ordusunun kendilerini özgürlük savaşçıları gibi hissetmelerini sağlıyor. erdemli tarafın kendileri olduklarına inanıyorlar. avrupa kamuoyunda da benzer bir görüş oluşuyor..

    birlik ordusunda cesaretsizliğinden dolayı yönetim mclellan'dan alındı. yerine cesaretli olması istenilerek ambrose burnside atandı. şimdi hedef kuzeyin başkenti washington ile güneyin merkezi richmond ortasında kalan fredericksburg' dur. 11 aralık 1862 fredericksburg savaşının başlangıcı olsa da asıl olay 2 gün sonra birlik ordusunun nehri geçerek marye tepelerine konuşlanmış ve topları mevzilenmiş güney ordusuna karşı taarruz gerçekleştiğinde yaşanır. burnside cesaret ile aptallığı karıştırmış gibidir. ordusunu tepelere gönderir ve düşman askerlerine ulaşamadan sıra sıra telef oluşlarını izler..

    1863 başlarında savaşın neden olduğu ekonomik sıkıntılar çoğunlukla güneyde hissedilir. yiyecek bulmak zorlaşmıştır. konfederasyon karşılıksız para bastığı için enflasyon fırlamıştı.

    elbette fredericksburg muharebesi sonrasında birlik ordusunda burnside yerine bir başkası atanacaktı. lincoln joseph hooker'ı seçti. yine aynı talimatı verdi. robert e. lee'nin ordusunu yok et. bu noktada kuzeyin cesaretsizliği üzerinden çözüm fikri üretiliyor. oysa denklemde pek de hesap edilmeyen lee'nin askeri dehası da var.

    nisan 1863'te ordular kabaca fredericksburg savaşında oldukları yerde. aralarında şehrin hemen dışındaki james nehri bulunuyor. hooker taarruz edecek ancak burnside'dan daha zekice birşeyler planlaması lazım. ordusunu bölüyor ve kuzeye ilerleyip lee'nin ordusunun arkasına dolanmaya çalışıyor. lee azalan birlik ordusunu fark edip hooker'ın planını anlıyor ve o da ordusunun 1/4'ünü bırakıp geri kalan askerlerle nehir boyunca kuzey'e ilerliyor. chancellorsville muharebesi birlik ordusu ile karşılaştıkları noktada gerçeleşiyor. birbirlerine üstünlük sağlayamazlar. ama hooker'ın ne yaptığını bilmez tavrı lee'nin dikkatini çeker. lee ordusunu tekrar böler ve stonewall jackson liderliğinde birlik güçlerinin arkasından dolanmaları için gönderir. hooker durumu anlamaz ve ertesi gün 6 mayıs 1863'te öğleden sonra birlik ordusu kamp halinde hazırlıksız iken jackson'ın baskınına uğrar ve kesin zafer lee'nin * olur..

    ancak stonewall jackson öğleden sonra saatlerinde başlayan hücumunu karanlık çöktüğünde de davem ettirmeye çalışırken kendi askerleri tarafından kolundan vurulur. 10 mayıs'ta ölür.

    fredericksburg'dan çok uzaklarda, güneyde vicksburg'da başka bir hikaye yaşanmakta. bu sefer birlik ordusunun önde gelen generallerinden ulysess s. grant vicksburg'u kuşatır. lojistiği kesmek için şehrin güneyine ilerler ve nehri geçer, kuzeye yönelerek girdiği çarpışmaları kazanır. ve sonunda 19 mayıs 1863'te vicksburg'a taarruza kalkar ancak şehri alamaz.

    bu olay önemlidir, çünkü sonun başlangıcına neden teşkil edecektir. vicksburg'un zor durumu nedeniyle lee'nin buraya yardıma gelmesi istenir. lee ise bu kadar uzak mesafeye gelmek yerine birlik ordusunu kendi tarafına doğru yürütecek başka bir planı tercih eder. washington'dan da kuzeye pensilvanya'ya taarruz edecektir. lee'ye göre grant ise bu durumda vicksburg'u bırakıp savunma için yardıma gelecektir.

    chancellorsville hezimetinden sonra birlik ordusu komutanı yeniden değişir. hooker yerine george meade gelmiştir.

    güney ordusu kuzeyi istilaya başlar, gettysburg'a gelir. meade ise ordusunu gettysburg'un hemen dışında tepelerin de avantajını kullanacak şekilde konuşlandırır. gettysburg meydan savaşı'nın 2. günü 2 temmuz 1863'te önemli bir olay yaşanır. savaş alanında, birlik ordusunun merkezinin biraz uzağında kalan little round top tepesinde çok az birlik askeri vardır. lee bu tepeyi almanın stratejik bir hamle olduğunu düşünür ve oates komutasındaki askerleri 'ı oraya yönlendirir. birlik ordusu komutanı meade durumu fark eder ve tepeyi korumak için acilen destek birliği gönderir. birlik askerleri son anda yetişirler ve tepeyi güney ordusuna karşı savunurlar. ancak bir süre sonra mermilerinin bitmek üzere olduğunu anlarlar ve avantajlı konumlarını kaybetmemek için sivil hayatta profesör olan joshua lawrence chamberlain komutasındaki askerlere süngüleriyle aşağıya doğru yay çizerek güney ordusuna yandan saldırmalarını emreder. güney ordusu bu taarruzu beklememektedir ve bir kısmı silahlarını bırakarak geri çekilirler..

    savaşın 3. günü lee'nin taarruzu beklenmektedir. nihayetinde kendi topraklarını bırakıp kuzeye gelen o'dur. lee birlik ordusunu imha etmek ve sonuca varmak istiyor. uzun birlik ordusu hattının tam ortasından taarruz edecek. bu aslında fredericksburg'da tepeye doğru sıra sıra gelen birlik askerlerini imha eden güney komutanı longstreet'in katılmadığı bir karar. böyle bir taarruzda güney ordusunun dezavantajlı olacağı açık. ancak yine de kazanma ihtimaline güveniyor lee. kendisine karşı çıkmayacak ve muharebe tecrübesi olmayan george pickett'ı görevlendiriyor taarruz için. meade ise savunma pozisyonlarının tüm avantajını kullanmak istiyor. güney taarruza geçtiğinde kendilerine çok yaklaşmadan ateş açılmayacak. böylelikle güneyin geri kaçma ihtimalini zayıflatıyor. güney ordusu yaklaştığında top ateşleri başlıyor. bir gün önce kaptırılmayan little round top'tan da desteklenen top ateşleri etkili oluyor. ancak güney birlikleri çok yaklaştıkları için fiziksel mücadelenin, boğuşmaların yaşandığı bir ortam oluşuyor. güneyliler birlik hattını yaramıyorlar. ve gönderilen neredeyse tüm konfederasyon askerleri telef oluyor.

    bu durum güney için kırılma noktası. yalnızca bir muharebe için değil, tüm savaş için.. lee askerlerine dönüp hepsi benim hatam diyor. savaşın başından beri neredeyse tek önemli hatası. ancak güneyde telef edilenlerin yerine yenisi konulabilecek asker yok.

    meade, mcclellan'ın antietam'da yaptığı gibi kaçan lee'nin ordusuna taarruzu reddediyor. bu durum yine lincoln'ü kızdırmış ancak lincoln'ün meade'i görevden almasına yol açmamıştır.

    lee 'nin gettysburg'daki hezimetinden bir gün sonra 4 temmuz 1863'te vicksburg'daki 31.000 güney askeri kuşatmaya teslim oldu. şehri grant'ın yönetimine terk ettiler. bu kararda kötüleşen yaşam koşulları ile birlikte gettysburg nedeniyle oluşan atmosfer de etkili. 4 temmuz bağımsızlık günü , 2. dünya savaşının kazanıldığı 1945'e kadar vicksburg'da kutlanmadı.

    birlik ordusu komutanlarından rosecrans güneye doğru ilerler. bragg komutasındaki güney ordusu chattanooga 'da bulunmaktaydı. rosecrans chattanooga'ya ulaşmadan bragg birliğini biraz daha güneye chickamuaga'ya taşır. ve burada konuşlanır. 19 eylül 1863'te birlik ordusunun chickamauga muharebesi taarruzu başlar ancak başarısız olur, ikinci gün geri çekilmek durumunda kalırlar. chattanooga'ya geri gelip konuşlanırlar. uluysess s grant bölgeye geldiğinde güney birliğini tutarak ordunun geri çekilmesini mümkün kılan george henry thomas'ı rosecrans'in yerine geçirir.

    bragg ise chickamauga muharebesindeki başarı sonrasında birlik ordusunun bulunduğu chattanooga'ya doğru yaklaşır. missionary ridge'de konuşlanan güney birliği lookout dağına hakimdir. grant'in 24 kasımda yoğun top ateşi ile başlayan chattanooga seferi muharebesinde 25 kasımda kazanan taraf kuzeydir. güney ordusu askerleri bölgeyi terk eder güneye doğru geri çekilir..

    1863 kabaca böyle biter. güney geri çekilmektedir ancak çekilirken de olsa direnç göstermek istiyorlar. kuzey'in ise son bir ağır darbeyi vurması gerekiyor. grant'in karşısında ilk kez lee olacak ve bu "dahi konfederasyon generali" elindeki sınırlı sayıda kuvveti ile belli ki kolay kolay teslim olmayacak. 1864 mayısı ile birlikte chancellorville'in hemen yakınındaki wilderness bölgesinden başlayan bir dizi muharebe yaşanacak. bu muharebelerin hemen hepsi kanlı geçse de hiçbirinde kesin sonuç alınmıyor. her muharebe sonunda ordular yay çizerek güneye ilerliyor ve yolları tekrar kesişiyor.

    5-7 mayıs wilderness muharebesi'inden sonra birlik ordusu güneydoğuya doğru ilerleyerek başlayan sonra güneybatıya dönen bir yay çiziyor. konfederasyon ordusu ise güneybatıya doğru ilerleyerek başlayan ve sonrasında güneydoğuya yönelen başka bir yay çiziyor. bu yayların kesiştiği yerde 8-21 mayıs 1864'te spotsylvania court house muharebesi yaşanıyor. burada da kesin bir sonuç alınmamakla birlikte grant sürekli dolanarak lee'ye yandan saldırmaya çalışır. lee de buna yana dönerek cevap verir. böylece görsel cold harbour'a kadar gelirler. konfederasyon * başkenti richmond'a çok yakındırlar artık. lee'nin bu geri çekilme sırasında kaybettiği askerleri geri koyma şansı yoktu.

    lee sayıca az kalmış ordusunu cold harbour bölgesinde gizledi. aynı zamanda birlik ordusunun muhtemel saldırısı için de pozisyon aldı. 31 mayıs 12 haziran arasında devam eden cold harbor muharebesi grant'in gönderdiği birliklerin telef oluşlarıyla hatırlanıyor. özellikle burada gönderdiği son birlik için grant pişmanlığını itiraf etmiştir.

    cold harbour'dan sonra lee grant'in richmond'a saldırabileceğini düşündü. grant geniş bir yay çizerek lee 'nin ordusunun arkasına dolanmakla ilgilendi. görsel bu hamleye lee nin cevabı richmond'un güneyine inerek petersburg'da siperlerle savunma hattı oluşturmak oldu. artık durum petersburg kuşatması şekline büründü. 15 haziran 1864'te başlayan bu kuşatma 2 nisan 1865'e kadar devam ediyor. bu süre için 30 temmuz 1864'te birlik tarafından, kazılan tünel patlatılarak petersburg alınmaya çalışılmış ancak patlatma öncesi yeterli hazırlık yapılmaması ile ilgili olarak başarılamamıştır. burada da karşımıza kuzey adına fredericksburg hezimetinin sembolü burnside çıkar. bu olaydan sonra burnside süresiz izne ayrılmıştır.

    petersburg'dan çok uzaklara, güney'e gittiğimizde chattanooga muharebesinden sonra güney birliğini dalton'da konuşlandıran joseph e. johnston karşımıza çıkıyor. birlik ordusununu efsanevi komutanı william tecumseh sherman, dalton'a yürüdüğünde güney ordusunu önüne katarak ilerlemeye başlıyor. bu ilerleme johnston'ın kennesaw dağına konuşlanmasıyla sona eriyor. birlik ordusu 27 haziran 1864'te dağdaki konfederasyon askerlerine karşı taarruza geçiyor ama başarısız oluyor. ve durum atlanta kuşatması haline dönüşüyor. konfederasyon ordusuna destek çin bölgeye nathan bedford forrest gönderilir. 1861'de er olarak orduya giren forrest savaşta en çok yükselen kişidir. liderliğini yaptığı süvari birliği taktik şaşırtmalarıyla korku salmıştır. kendisinden sayıca çok üstün birliklere galip gelmesi ile tanınıyor.

    konfederasyon lideri jefferson davis atlantadaki güney birliğinin liderliğini, askerlerinin derin bir bağlılık ile yaklaştığı johnston'dan alır. yerine 33 yaşındaki john bell hood atanır. jefferson davis'e göre johnston taarruz edecek cesareti kendinde bulamamıştır. oysa hood daha atak bir general olarak düşünülür..

    22 temmuz 1864 atlanta önündeki muharebelerde kesin bir sonuç çıkmaz. hood atlanta'ya yeniden konuşlanır. 31 ağustos'ta sherman geniş bir yay çizerek atlanta'nın güneyine saldırdı ve demir yollarını ele geçirdi. bunun üzerine hood 1 eylül'de atlanta'yı terk etti. 2 eylül 1864'te şehir birlik tarafına geçmiş oldu.

    hood ordusunu kaçırmayı başardı ancak franklin muharebesi ve nashville muharebesi yenilerek kayıplar vermeye devam etti.

    sherman ise atlanta'nın da güneyine giderek sivilleri rahatsız etmeyi amaçladı. richmond ve petersburg başta olmak üzere güney bölgelerine gıda ve malzeme tedariğine zarar vermek istedi. bölgedeki tren yollarını kullanılamaz hale getirdi, sivillerin yiyeceklerine hayvanlarına el koydu. savannah nehrinin okyanus ile buştuğu savannah şehrine konuşlandı.

    bu dönemde güney bölgelerinde yaşam iyice zorlaştı. savaşın kaybedilmekte olduğu anlaşılıyordu. petersburg'de konfederasyon ordusunda ciddi sayıda asker kaçağı vardı. sayı 35.000'e gerilemişti. birlik ordusu 125.000'i buluyordu. grant buradaki cepheyi asker sayısı üstünlüğünü kullanmak amacıyla genişletti. lee'nin hattı böylelikle inceldi. 25 mart 1865'te güney askerleri cephelerinin hemen önündeki steadman kalesini gece saldırısıyla ele geçirince, grant karşı saldırıda bulundu. 2 nisan' da birlik askerleri tüm petersburg cephesine saldırınca, şehre girmeyi başardılar. petersburg düştü.

    lee ordusunu kaçırdı ve konfederasyon lideri jefferson davis'e richmond'ı hemen boşaltmaları gerektiği yönünde haber gönderdi. jefferson davis başkenti güneye danville' e taşınması emrini verdi. petersburg'ün düştüğü 2 nisan günü tren'le başkent de richmond'dan taşınmış oldu. lee'nin eşi richmond'ı terk edemedi. şehre giren kuzeyli komutan kendisine zarar gelmemesi için evinin önüne kuzey ordusu süvari askerlerinden yerleştirdi.

    lee ordusunu batıya sürdü, grant de arkasından gitti ve konfederasyon ordusunu appomattox'da sıkıştırdı. birlik askerlerinin sayısı konfederasyonun 5 katı idi. askerlerin moralsizliği ve açlığı , lojistik anlamında ortada birşeyin kalmayışı lee'yi teslim olmaya yönlendirdi. 9 nisan 1865'te beyaz bir bayrakla teslim olma talebini grant'e gönderdi.

    ***sonuç***

    teslim olma buluşması enteresan. benim yorumum bu görüşme, abd'nin kuruluşundan itibaren yöneticilerinin rasyonel kararlar aldığını, ülkenin orta ve uzun vadeli yararını düşünerek hareket ettiklerini gösteren iyi bir örnek. grant konfederasyon ordusu subaylarının tabancalarına, şahsi eşyalarına ve atlarına dokunulmayacağını söyler. askerlerin ise aç olduklarını öğrendikten sonra yemek verilmesini önerir. lee dahil subaylar esir alınmayacaktır. askerler de silahlarını ve flamalarını teslim ettikten sonra gidebileceklerdir.

    görüşmeden sonra lee, atına binerek ordusuna doğru uzaklaşırken birlik askerlerinin çoskusunu gören grant askerleri uyarır; güneylilerin yenilgisi ile coşmayacağız, savaş bitti, onlar yine bizim ülkemizin insanı der.

    güney ordusu silahlarını ve flamalarını teslim etmeye geldiklerinde ortamda sessizlik hakimdir. gettysburg'da little round top tepesinin ele geçirilmesini önleyen savaştan önce profesör olan joshua lawrence chamberlain birliğini , konfederasyon askerlerine selam durdurur.

    5 gün sonra 14 nisan 1865'te güneyli bir sempatizan başkan lincoln'ü tiyatro locasında suikast sonucu öldürür.

    konfederasyon lideri jefferon davis af dilemedi ve vatana ihanetten yargılanmadı. 2 yıl hapis yattıktan sonra kefalet ile salıverildi.

    robert e. lee savaştan sonra tutuklanmadı, cezalandırılmadı. amerika'nın birliğine bağlılık yemini etti. ekim 1865'te washington college'da başkan olarak çalışmaya başladı. 1870'de ölünceye kadar bu görevde kaldı.

    bu savaş bize neyi anlatıyor.. ne gibi dersler çıkarmamızı öneriyor..

    abd'nin ulus bilincine giden yolda önemli bir kilometre taşı. savaştan önce "united states are" iken savaştan sonra "united states is" oluyor..

    bir tarafta sanayileşmiş kuzeyin , tarım toplumu olarak kalmış güney'e karşı savaşı kazandıktan sonra nasıl olgun ve alttan alıcı davranabildiğini gösteriyor. rövanşist olmamayı ve lincoln'ün suikastinde bile intikam naralarının atılmayışının önemini gösteriyor.

    kuzey'in savaş boyunca daha da sanayileştiğini kurulan silah fabrikalarının savaş sonunda başka üretim alanlarına kaydığını gösteriyor. amerikan toplumunun ne gibi derin fay hatlarına sahip olduğunu ve bu hatların aslında hiç kapanmamasına rağmen akıllı davranıldığında ülkenin ilerleyişine ket vuramadığını gösteriyor.

    willima faulkner1948'te yayınladığı intruder in the dust (tozun içine giren) adlı romanında; görsel her güneyli 14 yaşındaki çocuğun savaşın dönüm noktası olan gettysburg'daki pickett hücumunun hemen öncesine 3 temmuz 1863 saat 2'ye gelmeden önceki anlara dönmek isteğinden bahseder. çünkü henüz hezimetle sonuçlanacak savaşın kaybedilme hücumu yaşanmamıştır.. ve bu hücumun yapılmama ihtimali vardır.. güneyli biri için üzerinden 80 yıl geçse bile hala savaş bitmemiştir. insanların içinde savaşı kazanma düşüncesi yaşamaktadır.. en azından bir güneyli olan faulkner'ın zihnindeki durum bu..

    3 temmuz'da gettysburg'da hezimet yaşanınca bir gün sonra 4 temmuz 1863'te vicksburg grant'ın kuşatmasına teslim oluyor. ve şehir kuzey kontrolüne geçiyor. vicksburg'da 1945'e kadar bir daha 4 temmuz bağımsızlık günü kutlanmıyor.
  • loading...
  • tarihin gördüğü en acayip savaşlardan biri.. taraflar resmi olmayan birçok ateşkes yapıp, birlik ve konfederasyon askerleri sohbet edip, sigara içebiliyormuş. hatta bildiğin kafayı çekiyorlarmış*
  • resmi rakamlara göre çok kişinin öldüğü bir savaştır.

    çok kanlı ve intikamla dolu bir savaştır.

    savaşın iyisi olmaz elbette ama bu hakkaten kötü, hatta çok kötü bir savaştır.
  • "biz savaşın anlatılmaz tecrübesini yaşadık. yaşam tutkusunu en üst seviyede hissettik ve hissediyoruz. gençliğimizde, kalplerimiz ateşle yanıyordu."
    -birleşik devletler yüksek mahkemesi yargıcı oliver wendell holmes jr.

    birleşik devletler tarihinin en büyük iki bölünmesinden ilki ve en somutu olan kanlı harp.

    diğeri için: (bkz: vietnam savaşı/@beren and luithen)

    aslında bu yazıyı abraham lincoln'ün doğum günü olan 12 şubat'ta tamamlarım diye planlamıştım ama beklediğimden erken bitti. iç savaş müziklerini arka fona oturtup, ken burns'ün the civil war isimli muazzam belgeselinin ana kaynak olduğu upuzun maceraya hazırsak başlayalım;

    1861 yazında, wilmer mclean artık bıkmıştı. iç savaşın ilk büyük muharebesi'ni gerçekleştirecek olan iki devasa ordu çiftliğine dolmuştu. konfedarasyon'un deyimi ile birinci bull run muharebesi (veya manassas muharebesi) yaşlı virginialı'nın çiftliği üzerinde yakında başlayacaktı. bir birlik top mermisi, evinin verandasında patladı ve muharebeden sonra mclean, ailesini manassas'dan uzağa richmond'un batısına, tehlikeden uzağa götürdü ve appomattox courthouse denilen küçük tozlu bir kavşağa yerleşti. yaklaşık üç buçuk yıl sonra orada oturma odasında otururken, konfederasyon orduları başkomutanı robert edward lee, birlik orduları başkomutanı ulssyes s. grant'e teslim olacaktı. ve wilmer mclean haklı olarak, "savaş benim ön bahçemde başladı ve oturma odamda son buldu" diyecekti.

    iç savaş valverde'den, new mexico'ya; tullahoma, tennessee'den st. albans, vermont ve florida sahilinde fernandina'ya 10.000 konumda savaşıldı. 3 milyondan fazla amerikalı savaşta yer aldı ve nüfusun yüzde ikisini oluşturan 600.000'den fazla erkek hayatını kaybetti. amerikan evleri karargahlara döndü. amerikan kiliseleri ve okulları ölenlere ev sahipliği yaptı. büyük yağmacı ordular amerikan çiftliklerinden geçti ve amerikan şehirlerini yaktı. amerikalılar birbirlerini kendi mısır tarlalarıda, şeftali bahçelerinde, tanıdık yollarda ve eski amerikan isimleri olan sularda, amerika'da toplu olarak öldürdü.

    shiloh'da iki gün içinde, diğer tüm amerikan muharebelerinden daha fazla amerikan erkeği öldü. cold harbor'da, yirmi dakikada 7.000 amerikalı öldü. daha önce kendi evlerinden 20 milden fazla uzaklaşmamış olan adamlar, kendilerini büyük ordular içinde asker olarak, evlerinden yüzlerce mil uzakta destansı muharebelerde savaşırken buldu. tarih yazdıklarını ve bunun hayatlarının en büyük macerası olduğunu biliyorlardı.

    savaş bazılarını zengin ederken, diğerlerini yıkacak ve savaşı yaşayanların tamamını hayatını sonsuza kadar değiştirecekti.

    evlilik ve savaştan başka her şeyde başarısız olmuş olan galena, illinois'dan bir subay, üç yıl sonra birlik ordusunun başı ve yedi yıl sonra birleşik devletleri'nin başkanı olacaktı.

    maine'den bir üniversite profesörü, pennsylvania'daki küçük bir tepe üzerinde, birlik ordusunu ve muhtemelen birlik'in kendisini kurtaran efsanevi bir manevra emri verecekti.

    iki sıradan asker, biri providence, rhode island'dan, diğeri ise columbia, tennessee'den. her ikisi de dört yıl hizmet verecek, savaş içerisinde her yerde bulunacaklar ve hikayeyi anlatmak için hayatta kalacaklardı.

    ayrılmayı ve köleliği onaylamayan pek bilinmedik kibar bir aristokrat, her ikisini de savunacaktı. ve bu esnada tüm zamanların en büyük ordularından birinin başına geçecekti.

    ve tabii ki bir de ülkenin gördüğü en büyük başkanlardan biri olacak olan illinois'dan ciddi bir adam vardı.

    1861 ve 1865 arasında amerikalılar, sadece nasıl kurulacağını bilmedikleri bir ülke kurmak için birbirleri ile savaştılar ve birbirlerini korkunç rakamlarda öldürdüler. birlik ve eyaletlerin hakları ile ilgili sert bir mücadele olarak başlayan şey, amerika'da özgürlüğün anlamı olarak sonlanacaktı.

    1863'de gettysburg'da, abraham lincoln belki de bildiğinden fazlasını soylecekti: "savaş, özgürlüğün yeniden doğuşu ile ilgiliydi."

    1938'de, gettysburg'un 75. yıl dönümünde, orada bir araya gelenlerin şahitliği ile iç savaş anıtı için açılış töreni yapıldı. başkan franklin delano roosevelt, geriye kalan birkaç iç savaş gazisine seslendi: "mavi ve grinin gazileri. birleşik devletler yurttaşları adına bu anıtı kardeşlik ve barışın ruhu olarak kabul ediyorum."

    amerikan ulusu, savaşı yıllar geçse de unutmadı. 1930'da, birlik ordusunun gazileri cincinnati, ohio'da yürüdü, dört yıl sonra da new york şehrinde. konfederasyon'un geriye kalan gazileri ve onlar, amerika'yı 1861'den 1865'e kadar parçalayan korkunç savaşın son bağlarıydı. son iç savaş gazisi 1959'da öldü ve geçmişte kalan muharebelerin yaşayan hatıraları onunla birlikte yok oldu, artık sadece tarih ve efsaneler vardı.

    amerikan ulusun herhangi bir anlayışı, iç savaş anlayışı temelinde olmalıdır. amerikan devrimi yapması gerekeni yapmıştı. birleşik devletler, avrupa savaşlarına birinci dünya savaşı ile başlayarak, yapması gerekeni yaptı. ama iç savaş, onların kim olduklarını tanımladı ve şu anda oldukları iyi ve kötü şeyler olarak amerikan halkını meydana getirdi. eğer 20. yüzyılda amerikan karakterini anlamak istiyorsanız, bu inanılmaz 19. yüzyılın ortasında gerçekleşen ölümcül olayı öğrenmeniz gerçekten gereklidir. bu, amerikalıların oluşumunun kavşağıydı.

    "tehlikenin gelişini ne zaman olarak beklemeliyiz? bir transatlantik yeni dünya'ya gelerek bizi tek bir hamlede ezebilir mi? asla! avrupa ve asya ordularının tümü zorla ohio nehri'nden bir yudum su bile içemez ya da binlerce yıl geçse de blue ridge üzerinde bir yürüyüş yapamaz. eğer yıkım kaderimizde varsa, bunun başlatanı ve bitiricisi biz olmalıyız. özgür insanların ulusu olarak, biz sonsuza kadar yaşarız ya da intihar ederiz."
    -abraham lincoln, 1837

    bölüm 1: savaşın nedenleri
    1861'de 31 milyon kişilik ulusun çoğu, çiftliklerde ve küçük şehirlerde huzur içinde yaşıyordu. sharpsburg, maryland'de, alman barış yanlısı bir topluluk, dunkard evlerini bir buğday ve mısır tarlasına kurdular. 2.400 nüfuslu gettysburg, pennsylvania'da genç bir adam latince ve matematik eğitimini buradaki küçük bir üniversitede aldı. pamuk yüklü buharlı gemiler mississippi üzerinden vicksburg'a gelip gitti. washington'da senatör jefferson davis, hükümet binasını yeniden modelleme planlarını gözden geçirdi. richmond'da 900 tredegar demir işleri çalışanı, taşıyıcı araç ve toplar üretti. hudson üzerindeki west point'te subaylar yetiştirildi ve ömür boyu süreceği düşünülen arkadaşlıklar kuruldu.

    "amerika'yı düşünürken, bazen parlak mavi gökyüzüne, büyük yaşlı ağaçlarına, verimli topraklarına, güzel nehirlerine, devasa göllerine ve yıldızlarla kaplı dağlarına hayran kalıyorum. ama tüm lanetlenmiş yanlış ve köle edici şeytani ruhunu hatırladığımda hevesim kursağımda kalıyor. en güzel nehirlerinin sularında, biraderlerimin gözyaşlarının unutularak ve kaybolarak okyanuslara dönüştüğünü hatırlayınca, en verimli topraklarının, zulüm çeken kız kardeşlerimin ılık kanını içtiğini hatırlayınca, tarifsiz bir nefretle doluyorum."
    -frederick douglass

    "köleler için hiç şafak sökmez, güneş hiç doğmaz," demiş özgür bırakılmış siyahi bir kadın: "köleler için sadece gece var. sonsuza dek gece."

    beyaz bir mississippili ise daha pervasızdı: "bu büyük çiftliklerden birinde bir zenci olmaktansa, ölü olmayı tercih ederdim."

    bir köle, genelde dünyaya toprak zeminli, tek odalı bir kulübede gözlerini açardı. kışları soğuk, yazları kokan köle kabinleri zatürre, tifo, kolera, tetanos ve verem hastalığına yol açıyordu. hayatta kalıp 12 yaşında tarlalara yollanan her çocuk, muhtemelen çürük dişlere, kurtlara, dizanteriye ve sıtmaya sahipti. 100 tanesinin ancak 4'ünden azı 60 yaşını görürdü. işleri güneş doğunca başlar ve ışık olduğu sürece, bazen 14 saat, hatta dolunay varsa daha da uzun süre devam ederdi. açık arttırmada, siyahiler neşelerini göstermeleri için zıplamaya ve dans etmeye zorlanıyordu. ve ne kadar kırbaç gerektiği görünsün diye soyulurlardı. alıcılar onları dürter, ayaklarına, gözlerine ve dişlerine bakarlardı. eski bir köle: "tam da bir jokeyin bir atı incelediği gibi." bir köle hayatı boyunca en az bir kez belki de iki ya da daha fazla satılmayı bekleyebilirdi. köle evliliklerinin yasal bir temeli olmadığından, vaizler evlilik yeminlerini değiştirip, "ölüm ya da mesafeler sizi ayırana dek," olarak değiştirmişti.

    "bunun yerine ne yaparım biliyor musunuz? durup düşünecek olursam, tekrar köle olmak yerine bir silah alıp kafama sıkar ve bunu kökten bitirirdim. çünkü bir köpekten farkınız yok. sadece bir köpek."

    kölelerin bazıları kaçtı. yine de siyahlar ailelerini bir arada tutmaya çalıştılar, kendi kültürlerini en zor koşullarda oluşturdular ve özgürlük hasreti çektiler.

    eğer savaşa neden olan tek bir olay varsa, o da büyük britanya'dan özgür bir şekilde birleşik devletler'in kurulması ve köleliğin halen bir miras olarak kalmasıydı. bunun nedeni amerikalıların bunu yapacak bir yeteneğe sahip olmalarına rağmen taviz vermemeleriydi. amerikalılar kendilerini taviz vermez olarak görmeyi sever ama aslında gerçek yetenekleri ise taviz vermeleridir. bütün hükümetleri bunun üzerine kuruldu ve başarısız oldu.

    "abd tarihinde köleliğin asla uyuyan bir yılan olmadığı an yoktur. anayasal düzenleme oluşurken kölelik masanın altında gizlice saklanıyordu. pamuk çıkrığı sayesinde, yarı uyanıktan fazlasıydı. bundan sonra kölelik herkesin aklındaydı ama dile getirilmiyordu."
    -john jay chapman

    ülke kurulduktan sonra, kölelik kuzeyde yok oluyordu. güneyde de şüpheler vardı ama çok az kişi bir alternatif düşünebiliyordu. virginia'dan thomas jefferson, köleliğin korunmasının bir kurdu kulaklarından tutmaya benzetmişti: "sevmezsiniz ama bırakmaya cesaret edemezsiniz."

    1793'de bir kuzeyli olan eli whitney, güney'e kölelikten en iyi şekilde yararlanmanın nasıl sağlanacağını öğretti. whitney'in pamuk çıkrığı, pamuğu tohumundan ayırmayı kolaylaştırmıştı. öncesinde yarım kilogram pamuk tiftiği hazırlamak, bir kölenin 10 saatini alıyordu. pamuk çıkrığı sayesinde ise, bir köle günde 500 kg. çıkarabiliyordu. üretimin artması ile beraber kölelere olan talep de arttı.

    1860'da, barışın son yılında, her 7 amerikalı'dan biri başka bir amerikalı'ya aitti. dört milyon erkek, kadın ve çocuk köleydi.

    1831'de boston'da, "adil olmayan yasa değildir" iddiası ile william lloyd garrison, kölelik karşıtı bir gazete basmaya başladı: the liberator. gazete, köleliğin derhal ve tam olarak kaldırılmasını talep ediyordu. "ben ciddiyim. lafı dolandırmayacağım, özür de dilemeyeceğim. bir adım bile geri atmayacağım ve sesim duyulacak."

    duyuldu ve mesajı açıktı: kölelik günahtı ve bunu yapanlar suçluydu. kölelik karşıtı hareket hızla büyüdü ve tutkulu liderler bundan etkilendi.

    kölelerin kendisine moses* dediği harriet tubman, kuzey'i özgürlük için takip etti. wendell phillips de öyle yaptı, retoriklerinden dolayı ona kaldırmanın "altın trompeti" diyorlardı. ve frederick douglass, bir köle ve beyaz bir adamın oğlu: "bu gece bir hırsız ve soyguncu olarak görülüyorum. ben bu kafayı, bu uzuvları, bu vücudu sahibimden çaldım ve onlarla kaçtım."

    douglass o kadar anlamlı ve bilgili konuşuyordu ki, komplocular onun asla bir köle olmadığını düşündüler. haksız olduklarını kanıtlamak için, otobiyografisinin bir kısmında özgürlüğünü 600 dolar karşılığında aldığını ve mücadeleye döndüğünü yazdı.

    "kölelik karşıtları, zencileri beyazlarla sosyal ve politik eşitliğe getirecek. ve bu olursa, biz yakın zamanda bu iki ırkın mevcut durumunun tam tersine döneceğini göreceğiz. onlar ve kuzeyli müttefikleri sahipler, biz güneyliler de köleler olacağız."
    -john caldwell calhoun

    git gide daha fazla güneyli, kuzey'in yükselen politik ve ekonomik gücünden korkmaya başladı. kuzeyliler hızla köleliğe düşman oluyordu. çoğu güneyli kendi yaşam tarzlarını değiştirme ihtimalini hala düşünmek bile istemiyordu.

    "ohio'nun kuzey yakasında, her şey etkinlik ve endüstridir. çalışmak onurlandırılır. köle yoktur. güney yakasına geçtiğinizde manzara o kadar ani değişir ki, kendinizi dünyanın diğer ucunda sanırsınız. girişimci ruhunuz söner."
    -alexis de tocqueville

    "biz huy uyuşmazlığından dolayı ayrıyız. kuzey'i güney'den ayırdık çünkü birbirimizden nefret ediyorduk."
    -mary chesnut

    ay ışığı olan açık bir gecede, 7 kasım 1837'de, bir çete, alton, illinois'da bir depoyu papaz elijah parish lovejoy tarafından yönetilen kölelik karşıtı bir gazeteyi yok etmek için kuşattı. lovejoy, tabancası ile çeteyi durdurmak için dışarı çıktı. kölelik destekçisi adam onu vurup öldürdü ve baskı makinesini mississippi nehri'ne attı. haberler tüm ulusu şok etti. beyaz bir adam siyah köleliği için ölmüştü.

    tüm kuzeyde protesto toplantıları yapıldı. bir kaldırmacı şöyle yazdı: "kölelikle hiç ilgisi olmayan binlerce yurttaşımız, işte şimdi hatalarını görüyor."

    hudson, ohio'da bir rahip bir kilise toplantısında şöyle dedi: "asıl soru 'artık köleler özgür olacak mı,' değildir; 'peki biz özgür müyüz, yoksa çete kanunları altında köle miyiz?'"

    kilise sıralarının en arkasında, garip zayıf bir adam ayağa kalktı ve sağ elini kaldırdı: "burada, tanrı'nın önünde, bu şahitlerin önünde ben hayatımı köleliğin yok edilmesine adıyorum" dedi. bu john brown'dı.

    1846'da, springfield, illinois'dan bir avukat kongreye seçildi. abraham lincoln kentucky'de, adını bile zor yazabilen bir çiftçinin oğlu olarak doğmuştu. 24 yaşında milletvekili ve varlıklı bir avukat oldu ve çalkantılı bir flörtten sonra, köle sahibi bir kentuckyli bankacının kızı olan mary todd ile evlendi. abraham lincoln için, bağımsızlık bildirgesi özenle dikkate alınmalıydı. her insan, tıpkı kendisi gibi, yeteneği onu götürdükçe ilerleme hakkına sahip olmalıydı. kölelikten nefret ediyordu ama sınırlandırılmasını istedi, tamamen kaldırılmasını değil.

    19. yüzyılın ortasında, ülke derinden bölünmüştü. güneyliler kuzey'in köleliği yasaklamasından korkuyordu, kuzeyliler ise köleliğin batıya yayılmasından. her bir eyalet birlik'e katıldıkça, gücün hassas dengesini bozma tehlikesi artıyordu.

    "ülke genelinde alanın büyüklüğü ve tek bir hükumetin bu alanı yönetmesi ile ilgili büyük şüpheler var."
    -henry adams

    artık olaylar iyice hızlanıyordu. 1852'de, harriet beecher stowe uncle tom's cabin'i* yayımladı. köleliğin zalimliğini resmetmesi okurları çok etkilemişti. hatta kraliçe victoria, kitabı okurken ağlamıştı. ve bir yıl içinde, 1.5 milyondan fazla kopya dünya çapında basıldı.

    1854'de, kongre, kansas ve nebraska eyaletlerinde, yerlilerin köleliğe izin verilip verilmemesine kendilerinin karar vermesine izin verdi. kansas patladı. 5.000 kölelik yandaşı, bölgeyi işgal etti. takip eden üç ayda, 200 kişi kanayan kansas'ta öldü. ölümler 10 yıl boyunca devam etti.

    1857'de yüksek mahkeme, dred sam scott adında bir köleyi, uzun yıllar boyunca özgür topraklarda yaşamasına rağmen azat etmedi. baş yargıç roger b. taney, "siyah bir adamın, beyaz bir adamın saygı duyacağı haklara sahip olmadığını" söyledi.

    "bir ulus olarak, tüm insanların eşit yaratıldığını savunduk. şimdi resmen okuyoruz, herkes eşit yaratılmıştır, zenciler hariç. yakında şu şekilde okunacak: herkes eşit yaratılmıştır, zenciler, yabancılar ve katolikler hariç. iş bu noktaya gelince, ben başka bir ülkeye göç etmeyi düşündüm, özgürlük üzerinde hile olmayan bir ülkeye. rusya'ya mesela, despotluğun saf ve riyakarlıkla karışmadığı yere."
    -abraham lincoln

    şiddet, birleşik devletler senatosuna kadar dayandı; güney carolina'dan preston brooks'un, kölelik karşıtı senatör charles sumner'i bastonuyla dövdüğü yer. güneyli sempatizanlar, brooks'a yeni bastonlar yolladı. üyeler yanlarında bıçak ve tabanca taşımaya başladı. aynı esnada, ülke başkanı james buchanan hiç bir şey yapmadı.

    "kendi içinde bölünen bir senato ayakta kalamaz. inanıyorum ki, bu hükumet kalıcı olarak yarı köle ve özgür olarak devam edemez. birlikteliğin bozulacağına inanmıyorum. senatonun düşmesini beklemiyorum. ama bölünmüşlüğün son bulmasını bekliyorum. ya tam biri ya da diğeri olacak."
    -abraham lincoln

    pazar gecesi, 16 ekim 1859'da, radikal kaldırmacı john brown, beş siyah ve on üç beyazı harpers ferry, virginia'ya götürdü. yanında, kendisine katılacaklarından emin olduğu köleleri silahlandırmak için bir vagon dolusu silah getirdi. geldikleri zaman, onları güney kanadına apalaş dağları'nın sırtına yönlendirmeyi ve köleliği yok etmeyi planladı.

    brown, 6 eyalette 20 kez başarısız olmuş ve gırtlağına kadar borca batmış yeteneksiz bir iş adamıydı ama kendisini tanrı'nın dünyadaki elçisi olarak görüyordu. 1856'da pottawatomie creek, kansas'da oğlu ve beş adamıyla birlikte kölelik yandaşı bir adamı palalar ile doğrayarak öldürdü. bunu kendince, şeytan ve adamlarını yenmek adına yapmıştı. brown ve adamları sessizce cephaneye, silahlığa ve makine dairesine sızıp rehine aldılar. rehineler arasında george washington'ın yeğeni de vardı. bundan sonra, her şey ters gitti. ilk öldürülen şehrin bagaj ustası, özgür bir siyahtı. köleler ayaklanmadı ama öfkeli vatandaşlar ayaklandı. brown'un adamlarından ilk ölen, eski bir köle olan dangerfield newby'di. kalabalıktan biri hediye olarak kulaklarını kesti. salı sabahı federal ordu washington'dan geldi. başlarında birleşik devletler albayı, robert edward lee vardı.

    lee'nin adamları makine dairesine girdi ve brown'un adamlarından dokuz tanesi daha öldü, aralarında iki oğlu da vardı. brown, ağır yaralı olarak, ihanetten yargılanmak için virginia'ya götürüldü.

    "silahını ateşlerken, john brown günün hangi saati olduğunu yeni öğrenmişti. tam öğle vakti, şükürler olsun."
    -william lloyd garrison

    virginia eyaleti brown'u suçlu buldu ve idam cezası verdi. asıldığı yerdeki askerlerin arasından virginia askeri enstitüsünden öğrenciler, uçuk profesör thomas jonathan jackson'ın* öğrencileriydi. richmond grileri arasında bir de er vardı, john wilkes booth adında genç bir aktör.

    "2 aralık 1859.
    yaşlı john brown vatana ihanetten idam edildi. köleliğin yanlış olması konusunda bizimle hemfikir olsa da, karara itiraz edemeyiz. bu şiddet, kan dökmek ve ihanet için bir mazeret olamaz. kendini haklı görmesi ona hiçbir avantaj sağlamaz."
    -abraham lincoln

    ralph waldo emerson, brown'ı isa'ya benzetti. nathaniel hawthome: "kimse daha adilce asılmadı" dedi ve herman melville ise ona "savaşın meteoru" sıfatını layık gördü.

    brown idam sehpasında hiç bir şey söylemedi ama gardiyanlardan birine bir not verdi:
    "ben john brown, şimdi kesinlikle eminim ki, bu suçlu toprakların suçları, asla kandan başka bir yolla arınmayacaktır."

    "özgürlük davasındaki hevesi kesinlikle benimkinden üstündü. benimki azalan bir ışıkken, onunki güneşti. ben belki köleler için yaşayabilirdim ama john brown onlar için ölecek kadar cesurdu."
    -frederick douglass

    tarihte önemli bir kişidir john brown. hayatındaki her şeyde başarısız olsa da, savaşı başlatan en önemli etmendir.

    güneydeki askeri sistem, önceden bir şaka olarak görülmüştü ama artık ciddiye alınması gereken, hızla büyüyen bir güçtü. güney milis kuvvetleri gerçek bir güç haline bürünüyordu çünkü güneyliler, kuzeyliler'in köleleri kendilerini yataklarında öldürmesi için hırslandırdığından endişe duymaya başlamıştı. bu, konfederasyon ordusu'nun başlangıcıydı.

    "güneyli üyeler arasındaki birlik'in bozulması hissi yaygınlaşmaya başladı. insanlar artık 12 ay önce onlara düşünmeleri için zorla izin verilen şeyleri ciddi ciddi konuşmaya başladı. kriz çok uzak değil."
    -alexander stephens

    ülke parçalanıyordu. 1860 parti içi başkanlık adayı seçiminden, koltuktaki başkan buchanan mutlu olarak ayrıldı ama demokratik partinin kölelik konusundaki ayrılığından mutlu değildi. yeni bir parti olan cumhuriyetçi parti, şansını gördü ve ılımlı birisi olan abraham lincoln'ü aday gösterdi. onun görüşü sadece köleliğin yayılmasını önleme yemini etti:

    "bu noktada demir bir zincir gibi sıkı tutunun. başkalarının özgürlüğünü reddedenler, kendileri için de özgürlüğü hak etmezler ve adil bir tanrının varlığında bu özgürlüğü koruyamazlar."
    -abraham lincoln

    kuzeydeki radikal kaldırmacılar, lincoln'ün köleliğe karşıtlığının yeterince sert olmadığından şikayet ediyordu. ama güneydeki çoğu insan için, lincoln'ün seçilmesi ölümcül bir tehlike oluşturuyordu. 1860 seçim kampanyası güneyli yaşam tarzı için bir referanduma dönüştü. 6 kasım 1860'ta abraham lincoln, oyların %40'ını alarak başkan oldu. güney eyaletlerinde oy pusulalarında adı bile yoktu.

    "bay lincoln'ün seçilmesi şüphesiz bu ülkeye yapılan en büyük kötülüktür. ama kandırmaca bitti. ve amerikan yurttaşları için tek rahatlama bu yolculuğu kısaltmak, yelkenleri indirmek ve fırtınaya hazırlanmaktır. fırtına yaklaşıyor."
    -richmond whig gazetesi

    güney'de lincoln kuklaları yakıldı. güney carolina parlamentosu, birlik'ten ayrılmanın görüşülmesi için toplantı talebinde bulundu. güneyliler kendi kendilerini yönetmek istediklerini söylemişti. gücün washington'da toplanmasına karşıydılar. federasyona katıldıklarında, ayrılmalarının mümkün olduğuna inanmamış olsalardı, asla katılmazlardı. ve ayrılmak istedikleri zaman geldiğinde, her hakka sahip olduklarını düşündüler. güneyliler lincoln'ün seçilmesini, birlik'in radikalleşmesinin bir işareti olarak gördüler ve gitmeyi umursamayacakları yönlere çekildiler. kaldırmacı yanı oldukça güçlüydü ve kendilerine ait gördüklerini kaybettiklerini anladılar ve yıkımla karşılaştılar.

    ama bir çok güneyli ayrılmanın delilik olduğunu düşünüyordu. bir güneyli politikacı şöyle yazdı: "güney carolina bir cumhuriyet için çok küçük ve bir tımarhane için çok büyük."

    "19 kasım 1860.
    wall street'de kasvetli bir gün. her şey tıkanmış durumda. olağanüstü sayıda teminatlı senetler ciro edilmiyor. borsa düşüşte."
    -george templeton strong

    new york'da, duyguları patlama noktasında olan ve lincoln'e güvenmeyen bir muhafazakar avukat olan george templeton strong, olan olayları günlüğüne yazmaya başladı: "ülkemiz kartal tüylerinin içinde saklanan dermansız bir tavuk. biz asla bir ulus olamadık. biz sadece bir araya gelmiş toplumlarız, ilk ciddi şokta ayrılmaya hazır topluluklar."

    abraham lincoln başkan seçildiğinde, birlik'te 33 eyalet vardı ve 34. olarak özgür kansas katılmak üzereydi. beş ay sonra resmen göreve başladığında, sadece 27 eyalet kalacaktı. ayrılığın bu kadar ani oluşu herkesi şaşırtmıştı. güney carolina 20 aralık'ta ilk ayrılan oldu. charleston'da bir çan ayrılan eyaletlerin ardından çaldı. 9 ocak'ta mississippi, 10'unda florida. sonra da alabama, georgia, louisiana. teksas valisi sam houston, eyaletinin konfederasyon'a katılmasını önlemeye çalışırken görevden alındı.

    "size ne olacağını söyleyeyim. milyonlardan oluşan hazineyi ve binlerce hayatı feda ettikten sonra güney'in bağımsızlığını kazanabilirsiniz ama pek sanmıyorum. kuzey bu birlik'i korumakta kararlı. onlar sizin gibi öfkeli, fevri insanlar değil, bu yüzden daha soğuk iklimlerde yaşıyorlar. ama emir verilen bir yöne doğru hareket etmeye başladıklarında sabit bir şekilde ilerlerler ve çığ gibi giderek büyürler."
    -sam houston

    teksas yine de ayrıldı. yedi başkanın doğduğu yer olan, güney'in en kalabalık eyaleti virginia bile ayrılıkçıları takip etmekte kararlıydı.

    "tüm göstergeler bu ihanet iltihabının, ayrılıkçıların git gide her hafta ilerlediğini gösteriyor. eğer ayrılık bir gerçek haline gelirse, tek bir tesellimiz var. kendilerini sakat bırakan eyaletler, hızlı tedavisi olmayan bir hastalığa sahiplerdi ve onların virüsü artık sistemimizi etkilemeyecek."
    -george templeton strong

    charleston mercury gazetesi: "çay denize döküldü. 1860 devrimi başladı."

    güney carolina ayrıldıktan sonra, hala charleston'da olan bir dizi federal birlik fort sumter'a, limanın uzağına çekildi. komutanları binbaşı robert anderson, adamlarını kan dökülmesini önlemek için çektiğini söyledi. isyan birlikleri onları derhal kuşattı.

    "tanrı'ya şükürler olsun ki, artık uğruna yaşanacak, dua edilecek ve eğer gerekirse ölünecek bir ülkemiz var."
    -lucius quintus cincinnatus lamar

    18 şubat'da, öğlen vaktinden bir kaç dakika sonra, jefferson davis alabama eyalet binası montgomery'nin basamaklarında durdu ve geçici olmak şartıyla amerika konfedere devletleri başkanlık yeminini etti. kalabalık alkışladı, ağladı, yıldızlarla bezeli birleşik devletler bayrağına ve kuzeyliler tarafından yazılan dixie şarkısına veda etti.

    jefferson davis kırılgan ve endişeliydi, genellikle uyuyamıyordu. bir gözü kısmen kördü. itaat edilmeye alışmış biri olarak, demokratik hükümetin işlemesini sağlayan pazarlığı küçümsüyordu. sam houston, davis'in "bir kertenkele kadar soğuk ve şeytan kadar hırslı" olduğunu düşünüyordu.

    davis de tıpkı lincoln gibi kentucky'liydi. seyyar bir çiftçinin oğluydu ama davis west point'te eğitim gördü, meksika'da savaştı ve zamanında savaş bakanı olarak görev aldı. mississippi senatörü olarak, elinden geldiği kadar ayrılığa direndi. ama eyaleti birlik'ten ayrıldığında, vicksburg'un güneyi'ndeki evi olan brier field çiftliğine döndü. başkan seçildiği haberi kendisine telgraf ile ulaştığında, karısı ile bahçede gül buduyorlardı.

    "eşim bu telgrafı okurken çok dertli göründü ve ailemize bir kötülük geldiğinden korktum. birkaç dakika sonra, bana idama mahkum edilmiş biri gibi konuştu. kafamı kaldırdığımda çiçekler, gülümsemeler ve alkışlar vardı ama onların üstünde sayısız sorun gördüm."
    -varina davis

    konfederasyon anayasası neredeyse birleşik devletler anayasası ile aynıydı. ama başkana sadece kanunlarda tek bir madde vetosu veriyor, altı yıllık dönem için seçiyor ve uluslararası köle ticaretini yasaklıyordu. konfederasyon meclisi ilk kez bir otel odasında toplandı. kapıya yapıştırılan bir kağıt, başkanın ofisini işaret ediyordu. bir ziyaretçi, devlet bakanı robert toombs'a "devlet dairesini nerede bulabilirim?" diye sordu. "şapkamın içinde efendim. ve arşiv de ceketimin cebinde."

    "yeni hükumetimiz zencilerle beyazların eşit olmadığı gerçeğini buldu."
    -başkan yardımcısı alexander stephens

    "tanrı bizi affetsin ama bizimki çok korkunç bir sistem. eski ataerkiller gibi, erkeklerimizin hepsi bir evde eşleri ve metresleri ile birlikteler. tıpkı beyaz çocuklar gibi her ailede olan melez çocuklar, her zaman kendilerini babaların modelleri, taslakları olarak görüyorlar."
    -mary chesnut

    mary chesnut ve eski birleşik devletler güney carolina senatörü olan kocası james, konfederasyon'un en üst kademelerine kadar yükseldiler. jefferson davis ve eşiyle oldukça yakın ilişkileri vardı. mary depresyondaydı ve kabuslar görüyordu, bu nedenle afyon kullanıyordu, artık o da günlük tutuyordu.

    "bu günlük tamamen tarafsız yazılmıştır. benim subjektif günlerim bitti. onun aşırılıklarının boyutundan ve çırpınışlarından ve kepçe kulaklarından doğan etkileşim belki de kibarlık ve zeka ile yok oldu. burnun kendisi, çıkıntılı bir organ olarak yüzünden çıkıyor, soru soran, endişeli bir hava ile sanki rüzgar içinde iyi bir şey arıyor. gözleri siyah, koyu, derin ve delici ama tam bir ifade ile neredeyse yumuşak."

    jefferson davis evi terk ettikten iki gün sonra, abraham lincoln springfield, illinois'dan başkentine doğru yola çıktı. "burada çeyrek asır yaşadım ve genç bir delikanlıdan yaşlı bir ihtiyara dönüştüm. çocuklarım burada doğdu ve bir tanesi burada gömüldü. şimdi ayrılıyorum, ne zaman ya da herhangi bir zaman dönecek miyim, bilmiyorum. vazifem, washington'da beklenenden de büyük. ilahi varlığın yardımı olmadan başarmam mümkün değil. bu yardım ile, başarısız olamam. dualarınız üzerimizden eksik olmasın, çünkü ben de dualarınızın yanımda olacağını umuyorum, sevgi dolu vedalarımı sunuyorum."

    washington yolunda, başkanın treni cleveland'da durdu, buffalo'da, albany'de ve new york'ta da. philadelphia'da, suikast komplolarına karşı uyarıldı. lincoln, amerika bayrağından tek bir yıldızın kaldırılmasını göreceğine öldürülmeyi tercih ettiğini söyledi. iki gün sonra, washington'a büyük varış planlarını isteksizce iptal etti ve başkente şafak vakti bir trenle şala sarılmış ve silahlı iki koruma ile gizlice girdi. washington'daki göreve başlama tören günü bulutlu ve soğuktu. henüz bitmemiş kubbenin altında, büyük bir kalabalık toplandı. toplar devlet binasını koruyordu. keskin nişancılar çatılara dizildi. lincoln köleliğe müdahale etmeyeceğine söz verdi ama herhangi bir eyaletin ayrılma hakkını reddetti, federal kuruluşu korumaya ant içti ve direkt olarak güneye konuştu:

    "ellerimizde tatmin olmamış yurttaşlar ve çok ciddi bir iç savaş meselesi var. hükumet sizi kınamayacak. siz kendiniz saldırgan olmadan bir anlaşmazlığa düşemezsiniz. biz düşman değil, dostuz. düşman olmamalıyız. hırsların gerginliğine rağmen yakınlık bağlarımız etkilenmemelidir. doğamızın güzel melekleri tarafından tekrar dokunulduğunda, hafızanın mistik bağları, her muharebe alanı ve vatansever mezarından yaşayan her kalbe doğru ve bu büyük topraklar üzerinde yayılarak, hala birlik nakaratını söyleyecek.
    04:30 12 nisan 1861"

    "uyumaya gidiyor numarası yapmayacağım. nasıl yapabilirim? eğer anderson saat sabah 4'e kadar koşulları kabul etmezse, emirler ateş açılması yönünde. dört st. micheal çanı saydım. umut etmeye başladım. bir topun gümbürtüsü, yataktan fırladım, dizlerimin üzerine çöktüm ve daha önce hiç dua etmemiş gibi dua ettim."

    iç savaş, saat 04:30'da 12 nisan 1861'de başladı. general pierre gustave toutant beauregard, konfederasyon askerlerine fort sumter'a ateş emri verdi. o saatte, charleston limanı'nda sadece koyu bir şekil görünüyordu. konfederasyon komutanı beauregard bir topçuydu, west point'te oldukça yetenekli bir topçuluk öğrencisiydi. o kadar ki, eğitmeni onu bir yıl daha asistan olarak yanında tuttu. eğitmeni binbaşı robert anderson'dı, fort sumter içerisindeki birlik komutanı.

    "geçmiş aylarda ve yıllarda biriken tüm bu nefret, bu topların patlaması ile gürledi. ve insanlar kendilerinin yanında halihazırda kazanılmış olarak görülen bir özgürlüğe seviniyor."

    ilk atışın yapılması için verilen sinyal, edmund ruffin adında virginialı çiftçi ve editör olan, 20 yıl boyunca ayrılmayı savunan bir sivil tarafından verildi: "elbette bu hizmeti yapmaktan onur duydum."

    34 saat sonra kalenin üzerinde dalgalanan beyaz bir bayrak bombardımanı sonlandırdı. tek kayıp, bir konfederasyon atıydı. birleşik devletler'in en kanlı savaşına kansız bir başlangıç olmuştu.

    "fort sumter'a ateşlenen ilk top, köleliğin ölüm çanını çaldı. onu ateşleyenler, bu ülkenin yarattığı en büyük kölelik kaldırmacılarıydı."
    -frederick douglass

    "13 nisan 1861.
    iç savaş sonunda resmen başladı. tanrı, iyi olanların yanında olsun."

    14 nisan 1861, montgomery daily advertiser manşeti: "fort sumter teslim oldu! surlarda beyaz bir bayrak görüldü! kimse yaralanmadı! binbaşı anderson yakalandı! new york karıştı."

    bölüm 2: iç savaş başlıyor
    "fort sumter'ın dün konfederasyon güçlerine teslim olduğu haberi, güneyin tüm gerçek dostlarının kalplerine neşe serpti. güneylilerin yüzü artık daha parlaktı, adımları daha hafif ve daha gururlu. hem de her zamankinden daha çok."

    boston'da, öfkeli gönüllüler faneuil hall'un önünden yürüyerek fort sumter'ın intikamını almak istediler. baltimore'da, lincoln karşıtı olanlar sokaklara döküldü. richmond'da bir çete devlet binasına yürüdü, bayraktaki yıldızları ve çizgileri söküp çıkarttı. artık virginia'nın ayrılacağına şüphe yoktu. new york'da da 100.000 kişi, sumter bayrağının dalgalandığı union meydanı'nda toplandı.

    walt whitman, ara sıra brooklyn times union gazetesi için şairlik ve gazetecilik yapan bir adamdı, haberleri duyunca sarsıldı ve şöyle dedi, "sumter ile birlikte geride bıraktığımız tüm geçmiş."

    "eğer daha acı bir durumda değillerse, bu savaşı başlatanlara keder daimi olsun."
    -mary chesnut

    "babam ve ben, william corry tarladan geçerek geldiğinde mısır soyuyorduk. heyecanlıydı ve şöyle dedi, 'jonathan, isyancılar fort sumter'a ateş açtı.' babam bembeyaz oldu ve tek kelime edemedi."
    -theodore frelinghuysen upson

    "15 nisan 1861.
    olaylar büyüyor. başkan, ordu için 75.000 gönüllü çağırdığı bir bildiri yayımladı. söylentilere göre birkaç gün içinde 200.000 kişi daha çağrılacak."

    sumter'ın düştüğü gün, birleşik devletler ordusu 17.000'den az askerden oluşuyordu. bunların çoğu uzak batıda bulunuyordu. generallerinden sadece iki tanesi savaşta bir orduya komuta etmişti ve her ikisi de esir düşmüştü. meksika savaşı kahramanı winfield scott eskide kalmıştı ve bir ata binmek için bile çok şişmandı.

    "haydi orduya! birkaç iyi asker aranıyor. yenilmez genç adamlar, bu bölüğe katılın! savaş için keskin nişancılar, maine alayı'na. en iyi alay, new england müdafaa alayı! abd ordusuna asker aranıyor! haydi savaşa!"

    "bir bölüğe her terminalde nasıl davranılırsa, bize de öyle davranılıyordu. pek çok yerde kızlardan öpücük alıyorduk ve biz de aynı öpücüğü onlara veriyorduk. hayatımın en iyi takım elbisesine sahip olmuştum."
    -hercules stanard

    kuzeyde, yüzlerce ve binlerce olarak geldiler. boston, massachusetts'den. detroit ve ann arbor, michigan'dan. ve yağmurun altında new hampshire, porsmouth'dan. tüm kasabalar adını yazdırdı. 10. michigan gönüllü piyade alayı, michiganlı erkeklerden oluşuyordu. komutanları belediye başkanlarıydı. onların alay doktoru, gençliklerinden beri onlarla ilgilenen doktordu.

    6. new york piyade alayı'na katılan öyle çok çiftçi vardı ki, bir adamın alaya girebilmek için hapse girmek zorunda kaldığı söylenmişti. diğer yandan elit bir birlik olan 7. alay, delmonico's sandviçleri ve oturup onları yemek için 1.000 tane kadife kaplı kamp sandalyesi ile washington'a doğru yola çıktı. savaşa doğru giderken, sadece 22 yaşında olan ve henüz bir ay önce sınıfının sonuncusu olarak west point'ten mezun olan, teğmen george armstrong custer, kendini yeni ve harika bir üniforma ile donatmak için new york'ta durdu. sonra da bir fotoğrafçıya gitti.

    pawtuxet, rhode island'da, 19 yaşındaki elisha hunt rhodes koşum yapımcılığı işini bıraktı ve 2. rhode island gönüllüler alayı'na er olarak katıldı. daha önce katılacaktı ama dul annesi evinde kalması için yalvarmıştı.

    "tüm gün, tüm gece talim yaptık. uzun bir aynanın önünde durarak, saatler süren yorucu işler yaptım ve kısa süre sonra kendimi bir asker olarak gördüm. şaşırtıcı bir şekilde çavuş olarak seçildim. ama çavuşun görevleri nelerdir derseniz, hiçbir fikrim yoktu."

    iki hafta talim yaptıktan sonra 2. rhode island alayı yola çıktı. "bugün, eşyalarımızı toplayıp washington'a yola çıkmak için hazırlanma emri geldi. sırt çantam o kadar ağırdı ki, yükümün altında tökezliyordum. iskelede muazzam bir kalabalık toplanmıştı, neşe ve acının iç içe geçtiği karışık duygularla vapurumuza bindik."

    baton rouge'de, william tecumseh sherman, louisiana harp okulunun yöneticiliğinden istifa etti ve kuzeye doğru yola çıktı. "siz politikacılarla artık onlarla işim yok" dedi ohio senatörü olan erkek kardeşi john sherman'a. ama sumter düştüğünde, çıkardığı üniformasını tekrar giydi ve isteksizce harbe gitti.

    "bu, yanan bir evin alevlerini su tabancası ile söndürmeye çalışmak gibi bir şey. sanırım bu uzun çok uzun bir savaş olacak. herhangi bir politikacının düşündüğünden daha da uzun. ama artık iki parti var: hainler ve vatanseverler. ve ben bundan sonra ikincisi ile anılmak istiyorum."
    -ulysses s. grant

    galena, illinois'da 39 yaşındaki ulysses s. grant, babasının koşum dükkanında çalışıyordu. bir barış dönemi askeri olarak başarısız olmuştu ve kimilerinde göre bir sarhoştu. şimdi ise, gönüllü seline günde 4.2 dolar dağıtan bir terhis subayı olmuştu.

    "new orleans, 1861.
    bir yankee vurmak isterim diye düşünüyorum ama bunun hristiyanlık ruhu ile uyum içinde olmayacağını biliyorum."
    -william lewis nugent

    "başlamak için o kadar sabırsızlandım ki, 1.000 tane iğnenin vücudumun her yerine battığını hissediyordum ve kardeşlerimden bir hafta önce askerliğe başladım."

