• ben an'ları severim.

    benim için çok önemli olan bir şeyi ilk gördüğüm, bir haberi ilk duyduğum, bir yemeğin tadını ilk aldığım... o an, bir öncesiyle bir sonrası arasındaki bariz farkı tespit edebildiğim mikrosaniye benim için her zaman önemli olmuştur. olabildiğince hatırlamaya çalışırım.

    susuzluktan kırılırken içtiğiniz bir yudum su gibidir o an. ama fark etmezsiniz. halbuki aynı şeydir, bir an öncekiyle aynı değilsinizdir. suyun bedeninize yaptığını bir tek an da ruhunuza yapar; sadece bunun üzerine düşünmezsiniz.

    yeğenimi ilk gördüğüm an mesela. doğumhanenin kapısında annemle beklerken. hiçbir şey hissedemeyecek kadar donup kaldığım bir andı, annemle sadece birbirimize sarılabildik, başka hiçbir şeye yetmedi hiçbir şeyimiz.

    ilk kez bir duruşmaya girdiğim an. hayatımı kendisiyle geçireceğimi düşündüğüm bir işi ömrümde ilk yapışım.

    annemin bana, arkadaşlarıyla otururken, "o yıllarda bana yardımcı olan bir tek sen vardı" dediği an. yeğenim kendi can acısına bakmadan benim acıyan yerimi öptüğünde. ilk tahliye kararımı aldığımda. böyle şeyler.

    öyle şeyler ki, onlardan sonra hayat eskisi gibi olmaz.

    her zaman iyi değildir tabii bu anlar. bazen bir an gelir, dalga geçilmekte olduğunuzu anlarsınız. birileri sizi oyalamakta veya sizinle oyalanmaktadır ya da bir dosyada çok büyük bir hata yapmışsınızdır. o sözler nasıl bir an gelmiştir de ağzınızdan nasıl çıkmıştır?

    her şeyin olacağı, her olanın fark edileceği bir zaman vardır ve bunların hepsi birer andır. düşünmek uzun sürer ama "tamam. budur." deyişiniz bir andır. her oluşum bir süreçtir ama oluşumun sona erdiği tek bir an vardır.

    ânı "piksel" gibi düşünebiliriz. biz şu ekrana bakarken nasıl ki bir "bütünlük" görüyor ve noktaların farkında varmıyoruz, anlar da öyledir. varoluş denen ekrana bakarken farkında olmayız ama geride bıraktığımız her bir an, aslında bir pikseldir.

    ve piksel yoğunluğu ne kadar fazlaysa, görüntü o kadar niteliklidir.

    *
    bunu daha önce mutlaka bir yerlerde anlatmışımdır ama o kadar sevdiğim bir anektod ki, bininci kez de olsa yine anlatacağım.

    eskiden çalıştığım bir yerde çok sevdiğim bir mesai arkadaşım vardı. 20 yıldan fazla süredir birlikte olduğu kadınla evlendi, kısa süre sonra da eşi hamile kaldı. çocuk sahibi olmayı zaten çok istiyordu. mesela onun büyük bir heyecanla "eşimin içinde pıt pıt eden bir şey var!" diyerek odaya girdiği ânı da hatırlıyorum. kendisinden önce kalp atışları girmişti :)

    işte o arkadaşım, kızını kucağına aldığı ilk ânı şöyle anlattı:

    "ben zamanı şimdiye kadar hep doğrusal bir şey olarak düşünmüştüm. meğer bunun bir de derinliği varmış. her şeyi o an anladım, çok acayipti, bunu tarif edemiyorum."

    *
    ben "piksel yoğunluğu" fena olmayan biriyimdir. bunu çok fazla şey yaşamış olmak bağlamında söylemiyorum ki aslında o da fena olduğum bir konu değildir. demek istediğim; anlara değer verir ve onların üzerinde dururum.

    işte geçen sene, bir an geldi.

    bir şey oldu. bir "tık" etti.

    üzerinden 5 gün sonra 9 ay geçmiş olacak ama, öyle bir an oldu ki, yo bunu sıfatlayamıyorum, ondan sonra bir daha hiçbir şey ondan önceki gibi olmadı.

    her şey o âna göre şekillendi ve bunun için çaba falan da sarf etmedim. kendiliğinden öyle oldu.

    o an geldi, akan suya yatağını buldurdu ve gerisi nasıl gelmesi gerekiyorduysa zaten kendiliğinden öyle geldi.

    çünkü oluru oydu.

