• "o saniyeyi beklersiniz. hayat boyu ulasmak istediginiz, hazirlandiginiz o biricik an'i. hayattan bir an'i soyutlayamazsiniz. hicbir sey o an'a bagli olamaz. her sey surecin bir parcasidir. gecmisteki sureclerden belirli an'lari koparik, gecmiste cok mutlu ya da cok mutsuz oldugumuza karar veremeyiz. belirli an'larin, goruntulerin, yuzlerin gelmesini bekleyerek gelecegi de kuramayiz.o an abartilmaktadir da ondan. o an'in, hayatin belirlenmesinde totaliter bir gucu vardir da ondan. an'lar yoktur. sonsuza dek hizla akip giden yasam vardir. yasam surup gider...gider...guder. yasam surer. biz de surup gideriz. bir seyler her zaman surup gitmistir ve bir seyler daima surup gidecektir. an'lar yasamin akisini durdurur. yasami durdurur. bir sonraki an'i beklemeyin. bir sonraki an diye bir sey yoktur. sonra diye bir sey yok. akis surer gider. an'in parcasi olun. her an'la birlikte yasayin. boylece kaldirin an'lari.insanin mutlu etmesi gereken bir an yoktur. insan mutlu bir an siparis edemez; ne gecmisten ne de gelecekten "*
  • zamanı tembihledim, seni geçiştirmekte çok acele etmeyecek.
  • ben an'ları severim.

    benim için çok önemli olan bir şeyi ilk gördüğüm, bir haberi ilk duyduğum, bir yemeğin tadını ilk aldığım... o an, bir öncesiyle bir sonrası arasındaki bariz farkı tespit edebildiğim mikrosaniye benim için her zaman önemli olmuştur. olabildiğince hatırlamaya çalışırım.

    susuzluktan kırılırken içtiğiniz bir yudum su gibidir o an. ama fark etmezsiniz. halbuki aynı şeydir, bir an öncekiyle aynı değilsinizdir. suyun bedeninize yaptığını bir tek an da ruhunuza yapar; sadece bunun üzerine düşünmezsiniz.

    yeğenimi ilk gördüğüm an mesela. doğumhanenin kapısında annemle beklerken. hiçbir şey hissedemeyecek kadar donup kaldığım bir andı, annemle sadece birbirimize sarılabildik, başka hiçbir şeye yetmedi hiçbir şeyimiz.

    ilk kez bir duruşmaya girdiğim an. hayatımı kendisiyle geçireceğimi düşündüğüm bir işi ömrümde ilk yapışım.

    annemin bana, arkadaşlarıyla otururken, "o yıllarda bana yardımcı olan bir tek sen vardı" dediği an. yeğenim kendi can acısına bakmadan benim acıyan yerimi öptüğünde. ilk tahliye kararımı aldığımda. böyle şeyler.

    öyle şeyler ki, onlardan sonra hayat eskisi gibi olmaz.

    her zaman iyi değildir tabii bu anlar. bazen bir an gelir, dalga geçilmekte olduğunuzu anlarsınız. birileri sizi oyalamakta veya sizinle oyalanmaktadır ya da bir dosyada çok büyük bir hata yapmışsınızdır. o sözler nasıl bir an gelmiştir de ağzınızdan nasıl çıkmıştır?

    her şeyin olacağı, her olanın fark edileceği bir zaman vardır ve bunların hepsi birer andır. düşünmek uzun sürer ama "tamam. budur." deyişiniz bir andır. her oluşum bir süreçtir ama oluşumun sona erdiği tek bir an vardır.

    ânı "piksel" gibi düşünebiliriz. biz şu ekrana bakarken nasıl ki bir "bütünlük" görüyor ve noktaların farkında varmıyoruz, anlar da öyledir. varoluş denen ekrana bakarken farkında olmayız ama geride bıraktığımız her bir an, aslında bir pikseldir.

    ve piksel yoğunluğu ne kadar fazlaysa, görüntü o kadar niteliklidir.

    *
    bunu daha önce mutlaka bir yerlerde anlatmışımdır ama o kadar sevdiğim bir anektod ki, bininci kez de olsa yine anlatacağım.

    eskiden çalıştığım bir yerde çok sevdiğim bir mesai arkadaşım vardı. 20 yıldan fazla süredir birlikte olduğu kadınla evlendi, kısa süre sonra da eşi hamile kaldı. çocuk sahibi olmayı zaten çok istiyordu. mesela onun büyük bir heyecanla "eşimin içinde pıt pıt eden bir şey var!" diyerek odaya girdiği ânı da hatırlıyorum. kendisinden önce kalp atışları girmişti :)

    işte o arkadaşım, kızını kucağına aldığı ilk ânı şöyle anlattı:

    "ben zamanı şimdiye kadar hep doğrusal bir şey olarak düşünmüştüm. meğer bunun bir de derinliği varmış. her şeyi o an anladım, çok acayipti, bunu tarif edemiyorum."