    "fırsatçıların coşku ile dolu olduğunu görüyorum. genç tüccarlar defterlerini dürdüler ve gece gündüz şirketler kuruyorlar."

    "her gün alaylar yürüyor. charleston askerlerle dolu. bu yeni olanlar aceleyle koşuyorlar. onlar eğlenceye dahil olmadan savaşın bitmesinden korkuyorlar. ülkenin her küçük bölgesinden herkes resimde bir yer istiyor."

    konfederasyon hükumeti, başkentleri richmond'a ordu için 100.000 gönüllü çağırdı. o kadar fazla güneyli gönüllü oldu ki, üçte birinin evlerine geri yollanması gerekti. catahoula ve baton rouge louisiana'dan, greenville, mississippi, moonsville, alabama'dan ve chattanooga, tennessee'den geldiler. tennessee konfederasyon'a katıldı, arkansas ve kuzey carolina da onu takip etti. memphis'de, tarla, pamuk ve köle satışı yaparak milyoner olan bir demircinin oğlu nathan bedford forrest, yankeeler'i öldürmek isteyen herkesin kendisi ile gelmesini bildiren posterler astı.

    augusta, georgia'dan gelen muharebe erleri mayıs 1861'de eğitime başladı. sadece davulcu çocuk eğitimden yırttı. güney zaferinin bahsi düşük ihtimaldi. kuzey'de yaklaşık 21 milyon insan vardı. konfederasyon'da ise sadece 9 milyon ve bunun 4 milyonu sahiplerinin silahlandırmaya cesaret edemediği kölelerdi. konfederasyon eyaletlerinde üretilen tüm ürünlerin fiyatları, new york'da üretilenlerin dörtte biri civarında artmıştı. ama tallapoosa thrashers'a chickasaw desperados'a ve cherokee lincoln katilleri'ne katılan adamlar için bunların hiçbir önemi yoktu.

    "kaybedilen davanın tarihleri tamamen önemli kişiler tarafından yazılmıştı: generaller ve bilindik tarihçiler. diğer herkes kadar pekala benim de tarih yazmaya hakkım var."
    -sam watkins

    güney'in çağrısını ilk cevaplandıranlardan biri de, columbia, tenessee'den 21 yaşındaki, sam watkins'di. 1. tennessee alayı'nın h bölüğü'ne nashville'de katıldı. çoğu asi asker gibi, hiç kölesi yoktu.

    "borazan çadırları kaldırmak ve her şeyi arabalara yüklemek için çalardı. saatte 30 mil hızla buharlının bizi götürebileceği son noktaya kadar giderdik. her şehirde ve istasyonda kadınlar mendil sallardı ve jeff davis ile konfederasyon için sloganlar atardı. böyle bir karşılama almak için bile askerlik yapmaya değer."

    "eğer birleşik devletler başkanı bana büyük bir savaşın ülkenin bağımsızlığı ya da köleliği için başlayacağını söyleseydi ve bir komutan olarak benim değerlendirmemi sorsaydı, son nefesime kadar 'lütfen robert edeard lee olsun,' derdim."
    -general winfield scott

    ülke için birlik'in bozulmasından daha büyük bir felaket düşünemiyorum. şikayet ettiğimiz tüm kötülüklerin bir araya toplanması olur bu. ve bunun korunması için onurum dışında her şeyi feda etmeye hazırım."
    -robert edward lee

    düzenli ordudaki en umut verici subay, virginialı robert edward lee idi. 18 nisan'da, sumter'dan dört gün sonra, lee lincoln'ün isteği üzerine çağrıldı ve tüm birlik ordusunun kara komutanlığı ona önerildi. lee bunu düşüneceğini söyledi. virginia, birlik'ten ayrılmak için bir önceki gün oy vermişti. o gece, arlington malikanesinin bahçesinde, potomac boyunca endişeli bir şekilde dolaştı durdu. 20'si cumartesi günü gece yarısında lee, birleşik devletler ordusundan istifa mektubunu yazdı. 21'inde virginia başkanı, lee'den eyalet milis kuvvetlerinin komutasını almasını istedi. lee, ülke ve virginia arasında seçim yapmak zorunda kalınca, seçiminin ne olacağı konusunda hiç şüphe yoktu. eyaletini tercih etti ve dedi ki, "doğduğum eyalete kılıç çekemem," ya da sıklıkla dediği gibi "ülkeme." lincoln en iyi askerini kaybetmişti.

    "tek bir bakış veya kelime ile zenci hizmetkarlarının tavırlarında bir değişiklik göremeyiz. hiç işaret yok. onlar aptal mı? ya da bizden daha bilgeler. sessizce güçlü anlarını mı bekliyorlar?"
    -mary chesnut

    her iki taraf da bunun 90 günlük bir savaş olacağını ve her iki taraf da bunun beyazların savaşı olacağını düşünüyordu. katılmak isteyen siyahlar geri çevrildi.

    "19 nisan.
    baltimore'da ciddi şekilde rahatsızlık veren şeyler oldu. massachusetts'den gelen alaylar, silah ve kılıçlarla püskürtülen bir çete tarafından saldırıya uğradı. bu büyük mücadelenin ilk kanının lexington yıl dönümünde massachusetts tarafından dökülmesi, dikkate deger bir tesadüf."

    "washington'dayız. ne şehir ama. çamur, domuzlar, zenciler, saraylar, barakalar, her yerdeler. beyaz saray'dan geçerken, ilk kez abraham lincoln'ü gördüm. iyi ve dürüst bir adama benziyor. şuna inanıyorum, tanrı'nın yardımıyla, ülkemizi güvenli bir şekilde bu tehlikeden kurtarabilir."
    -elisha hunt rhodes

    rhode islandlılar, yataklarını patent ofisine kurdular. new yorklular meclis odasındaki halı zeminde uyuyorlardı. massachusettsliler kubbeli binada kamp kurdular ve etlerini bodrumdaki fırınlarda pişirdiler. üst tarafta, kubbe tamamlanmamış şekilde duruyordu. savaşa rağmen, lincoln çalışmaların devam etmesinde ısrar etti: "bana göre bu, birlik'in devamının bir işareti."

    "sabah ilk iş eğitim. sonra eğitim, yine eğitim. eğitim, biraz daha eğitim. son olarak eğitim. eğitimlerin arasında eğitim yapıyoruz ve bazen yemek yiyoruz ya da içtima alıyoruz."

    "baltimore'un banliyöleri. sevgili william, artık günde 20-25 mil yürüyebiliyorum. çok az peksimet, az pişmiş kokuşmuş etle, kızarmış kulaklarla ve soğuk suyla yaşayabiliyorum. yağmur ve ağır çiy altında üzerimde asker ceketi ile uyuyabiliyor ve tüm bunlardan zevk alıyorum."
    -edward hastings ripley

    mayıs ayında, birlik orduları potomac'i meşaleler ile geçti ve arlington tepelerini aldı. robert e. lee'nin evi savaşın geri kalanında birlik ordusu tarafından işgal edildi. haziran'ın sonlarında, birlik ordusunun komutanı, yeni general irvin mcdowell, konfederasyona virginia'da saldırma planlarını hazırladı ama henüz savaşmak istemiyordu. "bu bir ordu değil" diye başkanı uyardı. lincoln: "sen hamsın, bu doğru ama onlar da ham. hepiniz henüz hamsınız."

    kongrenin rızası alınmadan savaşmak, kuzey telgraf ofislerini alıkoymak, habeas corpus'u dondurmak ve anayasası korumak için lincoln üç ay geç kalmıştı. sınır eyaletlerinin ayrılmasını önlemek için, lincoln orduları baltimore'u işgal etmeye gönderdi ve belediye başkanı ile ayrılmacı 19 yöneticiyi mahkeme olmadan hapse attı. baş yargıç roger b. taney, başkanın yetkilerini aştığına karar verdi. lincoln onu görmezden geldi. "habeas corpus altında dürüstten çok hilekar kimseler barınır," dedi ve hatta baş yargıcı tutuklatmayı ciddi bir şekilde düşündü.

    "isyancılara ve hainlere ödeyecekleri bedeli gösterin, bu devleti yıkmaya çalışmanın bedeli, köleliğin yıkılması olmalıdır."
    -frederick douglass

    savaşın başından beri, köleler çiftliklerinden kaçarak birlik sınırlarına gidiyordu ama lincoln'ün politikası açıktı. kaldırmacılardan gelen baskılara rağmen, köleliğe karşı değil, ayrılmaya karşı savaştığını söylüyordu. ve orduya kaçakları sahiplerine götürmelerini emretti.

    ama şimdi, alışılmadık biri insanların fikirlerini değiştirmeye başladı. general benjamin butler, şaşı gözlü ve bir zaman başkanlık seçiminde jefferson davis'i desteklemiş massachusettsli bir politikacıydı. butler, "köleleri geri götürmek sadece düşmana yardım etti" dedi ve suçlu köleleri savaş suçlusu olarak tutmak ve birlik ordusunda işçi yapmak için izin aldı.

    "virginia'dan binbaşı cary, eğer kendimi anayasal yükümlülüklerimden dolayı bağlı hissetmiyorsam, benden suçluları kaçak köle yasasına göre teslim etmemi istedi. buna cevabım, kaçak köle yasasının yabancı bir ülkeyi etkilemediği, ki virginia öyle olduğunu iddia ediyordu, ve bunu kendi durumunun bir talihsizliği olarak görmesi gerektiğini, en azından, söylediğinin not alındığı cevabını verdim."
    -general benjamin butler

    kuzey sınırlarına azar azar gelen köleler artık bir insan seline dönmüştü. özgürlüğünü satın almış olan eski bir köle, bir birlik askerine şöyle dedi, "eğer siz silahlıların geleceğini bilseydim, paramı harcamazdım."

    tüm ülkede savaş başlıyordu. büyük yerleşim yerlerinden virgina ve booneville, missouri'de çarpışma olmamıştı. maryland'dan new mexico bölgesine kadar ise, çarpışmalar sürüyordu. batı virginia, phillipi'de genç bir birlik generali olan george mcclellan, küçük bir konfederasyon birliğine karşı çok fazla yazılan bir zafer elde etti. ama hala büyük bir çarpışma olmamıştı.

    "9 temmuz.
    savaş yazı. umarım ilk ve son olur. tüm olanlardan sonra, savaşın gerçek korkunçluğunu hala yaşamadık."
    -mary chesnut

    "16 temmuz.
    işte şimdi savaşa benzemeye başladı ve sanırım güneyli kardeşlerimize kutsal virginia toprakları üzerinde bir ziyaret yapma şansımız olacak. umarım isyancılara iyi bir darbe indirmekte başarılı oluruz."
    -elisha hunt rhodes

    16 temmuz'da, 37.000 kişilik gönüllü birlik ordusu virginia'ya yürüdü. amaçları manassas'daki tren yolunu kesmek ve son olarak richmond'a varmaktı. washington star: "tepelerdeki manzara muhteşemdi. alay üstüne alay yoldan geliyordu ve köprüyü geçiyordu, silahları güneşte parlıyordu. alaylar birbirlerini karşılarken sevinç naraları art arda geliyordu. savaş şarkıları ve subayların keskin, net emirleri ile bir birlik adamının kulağına hoş gelen bir müzik oluşturuyordu."

    birlik istilasını durdurmak için, 22.000 konfederasyon askeri, general beauregard'ın komutasında richmond'dan kuzeye doğru hareket etti çünkü o kuzeylilerin yaklaştığını önceden biliyordu. washington sosyetesinin önde gelen bir üyesi ve bir konfederasyon casusu olan rose greenhow, onu uyarmıştı. o esnada, beauregard karargahını wilmer mclean'in çiftlik evine kurmuştu. konfederasyon askerleri, bull run çayı'nın bir tarafında kıvrımlı 8 mil uzanan bir hat oluşturdular. washington'a 25 milden az bir mesafedeydiler ve orada beklediler. yüzlerce tatil modundaki washingtonlı, gerçek bir çarpışma görmek için manassas'a geldi. bazıları yanlarında dürbünler, piknik sepetleri ve şampanya getirmişti.

    "sivillerle dolu arabalar gördük, washington'dan gelerek savaşı görmek istiyorlardı. connecticut'tan bir çocuk işte senatörümüz dedi ve bazı adamlarımız diğer kongre üyelerini tanıdı. washington'dan önemli kişilerin isyancıları ezerken bizi izlemelerinin kötü bir fikir olduğunu düşündük."
    -er james tinkham

    21 temmuz sabahında, general mcdowell adamlarını bull run üzerinden gönderdi. konfederasyon hattının sol tarafına çakıldılar, isyancıları bir pozisyondan diğerine sürdüler. sivil izleyiciler şapka ve mendil salladılar. henüz öğlen olmamıştı ve her şey yolunda gidiyordu.

    "sol cephemizden bir ray ile ayrılan bir açıklığa ulaşırken yaylım ateşi ile karşılandık, o kadar yükseğe ateş edilmişti ki, tüm mermiler kafamızın üzerinden geçip gitti. mermilerin vızıltısı üzerine alayın emir beklemeden hemen yere yatması üzerine ilk hissettiğim hayranlıktı."

    "yaylım ateşi açtık ve isyancıların kaçtığını gördük. çocuklar coşkulu bir şekilde 'onları mahvettik. jeff davis'i bir ekşi elma ağacına asacağız. kaçıyorlar. muharebe bitti!' diyorlardı. seyircilerden biri, birlik ordusunun kendini yavaşça dalgalanan bir hareketle yavaşça kaldıran canavara benzediğini söyledi."

    birlik zaferi o kadar kesin görülmüştü ki, muharebe alanının bir kısmı ölülerden bir şeyler toplamak için durdu. ama güney hattının merkezinde bir tepe tutan general thomas jackson'ın emrinde bir tugay vardı. diğer güneyli komutanlar sarsılırken, jackson bir bent gibi sağlam kaldı. kendi korkmuş askerlerini toplamaya çalışan bir konfederasyon subayı, "bakın! işte jackson ve virginialılar taş bir duvar gibiler" diye bağırdı. bu isim ona lakap oldu.

    onda dini fanatiklik ve savaş başarısının ilginç kombinasyonu vardı; savaşı seviyordu. gözleri sürekli parlıyordu. ona "eski mavi ışık" diyorlardı çünkü savaşta gözleri öyle parlardı. kesinlikle korkusuzdu, tehlikeyi asla savaş içerisinde düşünmez ve yapmak istediği şeyi gerçekleştirirdi. dedi ki, "onları kaçırmaya başladığınızda, tam üzerilerinde durursun ve bu yolla küçük bir ordu her zaman büyük olanı yener."

    çok iyi biliyordu ki, zafer saygınlığı büyür ve artardı. bu dönüm noktasıydı. saat 4'te, beauregard karşı saldırı emri verdi. jackson, adamlarına öfke naraları atmalarını emretti. o günkü isyancı naraları 1.000 muharebe alanından duyuldu. konfederasyon destekleri gelmeye başladı. ilk atlılar geldi. daha fazlası trenle geldi, bu savaş için yeni bir şeydi. kuzey ordusu dağıldı. geri çekilme, kısa bir süre sonra kaçışa dönüştü. bu esnada birlik askerleri, kaçan seyirciler arasına karıştılar.

    "onlara tehlike olmadığını, durmalarını söylemeye çalıştık. onlara korkak dedik, tabancalarımızı kaldırdık ve ateş etmekle tehdit ettik, ama hepsi boşa. yolumuzun uzandığı küçük vadi üzerinde cerrahlar tüm sabah boyunca yaralılarla ilgilendi. göğüs hizasında masalar kaldırıldı, bu masaların üzerinde çığlık atan kurbanların ayakları, elleri kesildi. cerrahlar ve yardımcıları bel hizasına kadar soyundular ve kan revan içinde kaldılar. onlar zavallı yaralıları tutarken, diğerleri de kanlı bıçaklar ve testerelerle korkunç bir hızla kesiyorlar ve koparılmış uzuvları keser kesmez uzağa fırlatıyorlardı."
    -yarbay william willis blackford, virginia 1. süvari alayı

    "ne kadar korkunç bir manzaraydı. bir adam silahına sıkıca tutunmuş, ölü olarak yatıyor. kopmuş uzuvlar çok korkunç. çok fazla ağır yaralı vardı, bazıları ayağından vurulmuş, bazılarının kolu kopmuştu. bazıları o kadar kötü yaralanmıştı ki, hemen kanamadan öldüler. bir çok kez biraz içmek için durduk çünkü savaşın korkunçluğunu yeterince görmüştük."
    -teğmen josiah favill

    "silahıma ve mermi kutuma kene gibi yapıştım. bir çok kez çamura oturdum, ilerlemeye kararlıydım ama ölmek ve acımı sonlandırmak da istiyordum fakat bir arkadaş geçiyor ve çaba sarf etmemi sağlıyordu ve bir mil daha sürükleniyordum. gün ışıdığında, washington'ın kulelerini görebiliyorduk, bu hoşgeldin manzarasıydı. alayın bu felaket esnasında kaybı 93 ölü, yaralı ya da kayıptı."

    "sanırım alabama'dan bir meclis üyesi vardı. nereden olduğunu unuttum, savaş olmayacağını söylemişti ve dökülecek tüm kanı bir mendil ile silmeyi teklif etmişti. bu onun tahminiydi. her zaman söylerim, dökülen kanı silmek için ne kadar mendil gerektiğini hesaplayarak bir doktora alabilirsiniz. çok fazla mendil gerekir."

    richmond'daki konfederasyon beyaz sarayında, jefferson davis çok sevinçliydi:
    "sevgili yurttaşlarım,
    küçük ordunuz, silah ihtiyacından dolayı eksik olan, savaş becerilerinden dolayı alay edilen küçük ordunuz, düşmanın büyük ordusu ile karşılaştı, onu her noktada bozguna uğrattı ve şimdi bizim galip ordumuz karşısında şerefsizce kaçıyor. onlara, virginia'nın kutsal topraklarını işgallerinde iyi bir ders verdik."

    "bugün kara pazartesi olarak bilinecek. ayrılıkçılar tarafından düpedüz ve onursuzca yenildik, bozguna uğratıldık."
    -george templeton strong

    london times: "beyaz saray'da yaşayanlar, umutsuzluğa düşmüş lincoln ile birlikte en derin kaygılar içindeler. general beauregard neden washington'a saldırmıyor bilmiyorum, tahmin de edemiyorum."

    günlerce kaçan, cesareti kırılmış birlikler washington'a döndü. bu olay, büyük sıvışma olarak anılacaktı.

    "yaklaşan adamları gördüm, çamur içindeler. yağmurdan ıslanmış düzensiz bir şekilde pennsylvania caddesi üzerinden devlet binasına geliyorlardı. kalabalıktan yoğun bir buhar yükseldi. ölümüne yorulmuş genç bir askere, 'bütün ordu mu yenildi?' diye sordum. "ben bunu bilmiyorum. tek bildiğim şey, ben eve gidiyorum. bana ömür boyu yetecek kadar savaş gördüm."

    kuzey 5.000 kayıp karşısında dehşete kapıldı. artık her iki taraf da bunun 90 günlük bir savaş olmayacağını anlamıştı. iki gün sonra, kurnaz emlak sahtekarları, turist beldesi olarak ikinci bir vurgun yapmak için muharebe alanını satın aldılar.

    "amerikan insanlarının nesi var böyle? dünyanın imrendikleri kendi sosyal ve politik yıkımları ile alay mı ediyorlar? ulusal yapı yanıyor. bir kova su taşıyabilen herkes oraya bekleniyor. hükumet yetkilileri köleleri asker olarak almayı reddetse de, isyancıların aşağılanmasını ve kaybetmesini isteyen her sınıftan vatandaş bunu istiyor. şu an bizi onur, aptal önyargı ve aptallık yönetiyor."
    -frederick douglass

    "birleşik devletleri sarsan mağlubiyetin ve felaketin büyüklüğünü bir türlü aklım almıyor. amerikan birliği o kadar kısa yaşadı ki, kurulduğunu görenler, yıkıldığını da görebilir belki."
    -william russell, london times.

    yenilgi üzerine kuzey hükümeti, göreve general george mcclellan'ı getirir:

    "washington, ağustos.
    savunma için hiç bir hazırlık yok. bir alay bile düzgünce kurulmamış, tek bir cadde veya yol korunmuyor. tam bir kaos! sokaklar, oteller ve barlar sarhoş subaylarla dolu ve adamlar izin verilmeden alaylarından ayrılmış durumda. tam bir tantana."
    -george mcclellan

    bull run'daki felaketten beş gün sonra, artık potomac ordusu olarak anılan ordunun başına yeni bir general atandı. george brinton mccellan, sadece 34 yaşında, tam da kuzeyin aradığı adam gibi görünüyordu. moralsiz başkente, beraberinde emir erinin dediği gibi "tanımlanamaz bir başarı havası" getirmişti. beceriksiz subayları, yetenekliler ile değiştirdi. her hafta gelen 10.000 yeni gönüllüyü yerleştirmesi için, günde sekiz saat eğitmesi için, moral arttırmak için ve anlatım yapmaları için kamplar oluşturdu.

    "tüm dikkatler, sakin bakışları, tatmin edici havası, dev bir ekiple birlikte hareket ederek kılıç sesleri ile ve seyircilerin alkışları ile ilerleyen genç generalin üzerindeydi."
    -regis de trobiand

    "kendime burada yeni ve garip bir pozisyon buldum. başkan, kabine, general scott ve herkes bana saygı gösteriyordu. bir çeşit büyü sayesinde, ülkenin gücü haline geldim. sanki küçük bir başarı kazansam diktatör olurum ya da herhangi başka bir şey. ama böyle bir şey beni asla tatmin etmez. bu nedenle, diktatör olmayacağım."

    gazeteler ona "genç napoleon" diyordu ve o da benzerliği görüyordu. ama 100.000 eğitimsiz gönüllü mcclellan'ın ordusu olmuştu. adamları onu, kendilerinden gurur duyulmasını sağladığı için seviyorlardı. ona "little mac" diyorlardı. onun özelliği orduları savaşa hazırlamaktı ve orduyu muhteşem şekilde eğitti. potomac ordusu sonraki yıllarda her ne yaptıysa, büyük ihtimalle bu mcclellan'ın onlara ilk yılda verdiği eğitim sayesindeydi.

    lincoln ile mcclellan ve ekibi, konfederasyon üzerine üç cepheden bir saldırı planladılar. bir ordu richmond'ı almak için virginia'ya gidecek; diğeri kentucky ve tenessee'yi kontrol altına alacak ve konfederasyon'un kalbine yürüyecek; ve son ordu mississippi, alabama ve georgia'yı işgal edecek. konfederasyon ayrıca denizden sarılacak ve destekleri kesecek.

    savaş 1.000 millik bir cephede sürdürülecekti. o sonbahar, lincoln yaşlanan winfield scott'ın yerine mcclellan'ı başkomutan yaptı. "bütün planı başarabilirim" dedi mcclellan ama hiç bir şey yapmadı. sonbahar gelince, muhteşem bir ordu yaratmış olmanın yanında, george mcclellan'ın onu bir yere yönlendirme planı olmadığı açıkça görülmeye başladı.

    "tepenin yamacına yaklaştıkça, kalbim git gide hızlandı, sanki boğazıma kadar gelmişti. o an tekrar illinois'da olmak için her şeyi verebilirdim ama devam ettim. aşağıdaki vadi tamamen göründüğünde, ben durdum. düşman kuvvetleri gitmişti. kalbim devam etti ve aklıma takıldı, acaba benim ondan korktuğum kadar o da benden korkuyor muydu? bu soruyu daha önce hiç düşünmemiştim ama sonrasında aklımdan hiç çıkarmadım."
    -general ulysses s. grant

    eylül ayında ulysses s. grant, paducah, kentucky'yi ele geçirdi. tennessee'nin ağzında stratejik bir şehirdi. ama iki ay sonra, disiplinsiz askerleri karşı saldırıya hazırlanmak yerine ele geçirilen bir isyancı kampını yağmalarken neredeyse yok edildiler. grant masa başı göreve alındı.

    kasım'da william tecumseh sherman, isyancıları batıda bastırabilmek için 200.000 adam gerektiği konusunda ısrar ederken, kentucky birlik komutanı olarak duyuruldu. kimse ona inanmadı. melankoliye kapıldı, endişe ve öfke içindeydi. mcclellan şöyle dedi, "sherman aklını kaçırmış." aralık ayında sherman'ı, evinde karısının bakımında intiharı düşünürken buldular.

    kimse uzun süreceğini düşünmedi. her iki taraftan da hiç kimse, harbin bu denli uzun süreceğini düşünmedi. süreceğini söyleyen birkaç kişi, tecumseh sherman mesela, aslında kayıp tahminlerini kendileri daha az sayıda yaptıkları için onu deli olarak görüyorlardı.

    kasım ayında, bir birlik savaş gemisi, bir ingiliz buharlısını silah doğrultarak uluslararası sularda durdurdu ve gemide bulunan iki konfederasyon diplomatını tutukladı. britanya başbakanı lord palmerston*, çok öfkelendi, hemen serbest bırakılmalarını talep etti ve kanada'ya 11.000 asker yolladı. lincoln, "aynı anda sadece tek savaş" dedi ve sessizce konfederasyoncuları bıraktı.

    aralık'ta, her iki taraftaki iyimserler hayal kırıklığına uğradı. konfederasyon yıkılma belirtisi göstermedi. kuzeydekiler de ulusu zorla bir araya getirme çabalarından vazgeçmedi.

    yılın sonuna gelindiğinde, birlik ordusunda 700.000 asker vardı. konfederasyon ordusunun sayısı ise kimse tarafından tam olarak bilinmiyordu.

    "31 aralık.
    zavallı ve eski 1861 yılı bitiyor. sorun ve felaket dolu kasvetli bir yıl oldu. gitmesinden memnun olmalıyım. sanırım 1862 daha iyi geçecek."
    -george templeton strong

    bull run muharebesinden bir hafta önce, 2. rhode island gönüllüler alayı'ndan binbaşı sullivan ballou, smithfield'daki evinde olan karısına bir mektup yazmıştı:

    "14 temmuz 1861, washington d.c.
    sevgili sarah,
    görünen o ki, bir iki gün içinde, belki de yarın, harekete geçeceğiz ve sana tekrar yazamayabilirim. sana, ben artık buralarda olmayacakken gözlerine dokunsun diye bir iki satır yazmak istedim. baş koyduğum yolda güvensiz ya da şüpheli hissetmiyorum ve cesaretim hala yerinde. amerikan medeniyetinin şimdi nasıl da hükumetin galibiyetine bağlı olduğunun farkındayım ve devrim yolunda kan ve eziyet içinde bizden önce gidenlere ne kadar borçlu olduğumuzun farkındayım. ve kesinlikle istiyorum ki, hayattayken tüm zevklerini bir kenara bırakayım ve bu devlete borcumu ödeyeyim.

    sarah, sana olan aşkım ölümsüzdür. bu aşk, beni bir şekilde sadece ilahi bir gücün koparabileceği bir şekilde bağlıyor ama ülkeme olan sevgim de üzerime bir rüzgar gibi esiyor ve beni dayanılmaz bir şekilde zincirlerle savaş alanına bağlıyor. seninle yaşadığımız tüm o müthiş anlar etrafımda toplanıyor ve en çok sana ve tanrı'ya şükrediyorum ki, uzun bir süre hayatımı keyifle yaşadım. onlardan ayrılmak benim için çok zor ve gelecek yılların umutlarını yakmak da öyle.

    tanrı isterse, daha birlikte yaşar, birbirimizi severiz ve oğullarımızın etrafımızda birer erkek oluşunu görürüz.

    eğer geri dönmezsem, sevgili sarah'm, seni ne kadar sevdiğimi asla unutma, savaşta son nefesimi verirken senin adını fısıldayacağımı da. hatalarımı affet ve sana yaşattığım birçok acıyı da. bazen ne kadar da düşüncesiz ve aptalca davranmışım.

    ama sarah, eğer ölüler tekrar bu dünyaya gelebilirse ve sevdiklerinin etrafında gezebilirse, her zaman seninle olacağım, en parlak günde de, en karanlık günde de.
    her zaman.
    her zaman...

    ve yumuşak bir esinti yanağına dokununca, o benim nefesim olsun. tapınağındaki serin hava, benim ruhum olsun.

    sarah, yasımı tutma. gittim ve geri geleceğim diye düşün.
    senle ben,
    tekrar buluşacağız."

    binbaşı ballou, birinci bull run muharebesi'den bir hafta sonra öldürüldü.

    bölüm 3: 1862 dönemi
    washington'da bulunan willard otel'de, şair julia ward howe çarpıcı bir rüyadan uyandı.o gün, bir new england alayının geçit töreninde şarkı söylediğini duymuş ve kafasında çalan "john brown's body" şarkısı ile uyuyakalmıştı. şimdi kalkmış ve karanlıkta küçücük kalmış bir kalemle bir şeyler karalıyordu. şiirini, atlantic monthly dergisine dört dolara satmıştı.

    "gözlerim zaferi gördü,
    tanrıdan gelen zaferi.
    eskiyi ezip geçiyor.
    gazap üzümlerinin olduğu yeri,
    o korkunç çevik kılıcının
    can alıcı yıldırımını saldı,
    doğruca ilerliyor."

    1862'de rusya, köleleri özgürleştirdi. fransa'da victor hugo sefiller'i yayımladı ve jean bernard leon foucault, ışığın hızını ölçtü. amerika'da ise, birleşik devletler savaş masraflarını ödemek için ilk ulusal gelir vergisini yürürlüğe koydu. mitralyöz icat edildi ve savaşın durumu değişmeye başladı. bull run ve wilson's creek'te yaşanan şok edici kayıplar, her çatışmada daha da artmaya devam etti. şimdi akıllarda yeni sorular vardı. kuzey, yetersizlik ve düşük moral nedeniyle mi güçsüz düşmüştü? ingiltere, pamuğun ve güney'in yanında mı olacaktı? mississippi'yi kim kontrol edecekti?

    artık iki ülkeye bölünmüş ülke, bir yıl boyunca parçalandı. charleston limanı'ndaki insan yapımı bir adada kan dökmeden yapılan bir düellodan çıkan savaş, manassas, virginia'dan shanghai, missouri ve ötesine, 1.000 mil'lik bir alana yayıldı.

    1862 yılının başlarında, bir milyondan fazla insan savaş için bir araya gelmişti. tennessee için verilen sert bir mücadelede, cumberland'deki clarksville halkı kendilerini evlerine hapsolmuş buldular. tüm çarpışmalardan uzakta, kuzeydeki deer isle, maine halkı, içlerinden çoğu kişinin hiç duymadığı yerlerden gelen üzücü haberlerle sarsıldı. muharebenin sonunda, virginia'daki küçük winchester kasabası tam 72 kez el değiştirmişti.

    konfederasyon eri olan sam watkins, nisan ayında tennessee kıyılarında ilk büyük çatışmasını yaşayacaktı. providence, rhode island'dan katip elisha hunt rhodes, 20. yaş gününü bir birlik kampında kutlayacaktı. askerlerinin idolü olan birlik generali george mcclellan, güçlü bir ordu kuracak ve bu orduyu robert e. lee'nin kendisini beklediği richmond'ın güneyine gönderecekti. lincoln, meclise şöyle demişti: "bugün verdiğimiz mücadele, sadece bugün için değil, aynı zamanda uzak bir gelecek için."

    ikinci yılında savaş, artık özgürlüğün geleceği için verilen bir mücadele haline geliyordu. bu gerçekten bir dönüm noktasıydı, savaşın başlangıcı ve bitişi arasındaki kocaman bir uçurum. ülke, korkunç bir trajedi ile karşı karşıya geldi ve amerikalı aileler de bir ailenin korkunç bir trajedi karşısında vereceği tepkileri verdiler. iç savaş çatışmalarında verilen kayıplar, şu anda hayal edilebilenin çok daha ötesindedir. bugün bir savaşta yüzde 10'luk bir kayıp olsa, herkes buna katliam gözüyle bakar. oysa iç savaşta arka arkaya yapılan muharebelerde yüzde 30 kayıp vermişlerdi.

    "bu öğleden sonra, generali ofiste yalnız gördüm. yanına gittim ve dedim ki, 'generalim, eve gitmek istiyorum.' 'ne için eve gitmek istiyorsun?' diye cevap verdi. aklıma bir bahane gelmediği için 'annemi görmek istiyorum.' deyiverdim. 'hasta mı?' diye sordu. 'hayır, umarım değildir.' dedim. sonra bana evden ne kadar zamandır ayrı olduğumu ve daha önce hiç bu kadar uzun süre uzak kalıp kalmadığımı sordu. ben de ona yedi aydır askerlik yaptığımı ve daha önce evden hiç uzak kalmadığımı söyledim. 'pekala' dedi general, 'sen iyi bir çocuksun, sana on gün izin veriyorum.'"
    -elisha hunt rhodes

    "her zaman erlere ateş ederdim. ateş edip öldüren onlardı, ben de eğer bir eri öldürebilirsem veya yaralayabilirsem, şansımın çok daha yüksek olacağını düşünürdüm. subayları hep zararsız kişiler olarak görürdüm."
    -sam watkins

    sam watkins'in mensubu olduğu h bölüğü'nün komutanı, yüzbaşı william r. johnston'dı. ona en yakın amir, 1. tennessee piyade alayı'ndan albay george earl maney'di. konfederasyon emir komuta zinciri, 2. tugay komutanı william h. stephens'dan, general leonidas polk'un 1. kolordusu'nun 2. tümeni'nin komutanı olan general benjamin cheatham'a çıkıyordu. sonra da mississippi ordusu'nun komutanı general albert sidney johnston'a, bundan sonra da savaş bakanı george w. randolph'a çıkıyor, en son amerika konfedere devletleri'nin başkanı jefferson davis'e ulaşıyordu.

    bir birlik askeri için, emir komuta zinciri başkan lincoln'den başlıyordu. savaş bakanı simon cameron ve potomac ordusu'nun komutanı general mcclellan'dan 4. birlik kolordusu'nun komutanı general erasmus keyes'e iniyordu. tugay komutanı general darius n. couch'tan 2. rhode island gönüllüler alayı komutanı albay frank wheaton'a inip, son olarak er elisha hunt rhodes ile bitiyordu.

    "31 ocak 1862.
    her yer çamur. ofisim ve meclis binası arasındaki pennsylvania caddesi'nde ilerlemek için vapur hattı işletmeye başlamayı düşünüyorum. ordunun hareket etmesi için çamur hiç kurumayacak mı? bütün iğrenç yerler arasında washington başta gelir. kalabalık, sıcak, kötü bir yaşama alanı, kötü yiyecekler, kötü kokular, sivrisinekler ve orada bulunduğum süre içinde her şeyden fazla olan böcek istilası. şeytanın saltanatı kesin burada, willard's otel de onun tapınağı."
    -george templeton strong

    lincoln'ün başkanlığı süresince, ki bu çoğu başkan için geçerlidir, iş arayanlar onu adeta deliye döndürdü. özellikle de seçim kampanya yöneticileri, iş isteyen çok sayıda insana iş vaat ettikten sonra. bir gün bir adam onu görmüş, çok endişeli görünüyormuş. adam "sorun nedir, başkanım?" diye sormuş. lincoln de, "iş arayan çok fazla insan var" demiş.

    abraham lincoln'ün sorunları, yalnız isyancılarla savaşmak ile sınırlı değildi. başkanın yönetilmesi zor kabinesinde eski muhafazakar liberal parti üyeleri, özgür eyalet liberal parti üyeleri ve birlik demokratları vardı. dört tanesi, cumhuriyetçi parti başkanlık adaylığında ona rakipti. neredeyse hepsi, koltuktaki başkandan daha iyi olacaklarına emindi. dışişleri bakanı william h. seward, lincoln'ün yerine geçmeyi umuyordu. hazine bakanı salmon p. chase de seward'un yerine geçmek istiyordu. mary todd lincoln, kocasına her ikisinden de kurtulmasını söyledi. ama lincoln, savaş bakanı simon p. cameron'ı görevden aldı. lincoln bu pensilvanya yöneticisinin tam bir ahlaksız olduğunu söyleyerek, "çalmayacağı tek şey kızgın bir sobadır" dedi. ohio'dan güçlü ve zalim bir savaş demokratı olan, lincoln'ün "üzücü aptallığı" olduğuna inandığı şeyden endişe duyan edwin m. stanton, yeni savaş bakanı oldu. kabine, bir konuda hemfikirdi: general george mcclellan, konfederasyon'a karşı yeterince hızlı hamle yapmıyordu. "ordu," dedi savaş bakanı stanton, "ya savaşmak ya kaçmak zorunda. potomac'te şampanya ve istiridye yasaklanmalı."

    "sevgili ellen, bu zavallı siyasetçilerden ne kadar tiksindiğimi sana kelimelerle anlatamam. en aşağılık insanlar bunlar. seward, her şeye maydanoz olan, işgüzar, beceriksiz bir köpek yavrusu. başkan, iyi niyetli bir şebekten fazlası değil."
    -george mcclellan

    başkan, askeri kitapları inceledi, subaylardan tavsiye istedi ve sinirli bir şekilde, "general mcclellan orduyu kullanmak istemiyorsa, bir süreliğine ödünç almak istiyorum" dedi. en sonunda, mcclellan'ın manassas kavşağı'na ilerlemesini ve sonra richmond'ı almak için karadan devam etmesini emretti. ama mcclellan bunu yapamazdı çünkü ateşlenip yatağa düşmüştü. mcclellan, çok büyük olduğuna inandığı kuzey virginia'da konuşlanmış konfederasyon ordusu ile savaşmak istemiyordu. bunun yerine orduyu, james ve york nehirlerinin arasındaki arazinin en ucuna doğru, monroe kalesi'ne götürmeyi önerdi. sonra yarımadaya gidip konfederasyon başkentini ele geçirecekti.

    her hamleyi sabırsızlıkla bekleyen lincoln bunu kabul etti. mcclellan mart'ın ortasında harekete geçecekti. kuzey ordusu'nun bull run'dan sonra washington'a çekilmesinin ardından sekiz ay geçmişti.

    "9 şubat 1862.
    sayın başkan,
    general mcclellan, hükümetinizi ve ülkenizi adeta berbat etti. o işe yaramaz biri. 1864'te başkanlığı düşünüyor. onu rahatsız eden de bu. buna inanın."
    -joseph medill

    "ne yapmalıyım? insanlar sabırsızlanıyor. chase'in hiç parası yok ve bana artık zam yapmayacağını söylüyor. ordunun generali mcclellan tifo ateşine yakalandı. başımız büyük dertte. ne yapmalıyım?"

    "sevgili ellen,
    çaydan kısa bir süre sonra gelmiş geçmiş en zeki orijinal gorili bulduğum beyaz saray'a gittim. şu anda işlerin başında olan kişi ne ilginç bir tip."
    -george mcclellan

    başkan lincoln, bütün sıkıntılarının ortasında oğullarından çok memnundu. en büyükleri olan robert uzakta, harvard'daydı. ama 11 yaşındaki willie ve tad dedikleri sekiz yaşındaki thomas, beyaz saray'a rahatça girip çıkıyordu. willie çalışkandı, şiir yazmayı ve tren tarifelerini ezberlemeyi seviyordu. okul arkadaşlarından bir çocuk taburu kurmuştu ve askerleriyle kabine toplantılarını basardı. şubat ayında, doktorun "safra humması" dediği hastalığa yakalandı. anne ve babası ona bakmak için geceler boyu başından ayrılmadı ama 20 şubat'ta willie öldü. mary lincoln üç ay boyunca ağlama krizleri ve gizli depresyon arasında gidip geldi ve cinciler aracılığıyla ölen oğluyla iletişim kurmaya çalıştı. "içimde, kederi en az benim kadar büyük olan bay lincoln'ü avutmam gerektiğine dair bir duygu hissetmeseydim, bir daha asla gülümseyemezdim." lincoln savaş nedeniyle yas tutmaya fırsat bulamamıştı ve kısa süre sonra yine günde 18 saat çalışmaya başladı.

    "gemi, suda güçlükle ilerleyerek gelirken, yarısı suya batmış kocaman bir timsah gibi görünüyordu. baş kısmında doğrudan ileriye bakan demir tokmağı görebiliyordum."

    konfederasyon, savaşı hiç donanması olmadan başlatmıştı ama 1861 yılının sonbaharında konfederasyon mühendisleri demir levhaları buharlı firkateyn merrimack'in gövdesine civalatıyor ve böylece birlik'in sahip olduğu her şeyden daha güçlü bir savaş gemisi yapıyordu.

    canavarın haberi kuzey'e hızla ulaştı. savaş bakanı stanton, geminin potomac nehri'ni geçip beyaz saray'ı bombalamasından korkuyordu. muhtemelen amerika'da merrimack'i durdurabilecek sadece bir kişi vardı ama o da donanmaya kızgındı. isveç doğumlu mucit john ericsson gururlu, mağrur ve asabi biriydi ve yıllar önce hükümet hizmetlerinin ödenmesinde dolandırıldığını hissetmişti. ama deniz kuvvetleri bakanı gideon welles, ona merrimack'i durduracak bir şeyler yapması için yalvarmıştı. bunun üzerine ericsson, sıradışı bir tasarım ortaya attı. merrimack'in on silahına karşı, onun gemisinin sadece iki silahı vardı, ama silahlar döner taret üzerine takılacaklardı ve tamamen demirden yapılmış gemisi sayesinde, ericsson herkese şunu garanti ediyordu: "deniz onun üzerinden geçecek, ama o bir ördek gibi denizde batmayacak."

    profesyonel donanmacılar planı reddetti ama lincoln onları dinlemedi ve tam 100 gün sonra, 30 ocak 1862'de, ericsson'un gemisi manhattan'daki east river'a sürüklendi. gemiye uss monitor adını vermişti ve daha önce onun gibisi olmamıştı. gemi tek başına 47 patentlenebilir icat içeriyordu.

    "önce new york tarafına gittik, sonra da brooklyn'e, kaldırımda yürüyen sarhoş bir adam gibi, nehirde bir ileri bir geri gittik. geminin, dümenin sözünü dinlemeyeceğini anladık."

    denizdeyken, sular içeri akıyordu. havalandırmalar bozuldu. gemi gazla doluydu. mürettebat fenalaşmaya başladı. ama monitor, güneye topallayarak da olsa ilerlemeye devam etti.

    643 kilometre uzakta, virginia açıklarında merrimack bekliyordu. 8 mart cumartesi, hampton roads, virginia'daki birlik donanması için çamaşır günüydü. çamaşırlar, birlik savaş gemilerinin halatlarında kurutuluyordu. o sırada konfedere gemisi merrimack, doğrudan uss cumberland'e yöneldi. cumberland ateş açtı, ama toplar merrimack'e zarar vermeden geçip gidiyordu. konfederasyon gemisi cumberland'e çarptı, sonra çok yakınında durdu, top ağızları neredeyse birbirine değiyordu. cumberland sığ sulara gömüldü. merrimack, uss congress'i ateşe vermeye devam etti, uss minnesota'yı karaya oturttu, sonra gece olduğu için geri çekildi. konfederasyon donanması, bir gün boyunca denize egemen oldu.

    sabah saat 1'de, tahrip edilen minnesota mürettebatı, garip görünüşlü bir geminin karanlıkta onlara yanaştığını gördü.

    "minnesota'nın yakınında bir gemi vardı. öyle ki, denizciler daha önce böylesini görmemişti. kocaman bir tahta suda süzülüyor, ortasından yükselen büyük bir peynir kutusu var. yelken yok, dümen yok, baca yok, silah yok. ne olabilir bu?"

    uss monitor, istediği konuma ulaştı. ertesi sabah, zırhlıların destansı çarpışması başladı. iki gemi birbirine sürekli aynı şeyi yapıyordu, öyle yakınlaşmışlardı ki, beş kere çarpıştılar, içindeki adamlar, dumandan yarı kör bir halde topları doldurdular ve ateşlediler. dört buçuk saat sonra, merrimack geri çekildi. bu onun tek savaşı oldu. iki ay sonra, konfederasyon kuvvetleri norfolk'tan zorla çıkarılınca gemilerini teslim etmek yerine merrimack'i havaya uçurdular. her iki taraf da daha fazla zırhlı araç üreterek işe koyuldu. bu arada avrupa, olanları endişeli bir ilgiyle izliyordu. o pazar sabahı iki gemi birbirine ateş açtığı andan itibaren, dünyadaki geri kalan tüm donanmalar eski moda olmuştu.

    "general grant, sanki boşa kürek çekmeye azmetmiş ve bunu başaracakmış gibi bir ifade takınmıştı."

    1862 yılında, iki büyük güç savaşa girdi. kelimelerle anlatılamaz bir katliam başladı ve mcclellan washington'da tereddüt halindeyken, aylarca süren masa başı görevden sonra muharebe alanına geri dönen grant, abd'nin batısında iki önemli zafer kazandı. karadan ve denizden eş zamanlı saldırılar başlatan grant, önce tennessee nehri'ndeki henry kalesi'ni, sonra cumberland'deki donelson kalesi'ni ele geçirdi. oradan düşman komutanına şöyle bir ültimatom gönderdi: "kayıtsız şartsız ve derhal teslim olmak dışında hiçbir koşulum yok."

    tennessee ve cumberland nehirleri, artık birlik'in eline geçmişti. konfederasyon kentucky'den sürüldü. düzinelerce güney kasabası, birlik askerleri tarafından işgal edilmişti. bir yıldan kısa sürede general grant, katiplikten kahramanlığa yükseldi. haberler onun ateş altında soğukkanlılıkla sigara içtiğini ve hayranlarının ona varillerce sigara gönderdiğini söylüyordu. mutlu bir kuzey halkı, artık onun adının baş harflerinin ne anlama geldiğini bildiklerini düşünüyorlardı. ona unconditional surrender grant* diyorlardı.

    ama grant'in askerleri donelson kalesi'ne yürümeden önce, birlik generali nathan bedford forrest, 1000 askeri ile kaçtı: "buraya teslim olmak için gelmedim" demişti ve karların arasından geçerek askerlerini 120 kilometre uzağa götürdü. grant ve birlik ordusu yine bedford forrest ile karşılaştı.

    donelson kalesi'ndeki konfederasyon bozgunu ardından, yakınlardaki clarksville, tennessee'deki kadınlar akademisi ve stewart koleji hastanelere dönüştürüldü.

    "pazar haberleri elimize ulaştı. insanlar daha önce hiç bu kadar paniğe kapılmamıştı. yaralılar buraya getiriliyordu. vatandaşlar koşuyordu. iki yeni hastane çoktan hastalarla dolup taşmıştı ve zavallı insanlar her yerden sürünerek çıkıyor, yürüyor, at sırtında gidiyor, vagonlara biniyordu."
    -nannie haskins

    birlik ordusu, yaralıların hemen arkasındaydı. hiçbir direnişle karşılaşmamışlardı. kasabanın batısında küçük defiance kalesi'nin üzerinde beyaz bir bayrak sallanıyordu ve belediye başkanı smith, birlik ordusu'nun nashville'e yeniden geri çekildiğini birlik komutanına haber vermeye geldi. çiftçi john barker, günlüğüne ilçede lincoln destekçilerinden başka hiçbir şey kalmadığını yazmıştı.

    4 nisan'da, george mcclellan sonunda richmond için hamle yapmaya başladı, 121.500 asker, 14.592 at ve katır, 1.150 vagon, 44 topçu bataryası, ambulanslar, dubalı köprüler, tonlarca erzak, çadır, telgraf teli. 400 teknenin tüm bunları virginia kıyısındaki monroe kalesi'ne çıkarmaları üç hafta sürdü.

    "bütün bölge kelimenin tam anlamıyla askerle doldu. yeryüzünden geçmiş en iyi ordulardan bir tanesi, şimdi bu uzun durgun alanları ve ormanları uyandırıyor. general mcclellan burada ve bizzat komuta ediyor."
    -rahip a. m. stewart

    "size, çocuklarına bakan bir ebeveyn gibi göz kulak oluyorum ve biliyorsunuz ki, generaliniz sizi çok içten seviyor. benim sorumluluğum mümkün olan en az kayıpla başarı sağlamak."
    -general mcclellan

    yorktown'da, 32 kilometreden daha az bir mesafede konfederasyon bekliyordu, sayıca azlardı ama vatanlarını savunmaya ve işgalcileri geri püskürtmeye kararlıydılar. kuzey'de işler yavaş ilerliyordu. kupkuru olduğu söylenen sokaklar bataklığa dönmüştü. birlik subayları, satın alınan haritalara göre davranmaları için zorlanıyordu ve yollarını kaybettiler. en sonunda, 5 nisan'da öncü birlik yorktown'a ulaştı, burada konfederasyon, amerikan bağımsızlık savaşı'nda lord charles cornwalis tarafından karargah olarak kullanılan binayı ele geçirmişti. sadece 11.000 güneyli asker mevzilenmişti. bu sayı, mcclellan'in kuvvetlerinin onda birine bile denk değildi. ama konfederasyon komutanı amatör tiyatroları seven, gösterişli bir virginialı olan john bankhead magruder'di. artık kendini bile aşmıştı. mcclellan'i, küçük kuvvetinin büyük olduğuna inandırarak oyuna getirmek için magruder, aralıklı, geniş alana dağılmış bir topçu ateşi saçmayı sürdürdü ve birlik gözcüleri güçlü bir ordu olduğunu anlayana kadar büyük bir meydandaki alanın bir içinde bir de dışında geçit töreni yaptı.

    onbaşı edmund patterson, 9. alabama alayı: "o sabah uzun liste'den adımız okunuyordu ve günün çoğunu seyahat ederek geçiriyorduk. hattın mümkün olduğunca farklı noktalarında kendimizi düşmana göstermekten başka düşüncemiz yoktu. öyle yorgunum ki..."

    "açıkça görünüyor ki, düşmanımın tüm kuvvetleri ellerimde." mcclellan, lincoln'e bu telgrafı çekmişti.

    "muhtemelen 100.000, hatta daha fazla düşman var." mcclellan takviye çağrısında bulundu.

    konfederasyon başkomutanı general joseph e. johnston şansına inanamıyordu. "mcclellan'dan başka hiç kimse, saldırmak için tereddüt edemezdi" dedi.

    başkan lincoln: "sana bir kez daha söyleyeyim, saldırı yapman kaçınılmaz. sana şu ankinden daha kibar bir şekilde hiç yazmadım veya seninle hiç konuşmadım ve de seni desteklemek için hiç bu kadar istekli olmadım. ama harekete geçmelisin."

    general mcclellan: "başkan bana soğukkanlı bir şekilde telgrafla derhal durman hattına saldırmamın iyi olacağını düşündüğünü söylemişti. çok sinirlendim ve gelip bunu kendisinin yapmasının iyi olacağını söyledim."

    "bizi ayrı tutmak için toprak yığmanın mantığı yoktu. birbirimize bir süre sonra ulaşamazsak, savaş ne zaman bitecek? benim planım, hendek kazmayı bırakıp savaşmaya gitmek olurdu."

    ama mcclellan hendek kazmayı tercih etti. yorktown'ın kuşatılması için hazırlanırken, birlik generali philip kearny, komutanına "virginia yaltakçısı" demeye başlamıştı.

    yarımada seferi sırasında mcclellan, york-james yarımadası'na doğru yola çıktı ve bir dereye geldi. o ve askerleri orada oturmuş, karşıya geçmeleri gerekirse derinliğin ne olacağını düşünüyorlardı. askerleri arasında bir subay olan custer, west point'ten yeni mezun olmuştu. atına binerek, derenin ortasından geçiyordu ve at sırtında arkasını dönerek "mcclellan, işte derinliği bu, general" dedi.

    "onu, yüzlerce kampın gözcü ateşlerinin içinde gördüm. ona bir sunak yaptılar. akşam vakti, çiy ve nem. onun erdemli cümlesini okuyabiliyorum. lambaların sönük ışığında onun günü de geliyor. bir adam ütülenmemiş bir gömleği, çok kısa ve çuval gibi bir pantolonu, iki tarafı da çok uzun bir paltoyu ve yem torbası kadar şekilsiz bir başlığı giyerse, kendini beğenmişliği azalır. sarı tozla veya çamur mozaikleriyle kaplı bu kişilerden birinin fotoğrafı, kuzey'de veya güney'de oğlumuzun gerçek resmi olarak bir şömine rafını süsleyebilir."

    kuzey'de ve güney'de, ortalama bir asker 1,72 metre boyunda ve 65 kilo ağırlığındaydı. savaşta ölme ihtimali 65'te 1, yaralanma ihtimali 10'da 1'di. 13 askerden biri hastalıktan ölüyordu. bir askerin ortalama yaşı 25'ti. askere alınmanın yaş sınırı 18'di, ama askere alma subayları çok titiz değildi. dokuz yaşındaki çocuklar bile askere alınıyordu. birlik ordusu'nda henüz 15 yaşında basmamış olan 100.000'den fazla asker vardı. edward william black askere alındığında 12 yaşında bile değildi. savaş sırasında sol kolundan vurulmuştu, savaşta yaralanan en genç asker olduğu düşünülüyordu.

    "alayımızda neredeyse tüm bilindik zanaatlerden, mesleklerden veya unvanlardan bir kişi vardı; terziler, marangozlar, taşçılar, alçıcılar, kalıpçılar ve cam üfleyiciler, demir tavlayıcılar, haddeciler, makinistler ve mimarlar, matbaacılar, ciltçiler ve yayıncılar, eğlence adamları, politikacılar, tüccarlar, meclis üyeleri, yargıçlar, avukatlar, doktorlar, hatipler. bazı hınzırlar, kataloğu hapishane kuşları, aylaklar, işsizler, ayyaşlar ve kumarbazlar ile tamamlama ayrıcalığı isteyebiliyordu, ama onlardan özür diledik ve talebi reddettik. mümkün olan tüm ev aletleri kamp yerimize getiriliyordu. haftalık bir gazete, fotoğrafla ilgili bir kuruluş, alkol karşıtı bir cemiyet ve hristiyan bir dernek. postanemiz, posta kutumuz, posta müdürümüz ve postacımız var. asker çocuklarımız, aldıklarından çok daha fazla mektup yazıyor. postacının nasıl büyük bir istekle beklendiğini, mektubu alırkenki mutluluğu, postacı başka tarafa yönelince hayal kırıklığı yaşayanların üzüntüsünü ve hatta gözyaşlarını anlamanız çok zor."
    -rahip a. m. stewart.

    askerler için ordu hayatı, şiddetli korku anları ile bölünen can sıkıntısı dönemleri demekti. ayrıca ailenin ve evin uzun süre yokluğunu hissetmeli.

    "temmuz 1862,
    tupelo, mississippi.
    sevgili kız kardeşlerim, sizi biraz görüp sizinle konusabildiğim için dünyadaki en mutlu insan benim, çünkü burada askerlerden başka kimseyi görmüyorum ve onlarla çok da yakın değilim. sanırım dünyada en mutlu olduğum yer evimmiş."
    -benjamin stubbs

    ailelerini kampa getiren subaylar için ise, hayat biraz daha kolaydı.

    "güneybatı'da büyük bir savaş yaşandı, iki gün süren bir çatışmaydı. büyük ordularla yapılan bu savaşın kaderi sürekli değişmişti. tarihin en büyük savaşları arasında bir yeri hak ediyordu."
    -george templeton strong

    muharebe nisan ayının başında olmuştu. ağaçlar tomurcuklanmıştı ve yollar inek yollarına dönmüştü. kuzeyi, güneyi, doğuyu, batıyı kimse ayırt edemiyordu. çoğu daha önce hiç savaş görmemişti, özellikle de güney tarafında. bu nedenle yapılan şey, düzensiz ve öldürücü bir yumruk kavgasıydı. 100.000 asker birbirleriyle çarpışıyordu.

    nisan ayının başında, general mcclellan yorktown'ın önünde oturmaya devam ederken, general ulysses s. grant'in emrindeki 42.000 birlik askeri, pittsburg rıhtımı'nın yakınındaki tennessee nehri'nin batı tarafında kamp kurdu. grant'in tennessee'yi işgal etmesi ülkeyi neredeyse ikiye ayırmıştı ve artık don carlos buell'in ohio'daki ordusunun kendisine katılmasını bekliyordu. sonra, onların birleşen kuvvetleri, missisippi'nin merkezine girdi. ama buell geç kalmıştı, 35 kilometre uzaklıktaki corinth, mississippi'de konfederasyon ordusu'nun batı departmanı komutanı albert sidney johnston beklemek için bir neden görmedi. orduların güçleri hala eşitti ve johnston, saldırarak grant'in işgaline son verebilirdi. 6 nisan sabahı johnston, askerlerine şöyle seslendi: "bu akşam atlarımıza tenessee'de su vereceğiz."

    konfederasyon askerleri, birlik hatlarına doğru sessizce ilerledi.

    "en güzel sabahlardan biriydi. sanki yurdumda, evde bir pazar günü gibiydi. çocuklar kampın çevresine dağılmıştı, denetim için tüfeklerini parlatıyor, ayakkabılarını, ceketlerini ve pantolonlarını fırçalayarak temizliyorlardı."
    -er leander stilwell

    bir birlik bölüğünün başında william tecumseh sherman vardı. geçen yıl onu eve dönmek zorunda bırakan bunalımdan kurtulmuştu. 6. missisippi piyade alayı saldırdığında, onun ohiolu askerleri, shiloh adı verilen ağaçtan yapılmış küçük metodist kilisesine çok da uzak olmayan bir tepeye kamp kurmuşlardı. "kampın içinden geçen gri ve kahverengi giysili adamlar gördüm. başka şeyler de gördüm, daha önce hiç görmediğim şeyler, kırmızı çubukları olan şatafatlı bir şey, bir isyan bayrağı."

    "onların etrafına doluştuk, bir saldırı daha yaptık, hatları sarsıldı ve yıkıldı. sinirli bir şaşkınlıkla geri çekildiler. zafer sarhoşuyduk ve subaylar kimseye söz dinletemiyordu."
    -sam watkins

    çatışmalar, yaklaşık beş kilometrelik bir cephe boyunca uzanıyordu. en kötü mücadele merkezdeydi. isyancılar çok şiddetli saldırıyordu, bir asker onların "delirmiş şeytanlar" gibi saldırdığını söylemişti. generaller işlerini bilmiyordu. askerler işlerini hiç bilmiyordu. akıllarında sadece hırs, ayakta kalmak ve geri çekilmemek vardı. bu kadar kanlı bir savaş olmasına herkes hayret ediyordu."

    bu muharebeyle, "iyi bir güneyli asker, 10 kuzeyli oğlana bedeldir" şeklindeki yanlış güney düşüncesini de düzeltmişti. bunun doğru olmadığını anladılar. bir şeftali bahçesinde, birlik askerleri çiçek açan ağaçların altına serilmiş, isyancılar gelirken ateş ediyordu. sağ kalanların ve ölülerin üzerine yumuşak pembe yapraklar yağıyordu. kuşluk vaktinde binlerce deneyimsiz birlik askeri, yeterince şey yaşamıştı. çoğu, nehre ulaşana kadar koşmaya devam etti, korkudan kayalığın altına sinmiş neredeyse 5.000 asker vardı.

    general johnston, komutan muavini beauregard'a "alanı istila ediyoruz ve bence onları nehrin orada sıkıştırmalıyız" dedi. grant'in sırtı tennessee'ye dayanmıştı, general buell'den iz yoktu ve gidecek başka bir yeri de yoktu. ama genelde illinois ve iowalı çiftçi çocuklardan oluşan, ortada tutulan ince bir birlik hattı, batık bir yolda sürünüyordu. komutanları benjamin prentiss, grant'in "her ne pahasına olursa olsun o pozisyonu koruma" emrinin ölümcül ciddiyetini anlıyordu.

    konfedere kuvvetler, "arı kovanı" olarak bilinen noktaya karşı çok sayıda büyük saldırı başlattı. albert sidney johnston, son saldırıyı bizzat kendisi yönlendirdi. üzerindeki giysiler parçalanmış, botlarından birinin tabanı ikiye ayrılmıştı ve oraya at sırtında gelip "o sırada beni düşüremediler" dedi. bundan kısa bir süre sonra onu atın üzerinde sendelerken gördüler ve acı çektiğini fark ettiler. bir asker "generalim, yaralandınız mı?" dedi. "evet ve ciddi anlamda korkuyorum" dedi. dizinin arkasından, uyluk atardamarından vurulmuştu ve kan kaybından öldü. çizmesinden kan döküldüğünü gördüler. bir sargı beziyle kolayca hayatı kurtarılabilirdi ama cerrahını, bazı kuzeyli tutsaklara göz kulak olması için göndermişti.

    "biraz daha yaklaşınca, askerlerinin general albert sidney'in etrafını sardığını gördük. etrafını saranların arasında bir kargaşa olduğunu fark ettik, ama o sırada ölmüş olduğunu bilmiyorduk. gerçek, askerlerden saklandı."
    -sam watkins

    batı orduları komutanlığı, artık general beauregard'a kalmıştı. albert sidney johnston, shiloh muharebesi zamanındaki çoğu insan tarafından özellikle takip ediliyordu. özellikle shiloh muharebesi'nden önce, kentucky'deki o hattı tuttuğu sırada, güney'in bir numaralı askeriydi. jefferson davis onu böyle görüyordu ve albert sidney johnston'ı kaybedince "en güçlü dayanağımızın yıkıldığını anladım" dedi.

    bu arada, birlik hattının merkezi de sarsılmış ama yıkılmamıştı. konfedere güçler, çok kısa mesafeden 22 baraj ateşi açtılar ve ardından saldırdılar. arı kovanı denen bölge patladı ve parçalanan ağaçlar ile insanlar havaya uçtu. saat 05:30'da prentiss ve bölüğünden 2.200 asker teslim oldu. neredeyse altı saat boyunca güneye ilerlemişlerdi ve hava kararmaya başlamıştı. beauregard, jefferson davis'e büyük zafer kazandığını bildiren bir telgraf gönderdi. dedi ki "general grant'i elime geçirdim ve sabaha kadar işini bitirebilirim."

    her yerde can çekişen yaralılar vardı. hiçbir ordunun alandan yaralıları toplayıp onlarla ilgilenecek bir sistemi yoktu. çok sayıda yaralı yerde yatıyordu ve suyu kızıla boyayan şeftali bahçesinin yanındaki çamurla dolu çukurdan içerek ölüyordu.

    "yaralıların bazıları su rica ediyor, bazıları da birilerinin gelip onlara yardım etmesini istiyordu. bu zavallı insanların su isteyişi hala kulaklarımda. tanrı onları duymuştu ve beklenmedik bir anda yağmur başladı."

    "yağmur başlamıştı ve çakan şimşeklerin ışığında, yaban domuzlarının kaldırılmamış cesetleri yediği görülüyordu."

    grant, karargahtaki yaralı adamlarının çığlıklarını dinlemektense, o geceyi bir ağacın altında geçirmeyi tercih etmişti. general sherman, grant'i orada buldu. "pekala grant, pek çok zorluk yaşadık, değil mi?" "evet" dedi grant, "ama yarın hallederiz."