    *
    bundan neredeyse dokuz ay önceki o an, sanki iki saniye önce yaşanmış gibi hatırlıyorum, gözümün önüne yavaş çekimde geliyor ve her bir frame'ni piksel piksel tekrar yaşıyorum şu an,

    zaman durdu veya yıldızlar tek çizgiye toplandı ya da dünyada bir anlığına bizden başka hiçbir şey kalmadı. onun gibi bir şey oldu, tam bilemiyorum.

    o an, ben başımı ilter'in göğsüne ilk kez koydum.

    *
    aslında ona ilk yaslandığım an, birkaç saat öncesinde, havaalanında bagaj beklerkendi. ayaktaydık. benim rengi "vişne çürüğü gibi" olan valizimi bekliyorduk. kalabalığın içindeyken beni hafifçe kendine çekmişti ve bu çok hoşuma gitmişti ama saylanmazdı o. çünkü o an, neyin ne olacağını hala ikimiz de tam olarak bilmiyorduk.

    gece öyle olmadı ama. otel odasına yerleşmemiz çok komik anlar silsilesiydi, o başka bir entry'nin konusu olsun burayı uzatmayayım. çok hoşuma giden, hatırlamayı da anlatmayı da çok sevdiğim bir hikayedir.

    odaya yerleşip kahvemizi içip bolca ve son derece arkadaşça oturup akşam yemeğine gittik. ne kadar güzel, her zaman ne kadar mutlu hatırlayacağım bir rakı masası olmuştu.

    oradan çakırkeyif bir şekilde otele dönerken, ne kadar güzel bir kumsalda oturmuştuk.

    elimi tuttuğunu da hatırlıyorum, ona sarıldığımı da. ve bunları yaparken "sarhoşum diye mi oluyor acaba bütün bunlar, keşke öyle olmasa" dediğimi, ama kendimi durduramadığımı da.

    en nihayetinde, sanki bin yıldır berabermişiz de zaten "olacağı" oymuş gibi, gayet normal, sorgusuz sualsiz, dünyanın en doğal şeyini yaparak, yanına uzanıp başımı göğsüne koyuşumu da.

    19 mayıs 2016'nın ilk saatlerinde bilmiyorum kaç gündür dünya üzerindeydim ama, hani su akar yolunu bulur ya, işte o su dünya üzerinde kaç gündür akıyorduysa, yolunu o an buldu.

    *
    biz ilter'le birbirimizi yıllardır tanır, bilir ve severdik.

    ama bunun böyle bir âna götüreceğini ben kendi adıma hiç düşünmemiştim. ve bu düşünmeyişimin teknik sebepleri vardı, uzak mesafe gibi, ilter'in "tipi olmayışım" gibi, benim darmadağınık bir hayatım varken onun çok daha yerli yerinde bir hayat sürüyor olması gibi. o yüzden böyle bir an, yaşanmasından kısa zaman öncesine kadar hiç gündemimde olmamıştı.

    hiç gündemimde olmayan bir ânın hayatımı bu kadar değiştirebileceğini tahmin dahi edemezdim.

    entry'lerde ilter'den bahsederken ismini kullanmaya özellikle dikkat ediyorum. çünkü onun varlığımdaki karşılığı sadece sıfatından kaynaklanmıyor.

    sevgililik bir makamdır.

    hani bazı durumlarda dersiniz ya, "kim olsa aynı şeyi yapardım" diye. işte, sevgiliniz kim olsa zaten yapacağınız şeyler vardır. "sevgilisine tatlılık yapan insan" olmak istersiniz mesela, belki sevgiliniz o jestinizi anlamayacaktır bile ama olsun, siz onu zaten aslen kendiniz için yapmak istemektesinizdir.

    ilter benim için o yüzden "sevgilim" diye bahsedeceğim biri değil. makamların üzerinde biri.

    kim olsa aynı kişi olmazdım çünkü.

    kim olsa o ânı yaşamazdım.

    ben hiçbir zaman böyle bir kişi olmadım, öyle bir ânı daha önce hiçbir zaman yaşamadım.

    *
    ilter birinde bana "korkutucu derecede çok sevdiğimi" söylemişti. çok incinmiştim. fakat sonra, zaten hala yeni sayılabilecek olan bu ilişkinin daha da başlarında, sadece bu kadar önemsediğim bir şeyi kaldıramamaktan korktuğum için kalkıp gitmeyi çok düşündüğümü düşündüm. bundan ilter'e bahsetmemiştim, entry'yi okursa o da herkesle birlikte öğrenecek. ama gerçekten oldu bu.

    o ânın hakkını verememekten çok korkmuştum.

    kendimi öyle "yerimde" hissettim ki, o yeri hak edememekten veya zaten hak etmiyor olmaktan, kendisinden vazgeçmeyi düşünecek kadar korktum.

    sonra düşündüm ki, ilter de böyle bir şey demek istemiş olabilirdi.

    korkusunu anlıyorum. çünkü ben de, muhtemelen ondan daha çok korkuyorum.

    ama onu korkutmamak adına, bu kadar çok fazla sevmiyormuş gibi de duramıyorum.

    ben o andan sonra aynı kişi olmadım. çünkü daha önce ve sonra hiçbir şey, tek bir şey bile, bana kendimi güvende hissettirmedi başımı oraya koymak kadar.