    *
    ben "piksel yoğunluğu" fena olmayan biriyimdir. bunu çok fazla şey yaşamış olmak bağlamında söylemiyorum ki aslında o da fena olduğum bir konu değildir. demek istediğim; anlara değer verir ve onların üzerinde dururum.

    işte geçen sene, bir an geldi.

    bir şey oldu. bir "tık" etti.

    üzerinden 5 gün sonra 9 ay geçmiş olacak ama, öyle bir an oldu ki, yo bunu sıfatlayamıyorum, ondan sonra bir daha hiçbir şey ondan önceki gibi olmadı.

    her şey o âna göre şekillendi ve bunun için çaba falan da sarf etmedim. kendiliğinden öyle oldu.

    o an geldi, akan suya yatağını buldurdu ve gerisi nasıl gelmesi gerekiyorduysa zaten kendiliğinden öyle geldi.

    çünkü oluru oydu.

    *
    bundan neredeyse dokuz ay önceki o an, sanki iki saniye önce yaşanmış gibi hatırlıyorum, gözümün önüne yavaş çekimde geliyor ve her bir frame'ni piksel piksel tekrar yaşıyorum şu an,

    zaman durdu veya yıldızlar tek çizgiye toplandı ya da dünyada bir anlığına bizden başka hiçbir şey kalmadı. onun gibi bir şey oldu, tam bilemiyorum.

    o an, ben başımı ilter'in göğsüne ilk kez koydum.

    *
    aslında ona ilk yaslandığım an, birkaç saat öncesinde, havaalanında bagaj beklerkendi. ayaktaydık. benim rengi "vişne çürüğü gibi" olan valizimi bekliyorduk. kalabalığın içindeyken beni hafifçe kendine çekmişti ve bu çok hoşuma gitmişti ama saylanmazdı o. çünkü o an, neyin ne olacağını hala ikimiz de tam olarak bilmiyorduk.

    gece öyle olmadı ama. otel odasına yerleşmemiz çok komik anlar silsilesiydi, o başka bir entry'nin konusu olsun burayı uzatmayayım. çok hoşuma giden, hatırlamayı da anlatmayı da çok sevdiğim bir hikayedir.

    odaya yerleşip kahvemizi içip bolca ve son derece arkadaşça oturup akşam yemeğine gittik. ne kadar güzel, her zaman ne kadar mutlu hatırlayacağım bir rakı masası olmuştu.

    oradan çakırkeyif bir şekilde otele dönerken, ne kadar güzel bir kumsalda oturmuştuk.

    elimi tuttuğunu da hatırlıyorum, ona sarıldığımı da. ve bunları yaparken "sarhoşum diye mi oluyor acaba bütün bunlar, keşke öyle olmasa" dediğimi, ama kendimi durduramadığımı da.

    en nihayetinde, sanki bin yıldır berabermişiz de zaten "olacağı" oymuş gibi, gayet normal, sorgusuz sualsiz, dünyanın en doğal şeyini yaparak, yanına uzanıp başımı göğsüne koyuşumu da.

    19 mayıs 2016'nın ilk saatlerinde bilmiyorum kaç gündür dünya üzerindeydim ama, hani su akar yolunu bulur ya, işte o su dünya üzerinde kaç gündür akıyorduysa, yolunu o an buldu.

    *
    biz ilter'le birbirimizi yıllardır tanır, bilir ve severdik.

    ama bunun böyle bir âna götüreceğini ben kendi adıma hiç düşünmemiştim. ve bu düşünmeyişimin teknik sebepleri vardı, uzak mesafe gibi, ilter'in "tipi olmayışım" gibi, benim darmadağınık bir hayatım varken onun çok daha yerli yerinde bir hayat sürüyor olması gibi. o yüzden böyle bir an, yaşanmasından kısa zaman öncesine kadar hiç gündemimde olmamıştı.

    hiç gündemimde olmayan bir ânın hayatımı bu kadar değiştirebileceğini tahmin dahi edemezdim.

    entry'lerde ilter'den bahsederken ismini kullanmaya özellikle dikkat ediyorum. çünkü onun varlığımdaki karşılığı sadece sıfatından kaynaklanmıyor.

    sevgililik bir makamdır.

    hani bazı durumlarda dersiniz ya, "kim olsa aynı şeyi yapardım" diye. işte, sevgiliniz kim olsa zaten yapacağınız şeyler vardır. "sevgilisine tatlılık yapan insan" olmak istersiniz mesela, belki sevgiliniz o jestinizi anlamayacaktır bile ama olsun, siz onu zaten aslen kendiniz için yapmak istemektesinizdir.

    ilter benim için o yüzden "sevgilim" diye bahsedeceğim biri değil. makamların üzerinde biri.

    kim olsa aynı kişi olmazdım çünkü.

    kim olsa o ânı yaşamazdım.

    ben hiçbir zaman böyle bir kişi olmadım, öyle bir ânı daha önce hiçbir zaman yaşamadım.