    "hiçbir destek kuvveti manzarası, o pazar akşamı buell'in öncü birliklerinin pittsburg landing kıyılarına çıkarma yapması kadar güzel olamazdı."

    bütün gece ilerleyen general buell'in ordusu sonunda muharebe meydanına varmıştı. bando dixie'yi çalarken, birlik askerleri karaya ilerledi. gün ağarırken, artık 70.000 kişi olan birlik kuvvetleri, beauregard'ın 30.000 askerini köşeye sıkıştırdı. konfedere kuvvetler geri çekildi, karşı atak yaptılar, sonra yine geri çekildiler ve tamamen geri çekilmeye başladılar.

    birlik, üstünlüğünü korudu. konfederasyonun çekilmesini yöneten nathan bedford forrest'tı. şimdi son süvari saldırısına liderlik ediyor, takipteki kuzey ordusuna paldır küldür saldırıyordu. sonunda, birlik askerlerinin asıl gücünün tam ortasına düştü. forrest, mavi üniforma deniziyle sarılmış bir gri üniformalıydı. ve bağırmaya başladılar. "öldür onu. lanet olası isyancıyı öldür. atının üzerinden indir." bir asker tüfeğini forrest'ın olduğu yöne doğrulttu, tetiği çekti ve forrest, merminin etkisiyle eyerden düştü, eyeri kılıcıyla kesti ve ata tekrar bindi. atı çifteliyor ve dönüyordu. forrest kendine yaklaşan adamı kılıcıyla doğradı, ondan kurtuldu ve kaçmaya başladı, arkasından ateş ediyorlardı. atından aşağı uzandı ve birlik askerlerinden birini aldı, arkasına savurdu, kalkan gibi kullanmak için atının sağrısına attı. sonra menzil dışına çıktı, adamı yere attı ve birliğine katılmak için atını sürdü. bu, shiloh muharebesi'de ateşlenen son mermiydi.

    "arazi ölülerle o kadar doluydu ki, herhangi bir yöne ilerlemek, sadece ölü bedenler üzerinde toprağa hiç dokunmadan yürüyerek mümkün olabilirdi."
    -ulysses s. grant

    "mezarlık hazır olduğunda, cesetleri içine yerleştirdik, en derinlere. bu cesur adamların anısına kalan tek işaret, tahta bir levhaydı. çakımla üzerine '125 asi' yazısını kazımıştım."

    shiloh'ta 2.477 adam öldü. toplam kayıp 23.000 civarıydı. daha önceki amerikan savaşlarında yaşanan amerikalı kayıpların toplamından da fazla. ve bu sadece başlangıçtı. shiloh'taki kayıplar waterloo muharebesi ile aynıydı, ama bunu takip eden 20 waterloo muharebesi daha olacaktı.

    grant, shiloh'tan kısa bir süre önce, "bu savaşı teknik olarak bitmiş sayıyorum. vazgeçmeye hazırlar" demişti. shiloh'tan bir gün sonra ise, "eğer kazanırsak bunun bir fetih savaşı olacağını gördüm" dedi. shiloh bunu yaptı ama ülkeyi, çok kötü bir şey yaptıkları konusunda uyandırdı. ellerinde çok kanlı bir mesele olduğunun farkına vardılar. ve bu şeyin ne olacağına dair büyük bir yeniden değerlendirme istediler. yıllar sonra bir birlik gazisi, pek çok çarpışmada bulunmuş askerlerin en çok bahsettiği şeyi söyledi, "en çok shiloh'daki muharebede korkmuştum." ironiktir ki, shiloh ibranice bir kelimedir ve "barış bölgesi" anlamına gelir.

    u. s. grant ve george mcclellan'ın komuta ettiği ordular, o zamana kadarki tarihin en iyi donanmış ordularıydılar. kuzey'in üretim kapasitesi ve teknik becerisi, artık silahlara odaklanmıştı. iç savaş, tarihteki ilk demir yolu topunu sergileyecekti. ilk kara mayınları ve dürbün nişangahlar, ilk ordu telgrafları. sadece 1862 yılında, askeri silahlar için 240 patent verildi. lincoln bu yeni silahlardan çok etkilenmişti. yeni silahları şahsen denedi ve 10 adet, makineli tüfeğin öncüsü olacak olan, gatling silahını sipariş etti. ama suda yürümek için kano şekilli ayakkabılar üretme planını es geçti ve siam* kralı mongkut'un savaş fili sürüsü teklifini kibarca reddetti.

    iyi olanların yanı sıra, bir sürü çılgın fikirler de vardı. her birinde birer top mermisi olan iki top kullanma planı vardı. bu top mermileri zincirle birbirine bağlıydı. iki topu da aynı anda ateşleyince mermiler toptan çıkacak ve aralarındaki zincir, önüne çıkan her şeyi bir orak gibi biçecekti. sorun ise şuydu; bir top beklendiği gibi diğerinden önce ateşlendi ve sonuç olarak mermi diğer topun etrafına dolandı. tüm savaşın en önemli icadı, yivli misket tüfeği ve bir fransız yeniliği, yüzbaşı claude minie'nin yeni mermisi iki buçuk santimlik kurşundu. mermiler yivli namlunun içine tam oturuyordu ve namludan dönerek çıkıyorlardı. minie mermisi'nin ölümcül etkili menzili 800 metreydi ve 228 metreye kadar isabetliydi, yani diğer tek kişilik silahlardan beş kat daha fazla. süngü hücumu çağı birçok kişiye göre sona ermişti ama çoğu subay savaş başladığında henüz bunu bilmiyordu ve bazıları savaş bittikten sonra bile öğrenememişti.

    bunlar acımasız şeylerdi. bu kadar çok kayıp verilmesinin sebebi çok basit: silahlar, taktiklerin çok ilerisindeydi. tüfeğin kendisi, 53 kalibrelik yumuşak mermiyi düşük hızda atıyordu ve çarptığında, uzuvların bu kadar çok kesilmesinin sebebiydi. dirsekten vurulsanız, kemiği delip geçmezdi. modern çelik kaplama mermiler ise delip geçer. dirsekten bileğe kadar kemiğiniz kalmazdı ve kolu kesmekten başka seçenekleri olmazdı. muharebe alanındaki ölülerin fotoğraflarına bakınca, kıyafetleri dağınık olurdu, sanki birileri vücutlarını oymuş gibi. kıyafetlerini yırtanlar askerlerin ta kendileriydi, yarayan yerini görmek için. ve karından vurulmuşlarsa öleceklerini net olarak biliyorlardı.

    "25 nisan 1862,
    pittsburg landing, tennessee.
    sevgili julia,
    artık patron ben değilim. general halleck burada ve bundan çok memnunum. umarım gelecekte, gazeteler beni rahat bırakır. gazeteler, bu isyanı bastırmak ve bir kez daha eve dönüp sakin ve samimi şekilde ailemle yaşamaktan başka bir amacım olmadığını anlayabilselerdi, hakkımda daha az yalan yazarlardı."
    -ulysses s. grant

    ulysses s. grant'in shiloh'taki birlik zaferi için ödülü, saha komutanlığından alınmaktı. grant'in üstü general henry wager halleck'ti, grant'in başarısını kıskanan hesapçı bir yönetici. en büyük rakibinden kurtulmak için can atan bir adam. donelson kalesi muharebesi sonrası grant'in alkolik olduğu söylentisini yaymıştı. shiloh'taki korkutucu kayıplardan sonra, grant'i yeniden atadı. grant, istifa etmeye karar verdi ama arkadaşı william tecumseh sherman yapmaması için onu ikna etti. "evde bir hafta sessizce oturamazsın sen, özellikle ordular hareket halindeyken."

    grant ve sherman ohio'lu çocuklardı, purosever harp akademililerdi. gösterişi ve politikayı küçümserlerdi ve fakir bir sivil hayatları olmuştu. grant, sherman'ın kıvrak zekasını seviyordu, sevk edildiği zaman tüm emirleri yerine getirmesine minnettardı. sherman da arkadaşının soğukkanlılığını takdir ediyordu, krizin ortasında sakin kalabilmesini. ve grant'in başarıya olan basit inancı" dediği şeyi seviyordu. birbirlerine güveniyorlardı.

    "grant'ten çok daha zekiyim. organizasyon, destek ve yönetim konusunda daha çok şey biliyorum. hatta yaptığı her şeyden daha fazla. size, beni ve dünyayı yendiği noktayı söyleyeyim. düşmanın görünürde değilken ne yaptığı hiç umurunda değil ama bu beni deli gibi korkutuyor."
    -william tecumseh sherman

    "şu anda kölelerin özgürlüğünü hükümetin zaferinden ayırmaya yönelik her girişim, beyazların güvenliğini sağlayıp siyahları zincirlerle bırakacak her teşebbüs, emeklerin boşa gitmesi demektir. amerikan halkı ve washington hükümeti bunu bir süre için görmezden gelebilir ama olayların acımasız mantığı, onları şu anda gerçekleşen savaşın kölelik için ve ona karşı olduğunu sonunda anlamaya zorlayacaktır."
    -frederick douglass

    mektuplarla ve diyaloglarla, frederick douglass aylar boyunca yorulmaksızın, washington hükümeti'nde lincoln'ün köleleri bir an önce salıvermesi için lobi yaptı. ama başkan hala savaşın birlik için yapıldığında ısrar ediyordu. douglass'tan ve tartışmadan alenen kaçıyordu.

    "güneyli arkadaşımız bize kuzey'in zenciler için savaştığını söylüyor. birlik'teki dostum ise zencilerin özgürlüğü için değil, birlik için savaştıklarını söylüyor. çok güzel. bırakın beyazlar istedikleri şey için savaşsın, biz zenciler de istediğimiz şey için savaşalım. öncelik özgürlük olmalı, daha azı değil. birlik umurumuzda değil. 250 yıldan fazladır köleydik."
    -frederick douglass

    "ohio'yu, mississippi ve missouri nehirlerini kim kontrol ederse, tüm kıtaya hakim olacaktır."
    -william tecumseh sherman

    batıda, birlik'in sulardaki stratejisi çok basitti: mississippi'nin kontrolünü ele geçir ve konfederasyonu ikiye böl. 7 nisan'da birlik gemileri ve 2.000 asker, new madrid, missouri'de bulunan 10 numaralı adadaki konfederasyon kalesini aldı. artık nehir güneyde memphis'e kadar açıktı. iki ay sonra memphis düştü. 24 nisan gecesi, 60 yaşındaki donanma subayı david g. farragut, new orleans'ı ele geçirme niyetiyle mississippi'nin kuzeyine ilerlemeye başladı. ama önce şehrin 112 kilometre güneyindeki jackson ve st. philips kalelerindeki ağır silahları halletmesi gerekiyordu. ay yükseldiğinde konfederasyon güçleri ateş açtı ve alevler içindeki botları, birlik donanmasına gönderdi. öndeki gemi 42 defa vuruldu. farragut'un kendi sancak gemisi yakıldı. ama zor da olsa, tüm donanma kaleleri geçmeyi başardı. new orleans ertesi gün teslim oldu. farragut şehrin her yanına amerikan bayrağı astı.

    "new orleans düştü. ve onunla beraber konfederasyon da. ikiye bölünmedik mi? kaybedersek mississippi bizi mahveder."
    -mary chesnut

    "ingiltere ve fransa işe karışmayıp savaşı durdurmazsa, işin nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum. konfederasyon, bağımsızlığı savaşarak kazanabilir mi, bilmiyorum. bu tarafta konfederasyon'a çok az şey kaldığı için korkarım vazgeçmek zorunda kalacak."
    -james jackson

    takip eden aylarda farragut'un donanması kuzeye, baton rouge natchez'a kadar güney mississippi'yi kontrol altına aldı. ama kuzey tüm nehri ele geçirememişti. vicksburg'daki konfederasyon kalesi hala yerinde duruyordu.

    "cumhuriyetler herkesin dilinde, herkesin ağzında dolaşıyor. oysa kutsal olan bir şey yok. hepsi de boşboğazlık. cumhuriyetler savaşa devam edemez. yaşasın güçlü tek kişilik hükümet."
    -mary chesnut

    richmond'daki güney'in beyaz sarayında, jefferson davis savaşı rayında tutmak için uğraşıyordu. güney endüstrisi, ihtiyaçlar yüzünden büyümüştü ve konfedere hükümet, sorumluluğun dağıtılması ilkesiyle kurulmuştu. ama şimdi, richmond'daki büyük tredegar demir fabrikası'nda top dökülmesinden, salonlarında üniforma için kumaş yapan kadınların günlük üretimlerine kadar her şeyi kontrol ediyordu.

    charleston'da mary chesnut, stonewall jackson'ın tüm tugayı için kendi elleriyle çorap ördü. kadınlar hasırdan botlar diktiler ve barut için nitrat damıtmak amacıyla idrarlarını biriktirdiler. güneyli çiftçilerin neredeyse tümü afyon için haşhaş ektiler, mısır ve bezelye yetiştirdiler ve kahve ürettiler. dikenlerden deri altı şırınga yaptılar. ispanyol yosunundan ip yaptılar.

    ama bütün bu çabaya rağmen konfederasyon ordusu küçülüyordu. en yakın gönüllü alımı ancak bahar mevsiminde olacaktı. çoğu asker de eve dönmeyi planlıyordu. nisan ayında konfederasyon meclisi, jefferson davis'in ısrarıyla iki yasa geçirdi. ilki silah altındakilerin askerlik süresini uzattı; diğeri de 18-35 yaş arasındaki tüm sağlıklı beyaz erkeklerin üç yıl süreyle askerlik yapmasını zorunlu kıldı. bu, amerikan tarihinin ilk ulusal askerlik çağrısıydı.

    "zorunlu hizmet yasası, tek seferde ülkenin bağımsızlığına darbe vuruyor, vatandaşların anayasal hakları ile özgürlüğünü ezip geçiyor ve başkan'a imparatorluk yetkileri veriyordu."
    -georgia valisi joseph emerson brown

    "hanımefendi davis çok üzülüyor. başkanı hedef alan eleştirileri ve şikayetleri duymaya başladı. özgür bir ülkede muhalefet olmak elbette zaruridir ama bu durum çok rahatsız edici."
    -mary chesnut

    özellikle askerdekiler bu durumdan rahatsızdı çünkü 20'den fazla kölesi olanlar askerlikten muaf tutulacaktı.

    "20 zencisi olan her adamın eve dönmesini sağlayan bir yasa düzenlendi. bizi çok üzdü. 20 zenci istiyorduk. 'zenginin savaşı, fakirin kavgası' diye sesler yükseliyordu. o andan savaşın sonuna kadar, asker sadece bir makine, zorunlu işçiydi. bütün o gurur ve cesaretimiz gitmişti. savaştan bıkmıştık ve güney konfederasyonunu lanetliyorduk."
    -sam watkins

    yeni askere alım için uygun olan güneylilerin neredeyse yarısı, kayıt olmaya gitmedi.

    "21 nisan.
    buraya geleli 16 gün oldu. büyük ordumuzun ilerleyişi yine durdu. kamp kurduğumuz kuru çam yapraklarının altında, güneyli büyük bir tahtakurusu ordusu ortaya çıktı. pek az kişi, bu vahşi kan emicilerden her sabah yarım düzinesinin etini kemirmediğini gördüğünde seviniyordu."
    -yüzbaşı a. m. stewart

    konfederasyon hatlarından açılan topçu ateşi günde 10-12'den fazla değildi ve çok az öneme sahipti. bu atışların bir kısmı general fitz john'un karargahından yükselen devasa balonu hedef alıyordu. yerden 30 metre kadar yükselince ip koptu ve general, richmond'a doğru yola çıktı. balonuyla, potomac ordusu'ndan çok daha hızlı bir şekilde hareket ediyordu. valf ipini çekecek kadar sakindi ve kamptan dört kilometre kadar uzakta yavaşça alçaldı.

    yarımada'da, general george mcclellan'ın dev ordusu, yorktown'daki küçük bir asi birliğinin önünde bir aydır duruyordu. her üç günün ikisi yağmurlu geçiyordu. yüzlerce insan hastalığa yakalandı.

    "ülkenin kaderi bana bağlıymış gibi hissediyorum. buna rağmen hükümette koltuğu olan tek bir arkadaşım bile yok."
    -george mcclellan

    mcclellan, 3 mayıs itibarıyla yorktown'a 90 adet top taşımıştı. bazıları o kadar büyüktü ki, aceleyle inşa edilmiş "cor-du-roi" denen tahta yollardan çekmek için 100 kadar at gerekiyordu. mcclellan sonunda harekete geçmeye karar verdi ve 5 mayıs için dikkatle devasa bir bombardıman planladı. ama 3 mayıs gecesi, general magruder'in konfederasyon bataryaları, birden atışlarını yoğunlaştırdı. mcclellan bir saldırı için hazırlandı ama ertesi sabah konfederasyon askerleri yok olmuştu. askerlerinin terk edilmiş güneyli kamplarına yaklaştığına inanmadı. magruder askerlerini topladı ve oradan gitti. ama mcclellan bunu birlik zaferi olarak ilan etti.

    "başarı muhteşem ve bunun etkilerinin en yüksek önemde olacağından emin olabilirsiniz. asileri takip etmekte hiçbir gecikme olmayacak."

    birlik askerleri, isyancı ordusunu richmond'a kadar dikkatle takip etti.

    "20 mayıs.
    richmond 14 kilometre uzakta. zenciler bizi gördükleri için mutlular ama beyazlar bize öldürecekmiş gibi bakıyorlar."
    -elisha hunt rhodes

    mcclellan'ın cephesinden, richmond'da çalan çanları duymak mümkündü. o kadar yakındı. endişeli jefferson davis ise, richmond kuşatması için hazırlanıyordu. her geçen gün, kendisine yakın olan askeri danışmanı robert e. lee'nin tavsiyelerine daha çok uyuyordu. başkan davis general lee'ye, richmond düşünce güney'in bir sonraki savunma hattının nerede çizilmesi gerektiğini sorduğunda, lee, "richmond düşmemeli. vazgeçmeyeceğim" dedi.

    bütün avantaj elinde olmasına rağmen, george mcclellan saldırmayı reddetti. ordusu, isyancılardan sayıca üstün olsa da, tam tersinin doğru olduğuna inanmaya devam etti. bir gözlemci, mcclellan'ın "halüsinasyonları gerçek kılma" yeteneği olduğunu belirtmişti. 40 bin adam daha istedi.

    "bir milyon adamı olsa da, düşmanın iki milyon adamı olduğuna yemin ederdi ve sonra çamurda oturup 3 milyon istiyorum diye bağırırdı."
    -edwin mcmasters stanton

    yılın yarısı geçtikten sonra birlik'in büyük stratejisi durma noktasına geldi. u. s. grant tarafından başlatılan batı seferi, mississippi'nin kuzeyinde durma noktasındaydı. mcclellan'ın kudretli birlikleri richmond önlerinde felç olmuştu. daha kötüsü de yoldaydı: virginia'da yakında başlayacak olan ve tüm yıl boyunca sürüp batı maryland'de zirveye çıkacak antietam muharebesi denilen büyük katliam.

    "bastırılamaz bir çatışmadan konuştuk ve sözlerimizi yalancı çıkardık. köle sahibi asilere savaş açtık ve motivasyonu koruyup güçlendiremedik. bu da köle sahiplerinin ayaklanmasına sebep oldu. etkiye saldırdık ama asıl nedene dokunmadık. özgür irade içimizde sönmeyecek. su onu söndürüp bizden alamaz. köle sahipleriyle yapılan bu savaş, ulusal sorunlarımızın utanç verici sebebi olan kölelik sonsuza dek ve tamamen ortadan kaldırılmadan asla istenen sonuca ulaşamaz."
    -frederick douglass

    1862 yılı ilerledikçe, savaşın karakteri gibi, ülkenin çoğu da değişiyordu. 1862'ye dek, bir milyondan fazla çiftçi birlik ordusuna katılmıştı. ortabatı'dan geçenler, artık tarlalarda erkekten çok kadın görüyorlardı. kuzey için büyük ümitler vadederek başlayan yıl, şimdi yolunu şaşırmıştı. u. s. grant'in donelson ve shiloh'taki zaferleri, doğudaki felaketlerle gölgeleniyordu. virginia'da general george mcclellan'ın ordusu, richmond önlerinde durmuştu. generalin daha çok askeri olmasına rağmen savaşmak için isteği yoktu. aynı zamanda konfederasyon, yakın zamanda tarihe en büyük liderlerden biri olarak adını yazdıracak olan yeni komutanları robert e. lee'nin zekasını takdir etmeye başlamıştı.

    birleşik devletler cephesinde ise sorunlar sürüyordu. blackburn, ingiltere'de bir mitingde, kuzeyin güneyi yenmesinin imkansız olduğu ve müzakere yoluyla çözüm gerektiği söylenmişti. avrupa'nın konfederasyonu tanıma konusundaki duruşuyla, birlik için düşünmesi bile hoş olmayan şey gittikçe daha olası görünmeye başlamıştı: birleşik devletler savaşı kaybedecekti.

    abraham lincoln 1862'de "taktik değiştirmeliyiz, yoksa kaybedeceğiz" diye yazdı. yeni bir federasyon oluşturulmalıydı. yaza doğru savaşı kazanmak için nasıl bir taktik gerektiğini bulmuştu: "özgürlük." ancak bunu gerçekleştirebilecek askeri ya da politik fırsata sahip olacağından emin değildi. "hukukun ve ulusun zaferi konusunda inancımı canlı tutmakta zorlanıyorum."

    new yorklu avukat george templeton strong, günlüğüne içini böyle dökmüştü: "bu, bull run'dan beri en karanlık dönem."

    savaşın en kanlı gününün o sene yaşanacağını henüz kimse bilmiyordu, sonra ise en aydınlık gününün. telafi edilecek hiçbir tarafı olmayan çirkin ve kötü bir muharebe olabilirdi.

    bu bir özgürlük savaşıydı. insanlar ilerlemeye devam etti; köleler, özgür siyahlar, kölelik karşıtları ve çok sayıda normal vatandaş. aksi takdirde anlamsız bir katliam olacak olan bu savaşı, bu insanlar asilleştirip yükselttiler.

    richmond'ın dışında, 110.000 kişilik ordusu joseph johnston'ınkinden oldukça büyük olmasına rağmen, george mcclellan telaş içinde takviye birlik çağırmaya devam etti. bu sırada blue ridge'in batısında, shenandoah vadisi'nde, general thomas stonewall jackson, üç kuzey ordusuyla uğraşıyordu.

    "düşmanın kafasını daima karıştır, yanlış yönlendir ve onu şaşırt. saldırıp onu yendiğinde asla kovalamayı bırakma. eğer gücünü, düşmanın bir kısmını yok etmek için kullanabileceksen, asla daha fazlası için savaşma. küçük bir ordu böylece büyük bir orduyu yok edebilir ve tekrarlanan zaferler onu yenilmez kılar."
    -general thomas jonathan "stonewall" jackson

    gerçekten garip bir adamdı. yemeğinde biber varsa, sol bacağını ağrıyacağına inanırdı. pazar günü yolda olacak bir mektubu asla yollamazdı. bir presbiteryen olarak şabat gününü dikkatle takip ederdi ama çoğu savaşını da pazar günleri yapardı. askerler, tanrı daha yakınlarında olsun diye pazar günleri savaştığını düşünmeye başlamışlardı. jackson dindar ve gözde bir askerdi, ölüm olasılığı ona dert değildi. "bir adamın tüm görevi, dua etmek ve savaşmaktır" demişti.

    "stonewall jackson, bir adamı tereddütsüz vurdurtabilirdi, tamamen kendi inisiyatifiyle."
    -sam watkins

    general jackson acıya aldırmamak gibi garip bir özelliğe sahipti. savaşlardan birinde genç bir habercisi vardı. jackson haberciyi aradı ama ortalarda yoktu. başka bir askere "teğmen bilmem kim nerede?" diye sordu. "öldürüldü generalim" dediler. jackson, "takdire şayan, alkışı hak etmiş" dedi. sonra da adamı aklından çıkardı.

    "ihtiyar jackson'ın bize tek verdiği bir tüfek, 100 mermi ve battaniyeydi, ve bizi it gibi koştururdu."

    adamları onu sevmezdi. zalim ve mesafeliydi, hep daha fazlasını isterdi. bazıları deli olduğunu düşünürdü. bir elini havada tutarak dengesini kaybetmeyi engelleyebileceğini düşünürdü. savaşın ortasında bile, sürekli limon emerdi. bazıları, din aşkının kararlarının önüne geçebileceğini düşünürdü. jackson ise, "komuta ettiğim ordu, ülkenin olduğu kadar, tanrı'nın da ordusu" derdi. askerleri günde 60 kilometrelik yürüyüşlere dayanmaya gönüllüydü çünkü komutanları, onlara zafer getiriyordu.

    shenandoah'ta jackson'ın görevi kuzey'i sarsmak ve washington'ın mcclellan'a takviye birlik göndermesini engellemekti. her biri kendi 17.000 mevcutlu ordusundan büyük üç birlik ordusunun ortasında savaşırken, jackson düşman ordulara tek tek saldırdı. yanında 25 metrelik ayrıntılı bir harita bulunan jackson, winchester'da, front royal'de, cross keys'de, port republic'te ve yarım düzine başka bölgede, düşmanı her seferinde şaşırtmayı başardı. winchester muharebesi'nde nathaniel banks'in ordusunu tarumar edip, potomac'e kadar bu orduyu kovaladı. banks, geri çekilen birliklere seslendi, "durun askerler! ülkenizi sevmiyor musunuz?" bir tanesi "evet, tabii ki seviyorum" dedi, "o yüzden oraya dönmeye çalışıyorum."

    general jackson, 20 bin isyancıyla başkente doğru ilerliyor, isyanın tabiatı kendini baltimore'da gösteriyordu. jackson'ın vadi çıkarması başarılıydı. bir ay gibi bir sürede adamları neredeyse 650 kilometre ilerlemiş, 7.000 düşmanı öldürmüş, çok ihtiyaçları olan büyük miktarlarda erzağı ele geçirmiş ve yaklaşık 40.000 federasyon askerini yarımadanın dışında tutmayı başarmıştı. "bu işte tanrı'nın parmağını görmeyen kördür efendim, kör."

    "jefferson davis ve güneyin diğer generallerinin bir ordu hazırladığına şüphe yok. görünüşe göre, iki tarafın sahip olduğunun toplamından da büyük bir donanma kuruyorlar. bir ulus yarattılar. güney eyaletlerinin başarısına kesin gözüyle bakabiliriz."
    -birleşik krallık başbakanı william ewart gladstone

    kondeferasyon, britanya ve fransa'nın güney'in pamuğu olmadan yaşayamayacağı esasına dayanıyordu. kısa süre içinde biri ya da ikisi birden, birlik kuşatmasını sonlandırmak için, konfederasyon adına olaya el atacaktı. avrupa'ya daha çok baskı yapmak için, konfederasyon pamuk üretimini %90 oranında azalttı. iki buçuk milyon balya pamuk ya yakıldı, ya da konfederasyon rıhtımlarında çürümeye terk edildi. böylece ingilizler'in eline geçmeyecekti.

    şimdi, memleketindeki savaşı yönetmenin yanı sıra, abraham lincoln, avrupa'nın güneyi desteklemesini engellemek için bir yol bulmak zorundaydı. kuzey'de, özgürlük için hiç beklenmedik yerlerdeki kişilerden gittikçe artan yoğun bir baskı vardı.

    1 mayıs 1862'de lincoln, general benjamin franklin butler'ı işgal altındaki new orleans'ın askeri valisi ilan etti. general butler hemen işe koyuldu. amerikan bayrağına hakaret ettiğinden şüphelenilen olan bir adamı astırdı, ayrılıkçı bir gazeteyi kapattı, birlik'e bağlılık yemini etmeyen vatandaşların mülklerine el koydu ve kendisine, iddiaya göre gümüş sofra takımları çaldığından ötürü hakaret dolu "kaşık" lakabı verildi. new orleans kadınları sürekli askerlerine hakaret ettiler. fransız mahallesinde bir kadın, lazımlığını amiral farragut'un kafasına boşaltmak için pencereden sarkınca, butler 28. emri yürürlüğe soktu:

    "birleşik devletler'in onurlu subay ve askerleri, kendilerine new orleans kadınları diyen bir grup tarafından sürekli hakarete uğramaktadırlar. şu andan itibaren, herhangi bir kadın kelime, hareket ya da davranışlarıyla bir subay ya da askere hakaret eder ya da onu aşağılarsa, mesleğini icra eden bir fahişe muamelesi görmeyi kabul edecek ve bunun sorumluluğunu alacaktır."
    -general benjamin butler

    güneyliler çok kızmıştı ve butler'a "canavar" diyorlardı. new orleanslı bir girişimci, içinde butler resimleri olan lazımlıklar satmaya başlamıştı. güney carolina, charleston'da sivil bir vatandaş, "canavar ben butler"ı ölü ya da diri yakalayana 10 bin dolarlık ödül vadetmişti.

    kuzey orduları yakında olduğu için louisiana tarlalarında huzursuzluk arttı. çaresiz köle sahipleri, isyankar siyahlardan şikayet etti, butler çiftçilerin birlik'e sadık olmadığını ilan ederek, kölelerini ellerinden aldı. "kuzeylilere koşun" dedi bir köle sahibi kölelerine. "artık burayı onlar yönetiyor."

    "kuzeyliler hakkında o kadar çok şey okumuştum ki, onları görmek için can atıyordum. güneyli beyazlar siyahilere, kuzeyliler'e gitmemelerini söylerdi. bizi at arabalarına bağlayıp, arabaları atların yerine bize çektireceklerini söylediler. bir gün büyükanneme bunun doğru olup olmadığını sordum. 'katiyen' diye cevap verdi. güneyli köle sahiplerinin, kölelerin kuzeyliler'e gitmelerini istemediğini ve onları korkutmak için bunları anlattıklarını ekledi. o muhteşem kuzeyliler'i görmeyi çok istiyordum çünkü ailem kuzeyliler'in bütün köleleri serbest bırakacağını söylemişti."
    -susan king taylor

    köleler, bu savaşın savaş olmaktan öte kölelik için olduğunu anlamışlardı. ama orduya dert oluyorlar, ordunun uğraşması gereken başka bir sorun yaratıyorlardı. ordunun bununla uğraşması demek, milli savunmanın uğraşması demekti. milli savunma bununla uğraşacaksa, meclis de uğraşmak zorundaydı. bu da, yerel komutanlara dert olan her kaçak kölenin birleşik devletler meclisinde bir isim yaptığı anlamına geliyordu. cumhuriyetçiler'in kontrol ettiği meclis, orduyu, köleleri sahiplerine vermekten men etti. haziran ayında, köleliği bu bölgelerde yasa dışı ilan edip, eski dred sam scott kararını tersine çevirdi.

    "bir sene önce böyle bir şeyi, ancak en ama en radikal kölelik karşıtları hayal edebilirdi. john brown'ın ruhu takipçileriyle yaşıyor."
    -george templeton strong

    "kölelik sorusu, başkanın aklını her zamankinden daha fazla kurcalıyor. buna rağmen daha parlak bir ışık gördüğü noktada, karanlıktan sıyrılacak. görüyorsunuz ya, başkan emin adımlarla ilerliyor."
    -salmon portland chase

    "4 temmuz 1862.
    subayların yarısı ortaya dökülüp, üç eyalet daha ayaklanacak diye korkmasam bunu şu an yapardım."

    abraham lincoln, her özgür bırakılan köle için 400 dolar ödeyip, özgür adamlar olarak afrika ya da orta amerika'da bir koloniye gitmeleri konusunda onları yüreklendirme planını destekliyordu. kölelik karşıtı wendell phillips, abraham lincoln için "birinci sınıf bir ikinci sınıf adam" demişti: bir kişinin, yaşadığı dönemden ötürü sınırları affedilebilir ve hatta övgüye değer değildir. o dönemde daha yukarıyı hedeflemenin imkansız olduğu doğru değildir. wendell phillips mesela, abraham lincoln'ün siyahları kolonize etmek teklifine alaycı bir yanıt vermişti: "siyahları kolonize mi edelim? kendi ellerimizi kolonize etsek daha iyi. ya da bir hırsız kendi evindeyken, kendi tabancasını kolonize etsin."

    "özgürlük, medeniyetin en önemli gereğidir. asıl ilke budur. gerisi ise yalnızca illüzyon."
    -ralph waldo emerson

    virginia yarımadası'na kara bulutlar geldi ve yağmurlar düştü, alçak arazileri su bastı. richmond'ın dışındaki yollarda general mcclellan'ın ordusu, taşan chickahominy nehri'yle ikiye bölündü. güneyliler bunu bir fırsat olarak görüp küçük olan ordularıyla 31 mayıs'ta saldırdı. vahşet dolu çatışmada, "seven pines" denen bir dörtyol ağzında, konfederasyon elinden geleni yaptı. birlik orduları ise, fair oaks'ta daha başarılıydı. fair oaks muharebesi sona erdiğinde, kuzey 5.000, güney 6.000 adam kaybetmişti ama hiçbir şey değişmemişti. konfederasyon kumandanı joseph johnston ağır yaralanmış ve cepheden taşınmıştı. "beni vuran o mermi, düşmanın sıktığı en iyi mermiydi çünkü benim hükümete hiç itimadım yoktu. şimdi bu işi seven biri beni izleyecek ve benim asla yapamadığımı yapacaktı. buna cesaret diyebilirsiniz ama o, kuzey ya da güney fark etmeksizin bu ülkedeki tüm generallerden daha fazla riske, daha çabuk girecek."

    bu muharebede ilk defa, robert edward lee büyük ordulardan birinin başına getirilmişti.

    "lee'yi johnston'a tercih ederim. büyük sorumluluk altında lee daha ihtiyatlı ve zayıf. haddinden fazla cesur ve enerjik, ama ağır sorumlulukla karşılaştığında ahlaki metanet diye diretiyor."
    -birlik generali george mcclellan

    mcclellan, yeni konfederasyon generalini tamamen yanlış değerlendirmişti, robert e. lee gerçek bir savaşcıydı. kendi eyaletini işgal eden federasyona haddini bildirmek isteyen lee, ordusunun adını kuzey virginia ordusu olarak değiştirdi, inisiyatifi eline aldı ve asla bırakmadı. göreve geldiğinde ilk olarak lee, süvari komutanı james ewell brown stuart'ı, mcclellan'ın ordusunu incelemeye gönderdi. jeb stuart, 1200 süvari erini üç gün içinde mcclellan'ın dev ordusunun etrafından 250 kilometre dolaştırdı. askerleri, kuzeyli kamplarını ateşe verdi, telgraf direklerini kesti, esirleri, atları ve katırları aldı ve yalnızca yolda kadınlardan iltifat ve öpücük almak için mola verdi. beyhude bir kovalama ise stuart'ın kayınpederiydi, kuzey'e sadık kalmış ve general olmuştu. stuart'ın dediğine göre bir kez ama daima pişman olacağı bir karardı.

    bütün mücadele boyunca general lee, mcclellan'ın yarımada'da muhtemel ilerleyişini gözlemledi. mcclellan richmond işgaline hazırlanırken, lee onu mechanicsville'de 26 haziran'da şaşırttı, cüretkar bir hamleydi. lee askeri geleneğe karşı çıkarak küçük ordusunu böldü ve büyük kuzey ordusuna saldırdı, mcclellan'ın richmond'a girmek için çok ihtiyatlı olduğunu düşünüyordu.

    lee'nin saldırısı pek bir işe yaramadı. mechanicsville'de 1.500 adam kaybetti ama henüz durulmamıştı. mcclellan'ı virginia'dan sürmeye kararlı olan lee, taarruzlara devam etti. gaine's mill ve savage's station'dan, frayser's farm'a ve malvern hill'e, kuzey nişancılarının tepenin yamacından onlara saldıran konfederasyonu durdurduğu yere kadar, 7 gün boyunca iki ordu çarpıştı.

    "bütün gece sis kalkana kadar kulaklarımıza acı dolu çığlıklar doldu. sonra gördük ki, 5.000 yaralı ya da ölü adam yerde yatıyordu. üçte biri ya ölü ya da ölmek üzereydi ama muharebe alanını hareketlendirecek kadarı hala hayattaydı ve hareket ediyordu."

    "o yedi gün boyunca yapılan her muharebe, hastanemize bir sürü yaralı getirdi. otelime gidip gelirken o korkunç manzarayı görmemek için yüzümü örterdim. bir gün o korkunç arabalardan birini gördüm. ölmüş bir askeri kolu dışarı sarkmıştı ve araba sokaktan geçerken sallanıyordu. ölmüş olan sahibi, intikam için cennete gitmiş gibiydi."

    yedi gün süren çatışmalardan biri hariç hepsi kuzey zaferiydi ancak mcclellan bunu yenilgi gibi gördü ve güvenli bir nokta olan james nehri'ndeki harrison's limanı'nda demirleyen kuzey gambotlarına erişene kadar geri çekildi. kuzeyli subaylar ise bir karşı saldırı düzenlemek istemişti çünkü general lee, 20.000 adamını kaybetmişti ama mcclellan reddetti. bir subay, generallerini ya korkaklığın ya da ihanetin esir aldığını söyledi. yalnızca bir haftada general lee, kuzeyli generali sinirlendirmiş ve kendisini bir efsane yapacak gücünü ilk kez ortaya koymuştu: şaşırtmaca, cesaret ve rakibinin aklını okuyabilme yeteneği. yedi gün içinde, mcclellan karşısında kendisinden daha iyi bir general olduğunu görmüştü.

    general mcclellan: "muharebe alanının korkunç manzarasından bıktım, ezilmiş cesetler, zavallı acı içinde yaralılar. böyle bir bedeli olduğu sürece zaferin benim için değeri yok."

    7 temmuz'da, başkan lincoln usanmış bir biçimde komutanını görmeye gitti. mcclellan yenilmediğinde ısrarcıydı. sadece kazanamamıştı. 50 ya da 100 bin daha adam gerekliydi. lincoln o kadar adam olmadığını söyledi. mcclellan taarruza devam etmezse, adamları yarımada'dan sürülecekti.

    abraham lincoln: "mcclellan'a istediği kadar adam versem, yatacak yer bulamazlar, ayakta uyumak zorunda kalırlar. o orduya adam göndermek, avluya pire atmaktan farksız. yarısı oraya varamaz bile."

    "3 eylül.
    bugün bir vapura binip potomac'ten washington'ın ötesine, georgetown'a geldik. geçen mart'ta başladığımız noktaya dönmüş olmak zor ve richmond hala isyanın başkenti."
    -elisha hunt rhodes

    kuzey ordusu, georgia'daki fort pulaski'yi teslim olması için bombaladı ve savannah nehri'ni güney gemilerine kapattı. kuzey carolina'da, foyt's farm'da, st. andrew's bay, florida'da, wartrace'de, tennessee'de ve new mexico bölgesi albuquerque'de çatışma sürüyordu.

    "sea islands, georgia.
    işte buradayım, etrafı süvari erleriyle, misyonerlerle, kaçakçılarla, pamuk tarlaları ve yılanlarla sarılmış bir halde, bu yaz havasında, orduyla ilgili her şeyden bıkmış, sıtmaya karşı viski ve tütün kullanarak boğuşuyorum. kimse bu küçük adada, etrafımızda, büyük zenci sorununa bir çözümün başladığını fark etmiyor. 10.000 eski köle, talihsiz hükümetin ellerine bırakılmış durumda. bu, yüzlercesinin, hatta binlercesinin habercisi."
    -teğmen tharles francis adams

    hilton head ve beaufort gibi yerlerde konuşlanmış new englandlılar, ilk kez sıcak bölgelerin tadına baktılar. 2. massachusetts alayı'ndan kimse daha önce bir palmiye ağacı görmemişti. birlik güçleri güney carolina sahilinin parçalarını aldıkça, çiftlik sahipleri kaçtılar ve arkalarında boş evlerle 10 bin köle bıraktılar. misyonlerler, öğretmenler ve diğer gönüllüler, özgürlüğüne kavuşanlara yardım için kısa zamanda geldi. bir öğretmen "kölelik karşıtlığı için buraya geldik" diye yazdı: "bunun asil bir iş olduğunu düşünüyoruz ve asaletle yapacağız."

    "sevgili eşim,
    bugün sana, tanrı'ya şükürler olsun ki, özgür bir adam olarak yazıyorum. kaçarken biraz sorun yaşadım ama tanrı, israil çocuklarının kutsal topraklara gitmelerine yardım ettiği gibi, her şeye rağmen beni de özgürlüğün hüküm sürdüğü bir yere getirdi. sevgilim, seni bir daha göreceğim günlerin geleceğine inanıyorum. eğer bu dünyada kavuşamazsak, isa'nın hükmettiği cennette buluşacağız. sevgili karım, şimdi bitirmeliyim. rahat ol, ben özgürüm.

    seni seven kocan.
    (daniel'ı benim için öp.)"
    -john boston

    deer isle, maine'de, insanlar şehit listelerinin asıldığı postaneye gitmekten korkuyordu.

    "new bern, kuzey carolina,
    20 mart 1862.
    bay john webster, jr.'a,
    deer isle, maine.

    efendim,
    kardeşiniz charles gray'in ölümünü size bildirmek bana acı veriyor. benimleyken gösterdiği rehberliği ve cesareti, onbaşı rütbesine terfi edilmesini sağladı ve eğer yaşasaydı, onu bir kez daha terfi ederdim. new bren muharebesinde göğsünden vuruldu. son sözleri 'asla vazgeçmeyeceğiz' oldu. buraya gömüldü. eşyalarını en kısa zamanda size göndereceğim.

    saygılarımla,
    23. massachusetts alayı, a bölüğü komutanı yüzbaşı brewster."

    deer isle ilk askerini kaybetmişti. charles gray'in eşyalarının olduğu paket postayla geldi. şapkası, kahramanlığının kanıtı olan terfi dökümanları ve onu öldüren ezilmiş merminin bulunduğu fişeklik. annesi bunlara bakmak istemedi.

    sayıları azalmış balıkçılık filosu, avlanırken zorlanıyordu. kadınlar sebzelikleri idare ediyor ve sargı bezi yapmak için ketenden tiftik ayıklıyorlardı. daha kötü haberler geldi. er alex henderson, fort jackson, louisiana'da hastalıktan ölmüş, ardında bir dul ve birkaç çocuk bırakmıştı.

    clarksville, tennessee'de, kasaba ve işgalci kuzey ordusu arasında gerilim tırmanıyordu. kuzeyli birlikler, stewart üniversitesi'nin laboratuvarlarını yıkıp, kitapları çalmış ve orayı merkez ilan etmişlerdi. askerler bir kilise ayini sırasında içeri dalıp rahibi tutuklamış, atlara el koymuş ve kilise cemaatini sadakat yeminine zorlamıştı. kasaba sakinleri olabildiğince evlerinden çıkmıyorlardı. bir kuzeyli "neden savaşıyorsun?" diye sorduğunda, bir güneylinin cevabı "savaşıyorum çünkü sen buradasın" olurdu.

    başkan lincoln'ün işi çok zordu. adamlarını gönderip bir başkasının yurt dediği yeri vurmalarını istemek gerçekten zordu. bunu yapmadan önce onları birleştirmesi gerekiyordu, hatta aynı anda iki şey yapması gerekiyordu. ilk olarak, tamamen ikiye bölünmeden cumhuriyetin korunması gerektiğini söylemesi gerekiyordu. ikinci olarak ise, adamlarına bir sebep vermesi gerekiyordu: köleleri özgürleştirmek.

    22 temmuz 1862 sabahı, başkan lincoln bir kabine toplantısı düzenledi. söyledikleri herkesi şaşırttı. üstünde uzunca düşündüğünü belirterek, köleleri özgürleştirme kararı aldığını açıkladı. nefes kesici bir andı. bu karar, lincoln'ün vadettiği her şeye, tüm cumhuriyetçilere ve ülkeye karşıydı. kölelik karşıtı olmayacağını, köleliğin bulunduğu yerlere bulaşmayacağını söylemişti ama birden, o an savaşın çehresini değiştirdi. ancak dış işleri bakanı seward, ordu gerçek bir zafer kazanana kadar, özgürlüğün geri çekilme için son bir çığlık olmasını önerdi.

    lincoln bir zafer beklemeyi kabul etti. bir sorunu diğerinden ayırmak zordu. lincoln savaşı kazanmak zorundaydı. bir grup isyancı tarafından yenilmeyi kabul etmeyen bir ülkenin başkanı olarak saygınlığını korumalıydı. bu hep bir sorundu, özellikle de 1862'de büyük bir sorundu. muharebe alanında hakkını koruyamayacağı ilkeleri savunarak, kendinin ya da birlik'in aptal yerine konmasına izin veremezdi.

    zafer için her şeyi göze alan lincoln, mcclellan'ı görevden aldı ve yerine uzun boylu, gösterişli john pope'u göreve getirdi. pope karargahın hazır ve nazır oluşuyla o kadar çok övündü ki, insanlar pope'un karargahının kıçında olduğunu söylemeye başladılar. lincoln'ü en başından beri pope'a hakikatle ilgili güvenemeyeceği konusunda uyarmışlardı. lincoln ise "pope ailesini illinois'dan beri tanırım. her bir üyesini tanırım, hepsi yalancı ve palavracıdır. ancak bir yalancı ve palavracının iyi bir general olmaması için hiçbir sebep yoktur" dedi.

    general pope hiç vakit kaybetmeden isyancıların ardından kuzey virginia'ya atağa geçti ama en başından beri başı dertteydi. önce stonewall jackson, onu cedar dağı'nda bir açmaza sürükledi. sonra jeb stuart saldırdı, karargahına baskın yapıp, 35 bin dolar ile birlikte general pope'un ceketini aldı. sonra isyancılar birden kayboldu. onları bulmak pope'un iki gününü aldı, eski bull run muharebe meydanına bakan terk edilmiş raylara siper kazmışlardı.

    29 ağustos'ta, pope "her şeyi geri alma" sözü vererek saldırdı. ancak konfederasyon dayandı, jackson'ın adamları mermi bitince taşlarla saldırdılar. ertesi gün öğleden sonra ikide, konfederasyon generali james longstreet, beş alayını yandan taarruz için kuzeylilere doğru saldırıya gönderdi. kuzey yine felakete uğramıştı. 25.000 adam ölmüş, yaralanmış ya da kaybolmuştu. ikinci bull run muharebesi'nde, ilk seferinde kuzey güney farketmeksizin, tüm ülkeyi dehşet içinde bırakan sayının beş katı asker kaybedilmişti.

    lincoln, pope'u batıya, minnesota'ya gönderdi, sioux'da çıkan bir isyanı bastırmasını istedi ve istemeyerek george mcclellan'ı yeniden ordunun başına geçirdi. lincoln: "elimizde ne varsa onu kullanmalıyız."

    mcclellan, karısına ülkeyi kurtarmak için bir kez daha göreve çağrıldığını söyledi. "kuzey carolinalılar'a ellerinde katran olup olmadığını sorar, onlara katrancılar derdik. ellerinde hiç kalmadığını, son savaşta kalmamızı sağlamak için biz virginialılar'a ellerindekinin hepsini verdiklerini söylerlerdi. bizi ezip savaşa koşarken belimizi büktüklerini söyleyip, bize omurgasızlar derlerdi. bu şakalaşma, görevlerini yaptıklarının bilinciyle böyle sürüp giderdi."
    -john casler, 33. alay, virginia piyade birliği, stonewall tugayı

    herbiri aynı eyalettendi. aynı bayrağa hizmet ediyorlardı. savaştıkları her muharebede, isimler o bayrağın üstüne işleniyordu. birlik gururu çok yüksekti ve kaybettiklerinin ardından büyük üzüntü yaşanıyordu. ama yıllarca, en acımasız savaşlardan bir tanesine maruz kalan bu adamların birbirlerine inanılmaz bir yakınlıkları vardı.

    "sevgili baba,
    ertesi sabah ikinci çatışmamıza girdik. kafamın iki santim yakınından geçen topların çığlıkları, bana yabancı bir melodiydi. başımın üstüne bir mermi isabet etti, tam ateş edecekken, bir gülle parçası ayağıma saplandı. bir top ayak parmağıma, bir diğeri başparmağıma isabet etti. ateş on misli arttı, şimşek fırtınası gibi sesler arasında, her adam tüm gücüyle sürekli bağırıyordu. olmak istediğimden daha heyecanlı hissediyordum."

    "bu sabah dün ölmüş bir adamın cesedini gördüm, korkunç bir manzaraydı. bu görüntüler beni eskisi kadar etkilemiyor. soylediğim şeyi pek tarif edemiyorum, bunun ne zaman başladığını da bilmiyorum. ama değiştiğimi biliyorum çünkü şimdi bir adamın cesedine baktığımda, bir at ya da domuz cesedini gördüğümle aynı şeyleri hissediyorum."

    "pazar günü a bölüğü'nden bir asker öldü ve gömüldü. hiçbir şey olmamış gibi devam ettik çünkü ölüm o kadar normal ki, çok az şey hissediyoruz. buradaki ölüm evdekiyle aynı değil."
    -elisha hunt rhodes

    bull run muharebe alanından çekilirken, kuzey birlikleri isyancılarla falls church, virginia'da kısa bir çatışma daha yaşadı. askerler, burada isimlerini şapelin duvarına kazıyacak kadar durdular.

    abraham lincoln, yaz sonuna doğru şöyle yazdı: "büyük mücadelelerde, her iki taraf da tanrı'nın isteğini yerine getirdiklerini söyler. ikisi birden bunu söylese de, bir tarafınki yanlış olmalıdır. tanrı hem bir şeyi destekleyip, hem de ona karşı olamaz."

    "20 ağustos 1862,
    başkan'a açık mektup.
    sınırdaki köle eyaletlerinden seslenen fosilleşmiş politikacıların tavsiyelerini gereğinden fazla dinlediğinizi düşünüyoruz. köleliğin her yerde ihanete neden olup, onu ayakta tuttuğunu göz önünde bulundurmanızı istiyoruz. bize göre en açık gerçek, köleliği güçlendiren ya da destekleyen her şeyin, bu ulusu bölmek amacıyla ülkeyi kutuplaştırmasıdır."
    -new york daily tribune gazetesi editörü horace greeley

    "22 ağustos.
    bu mücadelede birincil önceliğim ulusu kurtarmaktır, köleliği bitirmek ya da korumak değil. eğer ulusu hiçbir köleyi özgürleştirmeden kurtarabilsem, bunu yapardım. eğer tüm köleleri özgür bırakarak yapabilsem, bunu yine yapardım. eğer bir kısmını özgür bırakıp bir kısmına dokunmamam gerekse, onu da yapardım."
    -abraham lincoln

    "sanırım ingiltere, fransa ve rusya'dan gelecek ortak bir arabuluculuk teklifinin, kuzey amerika'da savaşanlara bir başarı olasılığı sunacak biçimde yapılma zamanı yakındır. tabii ki bu teklif hem güney'e hem de kuzey'e yapılacaktır. iki taraf da kabul ederse, ateşkes ve kuşatmaların sonlanmasını ayrılma konusunda uzlaşma maksadıyla tavsiye edeceğiz."
    -birleşik krallık başbakanı lord palmerston

    abraham lincoln'ün bir zafere ihtiyacı vardı.

    "3 eylül 1862.
    savaşın başlangıcından beri şu an, konfederasyon ordusunun maryland'e girmesi için en uygun an gibi görünüyor."
    -general robert edward lee

    bahar ve yaz mevsimlerindeki muhteşem güney zaferleri, lee'nin ordusunu tüm dünyaya tanıtmıştı. jefferson davis "bir başarılı harekat daha düzenlersek, avrupa'nın konfederasyonu tanımak dışında bir seçeneği kalmaz" diye yazmıştı.

    şimdi ilk olarak, general lee 40.000 askerini potomac'ten geçirip birlik topraklarına sürmüştü.

    "bu etten duvar düzensizce ilerliyor, silahlarını garip biçimlerde tutuyor, hiçbirinin kıyafeti birbirini tutmuyor. subaylarının askerlerden bir farkı yok. ordularımızı defalarca geri püskürten bu adamlar mıydı?"

    "gördüğüm en pis adamlardı. çoğu perişan, cılız ve aç bir kurt sürüsü gibiydi. ancak kuzeyliler'de olmayan bir enerjileri vardı."

    lee'nin hedefi harrisburg, pensilvanya'daki birkik demiryolu merkeziydi. marylandliler'in birlik'e karşı ayaklanacağını uman general lee, askerlerine yürürken "benim maryland'im" şarkısını söylemelerini emretmişti.

    işe yaramadı. çoğu küçük kasaba sakini korku içinde kapılarının arkasına saklandılar. sonra 13 eylül'de, frederick yakınında bir ovada, bir kuzey askeri bir kağıda sarılmış üç puro buldu. kağıt, lee'nin savaş planının bir kopyasıydı, yanlışlıkla unutulmuştu. mcclellan şimdi lee'nin ordusunu böldüğünü ve bir kısmını harpers ferry'ye işgale gönderdiğini biliyordu. mcclellan artık elinde lee'yi yok edecek bir şey tutuyordu. yine de çok önemli 18 saat boyunca bir şey yapmadı.

    15 eylül'de, lee ve konfederasyon washington'a sadece 85 kilometre mesafede, sharpsburg'un hemen doğusunda beş kilometrelik dağ sırtında mevzilenmişti. potomac arkalarındaydı.

    "15'inde öğleden önce, kuzey'in mavi üniforması antietam'ın doğu kıyısından, dağları taçlandıran ağaçların arasından göründü. sayıları sürekli artıyordu, mavi alan giderek büyüdü, ta ki göz alabildiğince yer kaplayana kadar. dağın tepesinden akıntının ucuna kadar mcclellan'ın büyük ordusu toplandı."
    -general james longstreet

    eğer general mcclellan, ordusunu konfederasyon üzerine o gün yürütseydi, savaş belki de bitebilirdi ama o bunu yapmadı. lee'nin emir subaylarından biri: "bizim lehimize tek bir şey var ama önemli bir şey. mcclellan sharpsburg'a bizimkinden daha iyi bir ordu getirmişti ama aynı zamanda kendisini de getirmişti."

    "16 eylül.
    o gece charles town pike'da uzandım ve botlardan karaya dökülen pis askerleri sabaha kadar izledim. garip ve esrarengiz bir görüntüydü, uykularım kaçtı. şeytani bir şey gibiydi, cehennemden bir sahneydi. hayalet kadar sessizlerdi, acımasızlardı ve giderek hızlanıyorlardı. darmadağın, toprak renkli, düzensiz ve şeytani. yolun üstünde kötü ayakkabılarını yola sürtme sesleri devamlı ve hızlıydı, aynı bir yılanın tıslaması gibi. bu hayal gibi görüntü asla hafızamdan çıkmayacak."
    -yüzbaşı edward hastings ripley

    "gece ilerledikçe, ertesi günkü çatışmanın fısıltıları da giderek güçleniyordu, bu olasılık yüzünden ürperiyorduk çünkü artık savaşın anlamı artık farklı bir boyuta evrilmişti: savaş artık kan, yaralar ve ölüm demekti."

    ertesi gün başlayan çatışma, aslında üç muharebeden oluşuyordu. ilki saat 6'da, general lee'nin sol kanadında başlamıştı. kuzey ordusu, hagerstown pike boyunca stonewall jackson'ın mısır tarlasının arkasında yer alan ormandaki askerlerine saldırmak için ilerledi. kuzey'in hedefi toplarla çevrilmiş bir düzlüktü. burada bir kulenin bile görgüsüzlük olduğunu düşünen alman pasifist, baptist bir mezhep olan dunkardlar'ın inşa ettiği küçük beyaz bir kilise bulunuyordu. kuzey ordusunun komutası tümgeneral joseph hooker'daydı. savaşçı joe olarak bilinen, dinsiz, çok içen massachusettsli bir subaydı. hooker ihtiyatla ilerlerken, tarlada süngülerin parıltısını görüp dört bataryaya ateş emri verdi. güneyliler derhal karşı saldırıya geçti. çatışma mısır tarlası boyunca 15 kere gelip gitti. dakikalar içinde massachusetts 12. alayı, 334 adamının 224'ünü kaybetti. general hooker ayağından vurularak çatışmanın dışına taşındı.

    "askerler silahlarını şeytani bir öfkeyle doldurup ateşlerken, histeri içinde gülüp bağırıyorlardı. önümüzdeki tüm muharebe alanı, canları için ormana kaçan isyancılarla doluydu."

    hooker'ın askerleri dunkard kilisesi'ne yaklaşıyordu. o anda, stonewall jackson sona sakladığı birlikleri öne sürdü. her zaman öfkeli savaşçılar olan john bell hood'un bölüğü, günlerdir ilk kez yiyecekleri kahvaltıyı kaçırmış ve bu yüzden iyice öfkelenmişlerdi. "açtıkları ilk yaylım ateşi bizim safı bıçak gibi kesti" diyordu bir kuzey askeri. ardından konfederasyon askerleri karşı saldırıya geçti.

    "her mısır sapı, bıçakla olabileceği kadar köke yakın biçimde kesilmişti ve ölüler sıra halinde, tıpkı az önce canlıyken saflarında durdukları sırayla yatıyordu."
    -general joseph hooker

    kuzey birlikleri mısır tarlasını gerisine koşmaya başladı. hood'un askerleri takip ettiler ama yarı yolda kuzeyli takviye birliklerinin gülleleriyle durduruldular. konfederasyon sonunda geri çekildiğinde, bir subay hood'a bölüğünün nerede olduğunu sordu. "hepsi muharebe alanında öldü" diye cevapladı.

    "askerlik hayatım boyunca hiç böyle bir şey görmemiştim. ölü ve yaralılar toprağı kaplıyordu. bir noktada, bir batarya enkazının yanıbaşında bir güneyli subay ve 20 adam yatıyordu. birinci rhode island topçu tugayı'ndan a bataryası'nın işi, dediler."
    -elisha hunt rhodes

    saat 10'da, 8.000 asker ölü ya da yaralı düşmüştü. jackson'ın safları sendelemiş ama ayakta kalmıştı. muharebenin ona düşen kısmı bitince, jackson atının üstüne oturup bir şeftali yemişti. tabip subay hunter mcguire da oradaydı. bu muharebe alanına bakıp, tüm alana yayılmış iki taraftan da ölüleri görüp, şeftalisini yerken sakince dönüp, "tanrı bugün bize çok nazik davrandı" demişti.

    antietam muharebesi'nin ikinci perdesi, general lee'nin safında başlamıştı. çökmüş bir köy yolu, şimdi iki konfederasyon tugayı için hazır bir avcı çukuru işlevi görüyordu. lee, ne olursa olsun savunmalarını emretti. general john brown gordon ona garanti verdi, "bu adamlar burada kalacak general, güneş batana ve zafer kazanılana kadar."

    ardından kuzey saldırdı. "cesur birlik kumandanı atına binip kendini öne attı. bandosu ise marş eşliğinde ona tezahürat yapıyordu. böylesi güzel bir askeri sahneyi mermilerle bozmak ne acı diye düşündüm."
    -general john b. gordon

    gordon, mavili askerlerin birkaç metre yakına gelmesine izin verdikten sonra ateş emri verdi. birlik kumandanı anında öldürüldü, adamları bocalayıp geri çekildi, sonra beş kez daha konfederasyon ordusuna saldırdılar. general gordon iki kez sağ bacağından, bir kez sol kolundan ve dördüncü olarak omzundan vuruldu. tüm yardımları reddetti, kuzeyliler gelmeye devam ettiği sürece topallayarak safları sakinleştirdi. "sonunda beşinci bir gülle beni vurmuştu, doğrudan suratımda patladı. öne doğru düştüm ve yüzüm şapkamda baygın biçimde yattım. kan içinde boğulabilirdim, ama kuzeyli mermisinin şapkamda açtığı delik kanın akmasını sağladı."

    konfederasyon dayanmaya devam etti. kuzey birimler, arka arkaya sicim gibi yağan güneyli ateşinde gerilediler. sonunda bazı new yorklular bir yer buldu, buradan yolun savunmacılarına ateş açabileceklerdi. muharebenin kaderi değişmişti. sonradan "kanlı yol" diye anılan sunken yolu, hızla üst üste iki-üç kat güneyli cesediyle doluydu. zafer kazanmış birlik askerleri, "bu dehşet verici döşeme" üstünde diz çöküp, kaçanlara ateş etmeye devam ettiler.

    konfederasyon merkezi parçalanmıştı. bir saldırı daha yapılırsa tamamen çökebilirdi. ancak general mcclellan saldırmanın ihtiyatsızlık olduğu kanaatindeydi. tüm gün boyunca, aceleyle kurulmuş sahra hastanelerinde, clara barton yaralılara baktı. çatışmaya o kadar yakın bir bölgede çalışıyordu ki, bir mermi kıyafetinin kolunu deldi ve tedavi ettiği adamı öldürdü. "ayaklarımın üstündeki ağırlık yüzünden adım atabilmek için, önce eteklerimdeki kanı sıkmak zorundaydım."

    "sırtüstü uzanıyordum, kendimi dirseklerimle destekliyordum. yukarıda patlayan güllelere bakıp parmağımı kaybetmeden elimi ne kadar yukarıda tutabileceğimi düşünüyordum. "kalk!" emri verildiğinde, dönüp albay kimball'a baktım, delirmiş olduğunu düşünüyordum."
    -teğmen matthew j. grohan

    üçüncü çatışma konfederasyonun sağ kanadında yapıldı. burada, general ambrose burnside'ın kumandasındaki kuzey ordusu, antietam deresi'nin üstündeki iyi savunulan bir köprüyü savaşarak geçmeye çalıştı. general burnside neşeli ve fevri bir adamdı. dikkat çeken sakalı ve favorileri bir moda başlatmıştı ama yakın arkadaşı bir subaya göre "sorumluluktan samimi bir tevazuyla kaytarıyordu" ve mevkisini eski arkadaşı mcclellan'a borçluydu. mcclellan burnside'a köprü saldırısını destekleyeceğine dair söz vermişti. burnside'ın 12.500 askeri vardı, karşılarında ise robert toombs komutasında yalnızca 400 georgialı. ancak konfederasyon köprüye bakan uçurumu tutuyordu ve kuzey askerlerini acımasız bir mermi yağmuruna tutuyorlardı. üç saat ve üç kanlı saldırı sonunda, kuzey ordusu köprüyü geçti ve sharpsburg'a doğru tepenin üstünde savaşmaya başladılar. yedi kuzey sancaktarı, konfederasyon dağılıp kasabaya çekilmeden önce peş peşe vuruldu.

    "öyle bir koştum ki, sırtımdan vurulmaktan korkuyordum, utanç verici bir yara almamak için sürekli kıçıma bakıp duruyordum."
    -er john dooley

    kuzey zaferi yine kesin görünüyordu. konfederasyonun takviye hafif piyadeleri ise, harpers ferry'den geliyordu. 28 kilometrelik yürüyüşten ayakları su toplamış 3.000 asker, savaşta giymeyi sevdiği kırmızı gömlekle general ambrose powell hill komutasında savaşmaya hazırdı. general hill, lee'nin ordusundaki en mücadeleci birlik kumandanıydı. son saniyede yetişti, köprüyü geçen burnside'ı geri püskürtmeyi başardı ve kutlama yapan kuzeyli askerlere saldırdı. burnside, mcclellan'a söz verdiği takviye birlikleri için yalvardı ama mcclellan reddetti. gece olunca, burnside adamlarının almak için savaşıp öldüğü taş köprüden çekildi. çatışma bitmişti. kimse toprak kazanamadı.

    "gün ışığı kaybolmadan önce, muharebe alanında yürüdüm. ceviz ağaçlarının dibinde konfederasyon cesetleri yatıyordu. bir deri bir kemik kalmış yüzlerine bakarken, tüm nefretim öldü. bu kaskatı vücutlarda bir ayrılık yoktu, aynı gökyüzüne bakan sabitlenmiş gözlerinde olmadığı gibi. belli ki, bu onların savaşı değildi."

    güneş battı, gök gürültüsü durdu, tüfek atışı sustu. kamp ateşleri, tüm şehir ışıkları yanmış gibi parladı. amerikan tarihinin en kanlı günüydü. kuzey 2.108 kayıp verdi, bunun dışında 10.293 yaralı ve kayıp vardı, 82 yıl sonra gerçekleşecek olan normandiya çıkarması'nın iki katı. lee daha az asker kaybetti: 10.318. ancak bu rakam, ordusunun dörtte biriydi.

