• bunca yıl sonra bile akla geldiğinde gülümseten aşktır. nina. almanya'dan aklımda kalan en belirgin anımdır. büyük bir aşk yaşamıştık nina ile. zaten kendisi de büyüktü epey. yaş olarak değil de kilo ve hacim olarak diyelim. yoğundu o yıllarda aşk trafiğimiz çok. cumhur diye bi ayı vardı, aşıktı o da nina'ya, bu yüzden düzenli aralıklarla döverdi beni. (gurbet ellerde türk'ün türk'e ettiğine bak) sonra nina gider bu cumhur'u döverdi falan. kadriye vardı bir de. o da bana aşıktı feci şekilde. feci olmasının sebebi ağzında sadece beş, bilemedin altı diş olmasıydı sanırım. eşyalarımı çalar, öpücük karşılığı geri verirdi. şimdi düşünüce çok fırtınalı günlermiş gerçekten. nina öper, cumhur döver, sonra kadriye öper, bu sefer nina döver falan. bugünkü salaklığımın asıl nedenleri o günlerde saklı sanırım. kadriye'yi gördüm yıllar sonra, evrim geçirip tanrıça olmuş. yavşadım hemen ama yüz vermedi haliyle. nina'dan hiç haber alamadım. ama gidip o cumhur ayısıyla evlendiyse yediğim dayakların hakkını helal etmiyorum. ah ulan nina.
  • kardeşimin yaşamakta olduğu aşk, masumiyetin birebir karşılığı.

    bebeğime aşk güzel bir şey mi diye soruyorum, güzel çünkü birlikte dışarıya falan çıkıyorsun diyor. çıktıkları tek yer de sınıflarının bitişiğindeki etrafı tel örgüyle çevrili oyun parkı. kaydırak sırası beklerken falan bakışıyorlar herhalde, ya da bizimki tahterevallide önce onu indiriyor.

    geçen sürpriz yumurtadan bir oyuncak çıktı böyle sihir kutusu gibi bir şey, arkasında bir yer var bastığında normalde boş olan kutunun içinde yıldız çıkıyor. hemen okula götürdü bebeğim hava yapacak tabii aşkına. kızın da tepkisi "ohaaa sen sihirbaz mısııııııaann" olmuş. abartısız söylüyorum 3 gün boyunca durup durup bunu anlattı her gördüğü insana, "biliyor musun melek bana ne dediiiğ" diye başlayarak. artık nasıl hoşuna gittiyse kuzum bir kat daha aşık oldu kıza.

    bir gün sınıflarında kırmızı günü yapacaklarmış, herkes en sevdiği kırmızı oyuncağını götürecekmiş. bizimki en afillisinden uzaktan kumandalı kırmızı arabasını seçti, meleği için de kırmızı bir kukla koydu çantasına karnında boncuk dolu dönen bir daire olan. şu ince düşünceye, şu jeste bakar mısın. ertesi gün gitti okula oyuncaklarla birlikte. melek'in tepkisi "sen ne kadar kibar bir çocuksun" olmuş. tabii bizimki mest. ağzı kulaklarında anlatıp durdu günlerce.

    öyle bir aşk ki bu yaşta ablayı özendiriyor.
  • bu sabah mail atarak kendini hatırlatan kişi.

    ne zaman düşsem, bir yerim ağrısa, annemi özlesem benimle birlikte ağlardı. birlikte oynar, resim yapardık. ne zaman elimi tutmaya çalışsa ağlardım, yanıma yaklaşsa da ağlardım. ben ağlamayayım diye hep bir adım gerimde dururdu. bilyelerini bana hediye ederdi. o ne kadar usluysa ben o kadar serseriydim, birlikte çekildiğimiz fotoğrafta o kırmızı, tertemiz önlüğü, taralı saçlarıyla, ben de saçım başım dağılmış, düşmekten mosmor olmuş bacaklarımla dikkat çekiyorduk.

    "üzüldüğün bir şey olduğunda haber et tek kalma. söz fazla yaklaşmam sen yeter ki ağlama :)"
  • merve idi benimki. onun haberi yoktu ama ben seviyordum, haberi varsa bile çaktırmıyordu. okulda yeterince vakit geçiremediğimize kanaat getirdiğim bir gün okul çıkışı evlerine kadar takip ettim. evlerimizin arasında 200 metre kadar bir mesafe varmış. evlerini öğrendikten sonra ben de eve gittim. akşamları pencerede okuldan gelişimi izleyen annem farklı yola saptığımı görünce meraklanmış tabi. tüm şefkatiyle sordu:

    - nereyegittinkörolasıcamerakettimyaseni!!

    sakince durumu açıklayıp bir öneride bulundum:

    - benim merve diye bir arkadaşım var. onların evini öğrendim. şurada oturuyorlar. sen annesiyle tanışıp arkadaş ol. arada onlara oturmaya gidelim. siz çay içersiniz biz de merve'yle oynarız.

    kendi stalkerlığım yetmiyormuş gibi anacığımı da olaya davet ediyordum. kabul etmedi tabi. hatta akşam babamla abim eve gelince gülerek onlara da anlattı olayı. sonra abim soyadlarını sordu, söyledim. "ben tanıyorum onları. o kızın 4 tane abisi var. döverler seni." dedi. ben de oracıkta vazgeçtim.

    not: entry'i yazarken facebook'tan aratıp buldum. merve büyüyünce çirkinleşmiş, geçen sene de evlenmiş. çirkinlik çok sıkıntı değil, onu aramızda hallederdik; ben de anaokulundan sonra çok güzelleşmedim zaten. fakat evlenmesi kötü olmuş, o biraz problem.
  • belki çok azımızın başına gelmiş olan ilk aşk hadisesi. aşk nedir bilmezsiniz bile, ama bi hoşlaşma, bi elektrik vardır.

    bir yandan da anaokulundasınızdır. karşı sınıfın veletlerinden sarışın mavi gözlü olanına vuruluvermişsinizdir. tenefüs olsun da sınıflar dağılsın diye beklersiniz. bu arada size rakip olan kızlar vardır, onlarla çocuğa bakıp bakıp kikirdeşirsiniz. öğle vakti geldiğinde uyuma saatidir, hocanız sizi yataklarınıza yatarır. bizim aşık kızlar kapı arasından gizli gizli karşı sınıfı izlerler. o da ne, sarışın mavi gözlü çocuk pijamalarıyla uyumaya hazırlanmaktadır. gönül dayanmaz bu sahneye.

    derken mezuniyet zamanı gelmiştir, herkesin bi gösterisi vardır. siz papatya kıyafetini giymiş dansederken o "çilli de horozum kaybolmuş" şeklinde giden şarkısını söyler. bu onu belki de son görüşünüzdür. derin bi iç çekme efekti ile hikayemiz burada son bulur.
  • adının aşk olduğunu bilmiyordum ama aşıktım (mışım), zaman geçince anladım. taşrada, zaten iki anaokulu olan bir yerde, ben bir okuldaydım, oysa öbüründe. aynı servisle gidip gelirdik, evlerimiz karşı karşıyaydı, yaşımızsa beş. günlerce ağlamıştı benim okuluma gelebilmek için ve başarmıştı da. 23 nisan gösterisine hazırlanırken o damat olmuştu, bense gelin; ama provalarda ben hastalanınca bir başka arkadaşımız, (adını hiç unutmadım, sibel) gelin olmuştu, bense bir kelebek olarak onları uzaktan izlemekle yetinmiştim. heyecanımı unutamıyorum. taşınmamızla ilk ayrılığımı yaşadığım, artık kocaman bir adam olmuş olması gereken kıvırcık saçlı o veledin elimde yalnız isminin ve birkaç fotografının kalmış olması belki de anıların tertemiz kalmasını sağladı, ama hep merak etmişimdir.

    (bkz: o ne yapıyor şu anda şimdi)
  • anasınıfında tek, hayatında ilk sarıldığın çocuktur.
    oyun saattinde kızlara yüz vermeme sebebindir.
    suratını asla unutamadığın,
    ismini asla hatırlayamadığın,
    kıskanılmanın zevkinin ilk kez tattığın,
    sahiplenilmenin güvenini ilk kez yaşadığın,
    hayatında sadece bir saniye var olduğunu sandığın,
    ondan sonraki hoşladığın kişilerle onun tipinin benzerliğini fark edince kendine şaştığın,
    ah şimdi nerde ki acaba diye zaman zaman düşündüğün insandır.
  • ismi müge'ydi. şanlıurfa'nin birecik ilçesinde kız meslek lisesi'nin anaokulundaydik. burayı okuyorsa öğretmenimizin ismini söyleyerek kendini ispatlasın ve ortaya çıksın artık.
  • nasıl unutulur? mümkün mü?
    şöyle bir diyalog geçmişti aramızda
    - hey eykek ve hey kadın âşık olabilir mi?” diye sormuştu bana
    “hayır, olamaz çünkü (bkz: aşk bir sanat yapıtıdır)” demiştim.
    anaokulunda bir piç vardı onunla takıldılar sonra.

    (bkz: hatunların efendi adam yerine piç tercihi)
  • gaziantep de zübeyde hanım anaokulunda öğretmenimin kızı olan pelin, her öğle yemeğinde bizlere 1 sana 2 lahmacun verirlerdi. bunun için sevmiştim seni.
hesabın var mı? giriş yap