    *
    ilter birinde bana "korkutucu derecede çok sevdiğimi" söylemişti. çok incinmiştim. fakat sonra, zaten hala yeni sayılabilecek olan bu ilişkinin daha da başlarında, sadece bu kadar önemsediğim bir şeyi kaldıramamaktan korktuğum için kalkıp gitmeyi çok düşündüğümü düşündüm. bundan ilter'e bahsetmemiştim, entry'yi okursa o da herkesle birlikte öğrenecek. ama gerçekten oldu bu.

    o ânın hakkını verememekten çok korkmuştum.

    kendimi öyle "yerimde" hissettim ki, o yeri hak edememekten veya zaten hak etmiyor olmaktan, kendisinden vazgeçmeyi düşünecek kadar korktum.

    sonra düşündüm ki, ilter de böyle bir şey demek istemiş olabilirdi.

    korkusunu anlıyorum. çünkü ben de, muhtemelen ondan daha çok korkuyorum.

    ama onu korkutmamak adına, bu kadar çok fazla sevmiyormuş gibi de duramıyorum.

    ben o andan sonra aynı kişi olmadım. çünkü daha önce ve sonra hiçbir şey, tek bir şey bile, bana kendimi güvende hissettirmedi başımı oraya koymak kadar.

    *
    hayatta hiçbir şeyim az olmadı onun kadar,
    ve hiçbir şeyi özlemedim, onu özlediğim kadar.
  • en içte kalmaya sebep olan bataklık.
    oysaki denizin ilk dalgası gibiydi.
  • (bkz: sweet red bean paste)
    japon yönetmen naomi kawase imzalı 2015 yılı yapımı film. cannes film festivalinde yarışmaya katılan filmimiz oldukça ağır bir tempoda ve zaman zaman sıkıcı olmayı başarıyor. japonların milli yiyeceği dorayaki dükkanı işleten genç bir adamla cüzzamlı yaşlı bir kadının kesişen hayatının anlatıldığı filmi ister izleyin ister izlemeyin.
  • bunun biteceğini biliyorsan ve kıymetini bilmeye çalışıyorsan eğer en güzel şeydir.

    yattığımızda gün ağarıyordu. aslında her gün konuşmamıza rağmen, aynı şeyleri bininci kez duymamıza rağmen ilk kez dinliyormuşcasına konuştuk. bir şey anlatıyordum sabah beni alırken ağlayan arkadaşım 'güldürme lan elimde demlik var' derken demliği devirdi.
    kendimizi sıktıkça daha çok güldüğümüz için evden kaçtık. anahtarı da almamışız, kapı da kaldık. sabaha karşı girebildik. o da yan balkondan.

    urfa'ya gidiyorum şu an. aile grubuna mesajlar geliyor. bayram tebrikleri, şuradayız, buradayız fotoğrafları. ben de kendimi çektim 'urfa yolundayım' diye. kuzenlerim tatile gitti , bizimkiler memlekete gitti, bir kısım yurtdışına gitti, dostlarıma sözüm olduğu için ben de buraya geldim.
    bizimkiler senin yaşındakiler çeşme, bodrum da geziyor diye mesaj atmışlar. ben de onlara 1 günde oluşan amele yanıklarımı attım. ve de deli gibi içtiğim kaçak çayı:p

    ancak inanılmaz mutluyum. en yakınlarım yanımda. biri yolda dizime yattı. başka bir şehire gidiyoruz, anı biriktiriyoruz.

    kulakların çınlasın orhan pamuk ben biliyorum :)
  • sigarayı yaktım, söndürdüm. o kısacık zaman aralığında ağzıma, ciğerlerime dolup oradan havaya sızan dumanın güzelliğini izledim bir süre. güzelliği uçuculuğunda, geçiciliğinde olan her şey gibi kendinden emin ama yine de dostane bir an. bir yer bulacak kendine bellekte. orada yuvalanacak. orada usulca bekleyip kendine benzeyen bir anı kollayacak. kendine benzeyeni bulduğunda onunla tutuşacak. onu ve kendini yakacak. sigarayı yaktım ve söndürmedim. çünkü havada asılı kalan, iz bırakan, o kahredici, delici geçiciliğe temas eden hiç bir duman, iz, anın yakıcı hazzını geri getiremezdi...
  • edis görgülü'nün olası albüm adı.

    bir teorim var da, ordan yola çıkarak söylüyorum. doğru çıkarsa entry'yi günceller teoriyi açık ederim.
  • bunda kalma oranini arttirdikca yasam kaliten artar.

    ıddiali olabilir belki ama anda kalmayi basarmak, ogrenmek demek hayati iyi yasamayi ogrenmek demek.

    (bkz: algi)
  • "yürü, gölgen seni uğurlamakta,
    küçülüp küçülüp kaybol ırakta
    yolu tam dönerken arkana bak da,
    köşede bir lahza kalıver gitsin."
hesabın var mı? giriş yap