    "neden saldırıp onları nehre dökmedik? bunu anlamıyorum. ah tabii, ben daha çocuğum."
    -elisha hunt rhodes

    mcclellan'ın sharpsburg dışında beklettiği bir sürü birlik vardı ama onları hiç kullanmadı. o taarruz hiç yapılmadı.

    ayın 18'inde general lee ve ordusu potomac'i yeniden geçtiler. mcclellan zafer ilan etmiş olabilirdi ama savaşı gerçekten de kazanabilirdi. lee'nin işgali durdurulmuş, korkunç kayıplar vermişti ama ordusu yok edilmemişti.

    "savaşın sebepleri çok farklı, ama insanlık hep aynıydı."
    -joshua lawrence chamberlain, 20. maine alayı

    sharpsburg açıklarında yedekte bekleyen 20. maine alayı'nda çiftçiler, keresteciler, denizciler, esnaflar ve iz sürücüler vardı. albayları joshua lawrence chamberlain idi, 33 yaşında, bowdoin üniversitesi'nde bir sözbilim, hatiplik ve modern diller profesörü. orduya gönüllü katılmak için izin alamayınca, avrupa'da çalışmak bahanesiyle ücretli izne ayrılıp orduya katılmıştı. kağıt üzerinde komuta için tek vasfı, "yüksek ahlak sahibi, entelektüel ve edebi değeri olan bir beyefendi" olmasıydı. abraham lincoln muharebe alanını görmek için sharpsburg'a geldiğinde, albay chamberlain hala oradaydı.

    "başkanın gözlerindeki derin hüznü görüp kalbindeki ağırlığı hissedebiliyorduk. insanlarını koruma görevini düşünüp, bunun bu adamların cesareti dışında başka bir yolu olmadığını bilerek ne hissettiğini anlayabiliyorduk."

    başkanın birlikleri incelemesini izlerken, joshua lawrence chamberlain'a göre mistik bir bağ, bütün yoğunluğuyla bu adamları kumandanlarına bağlamıştı. lincoln'un ziyaret sebebi, mcclellan'ı lee'nin peşinden göndermekti.

    "bir an önce harekete geçeceğini düşünerek döndüm. ancak eve döndüğümde, neden harekete geçmemesi gerektiğini anlatmaya başladı. ona kesin olarak ilerlemesi emrini verdim. bu, nehrin ötesine adam göndermesinden 19 gün önceydi, 9 gün sonra ise ordusu nehri geçti. sonra yeniden durdu."

    lincoln sonunda george mcclellan'dan usanmıştı ve kalıcı olarak görevden aldı.

    "çok büyük bir hata yaptılar. vah benim zavallı ülkem."
    -general mcclellan

    "21 eylül 1862.
    sevgili sam jr.,
    eski dostlarının ve okul arkadaşlarının büyük kısmı öldü. yalnızca birkaçının ismini vereceğim: lem ambercrombie, jeff montgomery, john garrett, lem hatch, john hill, proctor porter, bill humes, john white, walter maxey, angus alston. mahalledeki yaşlı hanımefendi thomas beş oğlunu kaybetti.
    annen, margaret houston."

    eyaletlerden, ilçelerden ve hatta kasabalardan birlik toplandığı zaman büyük bir sorun oluyordu. bu alaylardan biri özellikle bir çatışmada, sharpsburg'daki mısır tarlasında olduğu gibi, zor durumda kalabilir ve o kasabada başka genç erkek kalmamış olabilirdi. hepsi ölebilirdi.

    ekim 1862'de new york'taki galerisinde, mathew brady bir fotoğraf sergisi açtı. serginin adı, antietam'ın ölüleri idi. amerika'da daha önce buna benzer bir şey görülmemişti.

    "savaş alanında ölenler bize çok nadir geri dönerler, hatta rüyalarımızda bile zor görürüz. kahvaltı yaparken açtığımız gazetelerde isim listeleri görürüz, ancak sabah kahvesiyle bunu belleklerimizden atarız. mathew brady ise, bize bu korkunç gerçekliği ve savaşın ciddiyetini anlatacak bir şey yapmıştı. cesetleri alıp kapı önlerine dizmemişti ama buna çok benzer bir şey yapmıştı."

    başkan lincoln, danışmanlarının tavsiyelerinin aksine ordunun başına u. s grant'i getirdi. "bu adamı öylece kenarda bırakamam" dedi lincoln: "adam savaşmayı biliyor."

    1.600 kilometre batıda, vicksburg'da, mississippi'ye bakan bir uçurumun tepesinde konfederasyon orduları bekliyordu. "vicksburg," dedi jefferson davis, "güneyin iki yakasını bir arada tutan çividir."

    o sonbahar, general grant müstahkem şehri almaya çalıştı ama başarısız oldu. konfederasyon 1.600 metrelik cephede hücumdaydı.

    ingiltere kabinesinde bir güç olan bay gladstone, jefferson davis'in bir donanma inşa ettiğini söylüyordu. bir ordu yapmakla kalmamış, daha da önemlisi bir ulus yarattığı imasında bulunmuştu. ancak maryland işgali başarısız olmuştu. general lee yenilerek geri çekildi. perryville, kentucky'de kaybettiler. iuka ve corinthin mississippi'de, hatta newtonia, missouri'de de kaybettiler. rüzgar konfederasyon aleyhine esiyordu.

    abraham lincoln, antietam'ın sonucu olarak büyük bir siyasetçi gibi, savaşın düzlemini büyüttü. başlangıç niteliğinde bir özgürlük bildirgesi sundu. beklendiği gibi bu, ayaklanan kölelere özgürlük sağlamıyordu. yalnızca konfederasyonun kontrol ettiği eyaletlerdeki köleleri savaş önlemi olarak özgürleştirecekti. bu yasa ocak ayının ilk günü yürürlüğe girecekti.

    "yüce tanrımızın görmemizi nasip edeceği 1863 yılının ocak ayının ilk gününde, herhangi bir eyalette, eyaletlerin belirli mahallerinde, halkın aksi halde amerika birleşik devletleri'ne isyan içinde olacaklarının kabul edileceği hal ve şartlar altında, köle olarak tutulan tüm insanlar özgür kılınacak."
    -abraham lincoln

    22 eylül'de, antietam muharebesi'nden beş gün sonra, başkan özgürlük bildirgesini yürürlüğe koydu. "eğer adım tarihe geçerse, bu sebepten olacak."

    güney öfkeliydi. jefferson davis, bu durum için "suçlu bir adamın tarihteki en berbat önlemi" demişti.

    bir washington yemeğinde, başkanın 23 yaşındaki sekreteri john hay, defterine herkesin daha neşeli göründüğünün notunu düşmüştü. başkan'ın bildirgesi onları özgür kılmıştı, tıpkı köleleri özgür kıldığı gibi.

    "eskisi gibi yeniden kurulmaya çalışılan bir ulusun meselesi değildi. birlik, olması gerektiği gibi, ilk günahından arınmıştı. artık yalnızca politik bir mücadelenin askerleri değildik. artık kefaretin misyonerleriydik, milyonların silahlı kurtarıcılarıydık. savaş ulvileşmişti, artık hedef daha yüksekti."

    bildirge yurt dışında lincoln'ün umduğu etkiyi yarattı. ne ingiltere ne de fransa, birleşik devletler'in köleliği bitirme vaadine açıkça karşı çıkabiliyordu.

    "konfederasyonun zaferi, kötülüğün güçlerinin zaferi olurdu, bu da gelişmekte olan düşmanlara cesaret verir ve medeni dünyanın her yerindeki dostların heveslerini kaçırırdı. amerikan iç savaşı, insan ilişkilerinin gidişatında, öyle ya da böyle, büyük bir dönüm noktası olacaktır."
    -john stuart mill

    "güvenini prenslere sunma ve umutlarını başka uluslara bağlama. bu bizim savaşımız. biz savaşmak zorundayız."
    -jefferson davis

    o aralık ayında, lincoln kongreye seslendi:
    "sessiz geçmişin dogmaları, günümüz fırtınası için yetersiz. davamız yeni, biz de yeniden düşünmeliyiz, yeniden hareket etmeliyiz. kendimizi kölelikten kurtarmalı, sonra da ülkemizi kurtarmalıyız.

    yurttaşlar, tarihten kaçamayız. geçtiğimiz hummalı sınav bizi aydınlatacak, son nesle kadar onurlu ya da onursuzca. biz bir birlik olduğumuzu söylüyoruz. dünya bu sözlerimizi unutmayacak. kölelere özgürlük vererek, özgürlerin de özgürlüğünü sağladık. verdiklerimiz ve sahip olduklarımız onurlu bir şekilde aynıdır. dünyadaki son umudu asilce koruyacak, ya da alçakça kaybedeceğiz."

    "31 aralık.
    1862 yılı sona eriyor ve geriye dönüp yürüdüğüm yüzlerce kilometreye bakıp, gördüğüm binlerce ölü ve yaralıyı düşünüp hayrete düşüyorum. ancak en iyisini umup, sonunda birliğin yeniden sağlanacağından emin hissediyoruz.
    hoşça kal 1862."
    -elisha hunt rhodes

    "bu erdemli hükmü görebildiğimiz için neşeyle bağırıyoruz. 'sonsuza kadar özgür!' siz milyonlarca özgür ve sadık insan, devrim ve anarşi yüzünden tüyler ürpertici hasarlar almış yaralı ülkenizi özgürleştirmek için ısrarla çabaladınız, neşe ve şükranla seslerinizi yükseltin, çünkü kölelere özgürlükle birlikte, ülkenize barış ve güven de gelecek."
    -frederick douglass

    31 aralık'ta, harriet tubman ve wendell phillips'in de aralarında bulunduğu kalabalık bir kölelik karşıtı grup, boston konser salonu'nda buluştular. gece yarısında özgürlük bildirgesi yürürlüğe girecekti. sahnede william lloyd garrison, yanında frederick douglass'la mutluluktan ağladı. tezahürat eden kalabalık, harriet beecher stowe'u istedi. balkona çıkıp, gözleri yaşlı bir şekilde durdu. washington'da bir köle kampında eski köleler şahitlik yaptı. biri kızının satıldığını hatırladı. "artık bitti" dedi. "artık karımı ve çocuklarımı satamazlar. tanrı'ya şükürler olsun."

    güney carolina'nın adalarında kuzeyli ajanlar, eski kölelere koca bir çınarın dalları altında bildirgeyi yüksek sesle okudu. tamamen siyahilerden oluşan yeni bir birliğin kumandanı, amerikan bayrağını açtı ve askerler şarkıya boğuldu: "bir ırkın kısılmış sesi, sonunda açıldı."

    bölüm 4, 1863 dönemi (1862 sonundaki fredericksburg'a bir flashback ile)
    "bu orduda, pantolonun arkasında bir delik yüzbaşı anlamına, iki delik teğmen anlamına, pantolonun arkasının delik deşik olması da kişinin er olduğu anlamına gelir."

    her iki tarafın da belli bir bağırma şekli vardı. kuzeyli birlikler "hurra" gibi bir kelime kullanıyordu. "kuzeyli askerin derin, zengin ve erkeksi bağırışı." konfederasyon askerlerinin "asi bağırışı" dedikleri bir şey vardı. nasıl bir bağırış olduğu bilinmiyor ama bir kuzeyli onu tarif etti: "duyduğunuzda tüylerinizi diken diken eden bir ses. o bağırışı duyduğunuzu ve korkmadığınızı söylüyorsanız, onu asla duymamışsınızdır demektir."

    o ses esasen, tilki avı bağırışı ile ölüm perisinin çığlığı arası bir şeydi. hücuma kalkarken kullanılıyordu. savaştan sonra, yaşlı bir konfederasyon gazisinden tennessee'deki bir toplantıda asi bağırışını yapmasını istediler. hanımlar hiç duymamışlardı. güneyli gazi dedi ki, "ancak koşarken yapılabilir, dolu bir mide ve takma dişlerle zaten yapamam." nasıl bir şey olduğunu asla duyamadılar.

    iç savaş 10 binden fazla cephede savaşıldı. murfreesboro, chambersburg, dranesville ve opelousas. apache kanyonu, st. augustine, paducah ve brandy istasyonu, kızıl nehir, rappahannock ve rapidan. susquehanna ve monongahela, ida dağı ile olive dağı'ndan, zion dağı'na. ninevah ve nickajack açıklıklarından, new berne, new carthage, new iberia, new lisbon, new hope'a. yazoo deltasından chickasaw kayalıkları'na.

    1863'te, çin'deki taiping ayaklanması 13. yılına girdi. afganistan'da iç savaş çıktı. amerika'da philadelphia keystones'dan eddie cuthbert, profesyonel beyzbolda ilk kaleyi çaldı. ulusal bilim akademisi washington'da kuruldu. tekerlekli patenin patenti alındı. henry ford ve william randolph hearst doğdu.

    1863'te, konfederasyon generali stonewall jackson, birlik ordusu'na korku saldı, kuzeyde ve güneyde bir efsane oldu. maine'den bir üniversite profesörü olan joshua lawrence chamberlain, virginia ve pennsylvania'nın tepelerinde alayına zafer kazandırdı. fredericksburg'un ormanlık batı tarafında, general robert e. lee, savaşın en iddialı ve parlak savaş planlarından birini tasarladı. bu sırada 1.600 kilometre batıda, general ulysses s. grant vicksburg'daki asi direnişini vurmaya devam etti.

    konfederasyon askeri sam watkins murfreesboro, shelbyville, chickamauga, lookout dağı ve missionary bayırı'nda çarpıştı ve hayatta kalmayı başardı. elisha hunt rhodes ise, hayatının en güzel 4 temmuz bayramını yaşadı.

    1863'te, antietam'daki kuzey zaferine, özgürlük bildirgesi'ne ve asker ile erzak açısından bariz bir üstünlüğe rağmen, birlik her şeyi kaybedecek gibi görünüyordu.

    bu esnada, vicksburg'dan charleston'a, kırılgan konfederasyon koalisyonu dağılmaya başlamıştı. yine de konfederasyon, yöneticilerinin cesaret, şans ve dehası sayesinde ayakta kaldı. ama en büyük sınavlar, o yaz mississippi'nin kesin bir dönüş yaptığı vicksburg'da ve pennsylvania'nın sakin bir köşesinde, gettysburg'da verilecekti.

    "murfreesboro, tennessee, 1 ocak 1863.
    martha,
    sonunda bu işin saçmalığını gördüm ve daha fazla dahil olmak istemiyorum. başka bir çarpışmaya katılmak istemiyorum kardeşim. eve dönmeyi her zamankinden çok istiyorum."
    -thomas warwick

    "etraftaki tüm ormanlar yok oldu, çamurdan bacalı tahta kulübeler yapıldı veya taş ocaklarda yakılmak için kesildiler. askerlerin cesareti kırılmıştı. cesurca savaştıklarını biliyorlardı ama kötü yönetim ve yetersiz liderlik söz konusuydu."
    -charles coffin, boston journal

    "falmouth, virginia.
    bu sabah, gece yağan karla kaplanmış olarak uyandık. yazı yazamayacak kadar soğuk. richmondlı kardeşlerimizin burada bizimle olmasını çok isterdim."
    -elisha hunt rhodes

    potomac ordusu'ndaki askerlere altı aydır maaş ödenmiyordu. washington'daki ordu depolarının yiyecekle dolup taşmasına rağmen, çok azı kış kampına ulaştı.

    "şu an, ordumuzda yaşanan hastalıktan daha büyük bir ıstırap gördüğümü sanmıyorum.
    -thomas f. perly, genel müfettiş"

    wisconsinlı bir memur, falmouth, virginia'daki kış kampına, "birlik'in vadideki demir ocağı" demişti. iskorbit, dizanteri, tifo, difteri ve zatürreden yüzlerce asker öldü. kızamık, kabakulak ve başka çocuk hastalıkları salgınları oldu. hayatlarında ilk defa başka insanlarla bir araya gelen çiftlik çocukları özellikle dirençsizlerdi. hastalık savaşın asıl öldüreniydi, savaş yarasından ölen her bir askere karşılık iki asker hastalıktan ölüyordu. "bu zamanların ilginç durumlarından biri de ordu öksürüğüydü. yüz bin asker kalk borusuyla uyanırken, öksürüklerinin sesi çalan davulların sesini hemen bastırırdı."

    "gazeteler ordunun yeni bir savaşa hevesli olduğunu yazıyor. bu doğru değil. hiçbir sonuç getirmeyen savaşlardan bıkıp usandılar."

    "mektuplarımın yarısını almadığımı düşünüyorum. koca üç hafta boyunca, evden sadece bir adet mektup almış olmam mümkün değil. mektup yazıp postalamaya yetecek kadar uzun süre kaldığımız her yerden sürekli olarak yazdım."
    -edward hastings ripley

    her gün 200 asker ayrılıyordu. ocak sonunda, kuzey ordusunun dörtte biri mazeret bildirmeden gitmişti. askerlerin ıstırabına aralık ayında fredericksburg'da, rappahannock'un öte yanında katıldıkları çarpışmanın anıları da ekleniyordu.

    1862 yılının sonunda fredericksburg'da, rappahannock nehri üzerinde konuşmalar olmuştu. biri bağırıyordu, "hey asi," onlar da "ne var?" diyorlardı. "ne zaman buraya geleceksiniz?" "hazır olduğumuzda. bir şey ister misiniz?" "fredericksburg'u isteriz" diyorlardı. "istediğine dikkat et, gerçekleşebilir!" taraflar arasında bu tip konuşmalar oluyordu.

    önemli bir konfederasyon nakil hattı olan ve richmond ile washington'ın arasında yer alan fredericksburg, bir dizi tepenin eteğindeydi. birlik generali, ambrose e. burnside'ın planı, rappahannock'u pontoon'dan geçmek, şehri işgal etmek, daha sonra da iyi korunmayan tepeleri almaktı. öncülü olan george mcclellan'da eksik olan savaşçı ruhu göstermeye kararlı bir şekilde askerlerini fredericksburg'a getirse de, ambrose burnside için cesur eylemlerde bulunmak o kadar kolay olmadı. savaş bakanlığı onu hayal kırıklığına ugrattı, pontoon köprülerinin gelmesi için 17 gün beklediler.

    köprüler kurulduğunda, lee'nin tepelerde bekleyen 75.000 adamı vardı. stonewall jackson sağda, james longstreet soldaydı, arada marye tepesi denen bir kayalık vardı. tepeden general lee nehrin öbür yakasında, birlik ordusu tarafındaki chatham malikanesini görebiliyordu. 30 yıl önce karısı mary custis ile orada tanışmışlardı. orası şimdi burnside'ın karargahıydı.

    11 aralık'ta, birlik topları fredericksburg'u dövmeye başladı ve şehrin büyük kısmında yangın çıkardı. ardından kuzey askerleri nehri geçmeye başladı. bazıları, konfederasyon askerlerinin nehri geçişlerini niye zorlaştırmadıklarını merak etti. bir er "bizi içeri almak istediler" dedi. "dışarı çıkmak o kadar kolay olamayacaktı."

    tepelere saldırmak için beklerken, birlik askerleri şehrin kalanını yağmaladı. büyük saldırı iki gün sonra 13 aralık'ta geldi. kuzeyli birlikler marye tepeleri'ne doğru ilerledi. general lee, düşmanın bu kadar aptal olabileceğine inanamadı. topçuları her türlü plana hazırlıklıydı. tepenin alt ucu boyunca uzanan taş bir duvarın arkasında dört sıra silahlı piyade yerleştirilmişti. bir subayı james longstreet'e şöyle güvence vermişti, "generalim, o alana ateş açtığımızda bir tavuk bile sağ kalamaz." ateş!

    "nasıl da güzel geldiler, görülmeye değerdi. parlak süngüleri güneşte ışıldıyor, hatları mavi ve çelik bir yılan gibi görünüyordu. mermilerimizin mevzilerinde patlayıp gedikler açtığını görüyorduk ama gelmeye devam ettiler, sanki üzerimizden yürüyüp geçecekmiş gibiydiler. el bombaları attık, önce yavaşladılar ama biraz daha ilerlediler, sonra önümüzdeki yolda bulunan georgialılar ayağa kalktı ve ilerleyen düşmanı kurşun yağmuruna tuttu."

    "irlandalı tugayların bize yaptıkları cesur saldırı tarif edilemez bir şeydi. bizimle savaştıklarını unuttuk, bizim hatlarda cesurlukları karşısında tezahüratlar yükseldi."
    -general george pickett

    yaptıkları intihardı. "öne atıldılar" dedi bir adam, "sanki bir yağmur ve sulu sepken fırtınasını göğüsler gibiydiler. yüzler ve vücutlar fırtınaya yarı dönmüş. omuzlar titriyor." kuzey'in cesur irlanda tugayı, duvarın 25 adım içine kadar girdi. onları vuran güneyli 24. georgia alayı'nın askerleri de irlandalı'ydı. bir kilise kulesinden izleyen bir birlik subayı, askerlerin birbiri ardına taş duvara çarpışını izledi. "eriyor gibiydiler, tıpkı sıcak toprağa düşen kar taneleri gibi."

    hala, bir mevzii alabilmek için adamlarını toplayıp süngülerle yollamak gerektiğine inanıyorlardı. iç savaş'ta, birinci veya ikinci dünya savaşında olanlardan daha fazla süngü yarası yoktu. hiç o tip bir çatışmaya girmediler veya çok nadir olarak girdiler, ama hala ateşe karşılık askerlerini ileri sürmek gerektiğini düşünüyorlardı. bu sebeple, sıralanıp güçlendirilmiş bir mevziye karşı yürüdüler ve öldürüldüler.

    burnside alınamayacağına karar verene dek, marye tepeleri'ne yapılan on dört saldırı püskürtüldü. 9.000 asker konfederasyon ateşiyle öldürüldü.

    "konfederasyon askerleri cesaretleri açısından övülür. daha şevkli ve ateşli oldukları düşünülür. ben, her iki orduda da, çok ciddi bir yenilgi olan fredericksburg'daki birlik alayları'ndan daha cesur askerler görmedim. ama marye tepelerinin eteklerindeki o duvara saldırmak, tüm o başarısızlıklara rağmen, ki hepsi de başarısız olmuştu, başlı başına bir kahramanlık örneğidir."

    tepenin yukarısından izlerken, robert e. lee bile çok duygulanmıştı. "savaşın bu kadar korkunç olması iyi çünkü ondan fazla hoşlanmaya başlamıştık."

    albay joshua lawrence chamberlain ve 20. maine alayı, tepelerin eteğinde sıkışan binlerce birlik askeri arasındaydı. o gece, sıcaklık sıfırın altına düştü ve soğuk rüzgarlar esti. askerler kanamadan ve soğuktan donarak öldüler. geceyle beraber sessizlik çöktü.

    "ama sessizlikten yeni sesler doğdu, sessizlikten daha kötü, garip, anlaşılmaz sesler, nereden geldiklerini anlayamıyordunuz. boğuk bir inilti, sanki binlerce akortsuz ses aynı notayı çıkarıyormuş gibiydi. garip, tüyler ürpertici, duyması ve katlanması güç, yakınlığıyla da ürperten. kıvranan armoni, yardım isteyen çığlıklarla kesiliyordu. kimisi bir damla su için yalvarıyordu. kimisi tanrı'dan merhamet diliyor, kimi de düşmanın korkunç şekilde başladığı işi, bitirmesi için arkadaşlarına yalvarıyordu. ve kimisi de hayal aleminden gelir gibi seslerle, sanki yanlarındaymış gibi sevdiklerinin isimlerini sayıklıyordu.

    arka fonda, sürekli olarak, acılarını dile getirme konusunda çok umutsuz veya çok kahraman olan kapalı dudaklardan çıkan derin, bas nota vardı.

    sonunda, bitkinlikten ve depresyondan, iki ölü askeri biraz kıpırdattım ve aralarına yattım. üçüncü bir askerin göğsünü yastık yaptım, paltosunun eteğini yüzüme çektim ve uyumaya çalıştım."
    -albay joshua lawrence chamberlain, 20. maine gönüllüleri piyade alayı

    tüm gece ve ertesi gün orada, kendi ölülerinden oluşan bir duvarın arkasına çömelmiş, konfederasyon mermilerinin arkadaşlarının cesetlerine saplanışının sesini duymamaya çalışarak sıkışıp kaldılar. general burnside gözleri yaşlı bir şekilde, yeni saldırıyı bizzat kendisinin yöneteceğini bildirdi. astları onu vazgeçirdiler. o gece, chamberlain ve adamları, ölüler için sığ mezarlar kazdılar. onlar çalışırken, kış göğünde kuzey ışıkları dans etmeye başladı.

    "kim onlar gibi ölebilirdi ki? ülkelerinin yaşaması için öldüler ve kendi göklerinin yarattığı ışıklar içinde gömüldüler."

    o kadar güneyde kuzey ışıkları'nın görülmesi çok sıra dışıydı ama tüm cennet, ateş nehirleriyle ve kuzey ışıkları her ne idiyse onunla ışıl ışıldı.

    konfederasyon askerleri ise bunu yüce tanrı'nın konfederasyon'un zaferini kutlamasının bir işareti olarak gördüler.

    kıyım korkunçtu, sonuç bir felaketti. kuzeyin iyi generalleri olana dek, çarpışmaya girmesinin bir faydası yoktu. birlik 12.600 asker kaybetmişti. güney ise 5.300 asker kaybetmişti ama çoğu sadece kayıptı, noel için eve dönmüşlerdi. fena hırpalanan birlik ordusu nehrin diğer yakasına çekildi. sulu kar yağmaya başlamıştı. fredericksburg'un harabelerinde bulunan konfederasyon askerleri, rappahannock'un uzak tarafına sığınmış birlik taburlarıyla açıkça alay ediyorlardı. fredericksburg meydan muharebesi'nden sonra, konfederasyon askerleri şehre geri döndüler. şehre birlik tarafından işgal sırasında verilen tüm hasarı gördüler. hasar büyüktü, gerçek bir vandalizm. herkes şok olmuştu. general stonewall jackson'ın personelinden biri sordu, "bütün bunlara nasıl son vereceğiz?" jackson ise " öldürün. hepsini öldürün" dedi.

    "clarksville.
    o iğrenç gambotlar. dört tanesi iki gecedir nehirde, evimizin karşısında demirli. askerlerin teknelerde siyah yılanlar gibi süründüğünü görüyorum."
    -nannie haskins

    1.500 birlik askeri clarksville, tennessee'de üslenmişti. askeri geçiş izni olmadan kimse şehre giremez veya çıkamazdı. "her geçen gün, yönetim biraz daha sıkılaşıyor."

    deer isle, maine'de, er harlton powers'ın anne ve babası, onun fredericksburg'daki kayıplar arasında olduğunu öğrendiler. aslında, silah arkadaşları onun öldüğünden emindi ama şişmiş, kararmış birlik cesetleri arasında onunkini teşhis edememişlerdi. babası, güneybatı limanındaki küçük mezarlığa onun anısına bir mezar taşı yerleştirdi. yirmi yaşındaki er alfred robbins, port hudson, louisiana yakınlarındaki kampta mektup postalamaya giderken düşüp ölmüştü. düşme nedeni asla net olarak belirlenemedi. mart'ta, onbaşı farnum haskell'in tabutu, louisiana'dan evine geldi ve donmuş toprakta mezar kazmanın zorluğuna rağmen adams dağı mezarlığına defnedildi.

    1863'ün uzun soğuk, yağmurlu kışı sırasında, konfederasyon güçleri tullahoma, tennessee yakınlarında, duck nehri'nin güneyinde savunma konumlarında kaldılar. konfederasyon subayları, tullahoma isminin yunanca çamur anlamına gelen "tulla"dan geldiğini, "homa"nın da daha fazla çamur anlamına geldiğini anlatmayı severlerdi.

    konfederasyon ordusu'nun birçok kısmı hareket halindeydi. konfederasyon generali john clifford pemberton, vicksburg'un kuzeyindeki chickasaw kayalıkları'nı almaya çalışan birlik güçlerini püskürtmüştü. general john hunt morgan'ın komuta ettiği konfederasyon süvarileri köprüleri yakıp tren raylarını bozarak ve 2.000 birlik askerini esir alarak kentucky'yi alt üst ettiler. nathan bedford forrest ise her gittiği yerde birlik ordusunu deli ediyordu. atları çalıyor, tedarik hatlarını yağmalıyor, kendi gücünün dört katı güçte ordulara saldırıyor, sonra iz bırakmadan kayboluyordu. iki haftada, forrest 10.000 tüfek çalmış, üç milyon dolar değerinde ekipmanı hurda etmiş, u.s. grant'in yaşam damarlarını kesmiş ve onu çekilmeye zorlamıştı. teksas'ta, general john bankhead magruder, galveston'da bir birlik filosu ele geçirdi. bombardıman bittikten sonra, konfederasyon binbaşısı albert miller lea, fena isabet almış uss harriet lane'in güvertesine çıktı. orada, bir birlik teğmeni olan oğlu edward lea'yı ölmek üzereyken buldu.

    "24 ocak,
    falmouth yakınları.
    gün ışığı garip bir sahneyi aydınlattı. askerler, atlar, silahlar, köprü dubaları ve vagonlar çamura saplanmıştı. asiler bir tabela bırakmıştı, 'burnside çamura sıkıştı.' asilerle savaşabiliriz ama çamurla olmaz.
    -elisha hunt rhodes

    "garip olan kurtçuk yiyerek 6 kg. almış olmam. burada öyle kötü koşullarda yaşıyoruz ki, ekmek kurtlanmış, et ise çok kötü kokuyor. pirinç haftada iki veya üç kez var, içinde de parmak boyunda kurtlar. eskiden pirinci severdim ama şimdi görmek bile istemiyorum.

    peksimeti içine kırdıktan sonra kahve kasesinin yüzeyinde yüzen ekin kurtlarını görmek çok olağandı ama kolayca alabiliyordunuz ve belirgin bir tat bırakmıyorlardı.

    anneme söyle, sık sık onun fasulye ve lahalanarını anıyorum ve canım çekiyor ama bunun hiçbir faydası yok."
    -benjamin franklin jackson

    birlik alaylarında fasulye, pastırma, askerlerin "at tuzu" dedikleri salamura et, kurutulmuş, ezilmiş, karışık sebze ve kimilerine göre mermileri durdurabilecek sertlikte peksimet, tam buğday ve ıslak bisküviler vardı. güney ordusunda, sloosh denen bir şey yeniyordu. mısır unu ve pastırma veriliyordu, pastırmayı kızartınca tavada epey bir yağ kalıyordu. sonra mısır unu yağda çevirip hamur yapılıyordu. sonra hamur rulo yapılır, tüfek harbisinin etrafına sarılıp kamp ateşinde pişirilirdi. buna "sloosh" deniyordu. kahve her iki ordunun da tercih edilen içeceğiydi. birlik askerleri kahve çekirdeklerini tüfek kabzalarıyla ezer, günde iki litre içerlerdi. biri "demir bir takozu yüzdürecek kadar güçlü" demişti. ateş yakamadıklarında, ezdikleri çekirdekleri çiğniyorlardı. güneyliler, fıstık, patates ve hindibadan ikamelerle idare ediyorlardı.

    "bize yolladığınız o kutuların içindekilerle yaşıyoruz. bisküviler hariç hiçbir şey ziyan olmadı. onların da birazı erimiş ama yarısından fazlasını çorbada kullandık. bay berdicts'e benim adıma binlerce kez teşekkür edin, ayrıca bayan maxson'a da kekleri için. o kızarmış kekler ve tarçınlı kurabiyeler harika. kurutulmuş böğürtlenler de güzel, kurutulmuş et ve elma sosu da en kalitelisindendi."

    "bu orduyu hiçbir madde, sarhoşluğun azalan ayıplanması kadar engellememiştir. içkiden uzak durulması, birleşik devletler orduları için toplamda 50.000 asker anlamına gelir."
    -general george mcclellan

    bir asker içkiyi alamıyorsa, kendisi yapıyordu. birlik tariflerinden biri için ağaç kabuğu suyu, katran suyu, terebentin, kahverengi şeker, lamba yağı ve alkol gerekiyordu. güneyliler bazen içine çiğ et atıyor ve bir gazinin hatırladığı kadarıyla "eski ve yumuşak bir tadı" olması için bir ay kadar karışımın fermente olmasını bekliyorlardı. askerler kendi yaptıkları içkilerine knockemstiff, popskull ve oh, be joyful diyorlardı.

    "yoldaşlarımı üç matara dolusu oh, be joyful'u içmeme yardım etmeye davet etim. sonra gecenin kalanını şarkı söyleyerek geçirdik ve mutlu bir şekilde ayrıldık."

    mart 1863'te, john mosby'nin konfederasyon muhafızları, virginia'daki fairfax courthouse'a saldırıya geçip iki yüzbaşı, 30 er, 58 at ve alay komutanı general edwin stoughton'ı yakaladılar. bu esir düşme anlatıldığında, lincoln "bunun için üzgünüm. alay komutanı generaller yapabilirim ama at yapamam" demişti.

    general mosby, kuzeyli komutanlara savaş boyunca hayatı zehir etti. robert e. lee'nin harekat raporlarında, başka hiçbir konfederasyon subayından john singleton mosby kadar çok kez övgüyle bahsedilmemiştir. konfederasyon ordusunda madalya yoktu. tüm savaş boyunca bir tane bile verilmemişti. konfederasyon'un açıklaması, hepsinin kahraman olduğu, birini öne çıkarmaya gerek olmadığı şeklindeydi. hepsi kahraman değildi ama general lee'ye kuzey virginia ordusu için tek tek isimlerin okunması önerisi yapıldı. lee buna izin vermedi. konfederasyon ordusunda ulaşılabilecek en yüksek onur, harekat raporlarında isimlerinden bahsedilmesiydi. ve bu da son derece yeterli kabul edilirdi.

    "5 mart 1863.
    kölecilere karşı en iyi savunma kölelerden gelir. kendisi özgür kalacak olanlar darbeyi vurmalıdır. sizden cesaretle savaşmanızı istiyorum ve hükümet ile özgürlüğünüzü aynı umutsuz mezara gömen gücü ölümle cezalandırın. bu bizim en iyi fırsatımız."
    -frederick douglass

    "siyahi nüfus, birlik'i onarmak için mevcut en büyük ancak kullanılamayan güçtür. mississippi kıyılarındaki silahlı ve hazır 50.000 siyahi askerin sadece görüntüsü bile isyanı bir anda bitirmeye yeter ve bunu gerçekten yaparsak kazanacağımızdan kim şüphe edebilir?"
    -abraham lincoln

    özgürlük bildirgesi'nden en çok etkilenen kişiler bunu büyük bir haber gibi karşılamadılar çünkü henüz lincoln'ün haberi yokken onlar savaşın özgürlükle ilgili olduğunu biliyorlardı. dahası, belki lincoln bunu tamamen fark etmeden yaptı, bugün de pek çok kişi bunu fark etmiyor, özgürlük bildirgesinin özgürlüklerini kazanmalarına hiçbir faydası olmadı. bildirge diyordu ki, eğer bu hakka inanacak cesaretleri varsa, gidip hayatlarını riske atmaya hakları vardı. pek çoğunda da buna inanacak cesaret vardı ve çoğu bunun bedelini ödedi.

    lincoln, konfederasyon'u yok etmek için daha sert önlemler alınması gerektiğini anlamıştı. daha fazla asker istedi ve şubat'ta, kongre'den zorunlu askerlik yasası geçirildi. özgürlük bildirgesi azat edilmiş kölelerin silahlandırılmasına zaten izin veriyordu. "washington politikaları hakkında en çarpıcı şey, başkan'a kişisel sadakatin olmayışıdır. böyle bir şey yoktur. hayranları yoktur, coşkulu destekçileri yoktur, kazanacağına dair bahse giren yoktur."

    sonbahar seçimleri iyi gitmemişti. fredericksburg her şeyi daha da kötüleştirdi. washington'ın her köşesinde felaketten bahsediliyordu. lincoln "eğer cehennemden beter bir yer varsa, işte ben oradayım" demişti. lincoln yönetiminin en sevilmeyen yasası özgürlük bildirgesi'ydi. bu bildirge, konfederasyon'da hiç ama hiç istenmiyordu, jefferson davis onun için "insanlığın karanlık tarafının bulduğu en aşağılık şey" diye bahsediyordu. ama milyonlarca kuzeyli de tepki gösterdi. gerçekten istemediler. kuzeylilerin büyük bir kısmı, savaşın bir köle özgürlüğü savaşına dönmesini istemedi. iç bölgelerde, özellikle demokratlar arasında savaş karşıtlığı yayılıyordu. michigan, ohio, iowa, indiana lincoln'ün eyaleti olan illinois'un güney yarısı.

    bildirge kuzey'de savaş karşıtı bir hareketi ateşlemişti. 138. illinois alayı'ndan 35 asker bildirge nedeniyle ayrılmıştı, köleleri özgürleştireceklerine sırtları yosun tutana dek ormanda yatacaklarını söylemişlerdi. altın çember şövalyeleri ve özgürlüğün evlatları (amerikan şövalyeleri birliği'nin kullandığı bir isim. amerikan devrimi esnasındaki the sons of liberty ile karıştırmayınız efenim) gibi isimleri olan gruplar gizlice toplanıyor, savaşı zorla sona erdirmek üzerine konuşuyorlardı. düşmanları onlara bakır kafalar diyordu, yakalarına özgürlük heykeli'nin bakır bir peniden kesilmiş başını takıyorlardı. liderleri ohio'dan bir kongre üyesi olan clement vallandigham idi. lincoln onu hücreye attırmış, daha sonra da konfederasyon topraklarına sürgün etmişti.

    "güney'i fethedemedik. asla da edemeyeceğiz. birlik adına savaştan vazgeçildi. zenciler için savaş açıkça başladı, hem de öncekinden de güçlü kıtalarla. peki ya başarı nerede? cevabı fredericksburg'daki ölüler versin."

    tüm bunlar başkanın sürekli aklındaydı. ek olarak güney'in güçlü bir ordusu ve iyi bir liderliği olduğu gerçeği de. ama sonra bir richmond gazetesi okudu ve dedi ki "jeff davis hakkında yazılanlara bakınca, aslında o kadar da kötü durmuyorum." çünkü güney'de de özgür basın vardı. lincoln, jefferson'ın da kendisinden daha iyi durumda olmadığını fark etti.

    jefferson davis, merkezi bir hükümete doğru en ufak hareketten şüphelenen 11 eyaletten bir ulus çıkarmaya çabalarken, bir savaş kazanmaya çalışıyordu. davis bir günlük ulusal oruç tutulmasını istediğinde, georgia valisi bunu uygulamadı, sonra da kendisi farklı bir oruç günü ilan etti.

    "ben bu devrime eyaletlerin haklarını korumak amacıyla kendi gücümü sunmak ve hükümetin konsolidasyonunu önlemek için girdim. yönetimde kim olursa olsun, ben hala bir asiyim."
    -georgia valisi joseph brown

    "konfederasyon, politikacılar tarafından yok edildi."
    -mary chesnut

    başkan yardımcısı alexander stephens, bir güney carolinalı kongre temsilcisine şöyle yazmıştı, "mazur görün ama çoğunluk sürekli sarhoş mu?"

    yardımcısı, başkan davis'in zayıf, kararsız, ürkek, huysuz, hırçın ve inatçı olduğunu düşünüyordu. stephens, richmond'ı 1862'de terk etti ve geri dönmedi. davis bir defasında "ben anlaşma yapmam. taviz vermeyi kabul etmem" demişti. halk önünde farklı konuşmayı veya basına yağ çekmeyi reddetti. masasına gelen neredeyse tüm ölüm cezalarını, kendisini vurmak olduğunu söyleyerek sürgüne çevirdi. genellikle, soğuk bir ukala olduğu, tüm vaktini anlamsız bürokratik işlerle doldurduğu, ruhsuz, buz gibi bir adam olduğu söylenirdi. tüm bu açılardan zıt bir şekilde, gerçekte tamamen farklı bir insandı. jefferson davis, dışa dönük, sıcak kanlı bir adamdı, iyi bir aile babasıydı. karısına ve çocuklarına pek düşkündü. hatta sonsuz bir şefkat deposuydu. general lee bunu çok güzel özetlemiş, "kimsenin davis'ten daha iyi iş çıkaran birini düşünebileceğini sanmıyorum. şahsen ben işini böyle iyi yapan başka birini tanımıyorum."

    davis, güneyli milliyetçiliğini gören, konfederasyon bir ulus olarak bir araya gelecekse fedakarlıklar yapılması gerektiğini anlayan tek güneyli olabilirdi. sürekli şöyle diyordu, "lincoln'ünki gibi güçlere ihtiyacım var. onun zorunlu askerlik yasalarında aldığı gibi kaynaklara ihtiyacım var. benim de onun gibi ihzar emrinin ilanını askıya alabilmem gerek." şöyle diyebilirdi, "artık sakin geçmişin dogmalarına göre yaşayamayız." bunu söylemedi ama böyle davrandı. "kazanmak için benim ve bu konfederasyon hükümetinin, birlik'in sahip olduğu türden ulusal otoriteye, ulusal güce ihtiyacı var" demişti. bunu yapamadılar çünkü eyaletlerin hakları konfederasyonu mahvetti.

    bir kalıp sabun 1,10 dolardı. bir askerin aylığının onda biri. 1863'ün başında, güney'de bir fıçı un 70 dolardı. yıl sonunda, 250 dolar olmuştu. konfederasyon hazinesi, altın karşılığı olmayan milyonlarca dolarlık banknot bastı. güneyli baskısı o kadar ilkeldi ki, kalpazanlar bazen sahte parayı fazla iyi yaptıkları için yakalanıyordu. 1862 ve 1863'de, güney fazlasıyla enflasyonist bir paradan mustaripti. gerçekten değeri olan para, birlik altın dolarıydı. bu yüzden konfederasyoncular, birlik'ten ekonomik olarak da ayrılamıyorlardı.

    "eğer konfederasyon yenilirse, bunun sebebi yurttaşlar olacak."
    -atlanta güney konfederasyonu

    artan fiyatlara öfkeli binlerce kadın richmond dükkanlarını yağmaladılar, camları kırdılar ve kucak dolusu yiyecek ile kıyafet aldılar. askerler onları durdurmaya çalıştı. jefferson davis bizzat geldi, cebinde ne kadar para varsa kalabalığa attı ve hükümeti değil yankeeleri suçlamaları için onlara yalvardı. daha sonra, dağılmazlarsa ateş açılacağını söyledi. kadınlar sonunda evlerine döndüler.

    "vatansever çiftlik sahipleri orduya kanlarını ve canlarını feda ediyor ama bir zenci vermeleri istendiğinde, en değerli şeyleri istenmiş gibi davranıyorlardı."
    -teksas senatörü louis t. wigfall

    çiftçilerden üretimlerinin onda birini bağışlamaları istendi. konfederasyon ordusu da erkek köleleri işçi olarak alacak ve sahiplerine aylık bir ücret ödeyecekti. plantasyon sahipleri kölelerini iç bölgelere, hükümetten ve savaştan uzağa götürdüler. yüz elli bin köle teksas'a yürüdü. yüzlercesi, belki de binlercesi, yolda öldü.

    "wartrace, tennessee,
    10 haziran 1863.
    hilliard'ın birliğinden haber aldım. her gün ayrılanlar oluyormuş. yeterli yemek olmadığını söylüyorlar. kendime, iki dolara bir incil aldım. burada her şey pahalı."

    "bugün kendimi kötü hissettiren bir şey gördüm. ordudan ayrıldığı için vurulan bir adam. 24 tüfek doğrulttular, kurşunlarla paramparça oldu. evine gitmiş, geri getirdiler, sonra tekrar eve gitmiş, bu yüzden onu vurdular. martha, bunu görmekten nefret ettim."
    -benjamin franklin jackson

    yılın sonunda, güney ordusunun beşte ikisi, izin alarak veya almadan gitmişti. ordudan ayrılanlar bazen beraber kalıyorlardı, genellikle birlik sempatizanları tarafından bakılıp doyuruluyorlardı. kuzey carolina'da, amerika'nın birlik yanlısı kahramanları'nın on binden fazla üyesi vardı. savaşın sonunda, güney carolina hariç, tüm konfederasyon eyaletlerinden birlikçiler kuzey'e alaylar yolladılar. jones county, mississippi'de, bir gerilla grubu üç yıl boyunca vergi memurlarını öldürdü, köprüleri yaktı ve konfederasyon destekçilerine tuzak kurdu. gazeteciler bölgeye "jones krallığı" adını verdiler.

    "bu gece bu ordugahın müziğini duyabilmeni ne kadar isterdim. kısa bir süre açık havaya çık ve dinle. herkes mutlu, herkes neşeli ama kalplerinin içine bakabilsen, evde bıraktıkları sevdiklerini düşünmenin sevinç ve neşelerinin önüne geçtiğini görürsün. yine de, mutlu olmasalar da memnunlar. görevlerini yapmış olmaktan, bu savaşta üzerlerine düşeni yapmış olmaktan ötürü memnunlar ve üzücü düşünceleri şarkıyla uzaklaştırıyorlar."

    "sevgili fanny,
    bandomuz olmasa ne yapardık inan bilmiyorum. herkes, onların bölüğün en iyisi olduğunda hemfikir. her gece güneş batarken, gilmore bize harika bir konser veriyor, operalardan bölümler, çok güzel marşlar, valsler falan çalıyor."

    askerler kamptayken ve çarpışmaya giderken şarkı söylerdi. konfederasyon askerleri i wish i was dixie land ve ve güzel mavi bayrak'ı severlerdi. birlik askerleri hala eski metodist melodilerini tercih ediyordu. genelde duygusal şarkıları seviyorlardı: muharebeden hemen önce anne, boş sandalye, potomac kıyısında her şey sakin ve yuvam, güzel yuvam gibi. çoğu kampta, askerlerin ağlıyorum, üzgün ve yalnızım adlı şarkıyı çalması yasaktı çünkü subaylar bu şarkıyı moral bozucu buluyordu. her iki taraf da lorena'yı pek seviyordu.

    "14 nisan 1863, rappahannock nehri, virginia, franklin geçidi yakınları.
    bugün general thomas j. jackson, bir grup hanım ve subayla beraber nehir kıyısına geldi. gruba şapkalarımızı çıkarttık ve garip ama hanımlar cevaben mendillerini salladılar. general jackson arazi gözlüklerini taktı ve soğuk bir şekilde grubumuzu süzdü. onu bir tabancayla vurabilirdik ama iki tarafın da ateş etmeyeceğinde anlaşmıştık, zira bu iyi bir şey olmazdı, hatta cinayet olurdu."
    -elisha hunt rhodes

    "general, sizi potomac ordusu'nun başına atıyorum. geçenlerde, hem ordunun hem de hükümetin bir diktatöre ihtiyacı olduğunu söylemişsiniz. elbette bu sebeple değil, hatta tam tersi sebeple kumandanlığa sizi atadım. sadece başarılar kazanan generaller diktatör olabilir. şimdi sizden bir askeri başarı istiyorum, diktatörlüğü riske atacağım."
    -abraham lincoln

    lincoln bir kez daha yeni bir general seçmişti. general burnside'ın yerine sebatkar bir west point mezunu, çok içen ve çok konuşan biri olan savaşçı joe lakaplı joseph hooker'ı getirdi. lincoln, hooker'a lee'nin ordusunun mutlaka yok edilmesi gerektiğini söyledi. "planlarım mükemmel. tanrı general lee'ye merhamet etsin, çünkü ben etmeyeceğim."

    hooker'ın planlarında, devasa ordusunun bir bölümüyle hala fredericksburg'da olan lee'nin cephesine sahte bir saldırı düzenlerken, kalan bölümüyle rappahannock'a yürüyüp nehri geçmek ve lee'ye arkadan saldırmak vardı.

    30 nisan'da, hooker'ın ana gücü olan 70.000 asker, chancellorsville'e ulaştı. burası, wilderness denen sık bir ormanın ortasında, ıssız bir binaydı. hooker ile subayları alt kata yerleştiler ve lee'yi tuzağa düşüreceğini düşündükleri saldırı planını uygulamaya devam ettiler. "düşman ya şerefsizce kaçmalı ya da olduğu yerden çıkıp kendilerini yıkımın beklediği kendi toprağımız üzerinde bizimle savaşmalı."

    "tavuk tüm hayvanların en akıllısıdır çünkü yumurtlayana dek gıdaklamaz."

    ikiye bir oranda dezavantajlı olan robert e. lee, hooker'ın planına kanmamıştı. tüm askeri gelenekleri bir kenara bırakarak, kendisinin daha küçük olan gücünü böldü, kanadını güçlendirmek için batıya gitmeden önce askerlerinin sadece dörtte birini fredericksburg'ta bıraktı. lee'nin konfederasyon askerleri ormanın kıyısına ulaştığında, birlik alayları çarpışma için dışarı çıktı. ama çatışma daha yeni başlamıştı ki, savaşcı joe hooker, anlaşılmaz bir şekilde askerlerine evin etrafında savunma pozisyonu almalarını emretti. yaptığı şeyi daha sonra "gerçeği söylemek gerekirse, savaşçı joe'ya olan inancımı kaybettim" diye açıklamaya çalıştı.

    general lee, hooker'ın kafa karışıklığını sezdi ve ertesi gün ordusunu bir kez daha böldü. 28.000 askeri, stonewall jackson komutasında yoğun ormanın içinden birlik'in sağ kanadı çevresine doğru 22 km. yürüttü. hooker, bir şekilde kendini jackson'ın geri çekildiğine ikna etmişti ve gözü önündeki azalmış asi güçlerine rağmen kampta kalmayı tercih etti. gün boyu, korkmuş birlik gözcülerinden, büyük bir asi gücünün ağaçların ardından batıya doğru ilerlediği raporları geldi ama ciddiye alınmadılar.

    o akşamüzeri bir geyik zıplayarak ormandan çıkıp kamplarına daldığında, kahve pişirip kart oynuyorlardı. jackson'ın ordusu tam arkalarındaydı. kurtulanlardan biri "tam bir insan kasırgasıydı. düşman her taraftan geliyor gibiydi" dedi.

    karanlık çöküp konfederasyon dalgasını durdurana dek, birlik askerleri neredeyse 3 km. geri çekildiler.

    chancellorsville muharebesi pek çok açıdan general lee'nin başyapıtıdır. bölge çok dezavantajlıydı. orada, daha üstün bir düşman karşısında ordusunu bölerek büyük risk aldı ve bastırmaya devam etti. chancellorsville'deki asıl hata, saldırının günün sonunda yapılmasıydı, bu yüzden jackson'ın hedeflediği noktaya kadar sürdüremediler. hatta, iç savaş'ta çok nadir bir şey olan gece taarruzu yapmayı bile denedi çünkü başlattığı şeyi bitiremediğini biliyordu. savaşa istekli halde, jackson o gece bir gece saldırısı hazırlığı için cepheler arasında gidip geldi. kendi adamlarına doğru döndüğünde, gergin konfederasyon askerleri onu düşman sanıp ateş açtı. yardımcılarından ikisi öldü. jackson sol kolundan iki kez vurulmuştu. parçalanan kolu ertesi sabah kesildi. general lee dehşete düşmüştü: "jackson sol kolunu kaybetti ama ben sağ kolumu kaybettim."

    hooker ise eline yüzüne bulaştırmaya devam etti. evin verandasından gergin bir şekilde çatışmayı izlerken dayandığı kolona bir şarapnel isabet etti ve bayıldı. bütün gün sersem gibiydi ama kumandayı devretmeyi reddetti. nihayetinde geri çekilmeyi emretti. yenilgi açıktı. birlik ordusu bir kez daha rappahannock'un diğer tarafına çekildi. hooker 17.000 asker kaybetmişti. bu sayı fredericksburg'dan bile fazlaydı.

    haberleri aldığında abraham lincoln "aman tanrım! ülke duyunca ne diyecek?"

    chancellorsville, lee'nin en büyük zaferiydi ama en maliyetlilerinden biriydi. 13.000 askeri ölü veya yaralıydı ancak onu en çok tek bir adamın kaybı endişelendiriyordu: general stonewall jackson.

    general stonewall jackson toparlanıyor gibiydi ama 10 mayıs 1863 pazar günü durumu ağırlaştı. yattığı yerde bilinci gidip gelmeye başladı. ölüm sebebi kolunu kaybetmesi değil, zatürreydi. karısı, son anlarında yanında olmak için oraya gitti. cerrah dr. hunter mcguire, hanımefendiye kocasının o gün ölebileceğini söyledi. o da kocasına "doktor bugünü çıkaramayacağını söylüyor" dediğinde, general jackson "hayır. durum o kadar ciddi değil" dedi. sonra karısı, "bugün tanrı'nın huzuruna çıkacaksın" dedi. bunun ardından bir tür uykulu hezeyana girdi. zatürre insanları garip şekillerde etkiler. doktoru çağırdı ve şöyle dedi, "dr. mcguire, karım bugün öleceğimi söylüyor. bu doğru mu?" doktor "evet, doğru" dedi. jackson: "oooh! iyi, çok iyi. hep bir pazar günü ölmek istemişimdir." ona brendi veya morfin önerdiklerinde, "hayır. zihnimin açık olmasını istiyorum" dedi. söylediği son şey ise, zihnini meşgul eden bir şeydi. a.p. hill'e sesleniyordu, "harekete hazır olun." sonra aniden bir süre çok sessiz kaldı, ardından net bir sesle, "nehri geçelim ve ağaçların altındaki gölgede dinlenelim" dedi. sonra da öldü.

    "dini bütün, cesur ve soylu general stonewall jackson'ın ölümü, mücadelemize büyük bir darbedir."

    winfield scott, henry halleck, irvin mcdowell, george mcclellan, john pope, tekrar george mcclellan, ambrose burnside ve joseph hooker. başka lincoln, ihtiyacı olan generali bir türlü bulamamıştı. artık, savaşı kazanmak için konfederasyon ordularının ezilmesi gerektiğini biliyordu. askerleri vardı, ama onları kullanacak iradeye sahip bir generale ihtiyacı vardı.

    "aritmetiği halledebilecek bir general bulunamadı, ama bulunduğunda savaş sona erecek. vicksburg anahtar önemde. anahtarı cebimize koyana dek savaş asla bitirilemez."

    "yüksek, düzensiz kayalıklardan oluşan uzun bir hat göğe yaslanmıştı. gözün alabildiğine sağa ve sola doğru uzanan mazgalların arasından belli belirsiz görünen toplarla taçlanmış bir şehir. işte bu viksburg."

    iki buçuk ay boyunca, ulysses s. grant iç içe geçmiş nehir kollarında ordusunu ilerletmek veya yüzdürmek ve vicksburg şehrini almak için azimle uğraştı. hiçbir şey işe yaramadı. basın onu üşengeçlik ve aptallıkla suçladı, tekrar içmeye başladığını ima etti. sonunda, grant iddialı bir plan yaptı. nehir boyunca, batı yakasındaki bataklıklardan vicksburg'un aşağısına dek ilerleyecek ve ikmal ya da destek umudu olmadan, arkadan gelip şehre saldıracaktı. mayıs başıda, grant nehri geçmişti.

    "bunu yaptığımda, daha sonra hiç benzerini hissetmediğim bir rahatlama hissettim. şimdi düşmanın ülkesindeydim. benimle ikmal üssüm arasında bir nehir ve vicksburg cephesi vardı, ama düşmanla nehrin aynı yakası üzerinde kuru topraklardaydım."

    askerler karargahlarıyla bağlantının kesildiğini, çok dar bir ikmal hattından gelecek ikmale muhtaç olacaklarını biliyorlardı. ama general grant onlara garanti verdi ve askerler de generallerinin ne yaptığını bildiğine inanıp ona güvendiler. buna inanmalarında en büyük etmenlerden biri, gece ya da gündüz farketmeksizin yürüyüş sırasında bir yolda yürürken veya köprüden geçerken yolun hemen yanında atının sırtındaki grant olurdu; "yürüyün, yaklaşın" diyen, tozla kaplı bir atın sırtındaki tozla kaplı bir adam. böylece, grant'in kendilerini bizzat kontrol ettiğini çok iyi hissederlerdi. bu da onlara ek bir güven verirdi. üç haftada, grant'in ordusu dış dünyayla bütün bağı kesilmiş şekilde 300 km. yürüdü; port gibson, raymond, jackson, champion tepesi ve büyük kara nehir'de beş çarpışmaya girip kazandı; nihayetinde vicksburg'u kuşatarak 31.000 konfederasyon askerini köşeye sıkıştırdı.

    19 mayıs'ta, general grant şehri doğrudan saldırarak almayı denedi ama püskürtüldü.

    "19 mayıs.
    evrenin yüce mimarına şükürler olsun. vicksburg hala güvende. ilk büyük taarruz başarı ile püskürtüldü. şehrin şaşırtmayla alınmasıyla ilgili tüm korkularım kayboldu."
    -35. mississippi gönüllüler alayı papazı william lovelace foster

    grant kuşatma için yerleşti. "düşmanı yerinden etmeye kararlıyız" dedi.

    "cephanelerini bu şekilde harcamaları çok aptalca. savunma ve korunma açısından böyle avantajlı bir şehri nasıl alabilirler? biz de bu tepelere gizlenir, istedikleri kadar saldırmalarını izleriz."

    15 mayıs'ta jefferson davis, general lee'yi richmond'a çağırdı. grant konusunda bir şey yapılması gerekiyordu. davis, lee'nin ordusunun bir kısmını vicksburg için göndermek istedi. lee karşı çıktı. daha cesur bir planı vardı. kuzey virginia ordusu kuzeyi yeniden işgal edecek, bu sefer pennsylvania'ya saldıracaktı. general lee, harrisburg ve philadelphia'ya saldıracak ve general grant'i washington'u savunmak için kuzeye gitmeye zorlayacaktı. biraz şansla, washington dahi düşebilirdi. lincoln'ü barış istemeye ve konfederasyonu tanımaya bile zorlayabilirdi. davis planı onayladı. artık her şey batıda vicksburg, doğuda pennsylvania arasındaydı. general grant, vicksburg'daki kuşatmasını sürdürürken, general lee kuzeye doğru ilerledi.

    1863 yazında, bir birlik savaş gemisi, yokohoma açıklarında bir konfederasyon yağmacısının peşine takıldı ve japon donanmasına bir batılı kolonisini taciz ettiği gerekçesiyle saldırdı. birleşik devletler, japonya'ya karşı ilk deniz galibiyetini almış, ancak konfederasyon kaçmıştı.

    o yıl paris'te paul cezanne'ın, james abbott mcneill whistler'ın ve edouard manet'nin yeni resimleri, kimsesizler için özel bir sergide sergilenmişti. rusya'da fyodor mihayiloviç dostoyevski, yer altından notlar adlı kitabını tamamlamıştı. ve londra'da karl marx, başyapıtını tamamlamak için çalışıyordu: das capital.

    1863'ün ilk altı ayında, robert e. lee ve stonewall jackson, tarihteki en olağandışı askeri harekatlardan birini gerçekleştiriyorlardı. devasa kuzey ordularını fredericksburg ve chancellorsville'de tarumar edip, güneyin sonsuz sevgisini kazanıyorlardı. ama mayıs'ın sonuna doğru, konfederasyon'un şansı döndü. general jackson ölmüştü. 1.600 kilometre batıda, ulysses s. grant'in vicksburg'daki kuşatması o kadar uzun sürmüştü ki, grant sıkıntıdan kendini bu kez gerçekten alkole vermişti. haziran başında, kasabadaki konfederasyon birlikleri bir şekilde dayanmayı başarmışlardı. bu sırada, kuzeyli kuvvetleri vicksburg'dan uzağa çekmek için, general lee ordusunu bir kez daha kuzey topraklarına sürdü. saldırmak için doğru zamanı bekliyordu. vakit geldiğinde, 1 temmuz 1863 sabahı, iki ordunun karşılaştığı yer, muharebe alanlarından en bilineni olacaktı. 3 gün boyunca, 150.000 adam birbirleriyle güney pennsylvania'nın yumuşak tarım topraklarında savaşacaktı. üçüncü gün sona erdiğinde, tüm savaşın en önemli günü olduğu ortaya çıkacaktı.

    güney'de, savaş ekonomiyi berbat etmişti ama güney'in savaşçı ruhu her zamankinden güçlüydü. kuzey'de, sanayi hızla gelişiyordu, kızgın işçiler sokaklara dökülüp özgürlük ve savaş için protesto düzenleyeceklerdi. yılın sonunda, abraham lincoln bugünün sessiz gettysburg tarlalarına seyahat edecek ve halkına olanları anlatırken duygularını kelimelere dökmekte zorlanacak ama yapılmış en güzel konuşmalardan bir tanesini sergileyecekti.

    1863 yazında, bir grup özgür siyahi insan, siyahların da mücadelelerde yer alma hakkını talep etti. savaşın başında, alex turner adında firari bir köle kuzeye gitmeyi başarmış ve 1. new jersey süvari alayı'na katılmıştı. 1863 baharında, alayını port royal, virginia'daki eski çiftliğine yönlendirdi ve eski sahibini öldürdü.

    "bu ordu, daha öncesinde, şimdi yapacağı gibi bir savaş yapmadı. bir barış fethetmeliyiz. yankeelere bu sefer nasıl savaşılırmış göstereceğiz."
    -er william christian

    mayıs'ın sonlarına doğru, general lee'nin ordusu pennsylvania'ya doğru yola çıktı. neyin peşinde olduklarını öğrenmek için gönderilen birlik askerleri, brandy station, virginia'da, jeb stuart ve konfedere süvarilerini çok şaşırttı. 21.000 süvari, rappahannock kıyısında 12 saat boyunca savaştı. amerikan tarihindeki en büyük süvari çarpışmasıydı ve eşit gidiyordu ama kuzey, konfedere kuvvetlerin harekete geçtiğini öğrenmişti. jeb stuart hazırlıksız yakalandığı için utanıyordu, bu yüzden adını temize çıkarmaya kararlıydı. lee'ye yakın durması için kesin emirleri olmasına rağmen, birlik ordusunun etrafından tekrar cesurca harekete geçti.

    general lee, 70.000 askerlik ordusunu üç kuvvete bölmüştü. ilk kuvvet james longstreet komutasındaydı, lee ona 'benim savaş atım' diyordu. merhum stonewall jackson'un eski ordusu olan ikinci kuvvet, kel richard ewell'ın komutası altındaydı. ikinci bull run muharebesi'nde bir bacağını kaybetmişti. üçüncü kuvvet ise, virginia'dan yeni bir kumandan olan ambrose powell hill'in emrindeydi. 1862'deki sharpsburg felaketinin atlatılmasına yardım etmişti. haziran'ın 16'sında, lee'nin öncü birlikleri potomac nehri'ni geçip maryland'e vardı. daha da büyük bir birlik ordusu da onları takip etti, konfederasyon ordusu ile washington arasında kalmaya dikkat ediyorlardı.

    yeni birlik komutanı george meade'di. astları tarafından duygusuz bir kitap kurdu ve "yaşlı patlak gözlü bir su kaplumbağası" diye bilinirdi. birlik generalleri lee'nin nereye gittiğinden emin olmasa da; lee'nin birlik ordusunun nerede olduğuna dair bir fikri bile yoktu. jeb stuart'ın süvarileri ilerleyen ordudan o kadar uzağa gitmişti ki, lee'ye bilgi veremiyordu.

    konfederasyon orduları maryland'den pennsylvania'ya geçmişlerdi. çok güzel topraklardı, fevkalade ahırlar ve yeşil çayırlar ama panik, kırsal bölgenin tümüne yayıldı. general lee'nin adamları hayvanlara, yiyeceklere vagon ve sivil kıyafetlere el koydu. karşılığında beş para etmez konfederasyon hisseleri veriyorlardı. ayrıca özgür siyahları da zorla alıkoyup güneye köle olmaları için yolladılar. güneyli bir subay bir pennsylvania kasabasının korkmuş sakinlerine sordu, "ee dostlarım, birlik'le bu şekilde ödeşmemiz nasılmış?"

    hazırsak, huzurlarınızda gettysburg meydan muharebesi
    batı yarım küredeki en büyük muharebe, ayakkabılar yüzünden çıkmıştır. 1 haziran şafağında, bir konfedere piyade subayı, adamlarını bir kavşak kasabası olan gettysburg, pennsylvania'ya yönlendirdi. lüteriyen bir papaz okulunun görüş açışındaydı ve yüksek kümbeti çevredeki çiftlik ve tepelere iyi bir görüş sağlıyordu. gettysburg'da, bir ayakkabı stoğu olduğu söylentisi vardı ve ayakları ağrıyan güneyliler de onlara el koymak için oradaydı.

    o gün güney ordusu kuzey'den, kuzey ordusu da güney'den geldi. kasabanın eteklerinde, konfedereler aceleyle general john buford'un süvari birliğine koştu. iki taraf da destek için takviyeler gönderirken, buford geri çekilmemek için umutsuzca uğraşıyordu. ama güneyliler sonunda üstün geldi ve birlik kuvvetlerini şehre geri püskürttü.