    *
    hayatta hiçbir şeyim az olmadı onun kadar,
    ve hiçbir şeyi özlemedim, onu özlediğim kadar.
  • öylesine yaşamak istediğin bir an
    öyle bir an olur ki.
    işte o anda bütün hayatın boyunca kalmak istersin. o kadar mutluyum ki şu an ölebirim cümlesinin gerçek anlamına bürünür. kendini öldürebiliten olmadığı için anı saklamak istersin.
    geçmesin diye bakarsın olmaz, gözlerini kaparsın.
    koklarsın olmaz, nefesini tutarsın.
    duyarsın olmaz, susturursun.
    dokunursun, bir an dokunmamayı yapamazsın çünkü.
    olmaz.
    baktın dört duyudan hayır yok, olayı yamyamlığa getirmeye kalkmazsın tabi.
    kelimelerin yetmez ifade etmeye.

    ve susarsın anlatmak için.

    her an ansızın olur.
    an gider
    sızın kalır.
  • dinlediğimde bunu yapan athena olamaz* tepkisini verdiğim grubun tarzıyla* alakası olmayan ama pek başarılı olan bir çalışmadır bu. radiohead melodileri kulağınıza çalınırken şarkının sonundaki klarnet solosuyla türk motiflerine, türk ezgilerine dönebilirsiniz.
    aşağıda yazılanlar da bu leziz şarkının sözleridir*

    kendine dön otur karşıma
    ağırdan sessizce bakışalım
    kapat gözlerini boşlukta yüzmeli
    elimden tut sıkıca
    ben sende sende bende
    ne olursa olsun yine
    her dakika ölsek keşke
    tekrar dönsek bizbize, bu böyle

    büyü varmış bu gece yükseklerde
    kokuyor
    burda herşey sıcak

    istediğimizde burdayız
    yanlızken aslında yanyanayız
    dönelim mi hayata
  • domino taşları sırayla yıkılırken, devrilmiş olanla devrilecek olanın arasındaki o taştır an.
  • ân, "şimdileştirilerek" zamansızlaştırılabilen, bölünemez tek zaman parçasıdır. geçmiş ve gelecekle meşguliyet, ancak bugüne/şimdiye/âna has olan insan himmetini böler parçalar. şimdileştirilmiş her zaman dilimi bilinci bileyen bir masat hükmündedir. işte bu yüzden "dem bu dem", "ân bu ân" gibi sözler de ânın/demin önemine atıf yapar.

    insan yaşamında elinde olan bir tek şey vardır, ân. o ânda düşünür, o ânda eyler. ne dün, ne de yarın. biri hafıza, diğeri hayal.
    hakikatte ne dün vardır elinde, ne de yarın insanın.
    sadece ân,
    sade bir ân.

    nasıl yaşamın içindeyken ölümle çevriliysek, anlığın sağlığı içindeyken de çılgınlıkla çevriliyiz demişti wittgenstein. çılgın zamanlardan dingin zamanlara uzandığımızda kulaklarımızda irfanî bir sadâ yankılanır:

    "hayatta iki an vardır ki, her şeydir. ne olacağımızı seçmekte özgür olduğumuz şimdiki an ve seçimimizin olmadığı ve kararın o'na ait olduğu ölüm anı. şimdiki an iyiyse, ölüm de iyi olacaktır."

    ses yankı bulmaya devam etmektedir:

    "o'nu anmak hayattaki ölümdür; ve o, ölümdeki hayat olacaktır."
  • hayranlık uyandıran bir athena ve hüsnü şenlendirici işbirliği. bana alaturka bir radiohead şarkısı gibi geldi. muhteşem! 1.55 ve 3.53'deki klarnet girişleri adamı parça parça ediyor, toplayamıyorsunuz.
    http://www.youtube.com/watch?v=ac8m5pitphs
  • en ufak zaman araligi. hatta aralanmiyo bile. yok hatta boyle bi$ii.
  • yakalanamayan...
  • çok efsane süper şukela olmuş albüm ama bir şarkı var ki net favorim:

    (bkz: pr'ım biçim biçim)
  • bence albümün adı an değil iban olmalıydı. reklam parası mahiyetinde.
hesabın var mı? giriş yap