    "insanlar oraya buraya koşuşuyordu. kasaba bombalanacak diye bağırıyorlardı. kimse nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. kocam bahçeye gidip bütün bezelyeleri topladı çünkü asilerin tek bir tane bile alamayacağına yemin etti."
    -gettysburg yerlisi sallie broadhead

    bölgedeki her konfedersayon ve birlik tümeni, gettysburg'a doğru akın ediyordu. öğleden sonra, konfederasyon kuvvetleri gettysburg'u işgal etmiş, birlik kuvvetleri şehrin güneyinden atılmıştı. burada, general winfield scott hancock, kaçan birlikleri defansif pozisyonlara culp tepesi ve mezarlık sırtında toplamayı başarmıştı. mezarlığın girişindeki tabelada şu sözler vardır: "bu alanda ateşli silah kullanan kimseler, yasaların en ilahisiyle yargılanacaktır."

    muharebe sırasında, sanatçı alfred waud aksiyonun taslağını çizmiş ve çizimlerini çerçeveletmek için new york'a göndermişti. bu arada, new york times'dan sam wilkeson, gömüleli fazla olmayan oğlunun mezarının yanında otururken sevkleri dosyalıyordu.

    general lee öğlenden sonraki saatlerde geldi, karargahını kurdu ve ewell'a gece çökmeden tekrar saldırmasını söyledi. ewell bunu yapmamayı seçti, adamlarının dinlenmeye ihtiyacı vardı. günün sonuna gelindiğinde, birlik ordusu yüksek bölgeyi elinde tutuyordu (obi-wan'ı anmadan edemem: it's over anakin. i have the high ground.)

    konfederasyon generali longstreet, birlik ordusu'na doğrudan saldırmaktansa, pozisyonunun etrafından dolaşıp, meade'nin ordusu ile washington arasında pozisyon almak istedi. sonra birlik'in saldırmasına izin verecekti. düşmanın toplam kuvvetini bilmeden, general lee longstreet'in kararını bozdu. "hayır" dedi lee, "burada ya onları ben bozguna uğratırım, ya da onlar beni."

    general lee, muharebe alanında her zaman jeb stuart ve süvarilerine düşmanın pozisyon ve hareketlerini öğrenmek için güvenmişti ama şu anda buna sahip değildi. arazide el yordamıyla körlemesine ilerliyordu. askerleri muharebe alanında yanında geldiğinde tüm o günler boyunca, "stuart nerede söyleyebilir misin? "süvarilerimi gördünüz mü?" diye soruyordu. bir kumandan için çok tuhaf bir soru. stuart geldiğinde, bütün bunlar için gösterecek birkaç yüz vagonu, katırı ve başka şeyleri vardı ama lee'yi, ona geç kaldığı için sert sert bakarken buldu ve duyurusunu en baştan yaparak işleri berbat etti. dedi ki, "general, size 200 tane yepyeni vagon getirdim." ve lee dedi ki, "general, bunlar artık benim için ayak bağı. senden bu düşmanı yenmeme yardım etmeni istedim." lee, ona çok sert çıkıştı ve onun duygularını incittiğini fark etti. bu yüzden dedi ki, "gel jeb. merak etme, her şey yoluna girecek."

    "uyuyamıyorum. yarın ne getirecek bilmiyoruz. şu ana kadar çok az şey elde ettik. ordumuz yeterince güçlendirildi mi?"
    -pennysylvania yerlisi sallie broadhead

    ardından gelecek şeyle karşılaştırıldığında, ilk gün nispeten ufak bir çatışma ile başladı.

    gece boyunca, iki ordu toplanmaya devam etti. bütün gece süren 36 kilometrelik bir yürüyüşten sonra, birlik generali john sedgwick, 6. alayıyla geldi. sabah gün doğarken, 65.000 kişilik konfederasyon ordusu, 85.000 birlik kuvvetiyle karşı karşıyaydı. birlik ordusu general george meade komutası altındaydı. tepeler, her iki taraftan da güneylilerin bulunduğu pozisyona karşı duruyordu. kuzeyde, birlik'in sağında culp tepesi ve mezarlık sırtı; güneyde, little round top vardı. general lee buraların alınmasını istiyordu. general meade de konumunu korumakta aynı derecede kararlıydı. "tüm kumandanlar görevini yerine getiremeyen herhangi bir askerin derhal ölümünü emretme yetkisine sahiptir."

    iki tümenin yuvarlak tepelere taarruz için konum almasını sağlamak, longstreet'in yarım gününü aldı. birlik'in konumunu korumak, general dan sickles'ın göreviydi. çalkantılı, eski bir tammany hall politikacısı olan sickels, savaştan önce karısının sevgilisini vurup öldürmesiyle tanınıyordu. general sickles emirlere karşı geldi ve adamlarını little round top'tan uzağa, şeytanın inine, bir buğday tarlası ve gerisindeki şeftali bahçesine sürdü. birlik hattının bir kilometre önünde, düz, açık bir mevzideydi ve bu pozisyon, tepeyi tamamen savunmasız bırakıyordu. ordunun kalanı şaşırmıştı. bazıları onun göze battığını söylüyordu. onun çıktığını ilk gören hancock'du ve dedi ki "biraz bekleyin. görürsünüz tepetaklak dönecek."

    ve elbette öyle de oldu. konfederasyon ordusu sonunda, öğleden sonra dörtte saldırdı. onlar ilerlerken, 15. alabama alayı little round top üstüne doğru hücuma geçti. oradan muharebe alanına bakan 15. alabama alayı komutanı albay william calvin oates, büyük bir şansı olduğunu gördü. küçük yuvarlak tepe tamamen savunmasızdı. bu pozisyonda oates şöyle dedi: "bütün birlik ordusunu dağıtabilirim. yarım saat içinde, küçük yuvarlak tepe'yi alıp orayı sahip olduğumun 10 katına karşı savunabileceğim bir cebelitarık'a çevirebilirim."

    bu sırada general meade tehlikeyi görmüş ve çabucak general gouverneur kemble warren'ı zirveye sevk etmişti. o esnada sadece bir avuç saha subayı tepeyi savunuyordu. oates'un güneyli askerleri aşağı, birlik'in soluna doğru ilerliyorlardı. warren derhal destek için adam yolladı. dört birlik alayı hemen küçük yuvarlak tepeye tırmandı. "bir dakika için, her şey çok heyecanlıydı. her asker durumu anlıyor ve tehlikesinden ilham alıyor gibiydi. ağır top atışı altında ilerlerdik. bombalar her yanımızda patlıyordu ama askerlerimiz tören alanında hizaya geçiyormuş gibi hareketlerinde sakin ve eminlerdi. dik tepeyi tırmandıkça, zirveye ulaştılar."

    en soldaki birlik hattının savunması, şimdi albay joshua lawrence chamberlain'in 20. maine alayı'ndaydı. oates'un alabamalıları çoktan iki tepe arasında ilerlemeye başlamışlardı. chamberlain'in emirleri ne pahasına olursa olsun mevziyi tutmaktı. eğer edebiliyorsanız, hayal edin; dokuz ufak piyade bölüğü, toplamda sadece 360 adamı vardı. 80.000 kişilik bir ordunun uç kanadında anahtar bir pozisyonu, sağ kanadı, kendilerinin 10 katı gücünde bir kuvvetten savunmak için konuşlanmışlardı.

    "sıkı tutunun maine'in evlatları. her yüz yılda bir özgürlük ve adalet için, tanrı ve insanlık için, bir adama böyle bir sorumluluk yüklenir. dayanın evlatlar, bu bizim sıramız."
    -albay joshua lawrence chamberlain

    360 maineli adam büyük kayaların arkasında siper aldı. 10 dakikadan az zamanları vardı. mümkün olan son anda, albay chamberlain b bölüğü'nü tepelerin arasındaki çukurdan sol kanadını güçlendirmek için yolladı. onlar varmadan, oates'un güneylileri yokuş yukarı hücum etti. chamberlain b bölüğü'nün yok edildiğini farz etti. bu kaybı göze alamazdı. maineli askerler hücum eden asilere ateş açtı. oates'un adamları duraksadı ama tekrar gruplaşıp saldırdılar.

    "hattımız ağaçlar ve saklanmış kuzeyliler yüzünden bozulmuştu. uzun bir çizgi halinde düştük, üçümüz yakındık. vücudumun alt kısmında, keskin ve uyuşturucu bir acı vardı. ve sonra toprağa batma hissi, ardından düşüş ve her şeyin kararması. aklından geçen tek ve son fikir, dünyanın sonunun geldiğiydi."
    -er w.c. ward, alabama alayı

    "düşman, üstümüze korkunç bir ateş açıyordu, üstün kuvvetleri onlar için büyük avantaj sağlıyordu. hava kurşunla canlanmış gibiydi. saflar bazen birbirine o kadar yakındı ki, tüfeklerin namluları neredeyse birbirine değiyordu."

    güneyliler, maineli askerleri pozisyonlarından beş kere sürdü ama maineliler, beş kere savaşarak geri geldiler. fidanlar, kurşunlarla ikiye bölünmüştü. "bazen, etrafımda kendi adamlarımdan çok düşman vardı. gedikler açılıyor, bizi yarıp geçmiş gözü pek bir adamı hattımız yutuyor, sonra tekrar kapanıyordu. her tarafta garip bir çığlık vardı."

    bir buçuk saat içinde, chamberlain'in adamlarının üçte biri öldü. 20. maine alayı'nın arkasında savaş sesleri yükseliyordu. chamberlain'in düşüncesi, küçük yuvarlak tepe'nin kuşatıldığıydı. "cephanemiz neredeyse tükenmişti. yaralı askerlerimizin kutularından aldığımız fişekleri kullanıyorduk. kritik bir an geldi ve şu anda olduğumuz yerde kalamayız. ya ilerlemeli ya da geri çekilmeliyiz. ikincisi olmaz ama ilki nasıl olacak?"

    chamberlain'in tek seçeneği saldırmaktı ve o anda, kitaplarda olmayan bir manevra yaptı. adamlarının cephanesi bitmek üzereyken, onlara "süngü tak!" emri verdi. o sırada hattının sağ tarafı direnirken, sol tarafı aşağıya doğru hücuma kalktı. bu sırada, sağa çark ederken "bir direğin üstünde büyük bir kapı gibiydi" dedi gören biri. konfederasyon askerleri tamamen gafil avlanmıştı. ön saflardakiler, silahlarını bıraktı. arkadakiler, geri dönüp kaçtı. "düşmanın ön saflarının çoğu silahlarını bırakıp teslim oldu. bir subay kafama doğru tabancasıyla ateş ederken, diğer eliyle kılıcını bana teslim etti."

    güneyli askerler sollarından ikinci bir sürpriz geldiğinde çok az öteye gidebilmişlerdi. chamberlain'in kayıp olan b bölüğü, bir taş duvarın arkasında siper almıştı ve o anda kalkıp ateş ettiler. "bir adam tam karşısından vurulurken, sağındaki silah arkadaşı arkadan veya yandan vuruluyordu. bazıları aynı anda başka yönlerden gelen iki veya üç topla vuruluyordu."
    -albay william c. oates

    oates'un adamları bocaladı, safları bozup can havliyle kaçmaya başladılar. "yaralılar ve ölüler, hala görev başında olanlar kadar fazlaydı. kelimenin tam anlamıyla zemini kaplıyorlardı. bazı yerlerde, kan göletler halinde taşların üzerinde birikmişti. yer kanla kaplıydı."

    albay joshua lawrence chamberlain'in az sayıdaki kuvveti, 400 güneyliyi ele geçirdi. küçük yuvarlak tepe, zor da olsa büyük kahramanlıklarla tutulmuştu. "savaşıp ele geçirdiğimiz alay, 15. alabama alayı'ydı. daha önce böyle yenilmediklerini ve bir daha 20. maine alayı ile karşılaşmak istemediklerini söylediler."
    -onbaşı william t. livermore

    ufak yuvarlak tepe'nin meyillerinde, talladega, alabamalı çiftçiler, presque isle, maine'li balıkçılarla savaşmışlardı. iki kent de gettysburg'dan 1.045 kilometre ötedeydi ve neredeyse aynı çapraz çizgi üstünde yer alıyordu. savaştıkları günler boyunca, lee ile seyahat eden bir ingiliz gözlemcisi olan albay arthur james lyon fremantle, konfederasyon bandosunun tıslayan top mermileri arasında, polkalar ve valsler çaldığını duyunca çok şaşırmıştı.

    birlik hatlarının çok ilerisinde, general sickles ve adamlarının başı büyük bir dertteydi. güneyliler, üç taraftan yaklaşıyordu. konfederasyonun top mermileri şeftali ağaçlarının dallarını kırdı ve askerlerin arasında düştü.

    "subayların boğuk ve diğer seslerden ayrıştırılamaz sesleri. top mermilerinin, kanisterlerin ve şarapnelin ıslıkları ve patlamaları havayı yırtıp geçerken, mücadele eden insan kitlelerini, yaralı hayvanların ölüm çığlıklarını, askerlerin inlemelerini, ateş saçan bataryalardan yaralı ve ölen binicisiz atların ayaklar altında ezilmesini ve muharebenin ilerleyen hatlarını boğan ses. yeryüzünde kusursuz bir cehennem, belki dengi olabilir ama üstü asla olmayacak. bir ömürde unutulabilir bir şey değil bu. 50 yıldır, gece ya da gündüz tek bir an hafızamdan silinmedi."
    -er robert h. carter, 22. massachusetts alayı

    "toplar öylesine yoğun vızıldıyor ki" diye hatırlıyor bir teksaslı, "biri şapkasını kaldırıp, istediği kadar yakalayabilirdi."

    "general sickles bacağını kaybettiği yarayı aldığında, ondan birkaç adım uzaktaydım. inanılmaz bir patlama yeri sarsıyor, bir sonraki hemen ardından geliyordu. pantolonu ve çorabının bacağıyla beraber koptuğunu ve havada sallandığını fark ettim. alandan uzağa taşınırken, hiçbir şey olmamış gibi puro içiyordu."

    sickles'ın adamları karşı saldırıya geçti. hattı tuttu ve güneylileri püskürttü, sonra hala orada yaşanmış çarpışmaların şiddetiyle hatırlanan yerlere tekrar geri çekildi: mezbaha, ölüm vadisi ya da şeytanın ini diye adlandırılan buğday tarlasına.

    sonunda, çatışmalar yatıştı. minnesota alayı'ndaki 262 kişiden sadece 47'si yara almadan kurtuldu. %82'si, 5 dakikadan kısa sürede düştü. savaştaki hiçbir birlik alayı bu kadar ciddi kayıp vermemişti. 6. kuzey carolina bölüğü bütün askerlerini kaybetti.

    "dün gece yaşamayı çok istiyordum, ölmek için çok gençtim, daha geçen hafta doğum günümdü, biliyorsun 19 oldum. bütün planladığım şeyleri göz önüne alınca, ölmek çok zor geldi. ama o anda tanrı'ya lütfu için dua ettim ve endişelerim uçup gitti." tam o anda sesi zayıfladı, başını gururla kaldırdı ve fısıldadı, "elveda, anne."

    "kim galipti veya avantaj kimdeydi, kimse kestiremiyordu. bazıları güneyliler yenildi sanıyordu çünkü dünden beri böbürlenme olmamıştı ve rahatsız görünüyorlardı ama hiçbir şekilde bayram etmiyorlardı. fazla umutlu olmamızdan korkuyorum. yarın göreceğiz."
    -sallie broadhead

    güneş batarken, birlik her noktada hala direniyordu. general lee, ertesi gün bütün gücüyle merkezden saldırmanın işe yarayacağından emindi.

    "muharebenin ikinci günü sona erdiğinde, general lee bunu, başarı olarak nitelendirdi. ama başarılı sonuçlara doğru çok az şey elde etmiştik."
    -general james longstreet

    ilk günün çarpışmaları çok cesaret vericiydi. ve ikinci günün çarpışmalarıyla başarıya ulaşmasına ramak kalmıştı. general longstreet, "o ana dek, general lee'nin kanı kaynıyordu. kanı kaynayınca, onu durdurmak mümkün değildir" diye düşünmesine rağmen lee'ye durdurmaya çalıştı. general lee, düşmanı kastederek "hayır. oradalar ve onları vuracağım" dedi.

    general longstreet, gettysburg'daki birlik pozisyonuna saldırmak konusunda endişelere sahipti. nihayetinde, fredericksburg'da birlik askerlerini taş duvarın önünde kurşun yağmuruna tutan onun askerleriydi. misket tüfeğinin emin ellerde neler yapabileceğine vakıftı.

    sonraki gün, general george edward pickett'ın hücum sırası gelmişti. general lee, 1863 yazında gelindiğinde, kendisinin ve kuzey virginia ordusu'nun yenilmez olduğunu düşünmeye başlamıştı. birlik generallerini nasıl ardı ardına yendikleri ve potomac ordusu'nu nasıl mağlup ettikleri, en azından berabere kaldıkları yapılan her muharebede görülebilir. lee gerçekten, eğer adamlarından bir şey isterse, bunu yapacaklarına inanıyordu, her şeyi yaparlardı. ordularıyla gettysburg'a geldiğinde yenilmez olduğuna inanıyordu ve bu, adamlarının da kendisinin de felaketi oldu.

    üçüncü gün lee için kötü başladı. ewell'ın adamları culp tepesi'nden püskürtülmüştü. jeb stuart'ın, kuzeylilerin arkasına geçip onlara arkadan saldırması gerekiyordu ama birlik süvarileri, kısmen 23 yaşındaki general george armstrong custer'ın pervasız hücumları sayesinde onu durdurup orada tuttular. artık her şey longstrreet'in birlik'in mezarlık sırtındaki merkezine saldırısına kalmıştı. birlik generali meade, bunu öngörmüştü ve hazırdı. hücumu komuta etmesi için lee'nin seçtiği adam, havalı ve parfüm kokulu bir adam olan, general george e. pickett, daha önce tümenini muharebeye hiç sokmamıştı. bu çok büyük bir hataydı. o sırada bunun bir hata olduğunu anlamayan, pickett'in kendisi dışında çok az sayıda eğitimli asker vardı. pickett şan, şöhret fırsatı yakaladığı için mutluydu. ama o tarlada üzerinden baktığı çavuşundan korgeneraline her adam, bunu umutsuz bir çaba olarak gördü ve hepsi buna kalkışmaması gerektiğini biliyorlardı.

    pickett'ın adamları, emmitsburg yolunun batısından ormana girdi ve boğucu sıcağın altında beklediler. gerilimi azaltmak için, askerlerin bazıları birbirlerine yeşilelmalar attılar. ne yapacaklarını biliyorlardı ama beklemeleri gerekiyordu. düzenli ve harekete hazır beklerken çalılar ve diğer şeyler arasında siper almışlardı. çalıların arasından bir tavşan sıçradı ve kaçıp gitti. askerlerden biri arkasından bakıp dedi ki, "koş, yaşlı tavşan. yaşlı bir tavşan olsaydım ben de kaçardım."

    saat tam 1'de, devasa bir topçu bataryası, birlik mevzilerini saldırıdan önce yumuşatmak için sağır edici bir bombardımana başladı. general meade, komutanlarıyla yemek yiyordu ve masadan erken kalkmıştı. bir hizmetçi tereyağı servis ederken, bir top güllesi adamı ikiye böldü.

    "fırtına üstümüze öyle ani çöktü ki, çadırlarından yeni çıkan ya da öğle uykusundan uyanan asker ve subayların sayısı fazla olduğu için ölü ve yaralı sayısı beklenenden fazla oldu. bazılarının dişinde sigara sıkışmıştı, bazılarının da parmaklarına yiyecek parçaları. uçuşan demir ve taş parçaları, her yönden askerleri yere düşürdü. tugayımızdan 300 kadar adam öldü ya da yaralandı."
    -elisha hunt rhodes

    adamların cesaretini yüksek tutmak için, general winfield scott hancock, patlayan top güllelerine aldırmadan, atını sıra boyunca ileri geri sürdü. bir subay, siper alması için ısrar etti ama hancock reddetti. "öyle zamanlar vardır ki, bir komutanın canı hiç önemli değildir."

    birlik topçuları karşılık verdi.

    "orada oturup sessizce dinledik. böylesi bir boyuttaki savaş için, 'aşağılık' dışında nasıl bir ifade olabilirdi ki? sırttan itibaren 900 metre, top güllelerinin kör hışmı altındaydı. tarrytown yolundan geçen yaralıları taşıyan sıhhiye vurulmuştu. hastaneler kalbura dönmüştü."
    -frank haskell

    bir anda birlik topları sustu. meade'in şüphelendiği konfederasyon taarruzu ve düşmanı açık alana çekmek için cephane muhafaza edilmeliydi. işe yaradı. saat 2 sularında, general pickett adamları ilerlesin mi diye sordu. longstreet, bu hücumun ahmaklık olduğundan emindi ama konuşmaya dili varmadı, sadece başıyla onayladı. içinde bulunduğu bu durum düşünüldüğünde artık gitmemek gitmekten daha zor olurdu. general lee'ye "ben gitmiyorum" demek büyük cesaret isterdi ve kimsede böyle bir cesaret yoktu.

    o an general pickett, emri verdi. "kalkın ve görev yerlerinize gidin. bugün buraya kadim virginia'dan geldiğinizi unutmayın." saat 3'te, 13.000 adamlık 3 tümen, 2.5 kilometre ötede, canlı ve istikrarlı bir tempoda dakikada 90 metre ilerleyerek, ormana, taş duvara doğru yola çıktı. sessizce yürüdüler. bu defa ateş etmeleri ya da güneyli çığlığı atmaları yasaktı, ta ki düşmanın dibine gelene kadar.

    "önlerinde 800 metre boyunca, kırmızı konfederasyon bayrakları dalgalanıyordu. atlılar ileri geri dörtnala koşturuyordu. 13.000 askerin namlusu ve süngüsü, güneşte parıldıyor ve parlayan bir çelik ormanını meydana getiriyordu. tek bir ruh gibi ileri yürüyorlardı. artık sırtın üstündeki kimseye düşmanın ilerlediğini söylemek gerekmiyordu. gelen orduyu her göz görebiliyordu, karşı konulamaz bir dalga, bir silahlı adam okyanusu üzerimize geliyordu. sırtta ise her şey yerli yerinde ve sakindi, ne ses vardı ne de kafa karışıklığı. general john gibbon sıraların önünden sakince geçti ve tutkusuz bir sesle askerlerine şöyle seslendi: acele etmeyin beyler ve erken ateş etmeyin. bırakın gelsinler, sonra da yavaşça nişan alın."

    bir birlik teğmenine göre bu, gördüğü en güzel şeydi.

    "ateş!"

    aniden, kuzey'in mezarlık sırtındaki ve küçük yuvarlak tepe'deki topçuları gürlemeye başladı ve konfederasyon saflarından büyük bir çığlık yükseldi. "onları her atışımızda vuruyorduk" diye hatırlıyor bir kuzeyli subay. tek bir top patlamasıyla neredeyse 10 güneyli yok oluyordu. bir konfederasyon teğmeni adamlarına bağırdı, "vatan çocuklar, vatan! unutmayın, vatan bu tepelerin ardında!"

    bekleyen birlik kuvvetleri, intikam hisleriyle hep bir ağızdan başladı: "fredericksburg! fredericksburg! fredericksburg!"

    güneyli ordunun ileri hatları 180 metreye geldiğinde, birlik generali alexander hays adamlarına ateş etmelerini söyledi. 11 top ve 1.700 misket tüfeği aynı anda ateş aldı. kimi bölükler tamamen kayboldu. "asilerin safları tamamen kalın bir duman tabakasıyla kaplandı. kollar, kafalar, üniformalar, silahlar ve dizler, dumanın üstündeki açık havaya fırladı." buna rağmen konfederasyon askerleri inatla ilerlemeye devam etti. birlik hattına sadece tek bir yerde, "dikaçı" olarak isimlendirilen duvardaki kıvrımda ulaştılar.

    "saniyeler yüzyıl, dakikalar milenyumdu. birbirlerinin yüzlerine 1.5 metreden uzak olmayan mesafeden ateş ediyorlardı. süngü darbeleri, kılıç kesikleri, silah atışları... yere kapaklanan adamlar vardı. topaç gibi dönüyor, kollarını sallıyor, kan kusuyor, kolsuz, bacaksız, kafasız yere düşüyorlardı. korkunç ölü yığınları vardı."

    "ayak ayağa, göğüs göğüse ve adam adama mücadele ettiler, çabaladılar, uğraştılar ve öldürdüler. yaralı ve ölü yığınları ayaklarına dolanıyordu ve çiğneyen kalabalığın altında kalkıp savaşamayan yaralılar, baruttan kararmış, kandan kızarmış bir şekilde terlerinde boğuldular."

    konfederasyon askerleri general lewis addison armistead komutası altındaydı. duvarın üstünden, şapkasını kılıcının üstünde sallayarak atladı ve vurulmadan önce bir birlik bataryasını zapt etti. duvarı aşan bütün güneyliler ya öldürüldü ya da esir düştü. birlik hattı dayanmıştı. pickett'ın saldırısı başarısız oldu. lee'nin ordusu bir daha asla kuzey topraklarının bu kadar derinine giremedi.

    "tezahüratlar maviler içindeki delikanlılardan art arda yükseldi; yuvarlak tepeden, mezarlık sırtından yankılandı, aşağıdaki vadide çınladı ve gökleri titretti."
    -er jesse young

    güneyliler geriye doğru sendelerken, lee onlarla buluşmaya gitti. onlara "hepsi benim suçumdu," dedi. muhtemelen lee'nin en hisli anı, pickett'ın taarruzunun geri püskürtülmesinden sonraydı. muharebe alanına yürüdü, geri çekilen adamların karşısına çıktı, üzgündü ve ve "hepsi benim hatamdı" dedi. onlara bunu söyleme cesareti gösterebilmişti. jefferson davis'e mektup yazdı ve dedi ki "benim hatamdı. adamlardan istemem gerekenden çok daha fazlasını istedim."

    pickett çok korkmuştu. tümenini olası bir birlik karşı saldırısına karşı toparlaması istendiğinde pickett şöyle yanıt verdi; "general lee, artık bir tümenim yok." pickett, lee'yi asla affetmedi. yıllar sonra "o ihtiyar benim tümenimi mezbahaya gönderdi" diyecekti. gettysburg, güneyin robert edward lee'ye sahip olduğu için ödediği bedeldi. bu onun yaptığı yegane hataydı, hataların hatası.

    6.500 adam ölmüş ya da esir düşmüştü, 15 alay komutanı, 17 rütbeli subayın 16'sı, 3 tuğgeneral ve 8 albayla beraber vurulmuştu. mississippi üniversitesi'nden gelen öğrencilerden oluşan bir bölüğün tamamı ölmüş ya da yaralanmıştı.

    general longstreet: "gettysbug, kimsenin bir şey kazanamadığı bir topraktı. o gün, hayatımın en mutsuz günüydü."

    muharebeye katılan 51.000 adamın, neredeyse üçte biri kayboldu. kuzey 23.000, güney 28.000 kayıp verdi. gettysburg'un 2.400 sakini, şimdi kendı nüfuslarının 10 katı ölü ve yaralıya bakmak zorundaydı.

    "yaralıları evlerimize getirip salonlara ve birinci kattaki odalara yan yana yatırdılar. halılar kanla öyle boyanmıştı ki, bir daha kullanılabilecek gibi değillerdi. duvarlar kanla kaplıydı, tıpkı yastık olarak kullanılan kitaplar gibi."
    -jennie mccreary

    konfederasyon bu ölçekte kayıpları kaldıramazdı. kuzeyi işgal etme umutları sona ermişti. ertesi gün general lee, virginia'ya olan uzun geri çekilme sürecine başladı. bir yaz yağmuru, kanı çimenlerden yıkayıp götürürken, 27 kilometre boyunca uzanan, yaralı taşıyan vagon konvoyunu dövüyordu.

    "4 temmuz.
    ulusumuzun doğum günü olarak, bu özel tarih hiç böylesine kutlanmış mıydı acaba? güneylilerin, biz yankeeler hakkında artık ne düşündüğünü merak ediyorum. gettysburg, asilerin kuzeyi işgal etme isteğini sona erdirecektir diye düşünüyorum."
    -elisha hunt rhodes

    general lee ve neredeyse tüm ordusu potomac'i geçti. lincoln'ün ısrarlarına rağmen, general meade lee'nin geri çekilen ordusuna saldırmayı reddetti. kuzey virginia ordusunu yok etmek için bir fırsat daha kaçmıştı. bir kez daha, lincoln çok kızmıştı. bu sırada robert e. lee, jefferson davis'e istifasını sundu.

    "sevgili başkan davis,
    kendi arzuladığım şeyi bile başaramadım, başkalarının beklentilerini nasıl karşılayacağım? fiziksel gücümün azaldığını hissediyorum. bu sorunu size ısrarla belirtiyorum ki, benden daha genç ve becerikli bir adamın halihazırda bulunabileceğine inanıyorum." istifası kabul edilmedi.

    william faulkner, 1949'da filmi de çekilen intruder ın the dust adlı eserinde, güneyli her çocuk gözünde şunu canlandırabilir der: "saat 1. temmuz'un üçüncü günü, 1863 yılı. silahlar doğrultulmuş, birlikler hizalanmış, bayraklar kılıflarından çoktan çıkmış ve sallanmaya hazır ama henüz hiçbir şey başlamamış. işte o anda her güneyli çocuk, savaşın kaybedilmek üzere olduğu ana dönebilir ve hiç başlamaması için hala vakit vardır diye düşünür."

    "sevgili babam,
    savaş tanrısı, yaralıların arasında olmama müsaade etti. onun sonsuz nezaketi ve merhameti sayesinde, sana iyileştiğimi haber verebiliyorum. iki yerimden yaralandım. ilk olarak kalçamdan, ikinci olarak da mermi sol gözümün köşesinden girdi ve sağ kulağımın alt ucundan çıktı. iki yaram da iyi ve kapanıyor. bana yaz. bakarsın mektubunu alırım. sadık oğlun."
    -alfred batchelor

    gettysburg'dan sonra, deer isle, maine sakinleri zayiat listelerini tanıdık isimler var mı diye bakmak için taramaya başladılar. iki er, john gray ve isaiah eaton, ağır yaralanmış ve hastanede can vermişti. ikisi de gettysburg'daki yeni ulusal mezarlığa gömüldü.

    gettysburg'un haberleri clarksville, tennessee'ye ulaşınca sokaklar sessizleşti. 14. tennessee alayı, şehri iki yıl önce, 960 adamla terk etmişti. gettysburg muharebesi başladığında, sadece 365 kişi kalmıştı. gettysburg'un ilk günün sonunda, alayın mevcudiyeti 60 kişiye düşmüştü. muharebe bittiğindeyse, sadece 3 kişi vardı.

    "şehrin üzerinde bir kasvet var. insanların umutları ve hayalleri alaya bağlıydı. ne korkunç bir sorumluluk yatar, bu fena savaşı başlatanların omuzlarında."

    sam houston, teksas cumhuriyetinin ilk başkanı, amerikan birliğinin sarsılmaz destekçisi, huntsville, teksas'ta öldü. "ulusları yücelten ve yerle bir edenden bizi birleştirmesini istiyorum. dilerim ki, eğer birlik dağılacaksa, harabeleri benim mezarımın anıtı olsun."

    gettysburg sonrası 1863
    "tuttuğumuz adamlar, tam da mısır ekimi başladığında askere yazılmaya gitti. ben de kazmamı sırtladım ve o zamandan beri çalışıyorum. sanırım benim hizmetim de onunki kadar kabul görür."

    bir gazeteci şöyle yazmıştı: "tarihteki hiçbir savaş, iç savaş kadar kadınların savaşı olmadı." kuzey ve güney'de kadınlar hep yardım etmenin yollarını aradı.

    kuzey'de, vatandaşlar sağlık komisyonu ve hristiyan komisyonu kurdular. bunlar bireysel yardımları ve ordudaki hastalıkları denetliyordu. hastalık oranı yarıya düşmüştü. sağlık komisyonu kampları kontrol ediyordu, temizlenmelerini talep ediyordu, hastane koşullarını iyileştiriyor, daha iyi yemek konusunda ısrar ediyor, battaniyelerin, ayakkabıların, ilaçların ve merkezden gelen paketlerin adilce dağıtıldığından emin oluyorlardı. sağlık komisyonu'nu seçkin adamlar yönetiyordu. new yorklu avukat george templeton strong, mali işlerinden sorumluydu. ama yüz binlerce kadın kuzeyin her tarafında 7.000 yerel şubede asıl işi yaptı; dikiş, örgü, pişirme, bandaj sarma, para toplama ve toplantıları organize etme.

    "bu savaş insanda gizlenen en vahşi, en hayvani ve en şeytani özellikleri nasıl ortaya çıkardıysa, kadın ve erkeklerin aynı zamanda ne kadar melek olduğunu da gösterdi."
    -mary livermore

    mary livermore, chicagolu bir bakanın karısıydı. orta batılı gönüllülerini organize ederek 3.000 yerel şubeye dağıttı ve ordu iskorbüt tehdidi altına girdiğinde güney'e o kadar çok yiyecek göndermişti ki,cbir muhabirin söylediğine göre, "bir sebze hattı chicago ve vicksburg'u birbirine bağlıyordu."

    1.50 boyunda bile olmayan clara barton, kaynakları katırlarla dağıttı, cedar dağı'ndan antietam'a kadar gelen tüm yaralılara baktı ve washington'da yorulmadan, lobi yürüttü.

    katherine wormsley, sıhhiye gemisindeki bir hemşireydi ve eve yazdığı bir mektupta, gemideki kafa karışıklığıyla kaosu kötülüyordu. ama mektubunu şöyle bitiriyordu, "hoşça kalın. hayat böyledir."

    "güneyde sağlık komisyonu yoktu. fazla fakirdik. demir yoluyla sıkıca bağlanan zengin ve kalabalık şehirlerimiz yoktu, bizim için her ev bir hastaneydi."

    güneyli kadınlar, bir hanıma bu kabadayılara bakmanın yakışmadığına dair eleştirilere rağmen hemşirelik yaptılar. richmondlı sallie thompkins ve sadece altı personeli, özel hastanelerinde 1.333 yaralıya baktılar ve 73 kişi hariç hepsini hayatta tuttular, bu herhangi bir iç savaş hastanesi için güney'de ya da kuzey'de emsalsiz bir sicildi.

    mary ann bickerdyke, protestan bir dul ve sağlık komisyonu üyesiydi, birlik ordusuyla birlikte dört yıl ve 19 muharebe gezdi, ampütasyonlara yardım etti, variller dolusu kahve demledi. sığır, tavuk ve yumurta toplayarak minnettar adamları besledi. ona, "bickerdyke ana" diyorlardı. savaşın sonuna gelindiğinde general sherman onu sade bir şekilde şöyle yüceltti: "bickerdyke'ın rütbesi benden yüksek."

    mayıs sonundan bu yana her gün, u.s. grant'ın 200 birlik topu vicksburg'u karadan vuruyordu. aynı esnada amiral david porter'ın silahlı gemileri de nehirden bombalıyordu.

    "şehre ateş ediyorlardı, zannediyorlardı ki, kadınları çocukları ve hastaları yıpratarak general pemberton'ı teslim olmaya zorlayabileceklerdi. ama bilmedikleri şey vicksburg'un kadın ve çocuklarının ruhuydu."

    siviller sarı kilden yamaçlara mağaralar oydular, bazılarının bir sürü odası vardı. halılar, yataklar ve sandalyelerle döşenmişti ve kölelerle kadrolanmışlardı. ama yiyecek tükeniyordu. şehri savunanlar katır, at ve köpek yemek zorunda kalıyorlardı. vicksburg gazetesi, çiçekli duvar kağıdının arkasına basılıyordu ve artık bir süre sonra gazete de basılamadı.

    "dış dünyadan tamamen tecrit edilmiş, etrafımız bir ateş çemberine alınmıştı. mermi yağmuru gece gündüz devam etti. insanlar yiyebileceklerini yemek, uyuyabildikleri zaman uyumak ve mermilerden kaçmak dışında bir şey yapmıyorlardı."
    -dora miller

    bir kadın, bunun "bitki gibi yaşamak" olduğunu söylemişti. birlik kuvvetleri vicksburg'u "çayır köpeği şehri" olarak anmaya başlamıştı. sonunda, 48 günlük kuşatmanın ardından 4 temmuz'da, bu aynı zamanda lee'nin gettysburg'dan geri çekilmeye başladığı gündür, 31.000 konfederasyon askeri teslim oldu. güneyli general john c. pemberton, adamlarını böyle bir sınamaya daha fazla maruz bırakmanın vahşi ve insanlık dışı bir eylem olacağını söyledi. ayrıca, "ben kuzeyli bir adamım. insanlarımı tanırım. onlardan 4 temmuz'da, yılın geri kalan herhangi bir gününden daha iyi koşullar talep edebileceğimizi biliyorum." dedi. vicksburg adliyesinin üstündeki konfederasyon bayrağı indirildi ve yıldızlı şeritli bayrak yükseldi. amiral porter'ın missisippi sularında demirleyen gemisindeki kutlamada, grant kendisine sunulan şaraba dokunmayan tek kişiydi, ancak kendisini bir puroyla şımarttı.

    "grant artık hakkıyla bir kahramandı. bir ay önce kendini geçmişteki bütün günahlarla suçlayanlar ve rüzgar eğer o yöne eserse gelecek hafta ona düşman olacak kişiler tarafından fazlasıyla övülüyordu."
    -william tecumseh sherman

    ingiliz müdahalesi fikrinin sona erdiği artık kabul edildi.

    "gettysburg için savaşan potomac ordusu'na sarılmak, bütün vicksburg ordusuna sarhoş oluncaya dek içki ısmarlamak, küçük bir adamla güreş tutmak ve onu yenmek istiyordum."
    -henry adams.

    konfederasyon ikiye bölünmüştü. missisippi, birlik'in olmuştu. 4 temmuz vicksburg'da 81 yıl boyunca hiç kutlanmadı.

    "1.100 dolar karşılığında yerime geçecek 20 yaşlarında iri bir hollandalı buldum. aslında ikinci kişiliğim isteseydi iyi bir asker olurdu. ona adresimi verdim ve kendini hastanede bulursa ya da başını derde sokarsa bana yazmasını söyledim. ve ona yardım etmek için elimden geleni yaparım dedim."

    temmuz'da, lincoln ilk federal askere alım yasasını çıkardı. 20-45 yaş arasında askerliğe uygun her erkek yazıldı, fakat yasa varlıklı olanları kayırıyordu. askerlik bedeli olarak 300 dolar ödeyebilecek ya da kendi yerine geçecek bir vekil bulacak herhangi biri muaf oluyordu. "kanun, zenginlere bir önergedir, o miktarı ödeyemeyenler için geçerlidir."

    geleceğin başkanları olacak olan theodore ve franklin roosevelt'in, ayrı ayrı her ikisinin de babası, ihtiyatları kayıt altına alma görevini üstlendiler. andrew carnegie ve john pierpont morgan ile birlikte gelecekteki iki başkan da aynısını yaptı: chester alan arthur ve grover cleveland.

    askerden kaçmak bir meslek haline gelmişti. insanlar uzak bir bölgeden kayıt oldular, 100 dolarlık askere alım ödülünü aldılar, daha sonra başka bir yere kaçtılar. bir adam yakalanmadan önce bu işlemi tam 32 kere yaptı.

    frederick william evans, barışçıl shaker cemiyeti'nin askerlik görevinden muaf tutulmasını umarak lincoln'ü görmeye geldi. "senin gibi adamlardan oluşan alaylara ihtiyacımız var" dedi lincoln ama evans'ın isteğini kabul etti. shakerlar ilk vicdani retçilerin arasındaydı.

    deer isle'da iki seçkin yerli yurttaş, ev ev dolaşıp askere alım bildirileri dağıtmaya başladı. 149 adam yeni alım için çağrıldı. 42'si hiç gelmedi. 33'ü sağlık nedenleriyle muaf sayıldı. ikisi yedek tutuldu. ve bir adam ailesini cephe için terk etmektense, evini satıp karısını ve çocuklarını evsiz bıraktı.

    new york şehri de birlik'ten ayrılmak istedi ve serbest şehir olmak istediklerini ilan etti. siyahi akınına çok büyük bir kızgınlık ve askeri alıma karşı çok fazla direnç vardı çünkü insanlar hiç almadıkları kadar iyi maaşlı işler bulabiliyorlardı ve istedikleri son şey bir savaşa gitmekti. çok büyük bir dargınlık da vardı çünkü 300 dolar bir araya getirilebilirse muaf olunabiliyordu ve bütün bu dargınlıklar alevlenerek new york askere alım isyanına dönüştü. hiçbir grup new york'un göçmen irlandalılarından daha öfkeli değildi. siyahilerden korkuyor, onlarla en düşük maaşlı
    işler için rekabet ediyorlardı ve onların özgürlüğü için savaşmak istemiyorlardı. demokratik siyasetçiler bu öfkeyi alevlendirdiler.

    "unutmayın ki, kamu yararına kanlı ve hıyanet içeren devrimsel doktrin, bir devlet tarafından ilan edilebileceği gibi bir güruhca da ilan edilebilir."
    -new york valisi horatio seymour

    12 temmuz'da ilk askere çağrılanların isimleri gazetelerde yayımlandı. gettysburg'da şehit düşenlerin uzun listesinin yanında bu liste çıktığında, irlandalıların çoğunluğunu oluşturduğu bir çete, askerlik şubesine saldırarak orayı yerle bir etti ve sonra bütün şehre yayıldılar. üç gün boyunca, manhattan'ın doğu yakası çetenin elindeydi. siyahiler ana hedefleriydi. siyahilerin kaldığı pansiyonları, onların gittiği bir kiliseyi ve yetimhaneyi yaktılar, sonra sakat bir siyahi faytoncuyu linç ettiler ve cesedini ateşe verdiler, bu sırada "yaşasın jeff davis" diye slogan atıyorlardı.

    "14 temmuz, yangın çanları gece boyunca aralıklarla çınlıyordu. önceki günkü vahşet hakkında birçok detay geldi; korkakça bir zorbalık ve yağma. mağazalar yağmalanmıştı ve carmine sokağında siyahiler asılmıştı. hem de kendilerine saldırıldığı için değil, sadece siyahi oldukları için."
    -george templeton strong

    sonunda gettysburg'dan bitap düşmüş bir alay, düzeni sağlamak için geldi. 100'den fazla insan öldürülmüştü.

    tırmanan savaşa karşı kanlı ayaklanmalar kuzey boyunca patlak verdi.

    "siyahileri özgür kılmak için savaşmayacağınızı söylüyorsunuz. onlardan bazıları, sizin için savaşmaya razı görünüyor. zafer kazanıldığında, şunu hatırlayabilecek bazı siyahiler de olacak; sessiz bir dil ve sıkılmış dişlerle rüzgara gözünü kırpmadan ve hazır süngülerle insanlığın bu büyük sonuca varmasına yardım ettiler."
    -abraham lincoln

    "siyahlar içinde bulunduğumuz durumun anahtarı, onlar tüm ayaklanmanın üzerinde döndüğü çarkın milleri. bu savaş, istedikleri kadar saklasınlar, az çok ebedi köleliğin evrensel özgürlükle olan savaşıdır ve bu noktada özgür devletler buna katılmak zorunda kalacaklardır."
    -frederick douglass

    "köleler savaşacak mı? biri size böyle sorarsa,
    ona hayır deyin. ama eğer biri size siyahlar
    savaşacak mı? diye sorarsa, ona evet diyin."
    -wendell phillips

    ilk kurşun ateşlendiğinden beri, köleliğin kaldırılması yanlıları, devlete siyahları savaşa sokmaları için baskı yapıyorlardı. kongre, siyahi alaylara 1862'de yetki vermişti fakat siyahilerin mavi üniformaları giyip beyaz subayların komutası altında hizmet vermelerinden önce bir sene geçmesi gerekti.

    "siyahilerin özgürlüğe kavuşmasıyla, konfederasyon'a en büyük darbe vurulmuştu. siyahileri silahlandırarak, güçlü bir müttefik kazandık. onlardan iyi asker olacak."
    -ulysses s. grant

    siyah erlere ayda 10 dolar ödeniyordu, beyazlardan 3 dolar daha az. bazı alaylar böylesi bir eşitsizliğe boyun eğmektense, para almaksızın görev yaptılar. siyahiler çok nadir terfi ettiriliyordu. birçok birlik askeri, siyahilerle ilgili basmakalıp varsayımda bulunmaya başladı; onların savaşamayacaklarını, silahlarını düşmana vereceklerini, kaçıp gideceklerini vesaire söyleyenler, en korkunç şartlar altında fikirlerini değiştirdiler. ve insanların fikirlerinin nasıl değiştiğini anlatan bazı belgeler okumaktan zevk alacağınız türden belgeler değil çünkü bunlar, insanlar her tarafta öldürülürken, katledilirken nasıl tepki verdiklerini izlediklerinde, ölüme nasıl beraber gittiklerini, beyaz askerlerin siyah yoldaşlarına nasıl saygı göstermeyi öğrendiklerini anlatan belgeler.

    18 temmuz'da, askere alım isyanlarının sona ermesinden sadece 3 gün sonra, tamamı siyahi 650 adamdan oluşan 54. massachusetts alayı, güney carolina'da bulunan wagner tabyasındaki konfederasyon mevziine saldırdı. komutanları, bostonlı kölelik karşıtı bir adamın oğlu olan gururlu albay robert gould shaw'dı.

    eğer 54. massachusetts alayı, sınanma vakti geldiğinde düşseydi, öncülük ettikleri 200.000 kişilik siyahi ordu asla sahaya çıkamazdı. ama düşmediler. bu, fort wagner'i siyahiler arasında çok ünlü yaptı, tıpkı bunker tepesi'nin 90 yıldır beyaz yankeeler için olduğu gibi. alayın %40'ı, albay shaw da dahil olmak üzere geri dönemedi. shaw, wagner tabyasına yapılan saldırıya liderlik etti ve neredeyse alayının yarısıyla birlikte parçalarına ayrıldı. aslında intihar niteliği taşıyan o taarruzu da asla yapmamalıydılar ama bittiğinde, konfederasyon kontrol altına alınmıştı ve siyahi askerlerin beyaz subaylar hakkındaki kötü düşüncesini değiştirdi. albay shaw, askerleriyle beraber, kazılan mezar çukuruna gömüldü. shaw'un babası daha sonra onun bu şekilde gömülmesinden gurur duyduğunu söyledi.

    sancaktar düştüğünde ve alaya geri çekilme emri verildiğinde, çavuş william carney bayrağı kaptı ve kafasında, göğsünde, sağ kolunda ve bacağındaki mermilere rağmen saflarına geri dönmeyi başardı. çavuş carney, onur madalyası alan 23 siyahiden ilkiydi, gerçi onu almak için 37 yıl beklemesi gerekti.

    "fort wagner.
    sevgili amelia,
    iki mücadelede bulundum ve yara almadım. bir başkasına daha katılmak üzereyim, sanıyorum ki bu akşam. askerlerimiz iki seferde de iyi savaştı. o mücadeleden nasıl canlı çıktım bilemiyorum ama işte buradayım. sevgilim, seni tekrar görmeyi umuyorum. sana elveda demeliyim. öldürülürsem... eğer ölürsem, bilin ki iyi bir dava için öldüm. 100.000 siyahi askerimiz olmasını dilerdim, olsaydı bu savaşa bir son verirdik."
    -çavuş lewis douglass

    kuzey nüfusunun %1'i asker alınmıştı ancak savaşın sonunda, kuzey ordusunun neredeyse %10'u azat edilmiş siyahlar ve firari kölelerden oluşuyordu. uygun siyah erkek nüfusunun %85'i kayıt oldu. 180.000 siyahi, halkının özgürlüğü için savaştı.

    "bir zamanlar siyah adamın üstüne kızgın damgayla harfler basılmasına izin veren birleşik devletler, artık düğmelerinde kartal olmasına, omzunda tüfek olmasına ve ceplerinde mermi olmasına izin verdi ve dünyada hiçbir güç yok ki, onların birleşmiş devletler vatandaşı olmaya hak kazandığını inkar edebilsin."

    "konfederasyon ordusu, güneydeki kölelik faaliyetini geri getiremedi. ölü dedelerini geri alamayacakları gibi, kölelerini de geri alamıyorlardı. bu fikir artık ölmüştü."
    -william tecumseh sherman

    bir keresinde siyahi bir birlik askeri, eski sahibini bir grup konfederasyon esirinin arasında gördüğünde söyle dedi, "merhaba sahip. görüyorsun ya, alttaki bu sefer üste çıktı."

    "insanlar savaşın bitmeye yakın olduğundan bahsediyorlar ama inanıyorum ki, önlerinde hala bir yığın muharebe var. siyahilerin silahlanmasına ve orduya katılmasına izin verin ve longstreet ile güney'in diğer bütün subayları chattanooga'da toplansa bile, isyancıları bozguna uğratalım."
    -jerry sullivan

    tennessee nehri'ne dayanan yüksek demir yolunun kesişim noktasında bulunan chattanooga şehri, konfederasyonun doğusunu ve asilerin georgia'daki sanayisini koruyan kapıydı. beş ay boyunca, birlik generali william rosecrans, abraham lincoln'ün braxton bragg'in ordusunu tenesee'nin dışına çıkarma ve chattanooga'yı ele geçirme çağrılarına direndi. yaz geldiğinde, lincoln daha kesin eylemler talep etti ve en nihayetinde rosecrans harekete geçti, birçok zekice ve neredeyse hiç kan dökmeden etraftan dolaşma manevrası gerçekleştirdi. 10 günde, bragg'i acımasız tennesee yağmuru altında 130 km uzağa kaçırdı. "bir presbiteryen yağmuru da değildi hani, gerçek bir vaftizci sağanağıydı" diye hatırlıyor bir asker. eylül'de bragg chattanooga'yı terk etti ve georgia'daki tenessee safına ulaşıncaya kadar geri çekilmeye devam etti, kuvvetlerini longstreet'in virginia gazilerinin desteklediği chikamauga adında kıvrımlı bir koyun kıyısında topladı.

    chikamauga, tıpkı diğer kızılderili isimleri gibi, "ölüm nehri" anlamında tercüme edilir. aslında ne demek ancak tanrı bilir. chikamauga korkunç bir savaştı, birçok yarıp geçiş, birçok yakın dövüş, uzun süren ve dağınık bir geri çekiliş, hakkıyla kazanılmış şanlı bir güney zaferi. forrest'tan en altlara kadar batının bütün kahramanları oradaydı. bu büyük bir savaştı.

    eylül'ün 18'i, sabah saat 8:00'de, nathan bedford forrest'ın süvarileri, bir birlik tugayıyla karşılaştı, derenin üstünden geçen ufak köprüye gidiyorlardı. öğleye kadar, forrest'ın subaylarından biri rapor verdi, "ilerleyen askerlerin geçebilmesi için, ölüler odun istifi gibi birbirlerinin üstüne yığılmışlardı." akşam karanlığına kadar, iki saf tutuldu. şiddetli mücadelenin ikinci gününde, rosecrans vahim bir hata yaptı, askerlerine hatlarında aslında hiç olmayan bir boşluğu doldurma emri verdi, bu manevra gerçek bir boşluk yarattı ve longstreet'in askerleri oraya müdahale etti. birlik kuvvetleri dağıldı ve kaçtı. "son askerlerine kadar savaştılar" dedi longstreet, "ve şimdi o son asker bile kaçıyor."

    fakat virginia'dan bir birlik askeri, george henry thomas çekilmeyi reddetti. düzenli ve inatçı bir son dakika savunması savaşı bir bozgun olmaktan kurtardı. ve bu, ona, "chikamauga kayası" lakabını kazandırdı. kuzey ordusu chattanooga'ya topallayarak geri döndü.

    lincoln, rosecrans'ın "şaşkın ve afallamış" olduğunu söyledi, "tıpkı başından vurulmuş bir ördek gibi." chattanooga'da bastırılmış birlik kuvvetleri çaresizdi. soğuk, haşaratla kuşatılmış, ince bir sızıntı dışında bütün kaynaklardan izole edilmişlerdi. yakıt için evleri yıktılar ve şehirdeki bütün ağaçlarla çitleri devirdiler.

    konfedereler de daha iyi durumda değildi. "yokluk ve açlığımızın ıstırabında, ordunun en hoşnutsuz ve mutsuz olduğu zamanda, saygın kişilerce teftiş edilmek için karaya çıkmamız emredildi. jefferson davis yanımızdan büyük kurmay subayları heyetiyle dört nala geçtiğinde, onu alkışlar ve şu sözler karşıladı, 'bize yiyecek bir şeyler gönderin, jeff, açım, açız."
    -sam white

    ekim'de ulysses s. grant, artık appalachians'tan mississippi'ye tüm birlik ordusunu komuta ediyordu, chattanooga'ya aceleyle geldi ve derhal rosecrans'ın yerine thomas'ı getirdi. braxton bragg'in konfederasyon ordusu, artık şehrin doğusundaki missionary ridge'in 10 km'lik sınırını işgal etmişti. konfederasyon silahları, kasabanın güneyindeki lookout dağı'nın zirvesinde, 600 metrelik zirvede toplanmıştı. grant, chattanooga'da, onları geri püskürtmeye kararlıydı.

    chattanooga muharebesi, 24 kasım'da başladı. birlik askeri lookout dağı'nı kasıp kavurdu, o kadar yoğun sis altında savaştılar ki, bu savaş "bulutların üstündeki muharebe" olarak anıldı. gece boyunca, kuşatılmış bragg, missionary ridge yakınındaki lookout dağı'nın zirvesinden geri çekildi. sonraki sabah tam şafak sönmeden, kuzeyliler sarkan bir kayanın üstüne çıktılar ve güneş doğarken, kendi bayraklarını göndere çektiler. vadideki binlerce birlik askeri, kulakları sağır eden bir tezahürat kopardı. birlik kazanmıştı.

    birlik'in bir sonraki görevi missionary ridge'i almaktı. tepenin altında, 52 kiloluk general philip henry sheridan, cebinden bir şişe çıkardı ve üzerinde duran konfederasyon nişancılarının şerefine kadeh kaldırdı. "size içiyorum" dedi. isyancılar ona ve subaylarına çamur sıçratarak ateş açtılar. sheridan: "bu çok bencilce bir davranıştı. bunun için silahlarınızı almam lazım."

    grant, "bu adamların tepeye çıkmasını kim emretti?" diye sordu. bir yardımcısı "hiç kimse," diye cevapladı. "emirsiz harekete geçtiler. ve bu çocuklar harekete geçtiğinde, bütün cehennem bir araya gelse onları durduramaz."

    "tepeyi savunanlar, askerlerimiz zirveye yaklaştıkça daha da çaresiz düştüler. chickamauga'yı kelimenin kendisi bir silahmışcasına haykırdılar. saçmaları avuç avuç silahlara doldurdular. top mermilerinin fünyelerini ateşlediler ve onları aşağıya yuvarladılar fakat hiçbir şey saldırının
    gücünü durduramazdı."

    grant'in liderliğinde, birlik ordusu chattanooga'daki konfederasyon kuşatmasını kırmıştı. bu grant için başka bir zaferdi. general sherman: "bu çok büyük bir zaferdi. içinde bulunduğum en düzgün ve nizami savaştı. ve grant tamamının övgüsünü hak ediyor."

    takip eden haftalarda, herkes lookout dağı'nda poz verdi. general thomas, bir birlik mezarlığının orchard knob adında vahşi muharebeyi görmüş tepede hazırlanmasını emretti. bir papaz gömme işini devletin yapıp yapamayacağını sordu. "hayır. isimsiz gömün" dedi thomas. "devletin yetkilerinden yoruldum."

    2 aralık 1863'te, washington hükümet binası'nda, thomas crawford taratından tasarlanan muzaffer özgürlük tanrıçasının 6 metrelik bronz heykeli, sonunda yerine konulmuştu. büyük kubbe bitirilmişti.

    "kubbenin yanındayken, orada dikilip uzun uzun bakmayı seviyorum. beni bir şekilde rahatlatıyor."
    -walt whitman

    "3 aralık 1863'te kamptayım. noel'e 21 gün var. orada olup seninle noel'i kutlayabilmek için her şeyi feda ederdim. martha, eğer bu mektubu alırsan ve bir şansın olursa, bana eski yün bir yorgan göndermeni isterim, çünkü hiç battaniyemiz yok ve alamıyoruz, dolayısıyla soğuk bir geceyi kötü geçiriyorum."
    -benjamin franklin jackson

    "bu yıl, başta imkansız olduğu düşünülen birçok yenilik getirdi. yılın kapanışı, ırkımın davası için beni asker yaptı. tanrı davayı kutsasın ve gelecek sene devam etmemi sağlayacak gücü versin."
    -christian abraham fleetwood

    son derece dini bir dönemdi. her iki taraf da tanrıya yanlış yapmak istemedi. john brown, tanrının ellerinde, harpers ferry'e gelip köleleri serbest bırakmak ve iç savaşı başlatmak için bir araç olduğunu söyledi.

    abraham lincoln sonunda kendisinin de tanrının elinde bir araç olduğunu hissetti ve tanrı ülkeyi kölelik suçundan cezalandırıyordu. robert e. lee, tanrının ellerinde bir araç olduğunu söyledi. ve "gettysburg'da hepsi tanrının ellerinde" dedi. ve daha sonra ordusunun en iyilerini kıyametlerine gönderdi. gerçekten de ilahi takdirin bu savaşta rol oynadığını hissettiler. lincoln'ün dediği gibi, "aynı tanrıya dua ediyoruz. ona yakarıyoruz. ikimiz de onun tarafındayız."

    ama 1863 yılına kadar değil, savaşında sonunda, tanrının bütün ülke üstündeki hükmünün nereden geldiği anlaşıldı. şimdi bu günaha ortak olduğu için kölelik günahından kanla arınmalıydı.

    iç savaş, 10.000 noktada yapıldı, big bend'de, big sandy'de ve big sunflower nehri'nde, batı virginia bunker tepesi'nden ve tenessee blue spring'den, illinois cairo'dan georgia golgotha kilisesi'ne ve kentucky chistianburg'a cimarron nehri'nde citrus noktası'na cowskin etekleri boyunca, pebly run ve la glorieta geçidi'nde ve gettysburg'da.

    1865 yılının 19 kasımında, başkan lincoln gettysburg'a, yeni birlik mezarlığının açılışı için gitti. öne çıkan konuşmacı massachusetts'den edward everett'ti, bir diplomat, rahip ve ünü yayılmış bir hatipti. başkan, neredeyse birkaç "gerekli görüş" bildirmek adına son anda davet edilmiş gibiydi. everett, yaklaşık iki saat boyunca bıkmadan konuştu. konuşması bittikten sonra lincoln ayağa kalktı. orada bulunan yerel bir fotoğrafçı odaklanmak için hiç acele etmedi çünkü uzun bir konuşma olacağı bekleniyordu ancak lincoln sadece 271 kelime sarf etti. dinleyicilerine ulusun kurulmasının üstünden sadece 87 yıl geçtiğini hatırlatarak başladı ve birlik'in davasını, söylenmiş en coşkulu sözlerle teşvik ederek devam etti. fotoğrafçı daha makinesinin kapağını açamadan lincoln yerine geri yönelmişti bile. yerine oturduğunda başarısız olduğunu, kötü bir konuşma yaptığını ve insanların beğenmediğini hissetti. öyle kısaydı ki, iki dakikadan daha az sürmüştü. başarısız olduğunu hissetti.

    arkadaşı ward lamon, kürsüde onun yanında oturuyordu. oturduğunda, azıcık alkış vardı. ve dedi ki, "lamon, bu konuşma tutmaz."

    "sayın başkan, kendimle övünebileceğim için mutluyum. sizin olayın merkezi fikrine 2 dakikada yaklaştığınız kadar 2 saatte yaklaştığım için."
    -edward everett.

    o güzide gettysburg hitabesi ile 1863 bahsini kapayalım:

    "bundan tam seksen yedi yıl önce, atalarımız bu kıtada, özgürlük içinde bütün insanların eşit yaratıldıkları ilkesine dayanarak yeni bir ulus meydana getirdiler.

    şimdi, bizler böyle bir temel üzerine kurulmuş herhangi bir ulusun ayakta kalıp kalamayacağına meydan okuyan büyük bir iç savaşın içindeyiz. şu anda da, büyük bir muharebenin gerçekleştiği bir alanda bulunuyoruz. biz buraya, bu alanın bir parçasını, bu ulusun yaşayabilmesi için canlarını feda edenlere ebedi bir istirahatgah yeri olarak sunmaya geldik. bunu yapmamız tamamen uygun ve yerindedir.

    ancak daha geniş bir anlamda, bu toprağı adamamız, bu toprağı kutsamamız, kutlu kılmamız mümkün değildir. burada çarpışmış ölü ya da diri cesur adamlar burayı öyle kutlu kılmışlardır ki, buna bir şey eklemek ya da çıkarmak bizim gücümüzün üzerindedir. dünya bugün burada söylediklerimizi ne not edecek ne de uzun süre hatırlayacak ama yaptıklarımızı asla unutmayacak.

    biz hayatta kalanlara, bu onurlu ölülerden sırtlayıp aldığımız bu göreve gayretle kendimizi adamak düşer çünkü bunun için burada, kuvvetlerin en büyüğünü göstermiş, canlarını vermişlerdir. biz öyle azmedelim ki, bir hiç uğruna ölmediklerini gösterelim. bu ulus, tanrı şahittir, yeni bir özgürlüğü meydana getirecek ve halkın devleti, halk tarafından, halk için bu dünyadan asla yok olmayacaktır."
    -abraham lincoln

    bölüm 4: 1864 dönemi
    "cepheden bir anım var. henüz hiçbir hareket yok ama iki taraf da tetikte bir şey olmasını bekliyor. daha önce olan yine olacak. trenler ve gemiler dolusu kanlar içinde soluk ölüler ve yaralı genç adamlar. başımıza bunun geleceği kesin. tüm işaretleri görüyorum."
    -walt whitman

    insanların inançları ürkütücü bir saflıktaydı. mesela gettysburg saflarında bir askere, "açık vadiden iki kilometre gidip, tepeyi alacaksınız" denmişti. bu emir, "komutanım, bence bunu yapmamalıyız. oraya varabileceğimizi sanmıyorum" diye cevaplanabilirdi. ama oldukça normal bir şeymiş gibi hücum edip orayı aldılar. unutulmamalı ki, bu askerler dört yıl boyunca savaştılar, uzun bir süre. inançları defalarca test edildi ama hiçbir zaman onu kaybetmediler. görev ve cesaret, zorluklardan önce geldi. bunlar oldukça temel erdemler ama hepsinde vardı.

    1864 yılında, çin'de 20 milyon hayata mal olan isyan sonunda bitmişti. 1864'te, çar'ın orduları türkistan'ı ele geçirmiş ve tolstoy savaş ve barış'ı bitirmişti. 1864'te, louis pasteur şarabı pastorize etmiş, cenevre anlaşması savaş hastanelerinin tarafsızlığını kabul ettirmiş ve karl marx londra ile new york'ta birinci enternasyonal'ı kurmuştu. nevada bir eyalet olmuştu. in god we trust ifadesi ilk kez amerikan parasının üstünde yer aldı.

    1864'te iç savaş dördüncü yılındaydı. mississippi nehri, birlik'in kontrolündeydi. birlik'in ablukası giderek sertleşiyordu. lee gettysburg'da yenilmiş ve vicksburg ile chattanooga düşmüştü. konfederasyon'un ümitleri azalırken, birlik hedefleri kesinleşti: konfederasyon'un atlanta'daki kalbine saldırmak ve lee'nin kuzey virginia'daki ordusunu yok etmek. ama görünürlerde kesin bir son yoktu. robert e. lee ve ulysses s. grant ilk kez karşılaşmaya hazırlanırken, ikisi de richmond'ın 160 kilometre doğusunda ordularını neyin beklediğini bilmiyordu. kazanmak için, sadece daha iyi savaşmak değil, daha çok düşünmek de gerekiyordu.

    1864'te tarihte ilk kez bir millet iç savaşın ortasında seçime gitmeye çalışacaktı. üç buçuk yıllık savaşın ardından abraham lincoln'ün yeniden seçilme ihtimali yok gibiydi. petersburg'un dışındaki birlik siperlerinde sıkışmış elisha hunt rhodes, savaşın sonsuza kadar süreceğini düşünüyordu.

    aynı yıl içinde, birlik'in batı orduları komutanı william tecumseh sherman, atlanta için georgia dağlarına yola koyulacaktı. gettysburg'da kötüsünü atlattığını düşünen üsteğmen washington roebling, birlik'in davasına inancını yitirmek üzereydi. washington'da şair walt whitman, kalabalık birlik hastanesinde dayanabildiği kadar hemşirelik yaptı.

    1864'te savaştan gelen fotoğraflar, uzun yıllarca bakılamayacak kadar acıydı.

    "şimdilerde tüm dünyayı saran korkunç sayılardaki ölüm ve yıkımı başlatmak kolay. birkaç bin askerin ölümü ve yaralanmasını artık küçük bir şey olarak görmeye başladım, günün ilk hamlesi gibi, sanırım kaşarlandığımız doğru. savaşın en kötüsü henüz yüzünü göstermedi."
    -william tecumseh sherman

    "willard oteli rahatlıkla washington ve birlik merkezi olarak kongre binasının, beyaz saray'ın ve dışişleri'nin önüne geçmişti. herkesi orada görebilirsiniz."
    -nathaniel hawthorne

    8 mart 1864, öğleden sonra, üstü başıcdarmadağın bir adam, willard oteli'nin kalabalık lobisine girdi. on dört yaşında, çanta taşıyan bir çocuk peşinden geldi. henüz korgeneral rütbesi yoktu, çünkü ertesi sabaha kadar tayin edilmeyecekti. ama ön büroya kadar yürüyüp bir oda istedi. willard'a çok sayıda general girip çıkmıştı. hemen hemen hepsinin yolu willard'a düşerdi. otel görevlisi "eğer uygunsa en üst katta bir odam var" dedi. grant "uygundur" diye cevapladı. kayıt defterini uzattılar ve grant imzaladı. görevli kayda bakıp 'ulysses grant ve oğlu galena, illinois' yazısını görünce gözleri yerinden fırladı. lincoln'ün birlik ordusu'nun başına atadığı adamın otelde olduğunun lafı çabuk yayıldı. o ve oğlu kalabalık yemek odasına girdiğinde, herkes ayaklanıp alkışladı. sonrasında başkan ve bayan lincoln'ün resepsiyon vermekte olduğu beyaz saray ve pennsylvania bulvarı'nın etrafını turladı.

    "anlayabildiğim kadarıyla şu ana kadar yapmış olduğun her şey için ne kadar memnun olduğumu belirtmek isterim. planının ayrıntılarını bilmiyorum, bilmeye gerek de duymuyorum."
    -abraham lincoln

    üç yıl öncesinde, grant başarısızlıklarıyla biliniyordu. şimdi ise donelson, vicksburg ve chattanooga fatihiydi, korgeneral rütbesini almak için washington'a gelmişti, bu rütbeyi en son ülkenin kurucusu george washington taşımıştı. grant şimdi 553.000 kişilik, dünyanın en büyük ordusuna hükmediyordu.

    "gerçek çatışmaları azaltmak adına en hızlı biçimde ilerlemek istiyorum. bu çatışmalar arkadaşlarını kaybetmemiş insanlar için okuması güzel şeyler olabilir. ancak bunları oldukça az tutmak konusunda kararlıyım. kaçınmanın tek yolu ilerlemek."
    -ulysses s. grant

    hiram ulysses grant, 27 nisan 1822'de point pleasant, ohio'da doğmuştu. babası jesse tabakhane işletiyordu, deri kokusu ilk anılarındandı. insanlara karşı hassas ve içe kapanık olmasına rağmen, atlarla iyi anlaşıyordu. babası tamamen işe yaramaz olduğunu düşünüp kara harp okulu'ndan randevu aldı. görevli çocuğun adını yanlışlıkla ulysses s. grant olarak kaydetti, o ise şikayet etmek yerine, bununla yaşamayı seçti. arkadaşları ona sam diyordu. ortalama bir öğrenci olarak mezun oldu. bir sonraki sene, julia dent'le nişanlandı, missouri'li bir köle sahibinin kızıydı. ona hayrandı, dört çocukları oldu. grant meksika savaşı'nın yanlış olduğunu düşünüyordu ama yine de katıldı. "en yüce vazifemin bayrağım için olduğunu düşündüm" diye yazdı, cesur bir şekilde görevini yaptı, düşman ateşinin arasından geçip, adamlarına mermi taşıdı. savaştan sonra ordu onu uzak bir kaliforniya karakoluna gönderdi. ailesinden uzak, yalnız ve dertli grant içmeye başladı.

    "sevgili julia,
    bazen seni ve çocukları görme isteğiyle çok huzursuzlanıyorum, öyle ki, neredeyse istifa etmeyi, yaşamak için tanrı'ya ve kendi çabalarıma bel bağlamayı düşünüyorum. ancak ne zaman bunu düşünmeye başlasam, tek görebildiğim şey yoksulluk."

    1854'te orduyu bırakıp julia'nın yanına, doğuya gitti ve kayınbabasının ona verdiği araziyi işletmeye başladı. hardscrabble çiftliği adını verdiği bu yer beklentilerini karşılamadı. fatura tahsilatı, emlakçılık, patates yetiştiriciliği yaptı: sokaklarda yakmalık odun bile sattı. hiçbiri yürümedi. bir kere, ailesine noel hediyesi alabilmek için saatini rehin bıraktı. savaşın patlak verdiği sırada galena, illinois'da babasının koşum takımı dükkanında tezgahtarlığa başlamıştı. harp okulu mezunu olarak, grant ender bulunan biriydi. orduya yeniden katıldı ve asla ardına bakmadı.

    "bu mevsim grant'te bir hal görüyorum. yürürken omuzları düşük, şapkasını kafasına özensizce geçiriyor."
    -john a. rawlins

    tuğgeneralliğe terfi ettikten sonra belmont, missouri'de ufak bir çatışma kazanmıştı. daha sonra diğer kuzey generalleri yenilirken, fort donelson'da büyük bir savaş kazandı. askerleri ona saygı duyuyordu; onun gelişini görüp ayağa kalkıyorlar, iki tarafta sıralanıp geçişini izliyorlardı. grant'te napolyonik gösteriler, şatafat, konuşmalar yok. gereksiz yaltaklanmalar hiç yok. oldukça sıradandı ve yalnızca bir yardımcısı vardı, bill adında kaçak bir missouri kölesi.

    bando takımlarını sevmez, yalnızca iki parça bilirdi. "bir tanesi yankee doodle'dı," derdi, "diğeri değildi." etini çok pişmiş severdi, çünkü tabağındaki azıcık kan bile midesini kaldırmaya yeterdi. binlerce askerin öleceği bir çatışmanın arifesinde, bir ata kötü davrandığı için ekipten birini altı saat bir ağaca bağlı tutmuştu. çatışma anında sistematik, sebatkar ve alışılmadık biçimde aklı başındaydı.

    general grant'in birçok vasfı vardı, ancak iyi bir general olmak için gereken şeye de sahipti. her an, her türlü zorluğun üstesinden gelebilirdi. sabahın dördünde onu uyandırıp taarruza geçildiği söylendiğinde kılı bile kıpırdamazdı. nasıl konsantre olacağını biliyordu, bunun iyi bir örneği ise; masasının başına eğilmiş çalışırken, odanın karşısından bir kağıda ya da dökümana ihtiyacı olurdu. ayağa kalkar ama belini doğrultmazdı, oraya gidip ihtiyacı olan dokümanı alır, yeniden masasına dönüp, belini hiç doğrultmadan geri otururdu.

    viski içiyordu ve kolayca sarhoş oluyordu. galena'dan bir komşusu john rawlins kurmay başkanı olmuştu ve grant'i ayık tutmayı kendine görev edinmişti. grant karısının yanında asla sarhoş olmuyordu. grant'in içmesine sebep olan iki durum vardı; ilki karısının yokluğuydu, ikincisi ise yapacak bir şeyinin olmaması. vicksburg harekatı esnasında tam anlamıyla kendini alemlere verdi, çünkü hiçbir şey olmuyordu.

    terfi sonrası güneye, brandy garnizonu'nda general meade'nin merkezine gitti. culpeper, virginia yakınlarında savaşın en büyük birlik karargahıydı.

    "19 nisan.
    korgeneral u.s. grant dün 6. kolordu'yu inceledi. kısa boylu, tıknaz bir adam, atını ölümüne koşturdu. görünüşü biraz hayalkırıklığı yarattı ama gözlerindeki bakışı sevdim. en azından patronun geldiğini hissettik."
    -elisha hunt rhodes

    grant, general meade'ye danışırken, grant'in adamları batıda onun zaferlerini anlattılar. potomac ordusu'nun eski askerleri çok etkilenmişe benzemiyordu. biri, "olabilir ama grant henüz robert edward lee ile tanışmadı."

    "kimse generali tanıdığını iddia edebilir mi? sanmıyorum. soğuk, sessiz ve ihtişamlı görünüyor."

    "bence lee asılmalıydı. en kötüsü ise aslında
    iyi bir adam olmasıydı, iyi karakterli ve vicdanlıydı. dünyaya en çok zarar verenler hep iyi adamlardır."
    -henry adams

    general lee, hakkında konuşması en zor insanlardan biri. çünkü lee, ya da şimdiki adıyla mermer adam ölümsüzleştirildi. tüm o şan ve idolleşmeyle insanlığın ötesine geçirildi. sıcakkanlı, cana yakın bir adamdı, askerlerin şikayetlerine hep vakti vardı. bir keresinde esir alınan bir kuzey askeri lee'ye birinin şapkasını aldığını söyledi. "bu adam aldı" dedi. lee adamın şapkasını geri vermesini sağladı. grant'in rapidan nehri'nde karşı karşıya geldiği adam, grant'in ailesi ne kadar gösterişsizse o kadar anlı şanlı bir aileden geliyordu.

    robert e. lee virgina'nın westmoreland ilçesindeki stratford'da 1807'de doğdu ve annesinin elinde büyüdü. bir komşusuna göre, annesi ona general washington'a saygıyı öğretti. böylece özveri ve özdenetim öğrenecekti. babası "hafif süvari harry" lee, george washington'un hem arkadaşı, hem de favori teğmeniydi ama hafif süvari harry aynı zamanda iki karısının servetini çarçur edip, ailesini bırakıp batı hint adaları'na kaçmıştı.

    kara harp okulunda, robert e. lee tek bir ihtar bile almadı. sınıf arkadaşları ona "mermer model" derdi, mükemmelliğine rağmen onu sevdiler. 1829'da sınıfının ikincisi olarak mezun oldu. 1831 yılında, martha washington'un torunu mary custis'le evlendi. mary ona yedi çocuk verdi ve yokluğuna olabildiğince sebat etti. arlington'daki malikane 250 kölesiyle onun olmadan önce mary'nindi.

    saygın mühendisler birliğine tayin edilerek, meksika savaşı sırasında üç kez cesareti için terfi edildi, bu savaş esnasında bir kez genç ulysses s. grant'le karşılaştı. kara harp okulu'nun müdürü ve john brown'u esir alan kişi olarak, savaşın başında ulusun en gelecek vadeden askeriydi. 1861 yılında lee, orduyu yönetmeyi reddederek eyaletinin birlik'ten çıkışını destekledi, bunu köleliği ya da bölünmeyi desteklediği için değil, ama ilk vazifesinin virginia'ya olduğunu düşündüğü için yaptı. "vazifemin gereğini yerine getirdim. şerefimi beş paralık etmeden başka yapabileceğim bir şey yoktu."

    "önümüzde duran adam kanlı canlı bir kral arthur gibiydi. gözlerinden etrafı izleyen ruhu ilk günkü kadar dürüst ve korkusuzdu. karakterini hiçbir zorluk olmadan, açıkça görebilirdiniz, bir kadınınki kadar mülayim bir kalbi vardı."

    bir birlik kadını, lee'yi evlerinin önünde geçerken gördü ve "keşke bizden taraf olsaydı" diye iç geçirdi. savaşın başlarında, her şeyi sağlama almayı sevdiği için "maça kralı" lakabını almıştı, beyaz saçları ve katı kuralları yüzündense ona "büyükanne lee" diyorlardı. ancak mcclellan'ı yarımadadan sürdükten, pope'u manassas'ta durdurduktan, fredericksburg'u yok ettikten, tüm aksiliklere rağmen chancellorsville kasabasında hooker'i alt ettikten sonra, jefferson davis'in sonsuz güvenini, subay ve askerlerinin koşulsuz sevgisini kazandı.

    oldukça iyi bir generaldi, hem savunmada, hem saldırıda iyidi. risk alırdı ama bunu yapmak zorunda olduğu için yapardı. grant'in daha fazla askeri olmasaydı, lee'nin girdiği riske o da girerdi. kazanmanın tek yolu risk almaktı ve bu onu muhteşem biri yaptı.

    kimse suratına karşı "bobby lee" demezdi. adamları ona "master robert" ya da "robert amca" derlerdi. hayatı boyunca kontrol etmeye çalıştığı inanılmaz bir öfkesi vardı. sinirlendiğinde attığı soğuk bakışlar unutulmazdı. usulsüzlük yüzünden karşısına getirilmiş bir genç adam vardı. genç adam titriyordu. lee "korkmana gerek yok, burada adalet var" dedi. genç adam: "biliyorum general, ben de ondan korkuyorum."

    birlik ordusuna "düşman" yerine "onlar" derdi. şimdi "onlar"ın lee'nin tanımadığı yeni bir komutanları vardı.

    general ulysses s. grant, 1864 yılının bahar seferini başlattığında, "kodamanlar" dedikleri birliğini çağırdı, bu ağır topçuları washington'ın güvenli kollarından alıp, sahaya gönderdi. çoğu iki ila üç yıldır ordudaydı ama tek bir merminin fırladığını görmemişlerdi. bu birlikler karargaha doğru yol alırken, normal alaylardan o kadar büyüktüler ki, yolda onları gören askerler sorarlardı, "hangi tümen bu?" o kadar kalabalıklardı. ama oldukça acımasızlardı. ilk kez çatışmaya girdiklerinde, yolda üzeri battaniyeyle örtülmüş, ağır toplar tarafından yanlışlıkla ezilmiş bir ceset olurdu. yeni alaylar karşılarına geldiğinde, battaniyeyi kaldırıp "sizi bu bekliyor işte" derlerdi.

    "lee'nin ordusunu ele geçirmek ilk hedefimiz. orduyu ele geçirebilirsek, richmond onları takip edecektir. onun mevkiinde savaşmaktansa dışarıda savaşmak daha iyidir."
    -ulysses s. grant

    "general grant'in ilerlemesi, richmond dramının yedinci perdesini açtı, birlik orduları başroldeydi."
    -general john b. gordon

    "grant denen adam savaşın sonuna kadar her gün, her saat bizimle çatışacak."
    -general james longstreet

    grant'in planı için dört eş zamanlı saldırı gerekiyordu. william tecumseh sherman'a chattanooga'dan çıkıp, atlanta'ya gitmesi emri verildi. franz sigel ise shenandoah vadisi'ne doğru ilerleyecekti. benjamin butler, ordusunu james nehri'nin üstüne sürecekti. son olarak george gordon meade, 110.000 kişilik güçlü potomac ordusu'nu güney'e, lee'yle yüzleşmeye götürecekti. grant, meade'ye "lee nereye, sen oraya" dedi. grant de onlarla gidecekti.

    lee'nin stratejisi değişmemişti: savaşı bitirmek için kuzey ordusunu yok et. grant'le meydan savaşına girmek istemiyor, onu konfederasyon'un savunduğu yerlere saldırması için zorluyor ve böylece grant'in sayıca üstünlüğünü dengelemeye çalışıyordu. birlik'in güney kapılarını zorlamanın kanlı bedeli, kuzeyde savaş karşıtı düşüncelerin oluşmasıydı.

    "eğer düşmanın hesaplarını bozup, onları geri püskürtebilirsek, başkanlık seçimi bitene kadar pozisyonunu ya da moralini geri getiremez. sonra ise durumu ele almak için yeni bir başkanımız olur."
    -general james longstreet

    "1 nisan 1864.
    başkan lincoln, orduyu kontrol için culpeper'e geldi, huysuz bir atın üstündeydi. yürüyüş başladıktan kısa süre sonra uzun şapkası yere düştü. pantolonu dizlerine kadar sıyrıldı. beyaz içliği açıktaydı, o da sıyrılınca uzun, kıllı bacakları ortaya çıktı. gülmek istiyorduk ama bir yandan da zavallı başkanı böyle bir işkenceye maruz kalırken görmek bizi üzmüştü."
    -washington roebling

    "4 mayıs 1864 sabahı.
    potomac'ın büyük ordusu olarak rapidan'a doğru gidiyorduk. şafak açık, ılık ve güzeldi. neredeyse sayılamayacak kadar çok karargah toplanırken, her taraftan gelen, neşeli parçalar çalan bandolar, sallanan bayraklar, alaylar, tugaylar, tümenler sıraya girerken, o görüntü, askeri gösterilere alışkın olanlar için bile en ihtişamlılarından biriydi."
    -chaplain a.m. stewart

    general lee'nin 60.000 askeri, general grant'ı yalnızca bir yıl önce joseph hooker'in emrindeki orduyu sıkıştırdıkları aynı sık ağaçlık alanda bekliyorlardı. "muharebe hattındaki birliklerin girmesi imkansız olan sık ormanın içinde çalılıklar o kadar yoğundu ki, 90 metre öteyi bile görmek neredeyse imkansızdı. saflar çatışmaya girmeden, düşmanın hareketlerini görmek imkansızdı."

    birlik ordusu'nun keşif birliği, gece eski chancellorsville muharebe alanında kış yağmurunun sığ mezarları ortaya çıkardığı yerde kamp kurdu. "açıklıkta kozalakların yerine arka arkaya kafatasları gördüler. paslı bir silah, kemik dolu yeşil bir ayakkabı, çürümüş bir ceket ve içindeki iskelet. bunlardan yüzlercesi... bir rüya gibi başlıyor, yoldaşlar ölmüş, ağlıyor. bu kırların kenarında savunma yapılmıştı, ama ne zaman, ne de insan kalmıştı. hava karardı ve ateş yaktık. etrafımızda cesetler. gözleri olmayan kafatasları sanki bizi izliyorlardı. ağaçlar yumuşak rüzgarda sallanıp iç çekiyorlardı."
    -er frank wilkeson

    bu açıklıktaki savaş karmaşa içinde başlamıştı. birlikler kayboldu, kendi yoldaşlarına ateş açtılar. subaylar pusulayla yol bulmaya çalıştı. ancak ikinci gün, birlik güçleri konfederasyon merkezine yürüdü. lee endişeyle durumu izlerken, general john gregg'in teksaslıları açıklarını kapadılar.

    "general lee komutasında çok az ilerleyebildik. ayaklandı, ak saçları ortaya çıktı, ağırbaşlı bir sesle bağırdı, 'teksaslılar her zaman başı çeker.' lee'nin ağzından bu kelimeler dökülene kadar daha önce hayatımda hiç böyle bir şey görmemiştim. o bağırış havada yayıldı, milometrelerce öteden duyduldu. yanımda at süren subay, yanaklarından yaşlar akarak bağırdı, bu adam için cehenneme bile saldırırım."

    teksaslılar takviye birlik gelene kadar pozisyonlarını korudular. günün sonunda konfederasyon, grant'in sağ kolunu kırmış, iki general ve 600 tutsak ele geçirmiş, ordunun ikmal hattını neredeyse yok etmişti.

    grant raporları sessizce dinledi. wilderness muharebesi'nin tam ortasında, bu süre boyunca doğuda savaşan herkes, batıdan gelen grant'e bobby lee'yi anlatmaya başladı. bobby lee şöyledir, böyle yapar. grant sonunda "bobby lee duymaktan bıktım. neredeyse adamın iki parende atıp yanımızda biteceğini söyleyeceksiniz. size ne yapacağını düşünmeyi bırakın, ona ne yapacağınızı düşünmeye başlayın. bir fikir ortaya atın" dedi.

    grant muhteşemdi. wilderness muharebesi muhtemelen en kanlı muharebelerden biri değildi, ama birçok açıdan onun en kötü muharebelerinden biriydi. grant iki günde, hooker'in kaybettiğinden fazla adam kaybetti.

    açık arazide önceki senenin yaprakları yerleri örter. iç savaşta kullanılan silahları kullanırken, bir çok tiftik ve kumaş parçası yaprakların üzerine düşer ve yapraklar alev alır. bağırsaklarından kötü biçimde vurulmuş insanlar, bacağı kırılanlar, alevler onlara doğru gelirken kaçamazlar. çok sayıda yaralı, alevlerin içinde kaybolur. grant'in ilk hamlesi felaketle sonuçlandı. wilderness muharebesi'nde 17.000 asker öldü. o gece alevler ağaçları sardı. iki yüz yaralı kuzeyli asker canlı canlı yandı, ordunun geri kalanı ise çığlıklarını dinledi.

    "bir örtü gibi üstümüzü kaplayan gölgenin sonsuzluğuna bakıp, korkuyla nefesimi tutuyorum. artık insanların birey olarak bir varlıkları yok, binlerle sayılıyor, kilometrelerle ölçülüyorlar."
    -hemşire clara barton

    wilderness muharebesi'nde cerrahlar 100 saatten uzun süre hiç durmadan uzuv kestiler ve her gün iki bin askeri cephenin gerisine gönderdiler.

    "yaralı bir adam masaya kaldırılırken, görevliler onu hareket ettirdikçe acıyla bağırıyordu, cerrah hızlıca yaraya göz attı ve yaralı uzvun kesilmesine karar verdi. biraz eter kullanıldı. cerrah dişlerinin arasından bıçağını aldı, kanla kaplanmış önlüğüne hızlıca birkaç kez sildi ve kesmeye başladı. operasyon tamamlandıktan sonra, cerrah etrafa bakıp derince iç çeker, 'sıradaki' derdi."
    -carl schurz

    "wilderness muharebesi gereksizdi, çok kayıp verildi, bir sonuca da ulaşılamadı."
    -washington roebling

    grant, wilderness muharebesi'nde, o ilk gecenin ardından, çadırına gitti, yıkılmış biçimde ağladı. bazıları daha önce birinin sinirlerini hiç bu kadar bozuk görmediklerini söyledi. çatışma bitene kadar ağlamamıştı ve ertesi sabah yeniden başladığında da ağlamıyordu. grant'in farklılıkları bir sonraki gün saldırı emri verdiğinde su yüzüne çıktı. ilk kez bir yenilginin ardından, potomac ordusu ilerliyordu.

    "7 mayıs.
    grant dışında başka bir general olsa geri çekilme emri beklerdim. ama grant öyle bir asker değil."
    -elisha hunt rhodes

    bir birlik askeri, "general grant şevkimiz arttı" diyordu. "ilerledik. herkes şarkı söylüyordu." bir başka asker, "ulysses, ne olursa olsun korkma. seninleyiz."

    "general grant geri çekilmeyecek. ordusunu spotsylvania'ya götürecek. bir sonraki hamlesine güveniyorum, ayarlamaları buna göre yaptım."
    -robert edward lee

    grant'in ne yapacağını biliyordu çünkü grant'in hamlesini anlayana kadar kendini grant'in yerine koymayı biliyordu. grant'ten önce beş ya da altı generali görevden kovdular, mcclellan da gittiğinde, lee şöyle dedi: "korkarım benim anlayamadığım birini bulana kadar değiştirmeye devam edecekler."

    o ana kadar lee'nin anlayamadığı kimseyi bulamadılar ama sonunda grant geldi, halledeceğini biliyorlardı ve yaptı da. savaşın ilk yıllarında çatışmalar kanlı ama nadirdi. bundan sonra ise aralıksız devam edecekti. wilderness'tan cold harbor'a kadar 30 gün boyunca durmayacaktı. askerlerden biri şöyle yazmıştı: "bu gece gündüz ölüm gölgesinin vadisinde yaşamak gibiydi."

    "8 mayıs.
    tüyler ürpertici iş yeniden başlıyor. kuzenim john l. miller alayının başında öldürüldü. darbeler o kadar hızlı geliyor ki, hepimiz sersemliyoruz."
    -mary chesnut

    spotsylvania'da iki ordu günlerce savaştı, bir an bile ilerlemediler. o zamana kadarki savaş tarihinin en acımasız çatışmasıydı. bazılarına o kadar çok mermi isabet etmişti ki vücutları parçalanmıştı. eski birlik askeri şöyle
    hatırlıyordu: "hayatımın en kötü günüydü. düşmanların cesetleri aldığımız göğüs siperlerinin önünde bazı yerlerde dört kata çıkacak biçimde birbirinin üstünde yığınla duruyordu. hızla çürüyen cesetlerin altında kıpırdayan uzuvlar, altlarında hala yaralıların olduğunu gösteriyordu. boşuna o yere 'kanlı cephe' adı verilmemişti." iki ordu 20 bin asker daha kaybetti.

    12 mayıs'ta virginia'da general jeb stuart öldürüldü. lee haberi duyduğunda, "gözlerim dolmadan onu düşünemiyorum bile" dedi.

    defalarca lee, grant'in hareketlerini sezdi, sonra bir kez daha, bir kez daha, komutan güneye ve doğuya doğru yarım çember çizdi. iki ordu, çatışma richmond'a ilerledikçe kendilerini acımasız ve hoyrat bir sıkışıklıkta buldu.

    "grant'in ordusunu, onlar james'e varmadan yok etmek zorundayız. eğer oraya varırsa bu bir kuşatmaya döner. o aşamadan sonra her şey zamana bağlı."

    "11 mayıs.
    ağır bir çatışmanın altıncı gününü bitirdik, şu ana kadar sonuç bizim lehimize. tüm yaz sürse bile bu safta savaşmayı öneriyorum."

    grant lee'nin sağına çıkıp richmond'a ilerleme amacıyla inatçı yan taarruz çabasını sürdürdü. bunu çok sayıda askerle ve azimle yaptı, ilerlemeye devam etti, sol kanada geçti. lee gerilemeye devam ediyor, takviye edemeyeceği kadar adam kaybediyordu.

    "15 mayıs 1864.
    sevgili emily,
    gazetelerden çatışmada olduğumuzu duymuşsundur. birliğimizde 27 bin askerden yalnızca 12 bini kaldı. robert e. lee amca henüz yenilmeye hazır değil ve eğer çok dikkatli olmazsak, bizi yenebilir. sanırım şu ana kadar bu kaderi önlemeyi başardık. yarın bir çatışma daha var. bir sonuca varacağını düşünmüyorum."
    -washington roebling

    grant ve lee, cold harbor adındaki bir dört yol ağzına doğru yarıştalardı, burası chickahominy nehri'ne yakındı. oraya ilk varan lee'ydi, adamlarına siper kazmalarını söyledi ve gelecek olduğunu bildiği saldırıya karşı hazırlanmalarını emretti. 2 haziran gecesi yerleştiklerinde, birlik askerleri neyin geldiğini biliyorlardı.

    "askerler sakince isimlerini ve ev adreslerini kağıtlara yazıyor, sonra bu kağıtları ceketlerinin arkasına tutturuyordu, böylece cesetlerinin tanınabilir ve aileleri sonlarının ne olduğunu öğrenebilirdi."
    -general horace porter

    sabah dört buçukta saldırı için borular üflendiğinde, 60.000 birlik askeri gizlenmiş düşmana doğru ilerledi. cold harbor muharabesi başlamıştı. "fredericksburg, marye tepesi'nde korkunç bir katliam görmüştüm ama bundan daha kötüsüne hiç tanık olmamıştım. savaş değil, cinayetti."

    "bu askerler en çok adam öldürebilecekleri yerlerde mevzilenmeyi biliyorlardı. bütün ordu mevzilenmiş, birinin gelmesi için dua ediyordu. grant üzerlerine üç birlik saldı. yaklaşık yedi dakika içinde, 7.000 adamı vurdular. korkunç, kanlı bir felaketti."

    grant'in yanlış yaptığını kabullendiği tek şey buydu. "cold harbor'daki son saldırıdan hep pişmanlık duydum. büyük kayıplarımızı telafi edebilecek bir avantaj kazanmadık." yeni bir saldırı fikri ortaya atıldığında, birlik askerleri "hayır" dedi. "birliğimi alıp bunun gibi başka bir saldırı yapmayacağım," dedi bir new hampshire komutanı, "emir tanrı'dan bile gelse olmaz."

    savaştan sonra massachusetts gönüllülerinden birinin kanlar içindeki günlüğü bulundu. şöyle diyordu,

    "3 haziran 1864,
    cold harbor, virginia.
    öldürüldüm."

    "buradaki işimiz çıkmaza girdi. isyancılar büyük bir hata yapmadığı sürece krallık gelene kadar bizi kontrol altında tutacaklar. hepimiz yorulduk ve bıktık. bu iki ordu bana iki liseli çocuğu hatırlatıyor, kontrol için gözlerini birbirlerine dikmişler. hepimiz biliyoruz, lee siperden çıksa onu hallederbilirdik ama bob lee bizim için fazla zeki."
    -washington roebling

    wilderness'tan cold harbor'a yalnızca bir ay içinde potomac ordusu 50 bin asker kaybetmişti, üç yıllık savaşta kaybettiğinin yarısı.

    "5 haziran 1864.
    dün büyük bir yenilgi aldık. yaptığımız her hesap bize 20 bin asker daha güçlü olduğumuzu söylerken her çatışmada bizim kadar askerleri var, safları bizimkinden geri kalmıyor, bizimkiler ne kadar olursa olsun."

    "7 haziran 1864.
    ordudaki bir başka en yakın arkadaşım öldürüldü. inanılmaz bir intizamla biri birini takip ediyor."

    "adamların yaprak gibi dökülmesi grant'in umurunda değil. adam kazanmak için savaşıyor. nahoş bir huyu var, karşı konulamaz askerlerle savaşırken bile geri çekilmiyor."
    -mary chesnut

    "fikirlerini kendine saklıyor, tek kelime etmiyor, yüzünden hiçbir şey okunmuyor, yani yüzündeki ifadeden ne hissettiği anlaşılmıyor, ne tasarladığını açık etmiyor. durmaksızın sigara içiyor, ufak bir bıçakla bir şeyler yontma huyu var, ince bir dalı ufak parçalara ayırıyor, şekil bile vermiyor."

    "grant cellat gibi bir adam, orduyu yönetmeyi hak etmiyor. her düşman askeri için, iki asker kaybediyor. hayatı yönetemiyor, ehemmiyet vermiyor. ben bile daha iyisini yapardım."
    -mary lincoln

    lee'nin subayları grant'in cellat olduğunu söylediklerinde, lee onları susturdu. "bence grant işini şu ana kadar hakkıyla yaptı" dedi.

    grant ilerlemeye devam etti. orduyu sessizce siperlerinden çıkardı, chickahominy'yi geçti, richmond'a doğru yanıltma hareketi yapıp yeniden james nehri'ne, sola döndü. şimdi hedefi konfederasyon'un başkentinin güneyi petersburg'du. lee'nin erzaklarının yolunu kesip, kuzey virginia'daki orduyu almak istiyordu.

    general lee, ilk kez general grant'in amacını anlamadı, ordusunun çoğunu richmond açıklarına gönderdi, orada grant'in planlamadığı bir saldırıyı beklediler. oysa birlik mühendisleri bir yüzer köprü inşa edip, sekiz saat içinde james nehrini geçmişti. 12 haziran'da, büyük potomac ordusu karşıya geçmeye başladı. bu dört gün sürdü.

    "general grant,
    şimdi anlıyorum, kazanacaksınız. tanrı seni kutsasın."
    -abraham lincoln

    16.000 birlik askeri, general william smith komutasında petersburg'a ulaştılar. şehir general beauregard komutasındaki üç binden az konfederasyon askeri tarafından savunuluyordu. smith yavaşça saldırıya hazırlandı. ona yardıma gelen takviye birliği yolda kayboldu. buna rağmen, öğleden sonra yapılan saldırıyla ilerleme kaydettiler. akşam olduğunda, petersburg birlik'in elindeydi. general winfield scott hancock bir gece yarısı saldırısı istedi ancak smith, cold harbor'u hatırlayıp bunu reddetti. gece boyunca konfederasyon'un takviye birlikleri meydana atıldı. fırsatı kaybetmişlerdi. "askerlerin öfkesi şeytaniydi. duyduğum en tüyler ürpertici küfürleri o gece duydum."

    yalnızca altı hafta içinde, grant ve lee birbirlerini zayıflatmış, iki ordu da kuşatma için siper almaya başlamıştı. siper kazma işi 10 ay sürecekti. askerler 30 kilometre uzunluğunda sinek dolu labirent siperlerde, virginia'nın öldürücü güneşinde ve yağmurunda açık gülle ve havan topuna korunmasız yaşadılar.

    "keskin nişancıların birkaç hedefi vurması dışında heyecan verici bir şey yok. içimden bir his bu er ya da geç sona erecek diyor."
    -er john w. haley

    gettysburg kahramanlarından albay joshua lawrence chamberlain, bölüğünü bir saldırı için petersburg'a sürdü. adamlarını toplamak için döndüğü an, bir mermi leğen kemiğine girdi, atardamarı kesti ve idrar kesesini deldi. ayakta kalıp, bir eliyle kılıcına yaslandı, diğer eliyle hepsi geçene kadar adamlarını selamladı. sonra yere yığıldı. doktorlar yaşamasını beklemiyorlardı. cesareti için, grant onu tuğgeneralliğe terfi etti. chamberlain'in ölüm ilanı ertesi gün gazetelerdeydi.

    petersburg iki tarafın da dayanıklılığına büyük bir selam durmaydı. birinci dünya savaşı'nın bir provası gibiydi. oldukça iyi göğüs gerdiler ama askerler savaşta hep bunu yapar. kayıpları düşünecek olursak, inanılmaz bir cesaret örneği.

    "23 haziran 1864.
    burada ölüm için olan talep, arzın çok ötesinde. tanrı'ya şükürler olsun ki, son adam öldüğünde savaşın biteceği gerçeği teselli oluyor. bu savaş öncekilerden çok farklı, bir şey için savaşmıyoruz. iki taraftan birinin tüm askerleri ölene kadar bitmesi mümkün değil. iki taraf da elinden geldiğince hızlı olmaya çalışıyor çünkü bunu iki ya da üç yıl daha uzatmak korkunç olurdu."
    -washington roebling

    "sevgili henry,
    bir süredir eskiye nazaran daha üzgün ve yalnız hissediyorum. ah, keşke buna neyin son vereceğini bilseydim. henry, seni görmek istiyorum, ama sakın buraya gelme. kırk yıl bile sürse savaşmaya devam et. eğer ölürsen, şerefinle ölürsün. yaşarsan, ben mutlu olurum. seni hala seviyorum."
    -mollie vanderberg

    "kanayan, iflas etmiş, ölmek üzere olan ülkemiz barışı özlüyor, insan kanının aktığı yeni ırmaklara, daha fazla yıkım olasılığıyla titriyor."
    -horace greeley

    "geceleri koğuşum, yeraltı mezarlarının loş kovukları gibi. son uykularına yatmış ölüler yerine, heba olmuş insanlar burada yatıyor ateşten yanıyor, parçalara ayrılmış kemiklerin acısından çıldırıyor, huzursuzca bir o yana bir bu yana dönüyor, insan bedeninin kaldırabileceği her hastalığı yaşıyorlar. kirişlerden titrek bir gaz lambasının ışığı kederle süzülüyor, soluk bir ışık geliyor."
    -er alexander hunter, virginia 17. ordu

    savaş başladığında kuzeyde yalnızca bir elin parmakları kadar hastane vardı. bittiğinde ise birlik 350'den fazla hastane çalıştırıyordu. konfederasyon ise 154 hastane vardı.

    sadece washington'da 16 hastane vardı. bunlar da yetersiz gelmeye başladığında askerlere ofislerde baktılar. hatta evlerde ve senato binasında da. hastaneler ölenler için büyük depolardı. kuzeyde ve güneyde, en büyük ve iyisi richmond'daki chimborazo'ydu, sekiz bin yatağı, beş mutfağı, buz depoları, süt inekleri, keçiler, günde on bin ekmek yapan bir fırını ve 400 fıçılık bir birahanesi vardı.

    "ayakta ve öfkeliydim, borazanları çalıp acımasız savaşa atılmak istiyordum. ama parmaklarım beni yüzüstü bıraktı, yüzüm düştü ve istifa ettim yaralıların yanında kalıp onları teskin ettim ve sessizce ölüleri izledim."
    -walt whitman

    walt whitman askeriye için çok yaşlı ve subaylık için tecrübesizdi, birini öldürmek için eline silah almak ya da kılıç kuşanmak istemiyordu. ancak küçük kardeşi antietam'da yaralanınca whitman onu bulmak için hastaneye gitti, gördükleri karşısında dehşete düştü. yaralılara yardım için washington'a taşındı, onlara ufak hediyeler verdi, kıyafetlerini değiştirdi, şiir okudu.

    "doktorlar hastalara ilaçların, merhemlerin ve tozların yapamadığını benim yaptığımı söylüyor. bu birden fazla hayat kurtardı, o yüzden devam ediyorum. bazıları ölüyor, bazıları iyileşiyor."

    "otuz yaş altı kadınların devlet hastanesi görevi için başvurması gerekmemekte. tüm hemşireler sade görünümlü hanımlar olmalı. elbiseleri siyah ya da kahverengi olup, kurdele, kıvrılmış saçlar, mücevher ya da geniş etekler giymemeliler."
    -dorothea dix

    savaşın başlarında dorothea dix, birlik'e gönüllü oldu. elli dokuz yaşında olup, akıl hastalarıyla ilgilenen bu kadın, ordu için çalışan tüm kadın hemşirelerin başına getirildi. despot, yorulmak bilmeyen haliyle, kadınlardan ona "ejderha dix" dedi. romantik bir macera peşinde koştuğunu düşündüğü her hemşire adayını, hatta rahibeleri bile geri çevirdi. ancak savaşın sonunda, adaylara sorduğu tek soru şuydu, "ne zaman başlayabilirsin?" onun sıkı önderliğiyle, hasta ve yaralıların bakımı giderek iyileşti. erkek meslektaşlarının eleştirilerine ve ufak rekabetlerine rağmen, savaş boyunca görev yerinde para beklemeden kaldı.

    "armory square hastanesi.
    kendimi başlardaki kadar kötü hissetmemeye çalışıyorum ama buna alışmak mümkün değil."
    -harriet foote hawley

    "doktorun onlardan ümidi kestiğini görüp bana sorarlardı. doğruyu söylerdim. bir adama bunu söylediğimde bana sordu, "ne kadar vaktim var?" "yirmi dakikadan az" dedim. hiç korku göstermedi. hiçbiri göstermiyor. elini kaldırdı, gözlerini kendi kapadı, gerindi ve kollarını göğsünün üstüne yerleştirdi. "hazırla beni" dedi. çoraplarının uçlarını iğneledim. cesetlere böyle yapardık, ve birkaç dakika sonra öldü. yüzü huzurluydu, uykudaymış gibiydi. ölmeden önce çoğu kendilerini hazırlarlardı."

    "lorenzo strong, a bölüğü, 9. birlik süvari alayı.
    geçen pazar bir gülle isabet etti. sağ bacak cephede kesildi. durumu kötüye gitti. ben orada kaldım ve hepsini gördüm. doktor gelip biraz eter veriyor. hemşirelerden biri ateşini düşürmek için sürekli onu serinletmeye çalışıyor. kalkmak istediğini söylüyor, oturma pozisyonuna getiriyorlar. sürekli mark'ı istedi, bütün gün, kendinde değildi. canı, içinden bir değirmen deresi kadar hızla çekiliyor. gözleri kapandı. iki üç doktor, birkaç öğrenci, çok sayıda askerin olduğu kalabalık sessizce toplandı. mücadele devam ediyor, giderek azalıyor, biraz daha az, biraz daha, derken hoş geldin kader, acısızlık, ölüm. kalabalık dağılıyor."

    "17 haziran 1864.
    sevgili anneciğim,
    burası beni alt etti. sanırım yakında eve döneceğim."

    "sanırım güneyin amacını anlıyorum. onların hakkından gelmenin tek yolu ise onlarla tam anlamıyla karşılaşmak. savaşmak, yok etmek zorundayız, konuşmak değil, onlar 'yeter' diye ağlayana kadar devam etmek zorundayız. savaş, düşmanlarımızın bulduğu çare, ben de istediklerini verelim diyorum."
    -william tecumseh sherman

    grant'in wilderness'e adım attığı gün, sherman'ın büyük batı ordusu chattanooga'dan güneye, atlanta'ya doğru 160 kilometre gitti. william tecumseh sherman ve ulysses s. grant beraber zor zamanlar atlattılar. arkadaşlıkları kentucky'de başladı, tam sherman savaşın bitmeyeceğini düşünüp ruhen yıkılmak üzereyken. "ben çıldırdığımda grant yanımdaydı, o alkolik olduğunda da ben yanındaydım, şimdi ise hep birbirimizin yanındayız."

    sherman öksüzdü ve kara harp okulu'ndan
    sınıfının altıncısı olarak mezun olmuştu, henüz 20 yaşındaydı. uzun boylu, kızıl saçlı, zeki ve asabiydi. ordu botları yerine ayakkabı giyer, az uyur, çok konuşurdu. "sürekli yeni fikirler bulurdu," demişti bir arkadaşı. "yemek için hep çok meşguldü. durmaksızın konuşup puro içerdi. emirler verir, telgraflar gönderirdi. canlı ve neşeliydi."

    politikacılardan, vurgunculardan ve duygusal insanlardan nefret ederdi. hepsinden çok ise, casuslardan bile kötü dediği muhabirlerden nefret ederdi çünkü askeri sırları para için gazetelere satarlardı. "bu iğrenç yazar bozuntuları şeytanın arsızlığına sahipler. kampa geliyorlar, kaytaranların yanlarına çöküp kamp dedikodularını toplayıp gerçek diye basıyorlar. korkunç bir illetler, onlara haklı olarak casuslara davrandığım gibi davranıyorum."

    hepsini öldürürse kahvaltıdan önce cehennemden haberler geleceğinden emindi. ailesi ve arkadaşları ona cump derdi. askerleri ise billy amca. savaşta amansızdı.

    grant büyük taktiğinin ikinci kısmı için arkadaşına güvendi. atlanta'yı almak ve joseph e. johnston'un komutasındaki birleşik tennessee ve mississippi konfederasyon ordularını dağıtma görevi sherman'daydı.

    washington'da lincoln'ün yeniden seçilme şansı azdı. lincoln o yaz, "yenileceğim," diye yazdı, "eğer çok büyük bir değişiklik olmazsa çok kötü biçimde yenileceğim." grant petersburg'da durmuşken, sherman kazanmak zorundaydı. sherman genç bir teğmenken georgia'nın bölgelerini araştırmıştı. "georgia'yı isyancılardan daha iyi biliyordum" diye yazdı. orada bir çatışmanın darmadağın ve düzensiz olacağını biliyordu, buna "büyük kızılderili savaşı gibi" dedi. şimdi sherman'la karşı karşıya kalan konfederasyon komutanı joseph e. johnston, başkan jefferson davis tarafından hiç sevilmezdi ancak askerleri ona neredeyse tapardı.

    "ordusunda onun için seve seve ölmeyecek tek bir asker bile olduğunu sanmıyorum. söz konusu o olunca, her şeyi askerleri. tüm ülke aç kalacak olsa, önce askerlerini beslerdi."
    -sam watkins

    neredeyse yarıdan az silah, erzak ve askerle joseph johnston'ın en büyük umudu sherman'ın ilerlemesi yavaşlatmaktı ve belki böylece onu talihsiz bir cephe taarruzu yapmaya zorlayabilir, seçimin lincoln'ün aleyhine gittiğinden emin olabilirdi. ama sherman'ın ilerleyişi bir planlama şaheseriydi. birkaç saat içinde mühendisler yanmış köprüleri yeniledi ve kırık rayları tamir etti. nathan bedford forrest'in akıncıları sherman'ın arkasında bir tüneli yıktı ama kuzey ordusu etkilenmedi. yavaşça, usanmadan, johnston'u dalton'dan dışarı sürdü. sırasıyla resaca, cassvile, allatoona ve yeni umut kilisesine doğru kovaladı.

    teslim olan bir konfederasyon askeri, kendisini esir alanlara "sherman asla cehenneme gitmez, şeytana yandan saldırıp bekçilere rağmen cennete girer" demişti.

    "14 haziran.
    dün general polk'u öldürdük ve bugün ilerleme kaydettik."
    -william tecumseh sherman

    kuzey atlanta'da, kennesaw dağı'nda konfederasyon ordusu siper aldı. 27 haziran'da, 13.000 birlik askeri dağa saldırdı ve geri püskürtüldüler. kuzeyliler "yürüyüp ölümü ele geçiriyorlardı," diyordu bir güneyli, "sanki robot ya da tahtadan adamlarmış gibi sakince."

    "bazılarının bu savaşta eğer amerikalı öldürdülerse farkında olmadıklarını söylediklerini duydum. bu unutulmaz günde birlikteki her askerin 20 ila 100 kişi öldürmüş olması beni tatmin ediyor. tek yapmamız gereken silahları doldurup ateş etmek."

    birlik 3.000, konfederasyon 750 adam kaybetti. bir asker sherman'ı uyardı "böyle bir iki saldırı daha olursa ordu tükenir." sherman kennesaw dağı'nda hata yaptığını hiç kabul etmedi ama aynı hatayı bir daha da tekrarlamadı. isteksizce yan taarruz manevralarına döndü ve johnston'u atlanta'da görüş alanına çıkmaya zorladı. ancak o da grant gibi saplanıp kaldı. iki ay süren amansız savaş, beraberlikle sonuçlandı. sherman kuzey atlanta'da durduruldu. grant ve lee petersburg açıklarında çıkmaza girdi. belirleyici bir zafer olmadan, abraham lincoln güz seçimlerini
    kaybedeceğinden emindi. zaman azalıyordu.

    "bana iyi atlı ve silahlı güçlü kuvvetli adamlar lazım. katılmayı gerçekten arzu edenler dışında kimseyi istemiyorum. hadi, beyler, bir sürü eğlence ve yankeeleri öldürmek isterseniz gelin."
    -nathan bedford forrest

    nathan bedford forrest'ın kız torunu memphis'te yaşardı. kısa süre önce öldü ve tanıma fırsatı buldum. hatta bir keresinde generalin kılıcını etrafta savurmama izin vermesi büyük ödüldü. uzun zaman düşündüm ve onu arayıp sordum, "sanırım savaş kendine özgü iki deha yarattı. birisi büyük baban ve diğeri de abraham lincoln." ve telefonun diğer ucunda bir sessizlik oldu ve şöyle dedi, "sanırım biliyorsunuzdur ailemde bay lincoln hakkında pek düşünmezdik." büyük babasını abraham lincoln ile beraber düşünmem pek hoşuna gitmemişti, bunca yıl sonra bile.

    güneyliler o savaş konusunda çok garip davranıyorlar. tüm ülke genelinde mücadele vardı. teksas-louisiana sınırındaki sabine crossroads'ta. ve red river'da. missouri'deki little blue'da. arkansas'ta poison spring ve jenkins ferry 'de ve uzaklardaki kızılderili bölgesinde.

    1864 yazında, birleşik devletler girişimi durdu. güçlü endüstriyel makinalarına rağmen, güneyin karşılaştığı zorluklara rağmen, kuzey savaşın kontrolünü kaybediyordu. kayıp listesi uzadıkça, savaşa olan muhalefet de büyüdü. başkanlık seçimleri kabus gibi yaklaşırken, abraham lincoln, daha önce hiç yapılmamış bir şeyi yapması gerektiğini şimdi biliyordu. iç savaş döneminde popüler bir seçime katılmak ve kazanmak. lincoln'e bir danışmanı şöyle söyledi, "içerideki ve dışarıdaki mücadele, ulusal varlığımız içindir."

    petersburg'ta, robert e. lee'nin siperlenmiş ordusu ulysses s. grant'ın iki aydır süren kuşatmasına dayanmaya devam etti. çıkmazı bitirmek için, birlik ordusu konfederasyon hudutlarının altını kazıyorlardı. atlanta'nın kuzeyinde, william tecumseh sherman, şehri almak için, eğer buraya kadar ulaşabilirse tabi, siperler, göğüs siperleri ve korkuluklardan oluşan aşılmaz bir sistemi yarıp geçmesi gerekiyordu. o yaz, boğucu mississippi sıcağında, konfederasyondan general nathan bedford forrest, savaşın en korkutucu süvari komutanı olarak ününü pekiştirdi. bu sırada, shenandoah vadisinde küçük bir birlik generali, phil sheridan, elini attığı her çiftlik ve köyü neşeyle harabeye çeviriyordu. richmond'da ise, jefferson davis konfederasyon fikrini çaresizce canlı tutmaya çalışıyordu. yılın sonunda, birlik levazım subayı general montgomery meigs oğlunu kaybedecek ve acısını robert e. lee'nin kapısına getirecekti. 1864 yazında, artık insanlar savaşın olmadığı zamanları hatırlamakta zorlanıyorlardı. ve çoğu asla biteceğine inanmıyordu.

    "sayın başkan, dalgalar şiddetle bize karşı vuruyor. halkın duygularında oluşan bu büyük tepkiye, iki özel vesile atfedildi. petersburg ve atlanta'da askeri başarı elde etme arzusu ve bizim birlik için değil de, köleliği kaldırmak için savaşıyor olduğumuz izlenimi."
    -henry raymond, cumhuriyetçi ulusal komitesi kürsü başkanı

    petersburg kuşatması devam etti. moraller hiç bu kadar düşük olmamıştı. bir birlik askeri: "bir daha böyle savaşlarımız olmamalı." altı aydan az bir zamanda, spotsylvania'nın vahşi arazilerinden, cold harbor'a ve petersburg'a, grant neredeyse ordusunu yok etmişti. bir gazete: "insanlar barış için çıldırıyor. lincoln'ün yeniden seçilmesi imkansız."

    yine de 140.000 asker, birlik ordusuna yeniden yazıldı. bunun sebebi büyük ölçüde gurur ve vatanseverlikti ve bu işin sonunu görme arzusu.

    ama bir aylık sıla izni de iyi geliyordu. "üç yıllık cehennem, evde yaşanacak 30 günlük cennetle karşılandı."

    "sekiz kasım seçimiyle son bulan siyasi kampanya, tarihteki en önemli soruyu karara bağlar. cumhuriyetlerin kaderi hep ayrılıkçılar tarafından yok edilmek olmuştur. bu korku şimdi teyit edilecek ya da sonsuza kadar dağılacak."
    -harper's weekly dergisi

    anahtar, herkesin bildiği gibi, atlanta'ydı. eğer sherman, güneyin demir yolları merkezine ulaşabilirse, savaş nihayet bitebilirdi. ama şimdi lincoln'ü ilgilendiren, virginia'daki çıkmazdı.

    "4 temmuz 1864.
    şanlı 4 temmuz yine gelmişti ve petersburg'a yöneltilen silah sesleri, atışlar ve güllelerle onlara bu günü hatırlatıyorduk. o gün, ordudayken geçirdiğim dördüncü 4 temmuz idi. ilki clark kampında, ikincisi harrison's iskelesinde, üçüncüsü gettysburg'da ve bugün petersburg'da. bir grup subayla akşam yemeği yedik. menümüz şöyleydi: konservede buğulanmış istiridye, konserve kızartılmış hindi, ekmek tatlısı, tapioka pudingi, kampta yapılmış elmalı turta, limonata ve purolar. yarın, eğer yola çıkarsak peksimet ve tuzlu domuz eti menümüzde olacak."
    -elisha hunt rhodes

    "düşman petersburg'a her gün sayısız gülle atıyor ama çok az hasar veriyor. kadınlar ve çocuklar bunları pek umursamıyor görünüyorlar. dün bu bir kaç güllenin patladığı sokaklardan birini, muharebe alandaki sıcak bir yere benzettim. kadınlar çok az bir ilgiyle geçiyorlar, gülle geldiğini duyduklarında bir köşeye kaçıyor veya yapılan hasarı görmek için kafalarını pencereden dışarı uzatıyorlardı. dün birisi bana biraz dondurma ve kek gönderdi."
    -harry hammond

    petersburg'taki baskıyı azaltmak için, general lee kuzeye 10.000 adam gönderdi. birlik ordularını shenandoah'tan çıkarmak ve washington'ı rahatsız etmek için. güney birliklerinin başında acımasız bir konfederasyon generali vardı: jubal early. early, 74 kalesiyle dünyadaki en iyi müstahkem şehir olan washington'ın eteklerindeki fort stevens'a saldırarak şehri korkuttu. elisha hunt rhodes'un da aralarında bulunduğu kuzeyli birlikler, başkenti korumak için aceleyle petersburg'tan getirildi.

    "12 temmuz 1864.
    fort stevens'ın önünde, bir şeftali bahçesine doğru hizaya girerek yürüdük ve çarpışma orada başladı. kısa bir süre için sıcak bir mücadele oldu ama başkan ve bir çok hanımefendi bize bakıyorken, her adam elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı. aslında bizim yardımımız olmadan kalelerdeki küçük kuvvetler etkisiz hale getirilebilirdi. jubal early sabah erken saldırmalıydı, ama geç kalmıştı."

    bu sırada, william tecumseh sherman'ın atlanta'ya ilerleyişini durdurmak için, nathan bedford forrest da hareket halindeydi. bazı yönlerden, dünyadaki en sert adamdan bir tanesi. forrest doğuştan dahiydi. birisi onun asker olmak için doğduğunu söylemişti, tıpkı john keats'in şair olarak doğması gibi. onun bazı temel ilkeleri vardı, tercüme edildiğinde, ordu el kitabına tamamen uyduğunu görürsünüz. "çok sayıda adamla oraya ilk ulaş," dediğinde, "iç hatları ele geçir ve tutmak için üstün kuvveti getir" demek istiyordu. onun çok basit bazı şeyleri vardı. şöyle derdi, "onlara sınırda iken vur" ve "onları korkutmaya devam et." bunların hepsi forrest'in kendince ifade ettiği iyi askeri ilkelerdi.

    bir araziye baktığında onu nasıl kullanacağını bilirdi. mükemmel topografi bilgisi vardı. bir pozisyona giden yolu görür ve nereden vuracağını bilirdi. william tecumseh sherman: "forrest, iç savaş döneminde her iki taraftan da ortaya çıkmış en olağanüstü adamdır."

    forrest eğitimsiz bir demircinin oğluydu. arsa, pamuk ve köle satarak milyoner oldu. 1861'de er olarak yazıldı, daha sonra ayrıldı ve kendi cebinden harcayarak süvari taburu yetiştirdi ve donattı. savaşın sonunda, korgeneral olmuştu, her iki taraftan da en çok yükselen kişiydi. o en çok korkulan süvari komutanıydı. "eyer sihirbazı" savaşta dört kez yaralandı. atların, o binerken altında vurulmasıyla ünlüydü. savaştaki en renkli adamdı. tüm diğer generallerden daha çok adam öldürmüştü, diğer subaylarınkinden daha çok at, o üzerindeyken öldürülmüştü. savaş boyunca bindiği 30 at kendisi üzerindeyken vurulmuştu ve birebir mücadelede 31 adamı öldürmüştü. şöyle demişti, "sonunda bir at öndeydim."

    yıldırım harekatının ustası ve şansın az olduğu durumlarda kazanma uzmanı idi. savaşlarını, "kulağıyla" yaptığını söylemişti ve düşmanın hareketlerini olağanüstü bir doğrulukla tahmin edebilirdi. savaşta sadece bir kere şaşırmıştı. burası, tennessee'deki parker's corssroads denen yerdi. hücum halindeydi, rakibine yaklaşıyordu ve tam onu haklamak üzereyken, kendisine yakın olduğunu bile düşünmediği bir kuvvet tarafından arkadan saldırıya uğradı. herkes korkunç derecede korkmuştu ve forrest'a sordular "general, ne yapalım?" "ikiye ayrılın ve her iki tarafa da hücum edin." dediğini yaptılar ve kaçmayı başardılar.

    haziran 1864'te, tupelo, mississippi yakınında bulunan brice's crossroads'da, sherman'ın erzağını kesmek için, forrest kendisini bile aştı. onu durdurmaya gelen birlik ordusu kendisinden neredeyse üç kat daha büyüktü ama forrest bundan etkilenmedi. çamurla tıkanmış yolları ve yanan haziran güneşini hesaplayarak, birlik süvarisinin birlik piyadelerinden çok önce geleceğini öngördü. bu durum, kendi kurallarına göre onlara ders vermek için zaman yaratıyordu. her şey tam da dediği gibi oldu. sanki hiç bir ordu onu durduramaz gibiydi. atlanta'ya yaklaşmasını yavaşlatarak, forrest sherman'ın güçlerini kesmek için serbestti.

    "10.000 askere de mal olsa ve federal hazineyi iflas ettirse de forrest avlanmalı ve öldürülmeli."
    -william tecumseh sherman

    "grant'in seferinin başında çiçek açan solmuş umutları kim canlandırmalı? hepsi bu kahrolası trajediden yorgun. her saat bizi iflasın ve yalnızlığın derinlerine batırıyor."
    -new york world gazetesi

    1864 yaz ayları, kuzeyin en karanlık zamanlarıydı. grant'in kayıpları korkunç olmuştu. ordusu petersburg önlerinde durdurulmuş, büyük stratejisinden hiçbir şey elde edilmemişti. franz sigel'in ordusu shenandoah'da bozguna uğramıştı. ben butler, bermuda hundred denen bölgede, james nehri'ne çıkan yan yolda kıstırılmıştı. hatta william tecumseh sherman dahi atlanta dışında durdurulmuştu.

    "bay lincoln çoktan yenildi. yeniden seçilemez ve artık başka bir seçim listemiz olmalı."
    -horace greeley

    hiçbir ulus bir iç savaşın ortasında seçim tertiplememişti. andrew jackson'dan beri hiçbir başkan ikinci dönem seçilmemişti. lincoln aday gösterildiğinden çok sonraları bile, partisindekiler yeniden toplanmayı ve başka bir aday seçmeyi düşünüyorlardı. hatta lincoln bile yeniden seçilmesinin olası olmadığına inanmıştı.

    "seçim olmadan özgür bir hükümet sahibi olamayız. ve eğer isyan ulusal seçimi bırakmamıza veya ertelemeye bizi zorlarsa bu durumun bizi zaten fethettiğini ve mahvettiğini iddia edebiliriz."
    -abraham lincoln

    "savaş deneyiyle birlik'i restore etme başarısızlığından dört yıl sonra, olası en yakın zaman içinde ateşkes için acil bir çabanın gösterilmesini talep ediyoruz."
    -demokratik ulusal platform

    demokratlar zafer olsun olmasın savaşı bitirmek istiyordu. adayları, lincoln onu görevden aldığından beri hırsı bitmemiş olan general george mcclellan idi.

    "mcclellan bizim ilk kumandanımızdı ve bu nedenle, askerleri tarafından neredeyse tapılıyordu. general mcclellan'ın siyasi arkadaşları bu gerçeği çok iyi anlamıştı ve onu kendi başkan adayları olarak göstermeleri çok kurnazcaydı. güney, mcclellan'ın adaylığına çok sevindi. bu, savaş başladığından beri ilk gerçek umutları olmuştu."

    elinden geldiğince, güneyliler kuzeydeki savaş karşıtı ruhu sömürdüler. konfederasyon hükumeti, birlik'teki barış hareketine destek için para yolladı ve lincoln'ü savaş adayı gibi karaladı. kampanya çirkinleşti. demokratlar, lincoln'ün savaştaki asıl amacının siyah ve beyaz ırkları karıştırmak olduğunu iddia ettiler. cumhuriyetçiler demokratları hainlikle suçladı. 1864 başkanlık seçimleri savaş hakkında bir referanduma dönüştü. cumhuriyetçilerin tüm söyledikleri, hatta en alt tabandan bile, lincoln'ün kazanamayacağını gösteriyordu.

    savaş kazanımları birlik için çok feci sonuçlara döndü. gerçekten pek dokunaklı bir anda, lincoln ofisinde yalnız oturmuş, muhtemelen yeniden seçilemeyeceğini ve tüm adaylar içinde mcclellan'ın başkan olarak kendi yerine geçeceğini düşünmekteydi.

    "bu sabah, geçen günlerde olduğu gibi, bu yönetimin bir daha seçilmeyeceği olasılığı gittikçe büyüyor. öyleyse yeni seçilecek başkan ile işbirliği yapmam, seçim ve göreve başlama arasında, birlik'i koruma açısından benim görevim olacaktır. çünkü öyle koşullarda seçilecek ki, sonrasında bunu koruyamayacaktır."

    güneyle barış şartı olan kölelerin azat edilmesi teklifini bırakması istenince, lincoln reddetti. "bildiri özgürlük sözü vermişti ve verilen sözler tutulmalıdır."

    "eğer köleliğe dönersem, birlik için savaşan siyah askerler için sonsuza dek lanetlenmeliyim."
    -abraham lincoln

    birinci bull run muharebesi'nden öncesinde bile çalınan sırlar ve karışık kodlar washington ve richmond arasında akıyordu. allan pinkerton kuzey gizli servisinin başındaydı. konfederasyon'dan binbaşı william norris ise kuzeyde montreal'e kadar uzanan bir casusluk ağına sahipti. hatta 1864'te bir kaç güneyli ajan vermont'u istila etmişti. casuslar her yerdeydi.

    "halktan önde gelen kadınlar şimdi cezaevindeydi. sınırın ötesinden gelen her türden şey, elbise altlarına giyilen o büyük metal çemberlerin altında geliyor, diyorlardı. bu sebeple, çemberleri acımazsızca parçalanıyorlardı. çemberlerin altında sadece bacaklar değil kollara da bakılıyordu ve ne yazıktır ki, kanıt buluyorlardı."
    -mary chesnut.

    washington'lı bir dul rose o'neal greenhow, beyaz saray'dan bir kaç bina ötede konfedere casus ağı işletiyordu. aldığı bilgilerin büyük kısmı, ona deli gibi aşık olan askeri işler komitesi başkanı senatör henry wilson'dan geliyordu.

    belle boyd'u hapis bile durdurmamıştı. washington'daki birlik memurlarından tatlı sözlerle sırları öğreniyor ve onları kod haline getirip lastik topların içinde ismini sadece "ch" olarak bildiği gizli ajana, pencereden fırlatıyordu. hayranları ona "la belle rebelle" adını takmıştı.

    köleler ve eski köleler, birlik için çok iyi hafiyeler olmuşlardı. kuzey birliklerine bataklık ve ormanlarda kılavuzluk yapar, rapor verirlerdi. "aslında onlar hayatları boyunca casuslardı." kuzeyin ajanı olan mary elizabeth bowser adlı siyahi bir hizmetçi, konfedere beyaz sarayında çalışıyordu.

    kasım 1863'te güneyli bir kurye, sam davis pulaski, tennessee'de casusluk nedeniyle ölüme mahkum edildi. idam sehpasındayken, davis'in cesareti öylesine etkileyiciydi ki, kumandan ölüm emrini uygulayamadı. en sonunda davis bu emri kendi verdi.

    "21 temmuz perşembe,
    petersburg önleri.
    general burnside'ın maden işçilerine tünel kazdırması, espri malzemesi yapılmıştı. en çok da alay konusuydu. bu kendi içinde bir çabaydı ve normal kuşatma ile hiç bir alakası yoktu."

    bir ay boyunca, pennsylvania maden işçileri alayı konfederasyon sınırının altından 152 metre tünel kazdı ve içini dört ton barutla doldurdu. burnside'ın fikri, petersburg mevzilerinde delik açmak sonra şehri almaya koşmaktı. yer üstünde, tünelin az uzağında, neredeyse tüm savaşlarda bulunmuş, konfederasyon kumandanı general william mahone, olaylardan habersiz kuzey virginia ordusu adına çarpışıyordu.

    30 temmuzda şafak vakti, birlik lağımcıları fitili ateşledi. 9 metre derinliğinde, 21 metre genişliğinde, 76 metre uzunluğunda büyük bir krater açıldı. şaşkınlığa uğrayan konfedereler geri çekildi. sonra plan suya düştü. birlik saldırı kuvveti taarruza başlamadan, değerli bir saat geçti. ve geçtiğindeyse, üç bölük kraterin çevresinden dolanmaktansa içine girmeyi tercih etti. kumandanları general james h. ledlie, elinde rom şişesiyle güvenli bir sığınağa büzüldü ve çarpışmayı izlemedi bile. kraterin içindeyken, birlik askerleri yukarı çıkış olmadığını gördüler, sadece 9 metrelik bir duvar vardı ve hiç kimse merdiven sağlamayı düşünmemişti. general mahone adamlarına kratere dönüp, mermi yağdırmalarını emretti. teslim olmaya çalışırken, siyahlardan oluşan bir çok birlik öldürüldü. konfederelerce süngülendiler ve sopalandılar.

    "savaşta tanık olduğum en acı olaydı. tahkimat için yapılmış böylesi bir şeyi şimdiye dek ne gördüm ne de bir daha görmeyi umuyorum."
    -ulysses s. grant

    general ledlie görevden alınmıştı. burnside'a da izin verilmiş ve bir daha göreve çağrılmamıştı.

    "30 temmuz 1864.
    neredeyse iki ayı bulan çalışma ve beklentiler mahvoldu. ilk geçici başarı herkesi öylesine sevindirmişti ki, kendimizi çoktan petersburg'ta hayal etmiştik. ama 15 dakika her şeyi değiştirdi ve herkesi sanki bir daha başarı sağlanamayacak gibi umutsuzluğa gark etti. bu akşam şişenin dibinde üzüntülerini boğmayan çok az subay bulabilirsiniz."
    -washington roebling

    "gündüz öylesine sıcaktı ki neredeyse eridim. subay odasında termometre 32 derece iken güvertede hava çok güzeldi, doğudan ılık bir meltem esiyordu. her şey kirli, her yer kötü kokuyor, herkesin morali bozuk. nasılsın zırhlı gemi? kendi arzusuyla zırhlı gemide kalan birisi tımarhane için bir adaydır. zorunluluktan kalan biri ise acınasıdır. her gün yeni bir çatlak beliriyor."
    -robert b. ely

    iki tam yıl boyunca, birlik orduları savannah limanı girişinde pulaski kalesini işgal etmişti. konfederasyon erzağını engellediler ve birlik ordusunun şehri ele geçirmesi için sabırla beklediler. zaman geçirmek için, hem güney hem de kuzeyde, hızla ulusun hobisi haline gelen beyzbol oynadılar. ama 482 km ileride, sherman georgia'nın kuzey tepelerinde sıkışmıştı. "düşmanın en az 80 km. bağlantılı hendeği olmalı. tüm ülke tek bir istihkam haline geldi."

    "inanıyorum ki o yaşlı lanet rahip, dixie'de olduğu gibi yalan söyledi. tanrı tüm savaşları yapar ve tüm zaferleri kazanır demişti. şimdi, eğer o tüm bunları yaptı ise, neden gazetelerde değil ve neden terfi etmedi?"
    -çavuş albinus fell

    "askerlerimiz kadar kötü insanları tanrı'nın kutsayacağına inanıyor musunuz? öyle olmadığından korkarım. aralıksız bir küfür ve kötülük dalgası, adilik ve müstehcenlik."
    -orville c. bumpass

    boks maçları, at yarışları, beyzbol ve horoz dövüşü için bahisler oynanıyordu. birlik kamplarında, galip kuşlara grant ve bill sherman adı verilirdi, kaybedenlere de beauregard, jeff davis ve bob lee.

    "gençler sık sık bit yarışı yaparlardı. bitler bir tabağa konur ve ilk kaçan kazanırdı. dornin adında bir genç sürekli tüm parayı kazanıyordu. bir türlü anlayamazdık. eğer biri vahşi görünümlü bir bit bulsa, dornin'i yarışa davet ederdi. dornin gelir ve o eli hep kazanırdı. sonunda dornin'in numarasını bulmuştuk. tabağı hep ısıtıyormuş."
    -sam watkins

    "rutland, vermont.
    sevgili edward,
    tüm oğullarımın gitmesi zor olacak ama böyle olması gerekiyorsa söyleyeceğim bir şey yok. burada ve bundan sonra saygıdeğer adına, huzuruna ve mutluluğuna değer veriyorsan, kart oyunlarına sakın yaklaşma, korkarım ki, anlamadan kumara yönelebilirsin. sana kendisini adayan annen."

    washington'da 450 genelev vardı. sürekli müşterileri onlara sumter kalesi, madam russel'ın fırını ve karargah, abd adını vermişti. erkekler oraya gitmeyi "hududa gitmek" olarak adlandırıyordu.

    "washington'da iyi zaman geçirdim. lager bira, bir at arabası ve akşamları yatay ikramlar veya hollandalı bir kıza binmek. genelde iyi zaman geçirdim diyebilirim."
    -er eli veazie

    "new orleans şehrinde, rengimize ve birlik askeri olarak karakterimize karşı biriktirdikleri, nefret ve ön yargının işaretlerini görebiliyorduk. ama hayatında ilk kez, mütevazi yazarınız korkusuzca ve cesurca güney şehrinin sokaklarında yürüdü ve bunu attığı her adımda kepini çıkarmak zorunda kalmadan veya güneşli güneyin görkemli prensleri olan çiftçilerin oğullarına kaldırımları vermeden yaptı. mertlik... nasıl da kudretli gücünü ve niteliklerini kaybettin? hatta afrika'nın kara renkli oğullarının bile saygı ve hayranlığını kaybetmeye varacak şekilde bozuldun?"

    o yaz, kongre nihayet yasamayı geçirdi ve siyah askerlere de beyazlarla aynı maaşı verdi. 5 ağustos 1864'te, birlik amirali david farragut komutasındaki 18 gemi üç kaleyi geçerek, mobile körfezini koruyan konfedere donanmasına saldırdı. farragut vertigodan öylesine şiddetli çekiyordu ki kendisinin gemisinin direğinde kamçılatılması emrini verdi. bir mayın öncü gemiyi batırdığında ve diğer geminin kaptanları çekindiğinde, farragutt bağırdı, "torpidoları boş verin, son hız ileri" ve isyancı donanmayı bodoslama vurup gülle yağdırarak boyun eğdirdi.

    bu birlik ve lincoln için, yıl içinde aldıkları ilk iyi haberdi.

    "kamp, atlanta yakını.
    sevgili günlük,
    bir kaç satır yazmak için yine oturdum. yürümekten yoruldum. beş gündür bir yerden bir yere koşuyoruz. bitirmem lazım çünkü burası yazmak için iyi bir yer değil."
    -benjamin franklin jackson.

    alabama'da, benjamin franklin jackson'ın karısı martha korkuyla uyandı. penceresinde bir kumru oturuyordu. bunu kocasının öldürüldüğüne yorumladı ve sessizce ağlamaya başladı. acısını duymasını ve batıl inançlı biri olduğunu düşünmelerini istemedi. kocası o sabah, sherman'ın adamlarıyla yapılan savaşta ölümcül bir yara almıştı.

    "gözlerim vadedilen toprakları seyrederdi. atlanta'nın kubbeleri ve kuleleri, önümüzde güneşte ışıldıyorlar ve sadece 12 km. uzaktalar."

    nihayet, sherman atlanta'daydı. iki aydan fazladır, konfederasyon'dan general joseph johnston, sherman'ın üstün gücünü bertaraf ederek ordusunu zarar görmeden tuttu ve saldıracak doğru zamanı bekledi ama fırsat hiç gelmedi. giderek canı sıkılan jefferson davis şimdi sevilen johnston'ı görevden uzaklaştırdı. birlikleri şok oldu.

    "haber şimşek gibi geldi, herkesi şaşırttı ve körleştirdi. elveda, eski dost! biz erler seni sevdik çünkü sen bize kendimizi sevdirttin."
    -sam watkins.

    joseph johnston'ın yerine, teksas'tan 33 yaşındaki john bell hood getirildi. gettysburg'da kolu ezilmiş ve chickamauga'da bir bacağını kaybetmişti ama kayıtsızlığı hala aynıydı. adamları ona "yaşlı tahta kafa" adını taktılar.

    "hood cesur bir savaşçı. bu harpte başka niteliklerin lazım olduğundan şüpheliyim."
    -robert e. lee

    sherman, hood konusunda memnundu, en azından ona saldırılacağından emindi. birliklerinin çoğunda henry tekrarlı tüfekleri vardı. doldurulmadan 15 atış yapabilirlerdi. silahları geri kalmış güneyliler, yankeelerin silahlarını pazar doldurup tüm hafta ateş edeceğinden yakınıyordu.

    atlanta'nın demir yolu bağlantılarını richmond ile kesmek için sherman 35 yaşındaki general james mcpherson'ın ordusunu doğuya gönderdi. mcpherson sherman'ın özel favorisiydi. yakışıklı, sıcak kalpli, akıllı. "eğer hayatta kalırsa, grant ve benim önüme geçecek" diye öngörüde bulunmuştu.

    kuzey gazeteleri birlik ilerleyişine sevindi ve atlanta'nın düşeceğini önerdi. ama 22 temmuz'da, hood yeni birlik tehdidini karşılamak için acele etti. atlanta muharebesi başladı. tüm akşamüstü süresince hudutlar oluşarak geri çekildi, yeniden toplanıp tekrardan saldırarak devam etti. saat 2'de, tehlikeye giren birlik pozisyonunu incelemek için general mcpherson kendisi gitti ve çarpışan asi bir grubun üstüne sürdü. teslim olması emredilen mcpherson, şapkasını kibarca çıkarttı, atını döndürdü ve birlik saflarına koştu. isyancılar onu sırtından vurdu. sherman, genç arkadaşının bedenini amerikan bayrağı ile sardı ve ağladı.

    "sherman'ın büyük sorumluluklar ve büyük sevinçler karşısında nadir bulunan sakin kalma özelliği vardı. bu gibi zamanlarda, gariplikleri kaybolurdu. düşünceleri daha berrak, öz güveni daha güçlü, ruhu daha ilham vericiydi. mcpherson'ın atlanta önlerinde düştüğü günde olduğu gibi."
    -general jacob d. cox

    "mcpherson ve intikam! baylar, mcpherson ve intikam!" diye bağıran birlik ordusu isyancıları ezdi. 30 dakikadan az bir sürede, hood geri çekilmeye zorlandı. ezra kilisesinde, hood sherman'ın ordusunu bozguna uğratmaya çalıştı, yine yenildi. ordusunun üçte birini, 20.000 adamı gitmişti. ve hood atlanta'ya geri çekildi.

    "bir türlü anlatamam. hatırlıyorum da, binanın arkasına gitmiştim. orada kokuşmaya ve çürümeye başlayan kollarla bacak yığınları vardı. hayatımda hiç bu kadar korkuyla hatırladığım başka bir anım yoktur."
    -sam watkins

    konfedereler surlarının arkasında sherman'ın saldırmasını bekliyordu. bir teksaslı "yankeeler bizim surlarımıza saldıramaz" diye bağırdı. ama sherman bu kadar ihtiyatsızlığa gerek görmedi. şehrin tedarik kaynaklarını kapattı ve bekledi. kuzey topları, çevrelenmiş konfedere mevzilerini ve şehrin ilerilerini ağır bir şekilde bombaladılar.

    "21 ağustos, cumartesi.
    endişe ve bekleyiş dolu bir hafta daha geçti ve atlanta'nın kaderine hala karar verilmedi. söylendiğine göre, düşman şehre ateş etmeye başladığından beri 200 yaşam yok olmuştu. bir vebanın ortasında yaşanıyor gibiydi. kimse bilemezdi ama bir sonraki kurban herkes olabilirdi."

    atlanta dışında olaylar iyi değildi. "düşman bize daha az bir kuvvetle tutundu." sherman kuşatmanın uzadığını kabul etti. "biz onlardan daha çok kuşatıldık."

    "hem grant hem sherman felaketin ucundalar."
    -george templeton strong

    kuşatma sırasında bir ay boyunca her akşam, georgia'dan keskin bir nişancı kornetini o kadar güzel çaldı ki, her iki taraftan da adamlar dinlemek için durdular. nihayet 31 ağustos'ta, george mcclellan'ın başkan adayı olarak aday gösterildiği gün, sherman ordusunun çoğunu, hood'un hakimiyetini bir kere daha kırma çabası ile şehrin güneyine, macon ve batı demir yoluna atmıştı. işe yaradı.

    1 eylül 1864'te, hood atlanta'yı terk etti. sherman'ın birlikleri ertesi gün şehre yürüdüler.

    "atlanta bizimdi ve adilce kazanılmıştı."

    "3 eylül 1864.
    bu sabahın muhteşem haberi, atlanta sonunda alındı. bu siyasi krizde gelen, savaşın en büyük olayı."
    -george templeton strong

    "sevgili general sherman,
    inanıyorum ki bu savaşta herhangi generale verilen en büyük görevi öyle bir beceri ve maharetle yerine getirdiniz ki, tarih bunu emsalsiz olarak yazmasa bile, en azından eşsiz olarak yazacaktır."
    -u. s. grant

    sherman'ın onuruna, grant 100 adet top atışıyla petersburg'taki konfedere fabrikalarına ateş açtı.

    "atlanta elden gitti. o acı artık bitti. ümit yok ama korkmamaya çalışacağız."
    -mary chesnut

    sherman'ın georgia'daki zaferlerinin intikamını almak için fosfor taşıyan altı konfedere ajanı, şehrin en gözde otellerini yakmak için new york city'e sızdı. on tane yangın çıkarmayı becerdiler ve p. t. barnum'un müzesini yaktılar. itfaiyeciler her şeyi söndürdü. biri hariç tüm konfedereler kaçmayı başardı. "kuzeyin halkı zenginlik ve rahatlık içinde yuvarlanamaz," dedi yakalanan adam asılmadan önce, "hele bizler güneyde tüm zorluklara ve mahrumiyete katlanmak zorundayken."

    cepheden, evlenme yıl dönümünde, robert e. lee richmond'daki karısına mektup yazdı:

    "sevgili mary,
    hatırlar mısın, 33 yıl önce bugün ne mutlu bir gündü? kaç tane ümit ve mutluluklara neden oldu? tanrı bize merhametli ve nazik oldu ama ben ne kadar da nankör ve günahkardım. dua ediyorum ki bize olan merhametine ve lütuflarına devam eder. ve bize bu dünyada biraz huzur ve rahatlık bahşeder."

    "haupt denen adam potomac çayında 120 metre uzunlukta ve neredeyse 30 metre genişlikte bir köprü kurdu. buradan içinde fasulye direkleri ve mısır sapından başka yükü olmayan trenler her saat geçiyorlardı."
    -abraham lincoln

    petersburg yakınında, james nehri'nde city point'deki birlik kampı, aniden kendini dünyanın en yoğun limanlarından birine komşu olarak buldu. burası pastaneler, kışlalar, depolar, 200 dönümlük çadır hastane, kilometrelerce uzun rıhtımlardan ve herman haupt tarafından rekor sürede tamamlanan 110 km'lik demir yolundan oluşuyordu. bu demir yolu birlik mevzilerine erzak ve yeni birlikler gönderiyordu. "sadece bolluk değil, savurganlık."

    "askerlere her şey sağlandı." şimdiye kadar eşi olmayan endüstriyel makine şimdi cepheye savaş erzağı akıtıyordu. savaş başladığında, cleveland ohio'da ne bir tek demirhane ne de dökümhane vardı. savaş bittiğinde, 21 tanesi 3.000 kişi çalıştırıyordu ve yılda 60.000 ton çeliği işliyordu. hudson'da bulunan west point'in karşısındaki cold spring dökümhanesi, haftada 7.000 topçu mermisi üretiyordu. askeri telgraf sistemi 25.000 km kablo üzerinde, günde 3.300 mesaj taşıyordu.

    "dünya demir çağını, gümüş çağını, altın çağını ve bronz çağını gördü. bu ise adi ürünler çağı."

    kurnaz kuzeyli iş adamları için, ordu işlerinde kolay kar yapılabilirdi. philip armour, orduya domuz eti paketleyip zengin olmak için altın madenciliğini bıraktı. hartford'tan samuel colt adamlarına silah fabrikasında dört elle çalışmalarını söyledi." jay cooke savaş senetlerini satarak birlik'e 400 milyon dolardan fazla para topladı ve komisyonlarla zengin oldu. vicdansız üstleniciler savaş departmanına paslı tüfekler, delik tekneler ve yağmurda eriyen kasketler sattı. üreticilerden birine, sağladığı ayakkabıların tabanları birkaç dakika yürümeden sonra niye düştüğü sorulduğunda, onlar atlılar içindi diye açıkladı.

    "hükumete neredeyse her şeyi sormaya cesaret edebileceğin herhangi bir fiyattan satabilirsin."

    kuzey, savaşı bir eli arkasında oynamıştı. savaş devam ederken, homestead kanunu geçtiğinde, tüm bu muhteşem icatlar hızla devam ediyordu.

    1864 baharında, harward-yale tekne yarışı devam ediyordu ve oradakilerden hiçbiri ne ordu ne de donanma için gönüllü olmadı. onlara ihtiyaç yoktu. daha fazla güney başarısı olsaydı, kuzey basitçe arkasından o diğer kolunu da çıkarırdı. güneyin o savaşı kazanma şansının neredeyse sıfırdı.

    batıda, bir konfedere gerillası olan bloody bill anderson, yularına bağladığı birlik askerlerinin kafa derileriyle, 30 adamını alıp centralia, missouri'ye sürdü. 24 silahsız birkik askerini öldürdü, sonra 116 kişiye pusu kurdu. 26 ekim'de anderson kendisi pusuya düştü ve öldürüldü ama yakın yaverlerinden birisi olan jesse james kaçtı.

    tennessee'de, nathan bedford forrest'ın adamları tennessee birlikçileri ve siyah birlikler tarafından tutulan pillow kalesini kuşattı ve teslim edilmesini talep etti. birlik komutanı bunu reddedince, kale istila edildi. çoğu siyah olan 300 asker kılıçtan geçirildi, çoğu teslim olduktan sonra öldürülmüştü.

    "umuluyor ki bu olanlar kuzeylilere zenci askerlerin güneylilerle başa çıkamayacağı gerçeğini göstermiştir."
    -nathan bedford forrest

    "dedim ki... 'beni vurma,' ve onlardan biri dedi,
    'dışarı çık ve atımı tut.' bir kaç adım attım ve dedi, 'geri dön. atımı tutacağım ve seni vuracağım.' döndüğümde beni yüzümden vurdu. ölmüşüm gibi yere düştüm. bana yine ateş etti ama bu kez kafamı değil kolumu vurdu. onu duymayıncaya kadar yerde uzandım ve geri döndüm. güneş çıkınca kalktım ve küçük silahlı tekne gelene kadar dolandım ve diğer on kişiyle tekneye bindim."
    -er george shaw, bölük b, 6. u.s. ağır topçu alayı

    pillow kalesi için misilleme olarak, beyaz ve renkli tutuklular arasında fark olmadığı konusunda güney anlaşana kadar, tutukluların her zaman değiş tokuş yapıldığı sistemi grant sona erdirdi. davis ve lee bunu reddetti. kuzey ve güneyde, hapishaneler değişime uğramamış mahkumlarla doldu. zaten yetersiz olan hapishane kampları iyice kabusa döndü. en kötüsü de andersonville, georgia'daki konfedere hapishanesiydi. en fazla 10.000 kuzeyli mahkumu tutması beklenirken, ağustos 1864'te 33.000 kişi vardı, konfederasyondaki beşinci büyük şehir. bir alman-isviçreli göçmen olan, kumandanı henry wirz, mahkumların barınak yapmasını yasakladı. çoğu, yere oyulmuş ve battaniyelerle örtülmüş deliklerde yaşadı. günlük gıda bir çay kaşığı tuz, üç yemek kaşığı fasulye ve 300 ml mısır irmiği idi. sweet water branch denen iğrenç bir dere hem içme suyu hem de kanalizasyondu. orijinal alanın üçte biri bataklıktı. sıvı pislik çamur, binlerce kişinin tuvalet atıkları, kurtçuklarla kaynıyordu. gardiyanların elinde ölmeye, içerideki sistematim ve hesaplanmış mutlak cinayetin yanında merhametli denebilirdi. bir yılda, andersonville'de 13.000 adam öldü ve toplu mezarlara gömüldü.

    "onlar insan olabilir miydi? onlar sadece ceset değil miydi? orada yatarlar, bir çoğu, oldukça sakin ama gözlerinde korkunç bir bakış vardır. oradaki ölülere acımayın, oradan gelen canlılara acıdığınız kadar; tabi eğer onlara canlı denebilirse."
    -walt whitman

    "mahkum olduğumda 75 kiloydum. çıktığımdaysa, 43 kg geliyordum. ve diğer gördüklerime oranla iri yarı sayılırdım."

    "yankee olsalar da, kalbim bu zavallı kimseler için acıyor. korkarım tanrı bu yaptıklarımız için hak ettiğimiz cezayı feci bir şekilde yaşatacak. yankeeler güneybatı georgia'ya gelseler, anderson'a gidip oradaki mezarları görselerdi... tanrı o topraklara merhamet göstersin."

    sherman'ın atlanta zaferinden sonra, lincoln'ün yeniden seçilme şansı artıyordu. konfederasyon için ise daha kötü haberler vardı. phil sheridan ve 45.000 kuzeyli, shenandoah'ta dolaşıyordu.

    "blue ridge'ten kuzey dağlarına kadar tüm ülke, isyancı bir ordu için ikamet edilemezdi. buğday, saman ve çiftlik araçları ile dolu olan 2.000 ahırı ve 70 değirmeni yok etmiştim. yarın yok etmeye devam edeceğim. bu bittiğinde, vadide ne insan ne de diğer canlılar için çok az şey olacak."
    -general phil sheridan

    "oraya, tümüyle temizlemek için gönderilmişti. ona verilen emirler, öyle temizlemesini emretmişti ki, bir karga bile kendi erzağını taşımalıydı ve bunu gerçekleştirmeye çok yaklaşmıştı."

    hiç bir birlik subayı sheridan'dan çok savaşmaya düşkün değildi. sherman hariç, kimse bu kadar acımazsız değildi. emirleri, jubal early'yi ölümüne dek izlemekti. 18 ekim'de gün doğmadan jubal early, cedar creek'e saldırarak sheridan'ın ordusunu yok etmeyi son kez denedi. sheridan o sırada 32 km. ötede winchester'da uyuyordu. ilk bakışta early başardı gibi göründü. birlik güçleri kamplardan uzaklaştırıldı. sheridan büyük siyah atı rienzi'ye atladı ve geri çekilen adamlarını döndürmek için üstlerine sürdü. askerler durdular ve sheridan'ın ismini söylemeye başladılar. "tanrı sizi kahretsin! benim için bağırmayı bırakın da savaşın!" birlik safları yeniden oluştu ve sahayı kazandı.

    early kaçtı ve shenandoah kapıları sonsuza dek konfederasyon'a kapandı.

    "general sheridan,
    bu savaş başladığında, bir süvarinin en azından 1.93 cm olması gerektiğini düşünürdüm. ama fikrimi değiştirdim. icabında 1.64 cm de iş görüyor."
    -abbraham lincoln

    petersburg'ta grant, düşman fabrikalarına ikinci kere 100 topla ateş açtı.

    "sevgili nat, başkan'ın iyiliğini düşünüyorum. indianalı bir michelangelo gibi görünüyor. öylesine kötü bir çirkinlikte ki, o tuhaf ağzıyla derin kesilmiş çapraz çizgili ve çörek teni garip bir hal almış. onun hükumetinin sözde başarısızlıkları üzerinde durmuyorum. gemiyi su üstünde tutmak için neredeyse doğaüstü bir çaba gösterdi. ben daha çok batılı dehasına güveniyorum."
    -walt whitman

    "abraham lincoln ve andrew johnson tüm eyaletlerde muazzam ve evrensel bir çoğunlukla seçildiler. sonuç, amerikan halkının fethedilmediğinin beyanı idi. bay lincoln'ün yeniden seçilmesi ile bunu onaylamışlardı. kendisine göre önemsiz biri olsa da, amerikan halkının his ve amaçlarının temsilcisi olarak o tarihteki en önemli gerçekliktir."
    -harper's weekly dergisi

    "yüce tanrıya halkın bu seçimini gösteren delil için teşekkür ederim. bu yarışma dünyaya göstermiştir ki, halkın hükumeti büyük bir iç savaşın ortasında bile, ulusal bir seçime dayanabilirdi."
    -abraham lincoln

    sherman ve sheridan'ın zaferleri sonuçları değiştirmişti. lincoln toplam oyların %55'ini almıştı. sadece üç eyalet kentucky, delaware, ve new jersey george mcclellan'a gitti. hemen hemen generalin tüm eski komutasındakiler, birlik'in potomac ordusu abraham lincoln için oy kullandı.

    "o büyük eski ordu bir çok kahramanlıklar gösterdi ama asla tarihte abraham lincoln'a oy vermekten daha sadık bir hizmet vermedi."

    "ne richmond, ne wilmington, ne charleston, ne savannah, ne mobile, ne de hepsinin toplamı, düşmanı sürekli yorucu kan ve hazine kaybından koruyamaz. feshedilemez haklarımızın tanınmasına dayalı olmadıkça hiç bir barışın ulaşılabilir olmadığını keşfedene kadar bu kayıplar sürmelidir."
    -konfederasyon başkanı jefferson davis

    jefferson davis richmond'da konuşurken, dinleyiciler 30 km ötedeki petersburg'ta grant'ın top seslerini duyuyorlardı. yenilgi, konfederasyon zihnine gittikçe daha fazla kazınıyordu.

    "tıpkı sonucun ne olacağı bilinen yunan tragedyaları gibiydi ve biz bir yunan tragedyanın içinde yaşıyoruz."
    -mary chesnut

    ve her şey gittikçe konfederasyon halkının üstüne abanmaya başlamıştı. içlerinden birini kaybetmeyen bir aile neredeyse yok gibiydi. toplumda bozulma vardı. abluka işe yaramıştı. dikiş dikecek iğne gibi en basit şeyleri bile bulamazlardı. ve savaşı kazanamayacaklarını anlayınca, cesaretsizlik daha da çok yerleşti.

    siyasi liderler yapabilecekleri her şeyi yaptı. özellikle de jefferson davis, bunun ikinci amerikan devrimi olduğuna ve eğer ataları gibi hamasetli dayanabilirlerse zaferin kuşkusuz geleceğine halkı ikna etmeye çalışıyordu. ama bunun olmayacağı gün geçtikçe anlaşılıyordu. özellikle yurt dışından tanınma gelmeyeceği. ilk devrimde olduğu gibi bu olmadan zafer kazanılamazdı ve tüm bu şeyler üstlerine kapanıyordu.

    kuzey'de, erkeklerden oluşan topluluklar hiç bitmeyecekmiş gibiydi. lincoln şimdi, kasım'ın son perşembesini şükran günü ilan eden bir bildiri yayımladı. petersburg'taki mevzilerde 120.000 hindi ve tavuk yemeği grant'in büyük ordusuna verildi. sadece metrelerce ileride, konfederelerin ziyafeti yoktu, birlik tatiline saygı için tüm gün ateş açmadılar. lincoln savaşı bitirmek için daha çok adam çağırdı. güneyin kullanacak adamı kalmamıştı. ve william tecumseh sherman denize doğru yürümeye başladı.

    "uğursuz bir istirahate yatmış, ölümlü savaşın yenilenmesini bekliyorduk. hüküm süren fikir, bir seferi daha yürütebileceğimiz yönündeydi."
    -yüzbaşı james f. j. caldwell

    25 kasım gecesinde, broadway'deki kış bahçesi tiyatrosunda, william shakespeare'in julius caesar oyunu sahnelendi. baş rollerde üç erkek kardeş vardı, edwin, junius, ve john wilkes booth. shakespeare'in oyununda bir sahnede, cassius, caesar'ın suikastından bahseder:

    "doğmamış devletlerde ve bilinmeyen lisanlarda, ne kadar daha bu azametli sahne tekrarlanacak?"

    -yüzbaşı clapp, 77. new york alayı. petersburg'ta yaralandı.

    -yüzbaşı smith, 77. new york alayı. wilderness'ta yaralandı.

    -yüzbaşı taylor, 61. pennsylvania alayı.
    spotsylvania'da yaralandı.

    -yüzbaşı orr, 77. new york alayı. cedar creek'te kolunu kaybetti.

    -yüzbaşı defoe. spotsylvania'da gözü çıktı.

    -binbaşı ellis, 49. new york alayı. spotsylvania'da yarasından öldü.

    -yüzbaşı hickmott, 49. new york alayı. wilderness'da öldürüldü.

    -teğmen lyon, 77. new york alayı. spotsylvania'da öldürüldü.

    -teğmen belding, 77. new york alayı. cedar creek'te öldürüldü.

    "birlik subayları. savaşta tüm ölenler. liste sanki hiç bitmeyecekmiş gibi görünüyor."

    en ilham verici manzara da ziyafet için bekleyen, üzerimizden uçan şahin sürüleriydi. en azından bu kuşlar tarafsızdı çünkü her iki tarafı da yiyorlardı. aynı şey sanırım kurtçuklar için de geçerliydi."
    -washington roebling

    1864 baharında, birlik şehitleri, washington ve
    alexandria'da mezarlıkları doldurdu. savaş bakanı stanton, levazım generali montgomery meigs'e yeni bir alan seçmesini söyledi. meigs, lee'nin komutası altında barış zamanındaki orduda hizmet vermiş bir georgialı idi. ama hala hizmet verdiği birlik'e karşı savaşan güneyli hemşehrilerine yoğun bir nefret geliştirmişti. hiç tereddüt etmeden, robert e. lee'nin arlington'taki evinin arazisini yeni mezarlık alanı olarak seçti. ve birlik şehitlerinin, onların ölümünden sorumlu olan adamın kapısından bir kaç metre öteye gömülmesine emretti. böylece o evde bir daha kimse yaşayamazdı.

    ekim'de, shenandoah'ta konfedere gerillaları tarafından meigs'in oğlu john öldürüldü ve bayan lee'nin gül bahçesine gömüldü. o yıl içinde, birlik ordusu haftada 2.000 yaralı ve ölüyü washington'a gönderiyordu. şimdi ise grant'in robert e. lee ile savaşsın diye gönderdiği adamlar, lee'nin ön bahçesinde gömülüyordu. ve o saha arlington ulusal mezarlığı oldu, birlik'in en kutsal mekanı.

    bölüm 5: 1865 dönemi ve kapanış
    "kuzeyin kazanması gerektiğine inanıyorduk. prensipte birlik'in dağılmayacağına bel bağladık. biz, en azından çoğumuz, çatışmanın kaçınılmaz olduğuna inanmıştık. kölelik gereğinden uzun sürmüştü. ama aynı zamanda bize karşı çıkanların kendi fikirlerini kutsal saydıklarına da inanıyorduk. ve onlara, bir inanca kendini adayanlara nasıl saygı duyulursa öyle yürekten saygı duyuyorduk."
    -oliver wendell holmes

    savaşın en önemli yanlarından biri güneylilerin yenilginin tadına bakmasıdır. ülkenin kalanı bu hissi bilmezdi. patton filminde patton'ı oynayan aktör, "biz amerikalılar hiç savaş kaybetmedik" der. bunu onun söylemesi olağandışıdır çünkü patton'ın dedesi kuzey virginia'da lee'nin ordusunda savaşmış ve kesinlikle savaşı kaybetmişti.

    1865'de, güney afrika'da beyazlar basotho kabilelerini topraklarından sürdü. afganistan'da rus birliklerinin sınırdaki hareketleri uluslararası platformda büyük endişelere yol açtı. avusturya'da bir manastırda, gregor mendel soyaçekim prensibini buldu. ve irlanda'da, şair william butler yeats doğdu.

    1865'de, amerika'da samuel clemens, mark twain adıyla ilk öyküsünü yayımladı. köleliği kaldıran 13. yasa değişikliği resmen imzalandı. ve ku klux klan kuruldu.

    1860 yılında, 31 milyonluk nüfusun çoğu çiftliklerde ve küçük kasabalarda barış içinde yaşıyordu. 1865'te ise her şey değişmişti.

    1865 yılının başında, konfederasyonun işi bitmişti. batıda sadece tennessee ordusu kalmıştı. sam watkins gibi askerler, savaşmaktan çok yiyecek, battaniye ve ayakkabı bulma derdindeydi. petersburg eteklerinde elisha hunt rhodes ve 120.000 birlik askeri mevzilenmişti. inatçı asi ordusu bir türlü dağılmıyordu. atlanta yerle bir olmuştu. georgia ve carolina orduları william sherman karşısında çaresizdi.

    yeni yıl geldiğinde, robert e. lee güney ordularının komutasını aldı. saldırıya hazırlanan birlik ordularını yenme görevi de ona düşüyordu. zaferin yaklaştığını hisseden abraham lincoln, ikinci kez başkan seçilmeye ve birleştirmeye uğraştığı ulusun yaralarını sarmaya hazırdı.

    "amerikan tarihinin en güçlü ve en hızlı değişen dönemiydi. kötülüğün ve ihtişamın bir karışımı. bir son ve başlangıç. insanca bir yerden doğdu ama insanların planladığı gibi gitmedi. abraham lincoln olan biteni anlamaya en çok yaklaşan kişiydi. ama o bile, ölüm döşeğindeyken kelimelerle sığmayan bir şeyler yaşandığını itiraf edecekti. tanrının kendi planları vardı."
    -tarihçi bruce catton

    "amacım asileri dize getirmek, gururlarını kırmak, inlerine girmek ve bizden korkmalarını sağlamaktı. savaş zalimliktir, bunu değiştirmeye çalışmak manasız; ne kadar vahşi olursa, o kadar erken biter."
    -william tecumseh sherman

    "savaş cehennemdir" demişti william tecumseh sherman .ve şimdi amacı konfederesyona cehennemi tattırmaktı. savaşın ne kadar zor olacağını baştan beri biliyordu ve bunu dile getirdiğinde delilik şüphesiyle terhis edilmişti. ama o kadar da deli olmadığı anlaşılınca geri çağrıldı.

    sherman için ilk modern general denebilir. günümüz dünyasında her şeyin sivillerin desteğiyle gerçekleştiğini anlayan ilk kişiydi. ve sivillere saldırırsanız orduyu kaynaklarından yoksun bırakırdınız. bunu bilerek sivillere savaş açtı. 1864 sonunda, sherman ordusunu georgia'nın içinden savannah'a kadar ilerletmeyi önerdi. ordusu yerel mahsullerle beslenecek, bocalayan konfederasyon güçlerinin işine yarayacak ya da yaramayacak ne varsa yok edecekti. "bu seferi yapabilirim" diye ant içti, "georgia'yı dize getirebilirim."

    lincoln'ün danışmanları sherman'ın planını cüretkar buldu. ama başkan onayladı.

    grant'e, "eğer lee'yi durdurabilirsen atlantik kıyılarına kadar giderim," dedi sherman.

    "hemen yola çıkıp güneyden okyanusa gideceğimiz yönünde söylentiler var. gücümüz yerinde ve bence billy amcanın peşinden her yere gidebiliriz."
    -er theodore upson

    atlanta'dan ayrılmadan önce, sherman zenci beyaz kim varsa herkese evlerinden çıkmalarını emretti. sonra adamlarına asilerin işine yarayacak ne varsa yakıp yıkmalarını söyledi. sivil şehrin yağmalanmasına ve yangının yayılmasına yardım etti.

    "ne muhteşem ve dehşet verici bir gösteri bu; alevler içinde kalmış bu güzel şehir... cayır cayır yanan bu cennet parçası. havada külleri uçuşuyor. richmond'ın bitişiğindeki bu şehir, savaşa güneydeki her şehirden fazla katkıda bulunmuştur. artık birlik'in düşmanlarına zarar vermekte kullanılacak bir araçtan fazlası değil."

    sherman sefere çıktı. 62.000 mavi üniformalı asker çift sıra yürüyordu. ikmal kolu 40 km. uzunluğundaydı. ordunun geçişini gören bir köle "kuzeyde hiç insan kaldı mı" diye
    yüksek sesle düşündü.

    "atlanta fatihi şimdi yenilirse, insanoğlunun yüz karası ve birleşik devletler'in alay konusu olacak. eğer başarılı olursa adı tarihin şanlı sayfalarına yazılacak."
    -london herald

    "asilerin eski mevzilerinin ötesindeki tepeye ulaştığımızda dönüp geriye baktık. atlanta harabeye dönmüştü. şehirden kara dumanlar yükseliyordu. atlarımıza atlayıp doğunun yolunu tuttuk. atlanta ağaçların arkasında kayboldu, geçmişin sayfalarına karıştı."

    ordunun, yaz kış tarlalarda yetişen ne varsa onlarla idare edebileceğine dair sayısız delil vardı. ordu adeta yürüyen bir şehirdi. mısırları kendileri öğütüyor, etlerini kesiyorlardı. sherman seferde mühimmat sıkıntısı çıkmamasından memnun yola devam ediyordu. aslında seferdeyken barış zamanından daha iyi beslenmişlerdi. patates ve domuz eti kıymetliydi. yemek boldu.

    "belki planladığım en keyifli gezi. askerlik hayatımda gördüğüm her şeyden üstün ve daha fazlasını vaat ediyor."

    "keyifli bir seferdi. yiyemediğimiz her şeyi yok ettik, zencilerini çaldık, pamuklarını ve içkilerini yaktık, pekmezlerini döktük, demir yollarını yakıp yıktık, ortalığı cehenneme çevirdik."

    sherman'ın adamları demiryollarını yok etti. rayları ısıtıp tamiri olmayacak şekilde büküyorlardı. bu onların imzasıydı: sherman'ın papyonu. adamlarına evleri yağmalamalarını yasaklamış, ama bu emre ne kendisi ne askerleri uymuştu. "askeri düzeni bozmadan bir domuzu öldürüp derisini yüzebilecek bir ordum var."

    "sherman'ın geçtiği yerde canlı bir şey bulamazsınız derler. sadece telgraf direkleri gibi saldırısının haberini taşıyan dumanlar."
    -mary chesnut

    "tarihte güneyin kadınlarının köklü ve buruk husumetinin bir benzeri olduğunu sanmam. onları görüp de nefretlerinin şiddetini hissetmeyen yoktur."

    "yanan evlerin göz alabildiğine her yeri kaplayan alevleri gökleri aydınlatıyor. verandada durup beş altı kilometre uzaktan yankee'lerin geldiğini görebiliyordum. yolda sırayla hangi arkadaşımın evlerine ulaştıklarını seçebiliyordum."

    "askerler kölelerin kulübelerini ve malikaneleri istila ediyor, gömülü mücevherleri bulmak ümidiyle çiçek tarhlarını deşiyorlar, önlerine çıkan her şeyi yakıyorlardı. tütsülediğim yüzlerce kilo et gitti. 18 tane besili hindim, horozlarım, tavuklarım, ördeğim, domuzlarım bahçemde birer asi gibi vuruldu."

    "sivillere karşı yapılan bunca zalimlik, bizimkinden kutsal amaçları dahi gölgeler. başarıyı hak etmiyoruz."

    milledgeville, georgia'da sherman'ın adamları kahvelerini yaktıkları konfederasyon paralarının ateşinde ısıttı. kararı geçirmek için hızlıca uyduruk bir yasama toplantısı düzenlendi. georgia yeniden birlik'e katıldı. bir grup erkek, ateşin ışığına geldiğinde sherman'ın adamları topladıkları yiyeceklerle ziyafet çekiyordu. gelenler andersonville hapishanesinden kaçmış birlik askerleriydi. indianalı bir albay, aç adamların o hallerinin askerlerini nasıl öfkelendirdiğini hatırladı. "şimdi yemek yerken on binlerce mahpus yoldaşlarının yavaş yavaş açlıktan öldüğünü düşünüyor ve ölümüne saldırıyorlar."

    sherman ve ordusu, 720 km'lik düşman toprağını geçecek ve 100 milyon dolarlık hasar verecekti. güney hiç bir zaman unutmayacaktı.

    "kanımızın son damlasına kadar savaşacağız. size ve zenci müttefiklerinize, boyun eğmektense binlerce kez ölmeyi yeğlerim."
    -general john bell hood

    bir bacağını ve kolunu kaybeden john bell hood'u her sabah eyerine bağlamaları gerekiyordu. ama o her zamanki gibi korkusuzca savaştı. hood ve ordusu nathan bedford forrest'ın süvarileriyle güçlerini birleştirip tennesse'yi işgal ederek sherman'ın dikkatini dağıtmayı denediler. sherman sevinmişti: "ohio nehri'ne giderse onu rahat bırakacağım. benim işim güneyde."

    hood'u tennessee'de dinlenmiş donanımlı bir ordu bekliyordu. kuzey ordusu hood'unkinin neredeyse iki katıydı. komutanları "chickamauga kayası" lakaplı george thomas'tı. franklin'de, hood'un emrettiği 13 saldırıda 12 konfederasyon generali ve 7.000 asker hayatını kaybetti. önceki yıl cold harbor'da u.s. grant'in kaybettiğinden ve 1862'deki yedi gün muharebeleri'nde george mcclellan'ın kaybettiğinden de fazla.

    franklin korkunç bir muharebeydi ve ordunun sancağı düştü. hood'un bu saldırıyı emrederek orduyu disipline etmeye çalıştığı söylenir ve bunda doğruluk payı vardır. ordusu enkaza dönmüştü. nashville'deki yenilginin sebebi bir ay önce franklin'de olanlardı. nashville'de george thomas, hood'un ordusundan arta kalanlara saldırdı.

    "botlarıma kan dolmuş, üniformam kana bulanmıştı. general hood'un karargahına vardım. yıkılmıştı. kalan tek eliyle saçlarını yoluyor ve yüreği parçalanırcasına ağlıyordu."
    -sam watkins

    hood'un ordusu dağıldı. "ilk ve son kez yenildim" diyecekti. savaş alanına dağılmış bir ordu. hood istifa etti. lee, joe johnston'ı göreve çağırdı. onu virginia dışında kalan orduları toparlamakla görevlendirdi.

    "başımıza kim geçerse peşinden gitmeye hazırdık. kaçmak, savaşmak veya tahkim için sabırsızlanıyorduk. kafası bu kadar karışmış ve moralsiz bir ordu başka bir ordu daha görmedim. dünya başımıza yıkılmıştı."

    "baylar, savaşı benimkilerden daha acı kelimelerle tarif edemezsiniz. güneylilerin kalplerini değiştiremeyiz ama savaşı öyle korkunç bir hale getiririz ki bıkarlar. böylece nesiller geçene dek savaşı bir daha düşünemezler."
    -william tecumseh sherman

    "hayatımın en karanlık aralık ayı. közlerin yanında oturuyorum, çaresiz, şaşkın ve yalnız."
    -mary chesnut

    "benim adım charles jess. güney carolina'da köle olarak doğdum ve sherman'ın ordusu chatham'a geldiğinde özgür bırakıldım. ben birlik'in adamıydım. köleydim ve başka bir şey olamazdım. özgürlüğümü istiyordum. savaşın bana özgürlüğümü vereceğini umuyor ve bekliyordum. öyle de oldu."

    siyahiler fırtına öncesi bulutlar gibi toplanıp ordunun peşinden gitti. "özgürlük! ya şimdi ya da asla" diyorlardı. 25.000 köle sherman'ın ordusuna kaçtı. onları kurtarmaya gelişini kutladılar. ayrıca ondan uzaklaşırlarsa
    konfederasyon milislerince yakalanmaktan korkuyorlardı. "anarşi hüküm sürüyordu."

    "yankeeler gelecek ve bir süre ortalık asker kaynayacak. bir mavi üniformalıya 'nereye gidiyorsunuz?' dedim. eve gittiklerini söylediler. 'siz bütün zenciler, artık özgürsünüz' dediler. 'diğerleri etrafıma öyle bir toparlandılar ki, musa mıyım, harun muyum bilemedim. ama kesinlikle cematten biriydim.'"

    "kuzeyin iyi insanları bizim için endişelenmişlerdi. bize kayıp ordu diyorlardı ve bazıları bizim savaşa gelmeyeceğimizi düşünüyordu. billy amcanın nasıl bir ordusu olduğunu anladıklarını sanmam. grant, lee'yi oyalayabilirse konfederasyonu yenebiliriz."
    -er theodore upson

    kuzeydekiler sherman'ın ordusuna ne olduğunu merak ediyordu. derken william tecumseh sherman aniden savannah yakınlarında ortaya çıktı.

    "25 aralık 1864.
    savannah bizimdir. sherman'ın noel hediyesi. saygıdeğer başkan, size noel hediyesi olarak 150 ağır silah ve bol cephaneyle birlikte savannah'yı veriyorum. ayrıca 25.000 balya pamuk."

    savannah'da orduyu toparladı. ve ocak ayının son haftasında, güney carolina'ya saldırdı. güney carolina'da yaşananlar gerogia'dan bile feciydi çünkü bölünme fikri oradan çıkmıştı.

    sherman askerlerini kuzeye, kuzey ve güney carolina'ya yöneltti. acımasız kış yağmurları bastırmıştı ve konfederasyon generalleri ordunun çamurda sefere çıkmayacağına emindi. ama sherman ve askerleri her gün 15 km. yol aldı. önden giden baltalı askerler ağaçları kesip yolu açıyorlardı.

    "sherman'ın ordusunun salkehatchie bataklığından geçtiğini, kendi yollarını yapıp günde 15 km. gittiklerini duyunca kararımı verdim; julius sezar'dan beri böyle bir ordu görülmemişti."
    -joseph e. johnston

    sherman'ın ordusu güney carolina'da georgia'dakinden daha acımasızdı. "ihanet burada başladı ve tanrının izniyle burada bitecek" dedi bir er. ayakta ev kalmamıştı.

    "kırık bacalardan ve pencerelerdeki çatlaklardan giren rüzgarın ıslığı andıran sesi. pazar yeri harabeye döndü. kule yıkıldı. ayrılmak isteyen her eyalette çalan kadim çan secessia toprağa gömüldü."

    17 şubat 1865'te, sumter kalesi ve charleston terkedilmişti. "hayal kırıklığının buruk bir tadı var," diyecekti jefferson davis.

    "yıkılmış bir şehir, terk edilmiş... boş evler, dul kadınlar... çürüyen rıhtımlar, ıssız depolar, ot bürümüş bahçeler... çimenlerin büyüdüğü sokaklar... acınası kurak topraklar. burası charleston. isyanın kükrediği şehir."

    "eyalet sakinleri ve richmond halkına.
    jack middleton richmond'dan bildiriyor. savaş kapıya dayandı. grant veya sherman şehre yaklaşıyor. herkes silah başına. meydanda toplanın. açlıktan korkuyoruz. kıtlık, gündemdeki kelime bu..."

    "vali bu çağrının boşa çıkmayacağına inanıyor."
    -mary chesnut

    birlik orduları nereye gitse, arka sokaklar sığınmacılarla doluyordu. binlercesi yeni bir başlangıç umuduyla teksas'a kaçtı. daha fazlası richmond'a doluştu. konfederasyon hükümetine bel bağlamışlardı ama konfederasyon hükümeti dağılıyordu ve elinden gelen sınırlıydı. kuzey carolina valisi elindeki 92.000 üniformayı kendi adamlarından başkasına vermeyi reddediyordu. georgia valisi joseph brown, konfedersoyonu ayrılmakla tehdit ediyordu. eyaletlerin hakları hala öncelikliydi.

    "konfederasyon düşerse, mezar taşına 'bir fikrin ölümü' yazılmalı."
    -başkan jefferson davis

    kongreye gittim ve fıstık yiyip tütün çiğnemekten başka bir şey yapacağa benzemiyorlardı. benim ordumsa açlıktan kırılıyordu."
    -general robert e. lee

    lee mühimmat için yalvardı. davis'te hiç mühimmat yoktu. richmond'da odunun fiyatı 5 doları bulmuştu. bir çuval unun fiyatı 250 dolardı ve bu fiyata bile zor bulunuyordu.

    "kıyafetlerimi yemekle değiş tokuş ediyorum. konfederasyon parasını kimse almıyor dolayısıyla kıyafetlerimizi veriyoruz."

    her gün yüzlerce konfederasyon askeri firar ediyordu. evden gelen mektupların etkisindeydiler, üşümüşlerdi, yalınayak ve açtılar. lee, kölelerin askere alınmasını emretti.

    "zencilerin bizimle mi, bize karşı mı savaşacağına karar vermeliyiz. bizim için savaşanlar savaştan sonra özgür kalacak."

    konfederasyon kongresinden siyahi askerlere izin çıktı. çünkü richmond examiner gazetesinin dediği gibi: "ülke general lee'nin taleplerini reddetmeyecekti."

    altı gün sonra richmond sakinleri inanılmaz bir manzarayla karşılaştı. yaralı beyazlardan ve siyah hastabakıcılardan oluşan bir müfreze uygun adım caddeden geçiyordu.

    "köleleri asker, askerleri de köle yapamazsınız. onları asker yaptığınız gün devrim bitmiş demektir. kölelerden asker oluyorsa, demek ki kölelik teorimiz tamamıyla hatalı."
    -georgia senatörü howell cobb

    o kış birleşik devletler kongresi köleliği kaldıran 13. yasa tasarısını 119'a 56 oyla kabul etti ve onay için eyaletlere gönderdi. 11 ay sonra kölelik her yerde resmen kaldırılmıştı.

    "aslında köleliğin kalkmasıyla iş bitmiyor. her şey daha yeni başlıyor."
    -frederick douglass

    "başkanı her gün görüyorum. bugün saat 8.30'da işe gelirken gördüm. kibarca selamlaştık. abraham lincoln'ün yüzünde derin çizgiler oluştuğunu açıkça gördüm. gözlerindeyse, bana kalırsa, her zamanki hüzün. hiçbir sanatçı ya da fotoğraf o yüzdeki derin ve dingin ifadeyi yakalayamamıştır. orada iki üç asır öncesinin portrecilerine layık başka bir şeyler var."
    -walt whitman

    "4 mart.
    25 top ele geçirdik. general mower bugün onları lincoln'ün ikinci başkanlık yemini onuruna ateşledi. ilk yemin töreni kuzey carolina'da kutlanmamıştı. ama ikincisinin görkemi birincisini telafi etti."
    -george nichols

    tören günü 4 yıl önceki gibi soğuk ve rüzgarlıydı. ancak abd başkenti şimdi eksiksizdi. bronz özgürlük çanıyla taçlandırılmış demir kubbe tamamlanmıştı. başkan konuşmaya başlamadan hemen önce bulutlar dağıldı. güneş yüzünü gösterdi.

    "bu lanet savaşın bitmesini içtenlikle diliyor ve tutkuyla dua ediyoruz. ama tanrı, savaşın 250 yıllık kölelikten kazanılan son servet de yok olana, kırbaç darbeleriyle akıtılan kanın bedeli kılıç darbeleriyle ödenene dek sürmesini istiyorsa, 3.000 yıl önce dendiği ve şimdi de denmesi gerektiği gibi: 'tanrının hükmü doğru ve adildir'. kin tutmadan, herkese cömert davranıp tanrının gösterdiği yolda gidip haklının yanında durarak başladığımız işi bitirelim. ülkemizin yaralarını saralım. askerlerimize bakalım, şehitlerin eşlerini, yetimlerini gözetelim. içimizde ve diğer uluslarla kalıcı bir barışa kavuşmak için ne gerekiyorsa yapalım."
    -abraham lincoln

    savaşın asıl figürü olarak lincoln'den başkası düşünülemez çünkü bir bakıma, her iki tarafı da kapsıyor. "düşman değil dost olmalıyız."

    "yorgun bir adamım. hatta bazen dünyanın en yorgun adamı olduğumu düşünüyorum."

    lincoln'ün biraz ötesinde kalabalıkta cebinde silahla genç aktör john wilkes booth bekliyordu. balkondaki yerinden başkanı görüyordu. booth sonradan, "eğer isteseydim başkanı öldürmek için bu harika bir fırsattı" diyecekti.

    john wilkes booth, köleliği sonuna kadar destekleyen ırkçı birisiydi. ama 4 sene süren savaşta güney için savaşmaya cesaret edememişti. "kendimi korkaklıkla suçluyor ve küçümsüyordum."

    aklı fikri lincoln'deydi. ona göre kendisinin ve
    tüm ülkenin sıkıntılarının baş müsebbibi oydu. booth, lincoln'ü kaçırmayı planladı ve suç ortağı olacak şaibeli tipler topladı. lewis paine, birlik'e sadakat yemini eden yaralı bir konfederasyon askeri. david e. herold, eczacının çırağı, zihinsel engelli olduğu söylenirdi. george atzerodt, almanya doğumlu badanacı, ingilizcesi zor anlaşılırdı. ve john h. surratt, konfederasyon casusu. john'un dul annesi mary, washington'da pansiyon işletirdi. booth ve hayranları bazen orada buluşurlardı.

    yeminden iki hafta sonra booth ve suç ortakları maskelerini takıp lincoln'ün sıkça kaldığı askeri kışlaya gittiler. arabasının önünü keseceklerdi. ama başkan gelmedi.

    mart sonlarında lincoln, grant'in yüzen karargahı river queen'de generalleriyle görüşmeye virginia'ya gitti. carolina'da seferini yarıda kesen sherman, lincoln'le bir kez, 1861'de görüşmüştü. lincoln'ün zayıf ve taraflı bir politikacı olduğunu düşünmüştü. ona göre göreve uygun değildi. görüşmeler iki gün sürdü. grant, sherman ve amiral porter son büyük seferin planını detaylandırdılar. zaferin mümkün olduğunu gören lincoln barışa gidecek rotayı çizdi.

    "asiler silahlarını gömüp evlerine dönerlerse birleşik devletler vatandaşı olarak karşılanmalı."
    -abraham lincoln

    "onu bir daha görmedim. tanıştığım bütün insanlar içinde, büyük bir adam olmakla iyi bir insan olmayı onun kadar birleştirmiş başka bir kimseye rastlamadım."
    -william tecumseh sherman

    "birliklerimin arası öylesine açılmıştı ki, askerler beş metre arayla dizilmiş nöbetçilere dönmüştü. sıra bile değil, sıranın iskeletiydi."
    -general john b. gordon

    ulysses s. grant ve robert e. lee, dokuz ay boyunca petersburg'da karşı karşıya geldi. grant yavaş ve emin hamlelerle cepheyi petersburg etrafına yaydı. lee'nin askerleri de yayılmak zorunda kalmıştı. ama ordusu küçülüyordu. dokuz ayda 60.000 güneyli asker firar etmişti. "işimiz bitti diyorduk. askerler yorgun, tayın yarıya indi. bazıları georgia'ya gitmemiz gerektiğini söylüyor ama askerler gitmez."

    petersburg'u kuşatan ince konfederasyon hattı sonunda 85 km'ye esnedi. grant'ın asker sayısı 125.000, lee'ninki 35.000'e düşmüştü. lee'nin tek umudu ordusunu güneybatıya sürüp kuzey carolina tepelerinde johnston ile birleşip savaşa devam etmekti.

    25 mart günü, john b. gordon idaresindeki
    konfederasyon ordusu ani bir gece saldırısıyla
    steadman kalesini ele geçirdi. lee'nin son taarruzuydu. grant karşı saldırıda, lee'nin kaçışını engellemek için asilerin arkasına dolandı. orada, 1 nisan'da, george pickett emrindeki bölüğü yendi. sonraki gün, birlik kuvvetleri bütün petersburg cephesine saldırdı. yavaşça, yılmadan ve büyük bedeller ödeyerek konfederasyon ordularını siperlerinden çıkardılar.

    "arkada kalan güneyli cesetleri arasında 14 yaşında pabuçsuz çocuklar bile vardı. peterburg savunması güneylilerin ne kadar onurlu davranabileceğine örnektir. siperlerde yaşlı adamlarla 13-14 yaşında çocuklar yan yana yatıyorlardı. vatanlarına böylesine sadakat gösteren insanlara karşı savaşmak insanı üzüyor."
    -washington roebling

    lee'nin sadık askerlerinden, antieteam'daki felaketin önüne geçen a.p. hill, adamlarını toparlamaya çalıştı. safların arasında giderken iki birlik eri onu vurdu.

    "o artık ölünce kurtuldu ve acı çekecek olan geride kalan bizleriz."

    9 aylık kuşatmanın sonunda petersburg grant'in eline geçti. birlik ordusu şehre girerken siyah vatandaşlar siyah askerleri alkışlıyordu.

    lee'nin ordusu appomattox nehrini geçti. richmond'da jefferson davis o pazar sabahı st. paul kilisesinde 10 ayinine katıldığında zangoç ona bir mesaj iletti.

    "başkan davis, üç noktada saflarım geçildi. richmond bu akşama kadar tahliye edilmeli."
    -robert e. lee

    "başkanın arkasındaki sırada oturuyordum. kağıdı eline alır almaz yüzüne düşen o düşünceli ifadeyi rahatça gördüm."

    davis aceleyle kiliseden çıktı ve hükümetin 255 km. güneye, danville, virginia'ya taşınmasını emretti.

    2 nisan akşamı, davis ve kabinesi son trene bindi. vagonlar hazine departmanı, levazım departmanı, savaş departmanı diye ayrılmıştı.

    "alçak sesle 'başkent geçici olarak taşınıyor' diyerek kendimizi teselli ediyorduk. general lee düşmana karşı koyacak ve düşmanı püskürtecek. sonunda savaşı kazanacaktık."

    lumpkin adında bir köle tüccarı, zincirlenmiş elli kölesini trene alamadı. 50.000 dolar değerindeki malı çözüp sokağa saldı. çekilen konfederasyon ordusu richmond'u ateşe verdi. çeteler mağazaları yağmaladı, terk edilmiş evlere girdiler. yangın konfederasyon cephaneliğine ulaştı. patlama şehri yerinden oynatmış, kilometlerce uzaktaki camları kırmıştı.

    "her şey birbirine girmişti. şehrin serserileri her yere girip yağmalamıştı. ipini koparmış askerler bir ölçüye kadar onlara yardım ediyordu."

    "evimin önünden geçen bir konfederasyon askeri gördüm. dönüp arkasına ateş etti. biraz gitti. döndü ve yeniden ateş etti. arkasından bir sürü mavi üniformalı adam geliyordu."

    "başkente varınca atımdan indim. eyerden yıldızları ve çizgileri söküp yüzbaşı langdon'la çatıya çıktım. birlikte richmond'a ilk bayrağı diktik. ve çatıda, zaferimize kadeh kaldırdık."

    general lee'nin eşi kireçlenmeden dolayı seyahat edemediğinden richmond'da kaldı. birlik komutanı ona bir zarar gelmemesi için evinin önüne koruma olarak siyah bir süvari yerleştirdi.

    "3 nisan 1865.
    bu günleri gördüğüm için tanrıya şükür. bana öyle geliyor ki dört yıldır korkunç bir kabus yaşıyorum. ama şimdi kabus bitti. richmond'u görmek istiyorum."
    -abraham lincoln

    3 nisan'da, abraham lincoln ile oğlu tad küçük bir mavnayla rockett iskelesine geldi. siyahi bir piyade bölüğü eşliğinde yanan şehre götürüldüler. özgürlüğüne kavuşan köleler alkışlarla, şarkılarla ve ağlayarak başkanı karşıladı. önünde eğilip ona dokunmaya çalıştılar. siyahi bir adam: "özgür olduğumu artık kesin biliyorum çünkü abraham babayı gördüm ve ona dokundum."

    başkan iki km boyunca halkın içinde yürüdü ve artık birlik karargahı olan konfederasyon binasının merdivenlerini çıktı. jefferson davis'in koltuğuna oturunca dışarıdaki askerler tezahürata başladı.

    "richmond düştü ve bunu yazmaya elim varmıyor. bizden kalabalıklar. richmond'daki her şey, arşivlerimiz bile kayboldu. ufkumuz mavi ve siyah."
    -mary chesnut

    "kuleleri ve yıkıntılarıyla bir zamanlar richmond olan şehre sessizlik çökmüş. yıkımın gölgesi altındayız. bunu yürüdüğümüz kaldırımlarda bile görmek mümkün. yıkım ve sonsuz yalnızlık. çıt çıkmıyor, ölüm sessizliği çökmüş. topuk seslerimiz boş sokaklarda yankılanıyor, boş duvarlara çarpıp geri geliyor. işte richmond bu."

    8 nisan günü, abraham ve mary lincoln bir arabaya binip petersburg eteklerindeki köy mezarlığından geçti.

    "ağaçların gölgesinde sakin bir yerdi ve bahar çiçekleri neredeyse bütün mezarda açmaya başlamıştı. o kadar sessiz ve çekiciydi ki, arabayı durdurup yürümeye başladık. bay lincoln çok düşünceli ve etkilenmiş görünüyordu. dedi ki, 'mary, sen benden küçüksün, benden daha uzun yaşayacaksın. öldüğümde beni böyle sessiz bir yere defnet.'"

    general lee yavaşca at arabalarının yanında at sürüyordu. yorulmasını bilmezmiş gibi dimdikti. lee'nin ordusu batıya doğru kaçtı. grant hemen arkalarındaydı. hiç durmadan, saatlerce bir tepeden diğerine. saflar değişiyor, ordular çarpışıp geri çekiliyordu. savaş aralıksız devam ediyordu. bir asker hızlıca koşarak geldi. niye koştuğu sorulunca, söyle demişti: "uçamadığım için koşuyorum." takip amansızca sürüyordu.

    4 nisan'da jefferson davis savaşın devamı için bir bildiri yayımladı: "artık şehirleri müdafaa zorunluluğumuz kalmadığından ordumuz hareket etmekte özgürdür. şu an zafer için ihtiyacımız olan yegane şey dindirilemez azmimizdir. bu alçak istilacılarla hiçbir barış yapılmayacaktır."

    saylers creek'de 6 nisan'da, birlik piyadeleri ve süvarileri lee'nin 6.000 askerini öldürdü. lee'nin oğlu olan custis dahil 8 general tutuklandı. 25 000'den az adamı kalmıştı. 125.000 asker lee'ye üç koldan yaklaşıyordu. birlik generali phil sheridan, grant'e telgraf çekip "baskı yapılırsa lee teslim olacaktır" dedi. grant cevabında "o zaman baskı yapın" dedi.

    bir subay lee'ye teslim olmasını söyledi. general savaşmayı bırakırsa ülkenin kendisi hakkında ne düşüneceğini sordu. "ülkenin adı batsın" dedi subay. "ne ülkesi. bir senedir ülke falan kalmadı. siz bu adamların ülkesisiniz."

    "tüfek taşıyan bu adamlara asker demek mümkün değildi. kıyafetleri dağılmış ve çamura batmıştı. gözleri çökmüş, ışığını kaybetmişti. ama hala general lee'nin onlara savaşmalarını emretmesini bekliyorlardı.
    -magnus thompson, 35. virginia süvari alayı

    lee'nin ordusu appomattox nehri boyunca ilerliyordu. çocukların dahi karşıya atlayabileceği cılız bir nehirdi. düşman ise karşı kıyıdan takip ediyordu.

    "7 nisan 1865, saat 5.
    general lee,
    geçen hafta aldığınız sonuçlar sizi daha fazla direnmenin imkansız olduğuna ikna etmeli. bunu daha fazla kan akmasının sorumluluğunu almak istemediğim için söylüyorum. lütfen komuta ettiğiniz konfederasyon'a bağlı kuzey virginia ordusu'na teslim olmasını emrediniz."
    -ulysses s. grant

    8 nisan günü, grant yine lee'nin ordusunu kuşatıp erzak yüklü iki treni ele geçirdi. konfederasyon ordusu bir avuç mısırla besleniyordu. o gece, lee ve yorgun yardımcıları appomattox courthouse köyü yakınlarında kamp ateşi etrafında toplandılar.

    "karargah bellediği ormanda harsız ateşin etrafında toparlandık. çadır, masa, sandalye ya da kamp malzemesi yoktu. ya yere serilmiş battaniyelere ya da kütüklere oturmuş, komutanın etrafına toplanmıştık."
    -general john b. gordon

    neredeyse tamamen kuşatılmışlardı. sayıları beşe birdi. takviye imkanı yoktu.

    "gündoğumunda appomattox istasyonuna
    ulaşmıştık, burada lee'nin çekilişini durdurabilirdik. atlı birliğin seslerini duyuyorduk. yanılmıyorduk. sheridan düşmanla savaşıyordu. konfederasyon ordusunu inatla durdurmayı deniyordu. kader anı gelmişti."

    9 nisan kutlu pazar günüydü. lee, gordon'a kuşatmayı yarmasını emretti. şafakta, appomattox courthose'ın dışında, gordon'un adamları düşman piyadelerini yerlerinden edip tepeden aşağı sürdüler. altlarında, askerler mavi bir duvar gibi ilerliyordu. james'in birlik ordusunun tamamı.

    "general grant ile görüşmekten başka seçeneğim kalmamıştı. bunu yapmaktansa ölmeyi tercih ederdim."

    öğlen olmadan, lee beyaz bayrakla birlik hattına mektup gönderdi. grant, başağrısı yüzünden tarlada dinleniyordu. bir muhabir, dörtnala bir atın geldiğini fark etti. şapkasını sallayıp, bağırıyordu. grant mektubu açtı, şöyle bir bakıp, arkadaşı general john rawlins'den yüksek sesle okumasını istedi. lee teslim olacaktı. grant hiçbir şey söylemedi. yüzünden ne hissettiği okunmuyordu ama başağrısı kalmamıştı.

    kimse birbirine bakamıyordu. topçu birlikleri komutanı albay duff, bir kütüğün üzerine çıkıp üç kere tezahürat tuttu. bir kaç zayıf nida yükseldi, herkes gözyaşına boğulmuştu.

    general lee, albay charles marshall'ı appotmattox courthouse'ta grant ile buluşmak için uygun bir bina bulmaya gönderdi. sokaklar bomboştu. marshall gördüğü ilk sivili durdurdu, bu wilmer mclean idi. iki ordunun başkomutanlarını evinde ağırlamayı gönülsüzce kabul etti. general lee'nin grant'le wilmer mclean'in evinde görüşmesi tamamen tesadüftür. mclean, 1861'deki bull run muharebesi'nde, evini general beauregard'a karargah olarak verenle aynı adamdı. savaştan sonra manassas'dan ayrılmış, sakin, savaş nidalarının onu asla bulamayacağı bir yere taşınmayı arzu etmişti.

    "saat bir oldu. dönüp baktım. arkamda heybetli, asil duruşlu bir figür belirdi. yüzünde irade gücüyle bastırdığı derin bir hüzün vardı. bu, robert e. lee'den başkası değildi. çok geçmeden biri daha geldi. sade, mütevazi, basit, tanıdık gelen ama ihtişamı ve üzüntüsü en az lee kadar huşu uyandıran biri. grant'ti. doğuştan efendi birinin edasıyla eyerde oturuyordu. çevresindekileri görmüyordu. düşüncelere gömülmüştü. hatırladığımdan daha haşmetli görünüyordu. sanki başka bir dünyaya aitti."
    -wilmer mclean

    gri üniforması içinde harika görünen lee, mclean'ın evine ilk gelendi. belinde işlemeli bir kılıç vardı. "muhtemelen general grant'in esiri olacağım." emirerine böyle demiş ve iyi görünmesi gerektiğini düşünmüştü. grant'i yarım saat bekledi. birlik komutanı bir erin kirli ceketini giymişti. botu ve pantolonu çamurla kaplıydı. kılıcı yoktu. iki komutan el sıkıştı.

    "general lee'nin ne hissettiğini bilmiyorum. öyle gururluydu ki, suratından duygularını okuyamıyordum. ama ben üzgün ve çökmüştüm. düşmanı ele geçirmiş gibi hissetmiyordum. her ne kadar o düşman, insanların bugüne dek uğruna savaştığı en berbat şey uğruna savaşmış olsa da."
    -ulysses s. grant

    grant, lee ile meksika savaşında tanıştıklarını hatırladı. lee onu hatırlamadığını söyledi.

    "sohbet öyle hoş gidiyordu ki, neredeyse amacımızı unutacaktım. general lee bunu hatırlattı."

    birbirlerini tanıyorlardı. grant onu çok iyi hatırlamıştı. lee ise grant'i pek hatırlayamamıştı. anlaşılabilir bir durumdu. tanışmaları uzun zaman önceydi. burada önemli olan, iki adamın birbirine gösterdiği hassasiyetti. o an gerekli olan saygı ve samimiyeti, grant'in mevzuya hemen gelmek istememesiyle ve lee'nin ise ona niçin orada olduklarını hatırlatması ile yakalamışlardı.

    lee son güzel üniformasını kuşanmıştı. grant aceleyle savaş alanından geldiği için üstünü değiştiremediğini söyleyerek özür diledi. katibin eli titrediğinden kalemi başka bir asker aldı.

    bu lee'nin açısında korkunç, grant açısından zafer dolu bir andı. ama ikisi için de hüzünlüydü. lee izin istedi, şapkasına dokunup diğerlerini selamladı, askerlerinin yanına döndü. kabul edilebilir koşullarda anlaşılmıştı. bu, ülkenin birleşmesinin başlangıcıydı.

    grant'in önerdiği koşullar basit ve cömertti. konfederasyon askerleri silahlarını, şahsi eşyalarını ve atlarını yanlarına alabileceklerdi. ekim mevsimiydi. grant, lee'ye kaç askeri
    olduğunu ve yemek isterler mi, diye sordu. lee artık kaç askeri olduğunu bilmediğini ama hepsinin aç olduğunu söyledi. grant 25.000 kişilik erzak önerdi. "bu adamlarınıza iyi gelecektir. halkımızı uzlaştırmak için doğru bir adım olacaktır."

    seneca yerlisi, grant'in ekibinin üyesi albay eli s. parker teslim koşullarını yazdığı belgeyi imza için generallere verdi. iki adam el sıkıştılar. lee evden ayrılıp atı traveller'a bindi, ordusuna doğru yola çıktı. birlik askerleri tezahürata başlamıştı, grant onları susturdu.

    "onlar artık bizim esirlerimiz ama yenilgileriyle coşmayacağız. savaş bitmiştir. asiler yeniden bizim vatandaşımız."

    "lee'nin askerleri kamp yoluna dizildi. suratının asık, boynunun bükük olduğunu görebiliyorduk. adamlar tezahürata başlayınca başını kaldırdı, şapkası elinde yanlarından geçerken yüzü kızarmış gözleri dolmuştu. o geçerken adamları başlarını kaldırıp yaşlı gözlerle ona baktılar. konuşabilenler elveda diyebildi. konuşamayanlar nazikçe atına dokundular. eğer bir ordu zafer şarabını içiyorsa diğeri yenilginin zehrini tadıyordur. yapılan fedakarlıklarla bedeli ödenmiş bir zaferin alçak gönüllü sevinciydi. ve kazanılmış zaferlerin bilinciyle teselli bulan bir yenilgi. galipler malvern hill'i, antietam'ı, gettysburg'u, five forks'u hatırlıyorlarsa; mağluplar da manassas'ı, fredericksburg'u, chancellorsville'i, cold harbor'u hatırlıyordu.

    bir asker grubu lee'nin çadırının önünde bekliyordu. "çocuklar, sizin için elimden geleni yaptım. şimdi evlerinize dönün. yurttaşlığınız da askerliğiniz kadar iyi olursa her şeyi başarırsınız. sizinle hep gurur duyacağım. elveda, tanrının lütfu üzerinize olsun." dönüp çadırına kapandı. resmi olarak üç gün sonra teslim oldular.

    general john b. gordon, konfederasyon emrinde savaşırken yüzünden vurulmuş ve dört kez yaralanmıştı. 20.000 askeri son kez birlik cephesine sürdü. ama savaşmak için değil, silahları ve savaş flamalarını teslim için. onları karşılayan tümgeneral joshua lawrence chamberlain oldu. altı kez yaralanmış, petersburg'da ölümden dönmüş, her nasılsa sağ kalmıştı.

    "yalpalayarak ve savaş flamalarını sallayarak geldiler. önümüzde küçük düşmüş insanlar duruyordu. cılız, yaralı, yorgun. ama dimdiktiler, gözlerimize bakıyorlardı. bizi tüm bağlardan sıkı bağlayan anılarla bağlıydık. bu insanlar şerefle karşılanmamalı mıydı? ne trampet sesi, ne bir davul, ne tezahürat, ne de bir zafer fısıltısı duyuldu. bunun yerine şaşkın bir dinginlik, herkes nefesini tutmuştu... cenazede gibi sessizdik."
    -joshua lawrence chamberlain

    chamberlain olağanüstü bir jest yaptı:

    "chamberlain adamlarını çağırdı, benim adamlarım önlerinden geçerken mavi üniformalılar selam durdular. amerikalılar'dan amerikalılar'a saygı duruşu."
    -general john b. gordon

    "general gordon biraz gidip atını bana çevirdi. hayvanı yavaşça mahmuzluyordu. böylece atı başını havaya kaldırdı ve at ile süvari tek bir hareket yaptı. atın başı zarifçe yere eğildi. general gordon kılıcının ucunu ayağına çevirerek bize selam verdi."

    washington havai fişeklerle aydınlandı. beyaz saray'ın etrafında bir sürü insan toplanmış lincoln'e sesleniyordu. resmi bir konuşma için çok yorgundu ama bandoya dixie'yi çaldırdı. "duyduğum en güzel melodilerden" demişti. sonraki gün, alexander gardner'ın stüdyosuna gidip portresi için poz verdi. nasıl olduysa camdan negatif fotoğraf basılırken kırıldı. fotoğrafçı bir baskı yapıp negatifi attı. gelecek dört sene boyunca lincoln'ün fotoğrafı için bir sürü vakit olacaktı. bir kaç blok ötede, bir arkadaşı john wilkes booth'u odasında tek başına otururken buldu ve içki içmeye davet etti. booth, her gün yarım şişe konyak içiyordu: "efkardan kurtulmak için ne gerekirse içeceğim."

    "bütün bunlar gerçek miydi? ülkemin cesur ve asil insanlarını yerde kendi kanları içinde ölmüş bir halde gördüm mü? ülkemizi harabeye dönmüş bir halde gördüm mü? askerlerin yürüdüğünü ve yeryüzünün onların ölçülü adımları altında titrediğini ve sarsıldığını gördüm mü? için için yanan şehirlerin ve terk edilmiş evlerin kalıntılarını gördüm mü? ülkemin çok uzun zamandır izinden gittiğim bayrağının bir daha hiç açılmamak üzere sarıldığını gördüm mü? bunlar kesinlikle hayal gücümün aşırılıkları. ama sessiz olun! artık savaşın sonunin yaklaştığını duyuyorum. batı'dan duyulan fısıltılı ses, uzakta ateşlenen bir topun gürlemesi."
    -er sam watkins, konfederasyon ordusu 1. tennessee alayı, h bölüğü

    "savaşların, şehitlerin, kanın ve hatta suikastın bir ulusu böylesine ayaklar altına alması ilginç değil mi?"
    -walt whitman

    amerikan iç savaşı, amerika birleşik devletleri'ni bir ulus haline getirdi. bu farklı şekillerde oldu. amerika birleşik devletleri kuruluşunda anayasayı kabul ettiğinde ulus olmuştu ancak bu anayasa, kongrede tasarlanan teorik bir ulustan gerçek bir ulusun meydana getirilmesi için bir savaş verilmesini gerektiriyordu.

    savaştan önce amerika birleşik devletleri ile çoğul fiil kullanılırdı. dil bilgisi kurallarına göre o şekilde söylenirdi. ülkenin birden çok bağımsız eyaletten oluştuğu düşünülürdü. savaştan sonra ise amerika birleşik devletleri ile birlikte her zaman tekil fiil kullanıldı. bugünkü birleşik devletler halkı da bunun bilincinde olmadan böyle kullanır. bu savaş birleşik devletleri tam anlamıyla birleştirmişti.

    amerika konfedere devletleri, bir zamanlar rappahannock'tan rio grande'ye kadar uzanıyordu. ülkenin liderleri o zamanlar sınırları güneyde meksika, guatemala, nikaragua ve brezilya'ya ulaşan tropik bir imparatorluğun hayalini kuruyordu. 1865 nisan ayında bu hayal yıkıldı. richmond düştü. konfederasyon hükümeti ve jefferson davis kuzey karolina'nın bakir bölgelerine kaçtı. bir zamanlar birlik'e korku salan konfederasyon orduları evvela hırpalandı ve sonrasında açlıktan yok olmanın eşiğine geldi. ordu daha sonra appomattox'ta teslim olmaya zorlandı. burada ulysses s. grant sonunda robert e. lee'yi köşeye sıkıştırmıştı.

    1865 nisan ayında elisha hunt rhodes, savaşın en iyi ve daha sonra en kötü haberini aldı. kuzey carolina ormanlarında eski iki düşman, william tecumseh sherman ve joseph e. johnston muharebe meydanında son kez buluştu. o sırada, konfederasyon askeri sam watkins şunu yazdı: "bir zamanların gururlu tennessee ordusu
    bir serseri grubuna dönüştü."

    1861 nisan ayında abraham lincoln, güneyli vatandaşlarından savaşmamalarını, içlerindeki iyi melekleri dinlemelerini istedi.1865 nisan ayında artık katliam sona eriyordu. ancak washington'da john wilkes booth savaşın bittiğini kabullenemedi.

    dört yılda savaşın bir milyondan fazla fotoğrafı çekilmişti. artık kimse onları istiyor gibi görünmüyordu. mathew brady iflas etti. binlerce cam negatif kayboldu, yitirildi veya unutuldu. daha binlercesi taşıdıkları görüntü için değil, camları için bahçıvanlara satıldı.

    appomattox muharebesi'ni izleyen yıllarda güneş, binlerce sera cam paneli olarak kullanılan savaşın görüntülerini yavaş yavaş sildi. bir harvard profesörü o dönemlerde şunu yazdı: "iç savaş, bizim yüzyılımızdan önce olanlar ile o zamandan beri olanlar arasında büyük bir uçurum yarattı. sanki yaşadığım ülke, doğduğum ülke değildi." savaş hem bitmiş, hem de bitmemişti.

    "ayakkabılarım gitti. giysilerim gitti. bitkinim, hastayım ve açım. ailemin tamamı ya öldürüldü ya da dağıldı. tüm bu acılara ülkem için katlandım. ülkemi seviyorum, ancak bu savaş gerçekten bittiyse başka bir ülkeyi seversem kahrolayım."

    "blackwood ve ben ordudan, ordumuzdan ayrıldık. onları bir daha hiç görmemek üzere silahları savaş alanına yığılmış, hepsi sıraya geçmiş halde tepede bıraktık. clarke ve bell ile vedalaştık, yolu geçerek tarlaların ve çalılıkların arasına girdik, kısa bir süre sonra ordunun geri kalanının varlığına dair tüm belirtileri görmez olduk."
    -barry benson

    "10 nisan pazartesi günü.
    lee ve ordusu teslim oldu. göklerdeki yüce tanrıya övgüler olsun. bundan sonra sonsuza kadar tarihçilerden başka kimseyi rahatsız edemezler. artık böyle bir ordu yok. tanrıya şükürler olsun."
    -george templeton strong

    "appomattox courthouse yakınları.
    göklerdeki yüce tanrıya şükürler olsun. yeryüzüne barış, insanlara iyi niyet gelsin! tanrıya şükürler olsun ki lee teslim oldu ve savaş yakında sona erecek. o günün olaylarını nasıl anlatabilirim? böyle bir sahne sadece yüzyılda bir yaşanır. general meade şapkasını çıkarmış atını yolda deliler gibi sürüyor, 'savaş sona erdi, evimize dönüyoruz' diye bağırıyordu. askerler sırt çantalarını ve mataralarını havaya attı ve deliler gibi bağırdılar. isyancılar çok aç kalmıştı, askerlerimiz tayınlarını onlarla paylaştı. bir güldüm, bir ağladım. hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım. güneylilerin bana olan lütuflarını ve bu şanlı günü görecek kadar yaşadığım için tanrıya şükürler olsun."
    -elisha hunt rhodes

    lee'nin teslim olduğuna dair haberler hızlı yayıldı. dörtnala giden bir atlı, sherman'ın kuzey carolina'daki ordusuna iyi haberleri duyurdu ve neşeli bir asker ona geri bağırdı: "dört yıldır beklediğimiz o şerefsiz sensin!"

    kuzeydeki her kasabada kilise çanları çaldı. maine, deer isle kasabasındaki insanlar kuzeydeki tüm kasabalarda duyulan neşeyle birlik zaferlerinin düzenli ayak seslerini dinledi. appomattox'un haberleri adalara ulaştığında, bağıran atlılar bu haberi evden eve taşıdı. ancak kederin sonu gelmedi. er william toothaker, kendisiyle ilgili anıları kısa zamanda solacak olan dört küçük çocuğunu geride bırakarak bir nakil gemisinde hastalığa yenik düştü. er albion stinson'ın eşi, konfederasyon'un teslim olmasından sadece beş gün önce eşinin appomattox courthouse yakınlarında öldürüldüğünü bildiren bir mektup aldı. haberler tennessee, clarksville'e ulaştığında birlik'in askeri valisi tüm şehirde büyük bir kutlama yapılmasını emretti.

    "tüm depolar aydınlatıldı. bu mavi şeytanlar çanları çalarak kiliselerimize saygısızlık etti. bizi kızdırmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar."
    -nannie haskins

    vicksburg'da özgürlüğüne kavuşan 2.000 birlik esiri, sonunda kuzeye gidecekleri için neşeli bir halde sultana adlı buharlı geminin güvertesine doluştu. memphis yakınlarında kazanlardan biri patladı ve gemiyi alevler sardı. 1.200'den fazla insan, evlerinden hala yüzlerce mil uzaktayken öldü.

    "dağıldık, afalladık. içimizde kalbimizden canlı kalan parçalar kardeş nefretiyle dolu. suç kimde? herkes başkasını suçladı. bundan sadece savaş alanında kaskatı halde bırakılan ölü kahramanlar kaçabildi."
    -mary chesnut

    teslimiyetin haberleri sumter kalesi'nde ilk kurşunlardan birini atan eski virginia ayrılıkçısı edmund muffin'e ulaştığında, muffin isyan bayrağını omzuna geçirdi ve kendini vurdu. muffin şöyle yazdı: "yankee ırkının üyeleriyle yeniden kurulan bir birlik'te yaşamaktansa..."

    teslim olan bir isyan subayı appomattox'taki törenden sonra joshua lawrence chamberlain'e şu sözleri söyledi: "bizi affedebilirsiniz, ancak biz bağışlanmayacağız. kalbimizde tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir kin var. sizden nefret ediyoruz efendim."

    14 nisan 1865 güzel bir cuma günüydü. o gün aynı zamanda sumter kalesi'nin konfederasyon'a teslim oluşunun dördüncü yıl dönümüydü. o sabah kalenin toza çevrilmiş duvarları içinde öğleden sonraki kutlama için hazırlıklar vardı. kalenin eski birlik komutanı albay robert anderson, 1861'de indirmeye zorlandığı bayrağı yeniden göndere çekecekti.

    kuzeyli askerler ve yüksek rütbelilerden oluşan bir seyirci kitlesi ile 4.000 civarı eski köle töreni izledi. az sayıda yerli beyaz katılmayı tercih etti. "ilk başta albay anderson'ın sesi kısık geldiğinden onu duyamadım, ancak sonra açık bir şekilde, 'bugünü görecek kadar yaşadığım için
    tanrıya şükürler olsun' dedi. biraz konuştuktan sonra bayrağı çekmeye başladı. bayrak yavaşça yükseldi ve hareketsizce asılı kaldı. kötü hava şartlarına maruz kalmış, yıpranmış ve yırtılmış olan bu bayrak, hizmet ömrünü doldurmuştu ancak duvarların korumasının dışına çıktığında ani bir esintiye yakalandı ve katlarından kurtularak üzerimizde dalgalandı. hatırladığım kadarıyla ayağa kalktık. biri şimdiki amerikan milli marşı'nı başlattı. çoğu insanın bildiği tek kısım olan ilk kıtayı söyledik. bunun bir önemi olmadı çünkü kaleden yakınımızdan büyük bir silah ateşlendi. bunu, başkanın emri doğrultusunda sumter kalesi üstünden ateş açan her hisar ve bataryadan milli selamlama izledi."

    aynı gün washington'da john wilkes booth postasını almak için ford tiyatrosu'na uğradı. bir sahne görevlisi ona başkan'ın ve general grant'in o gece laura keene'yi amerikalı kuzenimiz adlı ingiliz komedisinde izlemek üzere tiyatroya gelmesinin beklendiğini söyledi. booth, sadık takipçilerine yeni planını anlattı. kendisi, lincoln ve grant'i vuracaktı. lewis paine, dış işleri bakanı william seward'ı öldürecekti. george atzerodt, başkan yardımcısı andrew johnson'ı vuracaktı. o akşamın erken saatlerinde booth atını ford tiyatrosu'nun yakınındaki kiralık at ahırından dışarı sürdü. genç bir çocuğa tiyatro kapısını tutması söylendi.

    son dakikada general grant ve eşi tiyatro davetini geri çevirerek philadelphia'ya gitmek üzere şehri terk etti. başkan ile first lady tiyatroya geldiler ve başkanlık locasında yerini aldı. yanlarında binbaşı henry rathbone ile onun nişanlısı clara harris vardı.

    oyun başladı:
    "-ne tavsiye edersin anne?
    -sadece unutma canım, o çok zengin.
    -sessiz ol! geliyor. ah, bay trenchard! biz de tam sizin hedefinizi tam on ikiden vurduğunuzdan ve her zaman ne kadar emin göründüğünüzden bahsediyorduk."

    başkan oyundan zevk alıyor görünüyordu. eşi elini tutmuştu. booth yakındaki bir barda iki brendi içti ve daha sonra tiyatroya döndü. kahkahaların yükselmesini bekledi ve sonra sessizce başkan'ın locasına girdi. sol elinde bir hançer, sağ elinde ise bir cep tabancası tutuyordu.

    "-seni terbiyesiz! bayım, edepsizliğiniz sizi görgülü toplumda kabul edilemez biri yapıyor.
    -görgü kurallarını bilmiyor olabilirim. ama sanırım sana gününü göstermeye yetecek kadar bilgim var, seni entrikacı yaşlı yosma."

    booth ateş etti ve locanın ön tarafından atladı, sağ mahmuzunu asılı bayrağa taktı ve sahneye indiğinde sol bacağı kırıldı. hançerini sallayarak afallamış seyircilere bir şeyler bağırdı.

    bazıları onun virginia'nın eyalet sloganını tekrarlayarak "zalimlerin son hep böyle olsun" dediğini düşünüyordu. diğerleri bunu "güney'in intikamı alındı!" şeklinde duymuştu. uzun bir süre tiyatro hareketsiz kaldı ve sonra mary lincoln çığlık attı. booth'un silahından çıkan kurşun, abraham lincoln'ün başının arkasından girmiş, beynini parçalamış ve sağ gözünün arkasına saplanmıştı. seyircilerin arasından bir cerrah yaranın ölümcül olduğu bildirdi. askerler bilincini kaybeden başkanı tiyatrodan 10. sokağın karşısındaki bir misafirhaneye taşıdı.

    "onu birinci katta bir yatağa yatırdık. onu odaya götürdükten sonra çıkmak zorundaydık. doktor ve benzeri biri olmadığı sürece kimseyi içeri almıyorlardı."
    -er jacob soles

    "acı içindeki dev, kendisine kısa kalan yatağa çapraz bir şekilde yatırılmıştı. giysileri çıkarılmıştı. aldığı her yavaş ve derin solukla üzerindeki örtüler yükseliyordu. yüzü sakin ve çarpıcıydı."
    -gideon welles

    doktorlar hiçbir şey yapamadı. mary, eşinden kendisiyle konuşmasını istedi ve tesellisiz bir şekilde öyle ağladı ki, sonunda ön salona alındı. bakanlar tüm gece çaresiz bir şekilde bekledi.

    booth'un suç ortağı lewis paine'in dış işleri bakanı seward'ı bıçakladığını ve "ben deliyim! ben deliyim!" diye bağırarak sokağa koştuğunu duyduklarında ikinci şoklarını yaşadılar. george atzerodt, booth'tan aldığı başkan yardımcısı'nı öldürmesi yönündeki emri uygulayamayacak kadar korkmuştu.

    sabah 6 civarı deniz kuvvetleri bakanı welles dışarı çıktığında sokakların sessiz, endişeli insanlarla dolu olduğunu gördü.

    "saat 7.00 olmadan kısa bir süre önce odaya döndüm. ölüm kalım mücadelesi başlamıştı. başkan'ın oğlu robert, yatağın başında dikiliyordu. robert kendine iyi hakim oldu, ancak iki defa kendini tutamadı ve senatör sumner'ın omzuna yaslanarak yüksek sesle ağladı."

    15 nisan 1865 sabahı saat 07:22'de abraham lincoln öldü. 56 yaşındaydı. bu katlanılması güç savaşı vermiş ve nihayetinde kazanmış olan büyük adam artık yoktu. savaş bakanı edwin stanton: "o hiçbir zaman unutulmayacak."

    öldüğünde ceplerinde iki gözlük, bir cep bıçağı, bir keten mendil ve bir cüzdan vardı. cüzdanda dokuz gazete kupürü ve 5 dolar değerinde bir banknot vardı.

    "annem her zaman olduğu gibi kahvaltıyı ve diğer yemekleri hazırladı, ancak hiçbirimiz tek bir lokma yemedik. hepimiz yarım bardak kahve içtik. hepsi buydu. çok az şey konuşuldu. sabah ve akşam çıkan tüm gazeteleri aldık ve sessizce birbirimize uzattık."
    -walt whitman

    telgraf ile haber dakikalar içinde tüm ülkeye yaydı. daha önce hiçbir başkan öldürülmemişti. insanlar hayatlarının geri kalanı boyunca olanları duyduklarında nerede olduklarını, nasıl hissettiklerini ve havanın nasıl olduğunu fahi hatırlayacaktı.

    "virginia, appomatox mahkemesi yakınları,
    15 nisan cumartesi.
    kötü haber daha yeni ulaştı. onbaşı thomas parker başkan lincoln'ın öldüğünü, öldürüldüğünü söyledi. başkanımızın öldüğünü idrak edemiyoruz. tanrı ailesine ve şaşkına dönmüş ülkemize yardımcı olsun."
    -elisha hunt rhodes

    "bunu bekliyordum ama afalladım, bu benim için dehşet verici bir felaketti. ancak tam da bu zamanda meydana gelen bu olayın ulusumuzun iyiliğine çevrilebileceğini görebiliyorum. en azından ona minnettar olmalıyız."
    -george templeton strong

    "zafer şarkıları kedere boğuldu. beyaz saray'ın önündeki caddede çoğu kadın ve çocuk yüzlerce siyahi insan ağlıyor ve ağıt yakıyordu. o soğuk ve yağmurlu gün boyunca bu kalabalık hiç dağılmadı. kaderlerinin ne olacağını bilmiyor gibiydiler, çünkü büyük velinimetleri ölmüştü. bir araya geldiğim güçlü ve cesur adamların ağladığını görmüş olsam da, o zavallı siyahi insanların umutsuz kederi beni her şeyden daha fazla etkiledi."
    -gideon welles

    lincoln'ün tabutu ilk olarak beyaz saray'ın doğu odasında, daha sonra kongre binası'nın kubbesi altında halkın huzuruna çıkarıldı. memleketi olarak gördüğü illinois, springfield'e gömülecekti. washington'da ölen oğlu willy'nin küçük tabutu da bu yolculuğu onunla birlikte yapmak üzere mezardan çıkarıldı. mary lincoln'ın kederi gitmesine engel olacak kadar fazlaydı.

    cenaze treni, lincoln'ın dört yıl önce washington'a gittiği yolu geri izleyerek yumuşak bahar havasının kendini gösterdiği araziler arasından 12 gün boyunca 2.674 km yol katetti. lincoln'ın cenazesi, bağımsızlık bildirgesi'nin içerdiği ilkelerin tersine teslim olmaktansa "suikasta kurban gitmeyi yeğleyeceğini" söylediği philadelphia'daki bağımsızlık salonu'nda durdu.

    new york'ta geçit töreni dört saat sürmüştü. karaborsacılar yol boyunca dört dolar ve üzerine törenin izlenebileceği pencerelerden çok talep gören yerler sattı. genç theodore roosevelt, büyükbabasının penceresinden töreni izliyordu. cleveland'da yas tutan 10.000 vatandaş şiddetli yağmura rağmen tüm gün boyunca her saat özel olarak inşa edilmiş çadırı ziyaret etti. cenaze springfield'a 4 mayıs'ta ulaştı. tabut illinois eyalet binası'na st. louis'den ödünç alınan siyah ve gümüş renklerinde muhteşem bir cenaze arabasında getirildi ve lincoln'ün "kendi içinde bölünmüş bir yurt, ayakta kalamaz" uyarısında bulunduğu temsilciler meclisi'nde açık bir şekilde bekletildi.

    tabutunun başından ayrılmak istemeyen binlerce insan arasında onu eski günlerden tanıyan new salem çiftçileri, müvekkiller ve rakip avukatlar, ona her sabah işe giderken selam veren komşuları vardı. başkan'ın üvey annesi sarah, lincoln dört yıl önce washington'a gitmek üzere ayrıldığında içini kötü bir his kaplamıştı. sarah, "ona bir şey olacağı ve onu bir daha göremeyeceğim kalbime doğmuştu," dedi. general joseph hooker hafif bir bahar yağmuru altında oak ridge mezarlığı'na doğru son yavaş yürüşün başındaydı.

    "siz beyaz insanlar, abraham lincoln'ün çocuklarısınız. biz onun en fazla üvey evlatları olabiliriz. köleliğin kaldırılması konusundaki içten tutumu açısından bakıldığında, bay lincoln ağır, soğuk, duygusuz ve kayıtsız görünüyordu, ancak vatani duyarlılığı açısından baktığımızda danışılacak bir devlet adamı gibi bağlı, hızlı, azimli, radikal ve kararlıydı. her yönüyle ele alırsak başardığı işlerin büyüklüğünü ölçmeli ve işleri sonuna kadar götürmek için başvurduğu yolları değerlendirmeliyiz. sonsuz bilgelik misyonuna abraham lincoln'den daha uygun birini nadiren dünyaya göndermiştir."
    -frederick douglass

    26 nisan'da, birlik süvarileri john wilkes booth'u virginia'daki bir tütün ambarında tuzağa düşürdü ve ambarı ateşe verdi. suç ortağı david herold teslim oldu. booth ölmeyi tercih etti. bir asker onu boynundan vurdu. son anında ellerinin teslim olmak istedi ama onlara baktı ve "faydasız!" dedi.

    o gün, kuzey carolina, durham istasyonu yakınlarında konfederasyon generali joseph johnston, ordusundan geri kalanı william tecumseh sherman'a teslim etti. tükenen ancak meydan okumaya devam eden jefferson davis, konfederasyon mücadelesini bir şekilde teksas'ta sürdürmeyi umarak güneye kaçtı. "belki sadık bir süvari takımıyla mississippi'yi geçmeyi başarırım: orada da bir şey yapılamazsa meksika'ya gidebilirim. oradan da dünyanın herhangi bir yerine gidebilirim."

    10 mayıs'ta georgia, irwinville'de birlik süvarileri ona yetişti. başkanı'nın tutuklanmasıyla birlikte konfederasyon hükümetinin varlığı sona erdi. davis ağır gözetim altında kuzeye, virginia'ya gönderildi. kuzey gazeteleri, davis'in kadın giysileri giyerken yakalandığına dair yalan haberler yaydı. kuzeyde ve güneyde savaşın haini olarak kötülendi. davis hakkındaki bu yanlış kanılar çok ilginçti, sanki büyük bir komplo başlatılmıştı. bunlar kısmen savaşı kaybeden ve bunun suçunu generallerine değil, politikacılara ve elbette en önde gelen politikacı olan davis'e yüklemek isteyen güneyliler tarafından başlatıldı. dolayısıyla, jefferson davis'i kötüleyenler kuzeylilerden ziyade güneylilerdi.

    kuzeyliler onu bir ekşi elmabağacına asmak istediler ancak güneyliler savaştan sonra onu gerçekten küçük düşürmek istedi. davis, monroe kalesinde ışıkları sürekli açık tutulan bir hücreye hapsedildi ve zincirlenme emrine "bu emirler bir köle içindir, bir ruhu olan hiçbir insan böyle emirlere uymaz" diyerek karşı çıkmasına rağmen zincirlendi.

    "sevgili varina,
    ikimizi de gül renkli bir gelecek beklerken, seni davet ettiğim kader bu değildi ama buna benden daha iyi katlanacağını biliyorum ve ikimizin içinde sadece ben geçmiş kariyerime sonsuza kadar sitemli bir şekilde bakacağım."

    dağılmış savaş alabama, louisiana'da, mississippi'de ve hatta daha batıda hala devam ediyordu. burada 13 mayıs 1865'te, 34. indiana alayından er john j. williams teksas, palmito ranch'teki bir çarpışmada iç savaş'ta öldürülen son kişi oldu. son çatışma konfederasyon'un zaferiyle sonuçlandı. 23 mayıs 1865 sabahında amerikan bayrağı, beyaz saray'ın üstünde lincoln'ün ölümünden bu yana ilk kez gönderde dalgalandı.

    u.s. grant ve yeni başkan andrew johnson, yan yana dikilerek büyük cumhuriyet ordularının kongre binası'ndan pennsylvania caddesi'ne geçişini izledi. "eski şanlı potomac ordusu, 28 veya 30 km. uzunluğunda altı saatlik bir yürüyüşle geçti, renkleri üzücü hikayelerini anlatıyordu. o kadar yoğun bir şekilde mutlu ve muzaffer hissederken ağlayacak gibi olmak ilginç bir histi."

    büyük geçit töreni iki gün sürdü. general george armstrong custer ilk gün kılıcını savurarak ve saçları rüzgarı kamçılar halde askerlerinin önündeki yüksek rütbelileri geçerek tüm ilgiyi kendi üzerine topladı. ertesi sabah, general william tecumseh sherman, denize kadar ilerlettiği büyük ordunun başında atıyla geçerken kalabalıktan en yüksek çığlıklar yükseldi.

    mayıs'ta yankeelerin çoğu tennessee, clarksville'den çekildi. 49. ve 14. tennessee alayından geri kalanlar evlerine döndü. k bölüğünden er john j. denny onların arasında değildi. o, chancellorsville'de öldü. savaşa katılan stewart college'dan 29 son sınıf öğrencisinden 16'sı savaşta öldürüldü. yedisi daha yaralarından ve hastalıktan öldü. eylül'de clarksville'e tren seferleri yeniden başlatıldı.

    maine'deki deer isle kasabası, savaşın dolaylı zayiatı oldu. kasabanın insanları evlerine döndüğünde balıkçılığın sona erdiğini keşfetti. artık yakınlardaki kasabalarda başka
    sektörlerde para kazanılması gerekiyordu. eski aileler taşındı. geride bıraktıkları evlerden bazılarını tatilciler yazlık ev olarak kullandı: çoğu orada ne olduğundan habersizdi.

    john wilkes booth'un suç ortakları bir sıkıyönetim mahkemesinde hızla yargılandı. sekizinin tamamı suçlu bulundu. dördü idama mahkum edildi, bunların arasında tek suçu komplocuların buluştuğu misafirhanenin sahibi olması olabilecek mary surratt da vardı. idamlar 7 temmuz'da eski hapishane binasının bahçesinde gerçekleştirildi. mahkumlar 13 basamak çıktı ve suçları yüksek sesle okunurken sandalyelerde oturdu. iki rahip mary surratt'ı teselli etti ve güneşten korudu. başlarına beyaz başlıklar geçirilmişti. gettysburg kahramanı general winfield scott hancock, ellerini üç kez çırptı ve askerler platformun ön kısmına vurarak hükümlülerin altından devrilmesini sağladı. ölmeleri beş dakikadan uzun sürdü. kuzeyli bir gazete, "artık onların adlarını dahi bilmek istemiyoruz" yazdı.

    "bir yerlerde tek başlarına çalılıklarda, alçak hendeklerde veya tepelerin yamaçlarında sürünerek öldüler. gözlerden uzak yerlerde iskeletleri, ağarmış kemikleri, saç tutamları, düğmeleri, giysi parçaları hala arada sırada bulunuyor."

    "bir zamanlar çok yakışıklı ve neşeli olan genç insanlarımız bizden alındı. bir annenin oğlu, bir kadının eşi, değerli bir dostun pek değerli dostu."
    -walt whitman

    üç buçuk milyon insan savaşa gitti. 620.000'i orada öldü: bu sayı amerika'nın diğer tüm savaşlarındaki toplam ölü sayısı kadardı. güney'in askerlik çağındaki beyaz erkeklerinin dörtte biri öldü. iowa'da savaşa elverişli erkeklerin yarısı birlik ordusu'nda hizmet veriyordu ve 46 alayı dolduruyordu. 13.001 iowalı öldü, 3.588'i savaşta, 515'i savaş esiriyken ve 8.498'i hastalıktan. bu rakamlar tipikti. 5. new hampshire alayı, 1861 yılında concord'dan 1.200 askerle yola çıktı. gettysburg muharebesi'nden sonra new hampshire'a döndüklerinde yalnızca 380 kişi kalmışlardı.

    1866'da mississippi'de eyaletin toplam bütçesinin beşte biri yapay uzuvlara harcandı. milyonlarca asker hala yaşıyor olması gerekirken artık yaşamayanların canlı anılarıyla baş başa kaldı. hayatta kalanlar evlerine gitti ve geçim derdine düştü.

    "eve döndüğüm günün ertesi sabahı üsteğmen üniformamı çıkarıp babamın eski giysilerini giydim ve yüksek mısır tarlalarında savaşmaya devam ettim. tuhaf bir his duyuyordum, çoğu zaman gideli yalnızca bir veya iki gün olmuş ve çiftlik işine kaldığım yerden devam ediyormuşum gibi geliyordu."
    -leander stillwell, 61. illinois alayı

    savaşa giden gençler artık yaşlanmıştı. aileleriyle birlikte eski muharebe alanlarını, şimdi kendilerine bile imkansız görünen şeyleri yaptıkları yerleri göstererek gezdiler. bir vatana sahip olmanın nasıl olduğuna dair teorik bir anlayışları vardı, ancak savaş her iki tarafta da sona erdiğinde bir ülkelerinin olduğunu, orada bulunduklarını biliyorlardı. tepelerine tırmanmış, yollarında yürümüşlerdi. ülkeyi görmüşlerdi ve bir ülkelerinin olduğunu, onu korumak için harcadıkları ve ölmüş arkadaşlarının harcadığı çabayı biliyorlardı. savaş bunu başarmıştı. ülkelerini bir gerçeğe çevirmişti.

    yeni yüzyılın başlangıcında abideler, anıtlar ve heykeller maine'den mississippi'ye şehir parklarına ve mahkeme meydanlarına dikilmişti.

    "halls hill, virginia,
    4 temmuz 1865.
    orduda bir başka bağımsızlık günü, benim burada geçirdiğim beşinci yıl dönümü. ilkini washington yakınlarında camp clark'ta, ikincisini harrison's landing'de, üçüncüsünü pennsylvania, gettysburg'da ve dördüncüsünü petersburg'de geçirdik: bugün de işimizi bitirmiş bir halde yeniden washington'dayız. bugün eğlenceli geçiyor."
    -elisha hunt rhodes

    savaş, elisha hunt rhodes'u olduğu kişi yaptı. savaş sırasında erlikten albaylığa yükselen rhodes, savaşın ardından tuğgeneralliğe terfi etti ve daha sonra da providence'ta pamuk ve yün ticaretiyle uğraşmaya başladı. savaşı gün gün yazan rhodes, neredeyse her boş saatini gazilerle ilgilenmeye adadı ve alayın hiçbir yeniden birleşmesini kaçırmadı.

    "amerika'nın kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı yoktur. güneş tepelerden doğar, dağların arkasından batar. pusula bir yukarıyı bir aşağıyı gösterir ve daha önce bir kuzey ve bir güney olduğuna dair saçma anlayışa artık gülebiliriz. biz biriz ve bölünmeyiz."
    -sam watkins

    savaşın bir diğer günlük yazarı olan güneyli sam watkins, tennessee, columbia'ya döndü, aile çiftliğini işletti ve akşamları anılarını derlediği company aytch üzerinde çalıştı. watkins çalışmalarını "dizlerimin etrafında toplanan ve dirseklerime çarpan genç 'isyancılarla' dolu bir eve rağmen" sürdürdüğünü söyledi.

    "savaştan önce bu insanlar arkadaş olabileceğiniz diğer insanlar gibiydi. thomas hardy'nin şiirini hatırlarsınız:

    onunla eski bir handa
    karşılaşmış olsaydık,
    oturup birkaç bardak içerek
    sohbet ederdik!

    bilirsiniz, piyade er olarak yüzüne bakarken o bana nişan aldığında ben onu vurdum ve öldürdüm. savaşlar garip ve ilginçtir. herhangi bir barda bir içki ısmarlayacağınız veya biraz borç vereceğiniz birini vuruyorsunuz. öyle değil midir? özellikle de bu insanların ortak bir tarihi paylaştığı, erkeklerin ve kadınların ortak bir özgürlük aşkını paylaştığı bizimki gibi bir toplumda. savaş hayatlarından geçerken dillerini biraz değiştirdi ancak aynı zamanda ölüm geldiğinde ve artık uğrunda savaşılacak bir şey kalmadığında bir nevi sevgi ve saygı okyanusu üzerilerine kapandı ve birleştiler."

    "sanırım askeri ünün ne olduğunu biliyoruz, savaş alanında öldürülmek ve isimlerimizin gazetelerde yanlış yazılması."
    william tecumseh sherman

    william tecumseh sherman asker olarak kaldı, 1883'te emekli olana kadar kızılderililerle savaşmaya ve politikadan uzak durmaya devam etti. başkanlık seçimlerine katılması konusunda ısrar eden cumhuriyetçi bir delegeye "aday gösterilirsem kampanya yürütmem, seçilirsem hizmet etmem" dedi. 1891 kışında new york şehrinde öldü. tabutunu taşıyanlar arasında sherman'la georgia ile kuzey ve güney carolina'da çarpışmış olan, kilisenin dışındaki soğuk havada şapkasız duran 82 yaşındaki joe johnston vardı. bir arkadaşı onu hasta olabileceği konusunda uyardı. johnston ona, "eğer ben sherman'ın yerinde olsaydım ve o burada benim yerimde olsaydı şapkasını takmazdı." johnston 35 gün sonra zatürreden öldü.

    "1866 nisan.
    burada gökyüzünde ay ışığının olduğu soğuk ve korkutucu geceler olur ve çobanaldatanlar ile cüce baykuşlar sessizliği bozar, ben de saçlarımı yolarak tek başıma olan biten her şeye ağlarım."
    -mary chesnut

    james ve mary chesnut, mulberry çiftliği'ne döndüklerinde eski evin birlik askerleri tarafından altı üstüne getirilmiş, pamuklarının yanmış olduğunu gördüler. mary, eski kölesi ile ortaklaşa tereyağı ve yumurta satarak biraz para kazanmayı başardı ve yazmaya devam etti. ancak savaş günlüğünü yeniden yapılandırma görevini asla tamamlayamadı.

    jefferson davis ne vatana ihanet suçuyla yargılandı ne de af dilemeyi kendine yedirebildi. hapishane'de iki yıl kaldıktan sonra kefaletle serbest bırakıldı ve hayatının geri kalanını varlıklı bir dulun hayır kurumunun yardımlarıyla geçinerek ve devasa anı eseri the rise and fall of the confederate government üzerinde çalışarak geçirdi. davasının haklılığına inanmaya devam ederken 81 yaşında öldü. mississippi'den hiram rhodes revels amerika birleşik devletleri senatosu'na seçilen ilk siyahi erkek olarak en son jefferson davis'in oturduğu koltuğa oturdu.

    başkan yardımcısı alexander stephens, kısa süreliğine hapsedildi ve daha sonra bir konfederasyon hiç olmamış gibi georgia'dan eski kongre üyeliği koltuğuna yeniden seçildi.

    mary todd lincoln eşinin cinayetini hiçbir zaman atlatamadı. 1871'de oğlu tad öldü ve bundan beş yıl sonra en büyük oğlu robert onu bir akıl hastanesine yatırdı. son yıllarını springfield'da, perdelerin hiç kaldırılmadığı bir odadan nadiren çıkarak geçirdi.

    savaş alanının meleği clara barton için amansız mücadele savaştan sonra da devam etti. savaştan sonra andersonville'e gitti ve orada ölen binlerce birlik mahkumuna onurlu cenaze törenlerinin düzenlenmesine yardımcı oldu ve daha sonra amerikan kızıl haç kurumunu kurdu.

    10 kasım 1865'te andersonville hapishanesi'nde kumandan olan henry wirz, washington'da eski kongre binası hapishanesi'nin bahçesinde savaş suçlarından asıldı. kendini yalnızca emirlere uyduğunu söyleyerek savundu.

    walt whitman en iyi olduklarını düşündüğü iç savaş şiirlerinden oluşan ve daha sonra büyük ölçüde düz yazıya çevrilen drum-taps adlı kitabı yayımladı. yazıları amerikan edebiyatında devrim yarattı.

    general phil sheridan, "en iyi kızılderili ölü kızılderili" diyerek yeni bir düşmanla savaşmak üzere batıya gitti. george armstrong custer da sheridan'ın yenilmezliğine olan inancıyla birlikte batıya gitti. 1876'da sioux ve cheyenne kabileleri, ona yanıldığını kanıtladı.

    george mcclellan seçimleri lincoln'a karşı kaybettikten sonra üç yıl yurt dışında kaldı. söylediği üzere orada kendisi hakkında hiçbir iftira atıldığını duymadı. daha sonra yurda dönerek new jersey valiliğine seçildi.

    sumter kalesi'nin fatihi pierre gustave toutant-beauregard, demir yollarına katkıda bulundu, louisiana eyalet piyangosu'nu yönetti ve zengin oldu.

    nathan bedford forrest da demir yollarına katkıda bulundu, ancak başarısız oldu. 1867'de ku klux klan'ın ilk baş büyücüsü oldu, ancak klan onun için bile fazla şiddet içeren bir grup haline gelince örgütten ayrıldı.

    general dani sickles bir şekilde gettysburg'daki hatası nedeniyle askeri mahkeme tarafından yargılanmaktan kurtuldu. peach orchard'da kaybettiği bacağını minyatür bir kutuya monte ettirterek washington'daki ordu tıp müzesi'ne verdi. burada bacağını 50 yıl boyunca düzenli olarak ziyaret etti.

    savaşın en şiddetli çatışmalarından bazılarından canlı kurtulan john bell hood, arkasında 10 yetim çocuk bırakarak 1878 yılında new orleans'ta patlak veren sarı humma salgınında eşi ve kızıyla birlikte öldü.

    george pickett, gettysburg'da birliğinin yok edilişinin acısını asla atlatamadı. ağır depresyondan mustarip olan pickett, mısır'ın hükümdarı ile amerika birleşik devletleri başkanının komutanlık teklifini reddetti ve sigorta işine girdi.

    konfederasyon generali james longstreet, cumhuriyetçi parti'ye katıldı, osmanlı devleti'nde grant'in bakanı olarak hizmet verdi ve lee'nin gettysburg'da uyguladığı stratejiyi ve güneye karşı eski silah arkadaşları tarafından vatan hainliği olarak görülen her şeyi eleştirme cesaretini gösterdi.

    frederick douglass, köleliğe karşı verdiği savaşta olduğu kadar insanlık hakları için de savaşmaya devam etti ve amerika'nın en güçlü siyahi politikacılarından biri oldu. genç bir ziyaretçi bir keresinde ona hayatıyla ne yapması gerektiğini sordu. "harekete geçir!" şeklinde yanıtladı yaşlı adam. "harekete geçir! asla durma, harekete geçir!"

    julia ward howe, 55 yıl boyunca amerikan kadın oy hakkı derneği'nin yönetimine yardımcı oldu. 1910 yılındaki cenazesinde yas tutan 4.000 kişi battle hymn of the republic şarkısına eşlik etti.

    albay washington roebling, ordu mühendislik birliği'nden ayrıldı, babasının cincinnati'deki köprüsünü tamamladı ve brooklyn'in en büyük asma köprüsünü inşa etmeye koyuldu.

    "kuzey halkına karşı savaştım, çünkü güneyi en değerli haklarından mahrum etmek istediklerine inanmıştım. ancak onlara karşı asla kötü, kindar hisler beslemedim ve onlar için dua etmediğim tek bir günüm olmadı."
    -robert edward lee

    robert e. lee amerika birleşik devletleri'ne bağlılık yemini etti ve bunu yaparken binlerce eski askerini de aynısını yapmaya ikna etti. 1865 yazında bir sigorta firması ona sadece adını kullanmak karşılığında 50.000 dolar vermeyi teklif ettiğinde bitkin, hasta ve işsizdi. lee teklifi geri çevirdi. "sunmadığım hizmetler için bir ödeme almaya razı gelemem." hayatını asil bir şekilde sürdürdü. savaştan sonra kendisiyle ne yapacağını bilmiyordu. mesleğini kaybetmişti. ülkesini dahi kaybetmişti. washington college adlı küçük bir okuldan bazı kişiler büyük bir tereddütle ona yaklaştılar. lee, washington college'ın başkanlığını yapmayı kabul etti. yıllık 1.500 dolarlık maaşı ve içinde yaşadığı bir evi vardı. hayatının geri kalanını ölümünün ardından "washington and lee" olarak anılacak olan bu okulda geçirdi. lee'ye göre, "hayatımın en büyük hatası, askeri eğitim almaktı."

    kendi öğrencileri ile yakınlardaki virginia askeri enstitü öğrencileri birlikte yürüdüklerinde lee çizginin dışında olmaya dikkat etti. bir daha arlington'a dönmedi. bir keresinde washington'a giderken, artık bahçesi birlik şehidi dolu olan eski evini hareket halindeki trenden kısa bir süreliğine gördü. 1870'te öldü. ölüm döşeğindeyken son anlarında savaşa geri döndü, a. p. hill'e askerlerini getirmesini emrediyordu, tam da chancellorsville'deki ölümdöşeğinde stonewall jackson'ın yaptığı gibi. lee daha sonra şöyle seslendi: "çadırlara saldırın."

    "lee gülümsediğinde ve size kararlı bir şekilde nezaketini, dualarını, tuzaklarını, mektuplarını, üniformalarını, emirlerini, fotoğraflarını, kibarlığını, cesaretini ve bilgisini sunduğunda ve bunu büyük bir incelik ve nezaketle yaptığında onu bütünüyle açık, ayrıntılı, kolay anlaşılır bir şekilde gördüğünüzü bilirsiniz. kalbi dışındaki her şeyi; biyografi yazarlarının maymuncuklarından sonsuza dek bir sır olarak sakladığı kalbi."

    "federal hükümeti ile konfederasyon'un arasında büyük bir uyumun görüleceği yeni bir çağın arefesinde olduğumuzu hissediyorum. bu kehanetin doğruluğuna dair canlı bir tanık olmak için ömrüm yetmez belki, ancak içimde böyle olması gerektiğini hissediyorum."
    -ulysses s. grant

    ulysses s. grant'e savaşta yardımcı olan özellikleri inatçılığı, bağımsızlığı ve politikadan haz etmemesi barış zamanında onu terk etti. beyaz saray'a girdiğinde barış, dürüstlük ve insan haklarını koruyacağına ant içti, ancak yolsuzluk iki dönemine kara bir leke sürdü. başkanlıktan sonra manhattan'a yerleşti, burada adını bir wall street aracılık şirketine verdi. firmanın bir başka ortağı 1884'te hissedarlardan milyonlar çaldı, bu da grant ailesini iflasa sürükledi. u. s. grant bir kez daha beş parasız kalmıştı. hemen aynı dönemlerde, boğazını etkileyen çaresiz bir kanser türüne yakalandığı tespit edildi. ölmeden önce ailesini kurtarmaya kararlıydı ve anılarını yazmaya başladı.

    1885 yazında adirondack dağları'ndaki mcgregor dağı'nda bir kulübeye taşındı. ne konuşabiliyor ne de yemek yiyebiliyordu. öğleden sonraları verandada oturuyor, yazılarına yoğunlaşıyordu. 16 temmuz'da yazılarını bitirdi ve bir hafta sonra da öldü. grant'in anıları yarım milyon kopya sattı ve öldüğünde ailesine iyi bir miras bırakmayı başardı.

    1913'te hükümet gettysburg'da bir 50. yıl yeniden birleşme etkinliği düzenledi. üç gün sürdü. hayatta kalan binlerce insan eski savaş alanında birlikte oturdu, hikayeler anlatıldı, gözler eski dostları aradı. en görkemli an pickett taarruzu'nun yeniden sahnelendiği andı. isyan çığlıkları yükseldi ve eski konfederasyon destekçileri akına başladı. tarlalar boyunca bir figan, şehitliğin sırtlarında birlik destekçilerinden yükseliyordu. "ve sonra" dedi seyircilerden biri "yankeeler kendilerini daha fazla tutamadı, taş duvarın ardından ortaya çıktılar ve kendilerini eski düşmanlarının üzerine attılar. ama bu sefer ölümcül bir çatışma değildi bu, onlarla kucaklaşmaya çıkmışlardı, kardeşlik sevgisi ve şefkatiyle."

    "tören alayı geçti. gün bitti ama biz gitmiyorduk, onları artık bir arada göremeyeceğimizi düşünmek istemiyorduk, bu adamlar, bu atlar, bu renkler bu kırlarda."
    -joshua lawrence chamberlain

    joshua lawrence chamberlain, gettysburg yeniden birleşmesindeydi, 83'ünde ölüme direnmeye çalışıyordu ama sürekli acı çekiyordu. petersburg'da yediği bir konfederasyon mermisi vücudunda onarılamaz bir hasar açmıştı. "yeniden birleşme olağanüstü bir deneyimdi. ölenlerin derin kardeşliği."

    little round top'ta gösterdiği cesaret için onur madalyası'na layık görülmüş, maine valisi olarak dört dönem hizmet etmişti. ardından bowdoin college başkanı oldu, burada matematik dışında müfredattaki tüm derslere girmişti. eski yarası yüzünden 1914'te hayata gözlerini yumdu.

    savaş bitmişti. savaşı kim kazandı? birlik ordusu'nun savaşı kazandığı açıktı. savaş bittiğinde ayakta kalan ve silahlarını tutmaya devam eden ordu kuzeyinkiydi. birlik ordusunda savaşan askerler, onları yöneten generaller ve bu sırada ülkeyi yöneten başkan lincoln savaşı kazandı.

    appomattox'da teslim olmayla son bulan savaş dizisi yerine birleşik devletleri daha iyi bir hale getirmek için gösterilen mücadeleden bahsedilecek olursa, işte o zaman soru karmaşıklaşıyor. köleler savaşı hem kazandı
    hem de kaybetti. özgürlük kazandılar, yani kölelik kalktı ama bu onların anladığı özgürlük gibi bir özgürlük değildi. kölelik kelimesi, sadece insanlar arasındaki ırk farklılıklarından kaynaklanan derin ayrıma verilen korkunç bir meşru isimdi. işte bu, birleşik devletler'n hala sarmaya çalıştığı bir yara.

    lincoln'ün hayatının ve zaferlerinin önemi, abd'nin bu kavramları tekrar meşrulaştıramayacak oluşunda yatıyor. şimdiki görevleri ise, bunu insanların kalbinden ve zihninden nasıl silecekleri.

    iç savaş sadece amerikan tarihinin çok önemli bir olayı değildir. dünyanın en önemli olaylarından da biridir.

    iç savaş abd'ye ve dünyaya şu gerçeği gösterdi; büyük bir destek alan adil ve doğru bir hükümet, bir iç bölünme hareketinin üstesinden gelebilir, ülkenin parçalanmasını önleyebilirdi. böylece savaş denen şey, özünde insan ruhunun sonsuza kadar özgür bırakılması için bir vasiyet haline gelecek.

    dört yıllık azaptan sonra dört milyon amerikalı özgür kaldı. ama amerikan hayatında özgürlüğün anlamı kesin bir ifadeye bürünemedi. "salınan kölelerin hiçbir şeyi olamaz" diye yazmıştı tennessee'li bir çiftçi, "çünkü onlara özgürlük dışında hiçbir şey verilmedi."

    binlerce siyahi güney yollarını tepti, akraba, yiyecek veya iş aradı. binlercesi de ırgat veya ortakçı olarak yaşadıkları yerde kalmaya devam etti. 13. anayasa değişikliği'ni, tam vatandaşlık ve beyaz ya da siyahi tüm amerikalılar için adil yargılanma vadeden 14. ve 15. yasalar izledi. ancak bu vaatler yeni bir refah mücadelesi arasında kısa sürede gözardı edildi. beyaz üstünlüğü eski konfederasyon toprakları boyunca vahşice dayatıldı. beyaz güneyli, yıpratma savaşını kazandı. siyahilerin çoğunun uğrunda hayatlarını feda ettiği şeyi geri kazanmaları bir yüzyıl daha sürecekti.

    william faulkner bir seferinde tarihin "geçmiş" değil, "şimdiki zaman" olduğunu söylemişti. iç savaş'ın hem geçmiş hem de şimdiki zamanda yaşandığını unutulmamalı. savaşta çarpışan nesil, savaşın tanımını tartışan nesil, bedeli kanlarıyla ödeyen nesil, bedeli sönen umutlar ve kaybedilen bir gelecekle ödemek zorunda kalan nesil, sonraki nesiller bunu sona erdirene kadar hiçbir anlam ifade etmeyecek olan bir standart belirledi.

    "gettysburg meydan muharebesi'nin ardından
    yetmiş beş yıl geçti. bu muharebede 43.000 amerikalı öldürüldü ve yaralandı. şimdi hayatta kalan birkaç kişi son defa el ele verecek... mavi ve gri bir arada. yara iyileşti. gettysburg'ün silahları sakin ve derin uyku devam ediyor. amerika'nın en ünlü muharebe alanı yeniden bir kampa döndü. bir yol mavi ile gri'yi ayırıyor. artık başka bir ayrım çizgisi yok... kuzeyden ve güneyden 2.500 gazi amerika'nın mahşeri'ni 75. yılında anmak için bir araya geliyor."

    "zamanla ölüm bile ortadan kaldırılabilir."
    -barry benson

    kuzey virginia ordusu, a. p. hill'in kolordusu, wilcox tümeni, mcgowans tugayı'ndan bir güney carolina gazisi olan astsubay barry benson, 18 yaşında üç ay boyunca sumter cephesinde erlik yaptı ve appomattox'a kadar hizmet verdi. hatıralarını derlemeye koyulduğunda bunların uzun bir süre nesilden nesile aktarılmasını ummuştu.

    savaşı kelimelerle yeniden yaşarken gerçekten de yeniden yaşamak istemeye başladı. gri ve mavi asker arkadaşları ile bir gün bunu yapabileceklerine inandı. "bu dünyada olmasa bile daha sonra valhalla'da yapabilirdik."

    yazdıklarında sona yaklaşırken "kim bilir? belki de bu hayattan sonra bize eski kışlalarda yeniden buluşma, satranç ve dama oynama, sabah içtimasına katılmak için erken kalkma, davulun vuruşuyla talim ve geçit töreni için sıraya girme ve savaşa çağıran monoton trampet sesiyle aceleyle savaş giysilerimizi giyme şansı verilir? kim bilir, belki de eskimiş ve yırtılmış bayraklar, zafer çığlıkları bir yaz gününü doldurduğunda birbirine bakar ve rüzgarda hızla dalgalanır? savaştan sonra maktullerle yaralılar ayağa kalkar ve iki bayrağın altında bir araya gelir. hepsinin sesi iyidir. konuşmalar, kahkahalar ve bağrışmalar olur ve hepsi şöyle der: 'gerçek gibi değil miydi? tıpkı eski günlerdeki gibi değil miydi?'"

    amerikan iç savaşı'nda 10.000 konumda savaşıldı. amerikalılar, nefretle birbirlerini yıllar boyunca öldürdüler ama nihayetinde savaşı bitirmeyi ve birleşmeyi başardılar. belirgin izlere rağmen, tüm o acılı, hüzünlü, öfkeli, kanlı ve zor zamanlar artık geride kalmıştı.

    "tehlikenin gelişini ne zaman olarak beklemeliyiz? bir transatlantik yeni dünya'ya gelerek bizi tek bir hamlede ezebilir mi? asla! avrupa ve asya ordularının tümü zorla ohio nehri'nden bir yudum su bile içemez ya da binlerce yıl geçse de blue ridge üzerinde bir yürüyüş yapamaz. eğer yıkım kaderimizde varsa, bunun başlatanı ve bitiricisi biz olmalıyız. özgür insanların ulusu olarak, biz sonsuza kadar yaşarız ya da intihar ederiz."
    -abraham lincoln
hesabın var mı? giriş yap